10. yılında Gezi'yi hatırlamak… Bir neslin kendisini fark ederken, fark edilmesi…

Celalettin Can Independent Türkçe için yazdı

Fotoğraf: Reuters

2013 yılının 27 Mayıs akşamı, doğaya duyarlı 10-15 genç yurttaşla başlayan Gezi direnişi, 30-31 Mayıs ve sonrasında toplumsal halk hareketliliğine dönüşmüş ve ülkenin gündemine oturmuştu.
 


Hatırlayalım…

Toplumun özellikle seküler kesimlerinin yaşam biçimiyle aşırı ölçülerde fazla oynanıyordu.

Kamusal alanlara karşı yağmacı davranılıyordu.

Bu alanlarla ilgili iktidar politikalarını eleştirenlerin üzerine fazla sert gidiliyordu.

Bu ve benzeri uygulamalar Gezi direnişine giden yolda belli bir birikim yarattı.

İnsanların tahammül sınırları var, bir nokta geldi patladı bu birikim.

 
Tarih unutturmuyor!

1 Mayıs 1977 Katliamının Gezi'ye kadar süren etkileri de var.

1 Mayıs 2013'te, "Taksim'de inşaat var, giremezsiniz, düşersiniz" dediler.

Bunu yalanlarcasına bir ay sonra Taksim Meydanı Gezi Parkı'nda milyonlarca kişi hareket halindeydi…


Taksim, bir büyük kamusal alan

İstiklal Caddesi, Taksim Meydanı ve Gezi Parkı organik bir bütün gibi. 

Kamusal  toplumun bütün bireylerinin, tanısın tanımasın, birbirini yadırgamadan gezebildiği ve buluşabildiği alanlardır.

Bu alanlar halkı kendine çeker, şehrin bunaltıcı havası altında bunalan halka nefes verir, rahatlatır, birleştirir.

İktidarın o tarihte hâkim siyasetinin aldığı biçim, Osmanlı'yı bir şekilde güncelleştirirken yenileme arayışı idi.

Taksim Meydanı'nı kendi algılarındaki değerlere ve kapitalizmin yeni zamanlardaki pazar ilişkilerine göre düzenlemek istiyorlardı.

Bunda, Osmanlı'nın son döneminde tasfiye edilen, 20'nci yüzyılın başlarından kalma Topçu Kışlası rövanşizmi vardı.  

"AVM-cami" ikilisini Taksim Meydanı'na ve Gezi Parkı'na oturtma siyasal İslam-ticaret ilişkisinin yeni bir biçimi olması bakımından anlamlı.

Kamusal alanların tasfiyesi ve yerine sözde yeni "kamusal alanlar" inşası tutumu idi bu!

Kapitalizmin yeni kamusal alanları AVM'lerdi.

Yurttaşların asıl görevleri de yurttaş değil, müşteri olmaktı… 

 
İntikam

Seküler Beyoğlu'ndan tarihten gelen bir intikam alınıyordu.  

Öncesinde İstiklal Caddesi üzerindeki ağaçlar kestirilmiş, Arnavut taşları sökülerek cadde betonlaştırılmış, neşeyi dışarıya taşıyan kaldırımdaki masalar, sandalyeler yasaklanmıştı.

Taksim'de de inşaat faaliyetleri başlamıştı.

Tepki de vardı!

Tarihi Beyoğlu'nun yok edilmesine karşı hükümetin okuyamadığı dipte süren homurtular parça parça açık itirazlara ve direnişe dönüşme eğilimi taşıyordu.

Hükümet dipten gelen itirazları duymuyor, dillendirenlere de zulmediyordu.

En son olarak baltayı Gezi Parkı'na vurunca, halk bunun acısını kemiklerinde hissetti ve patladı.

Gezicilerin çağdaş belagatine karşı, başbakanın dışlayıcı, sert dili ve kolluk kuvvetlerinin aşırı şiddeti birleşince sorun bir anda büyüdü, toplumsallaştı.

Meseleyi bu kadar büyüten aslında başbakan ve kolluk kuvvetleri olmuştu. 

Taksim üzerinde bunca ısrarın temelinde fetihçi, yeni Osmanlıcı politikalarla, emperyalist neoliberal ekonomik politikaların kent üzerindeki çıkar ilişkilerinin örtüşmesi yatıyordu.


Kent

Küresel ekonomik krizle, sermaye yeni bir alan keşfetmişti; kent…

Kent sermaye birikim sürecinin hem öznesi hem nesnesi haline gelmiş, 2004'ten itibaren neredeyse iki milyon kişiye yakın bir kitle yer değiştirmişti. 

Bu durum orta sınıf denilen, emeğiyle geçinen beyaz yakalıların hayatını da etkilemeye başlamıştı.

Kiralar inanılmaz derecede yüksekti. Nitekim yaşam koşulları sadece yoksulların derdi olmaktan çıkmıştı.  

İnsanlar on yıllardır, hatta daha fazla zamandır yaşadığı mahalle ortamını, kapı komşularını, adeta aile gibi olduğu, alıştığı ilişkileri kaybediyordu.

Sonu görünmüyordu bu hallerin…

Yerleşim mekânlarının değiştirilmesinin yarattığı kültürel duygu örselenmesi, kültürün ve sanatın endüstriyel bir alan, bir kâr alanı olması ile karşılaşınca aile yaşamında psikolojik/ruhsal çöküntü baş gösteriyordu.

İnsanın köklerinden koptuğunu hissetmesi böylesine ağır bir şey.


Herkesin ve hiç kimsenin

Taksim Meydanı bütün yurttaşlarındı ama aynı zamanda hiç kimsenindi…

İnsanlar mülkiyetlerinde olmayan ormanları, suları, dağları, parkları sahipleniyorsa, orada bir bilinç sıçraması var demekti.

Orada haklarını bilen, kamu mülkiyetinin anlamını bilen yurttaş, bilinçli insanlar var demekti.

Bir ülkenin modern ve çağdaş ülke olabilmesinin yolu da insan kapasitesinin bu yönlü gelişmesine, yaygınlaşmasına bağlıydı.

Gezi direnişi modern ve çağdaş bir ülkeye giden yolun işaret fişeği idi.

Gezi direnişinin ortaya çıkardığı temel bir gerçek, yeni bir neslin kendisinin fark edilmesini sağlarken, kendini de fark etmesi olacaktı.

Tarihi sonuçları olan şeylerdir bunlar.


Sözün özü

Sanılmasın ki Gezi oldu, söndü bitti…

Toplumun dip derinliklerinde zamanını bekliyor…

 

 

*Bu makalede yer alan fikirler yazara aittir ve Independent Türkçe'nin editöryal politikasını yansıtmayabilir. 

© The Independentturkish

DAHA FAZLA HABER OKU