- Su savaşı başladı mı? Yoksa hâlâ petrolle mi devam ediyorlar?
- Evet, yeni başladılar.
- Ancak iş işten geçtikten zaman farkına varıyorlar...
2013 yapımı "Only Lovers Left Alive" (Sadece Âşıklar Hayatta Kalır) filminin son sahnelerinde iki vampir aralarında böyle konuşuyordu.
İnsanlık gerçekten de iş işten geçtiği zaman başına gelenin ayırdına varma hususunda maharetli.
UNICEF'e göre dünya nüfusunun neredeyse 3'te 2'si her yıl en az bir ay şiddetli su kıtlığı yaşıyor.
Çok değil sadece 7 yıl sonra yaklaşık 700 milyon insan yoğun su kıtlığı nedeniyle göç etmek zorunda kalacak.
2040 yılına kadar dünya çapında her 4 çocuktan 1'i son derece yüksek su stresi olan bölgelerde hayat mücadelesi verecek.
Su ve kuraklık meselesi bugünün konusu gibi görünmeyebilir. Ancak pek çok uluslararası çalışma Türkiye'nin 2040'ta kuraklık riski sıralamasında ikinci en yüksek risk barındıran ülkeler kategorisinde olduğunu söylüyor. Ve her geçen yıl önceki yıllara göre daha sıcak ve kurak geçiyor. Geçen yıl Türkiye'de aralık ayı son 52 senenin en sıcak aralık ayıydı. Yağışlar bu sene yetersizdi. Kış bitti ama Türkiye'nin önemli bölümünde olması gerektiği kadar kar ve yağmur yağmadı.
Peki tek sorumlu iklim değişikliği mi doğa mı? Kuraklıkla su kıtlığı aynı şey mi? İstanbul daha ne kadar sağdan soldan su toplamaya devam edecek?
"Mevzu Nedir?", şehirlerin belki de en doyumsuzu İstanbul ve Türkiye'nin su ve kuraklık sorununu mevzu ediyor.
Independent Türkçe soruyor, atmosfer bilimleri ve meteoroloji konusunda uzman bir isim, İTÜ'den Prof. Dr. Mikdat Kadıoğlu yanıtlıyor.
"Kuraklık en sinsi afettir"
Yine kuraklık konuşuyoruz. Şu anda İstanbul'daki barajların doluluk oranı yüzde 40. Siz Türkiye'de boruları döşeyelim mantığıyla hareket edildiğini söylüyorsunuz. Ne demek bu boruları döşeyelim mantığı?
Türkiye'de kuraklık bir kere resmen afet bile sayılmıyor. 7269 sayılı bir temel afet kanunumuz var bizim. Orada sadece binalara zarar veren olaylar afet sayılmış. Kuraklık maalesef orada afet değil. İstatistiklerde de pek fazla kuraklık yer almıyor. Yani kuraklık dahil 31 doğal kaynaklı afet var dünyada. Bunların içindeki bir numaralı, en tehlikeli afettir, sinsi bir afettir. Kuraklık suyun yönetimi ile ilgili bir şey. Aslında kuraklıkla su kıtlığı farklı şeyler. Su kıtlığının nedenlerinden biridir kuraklık ama sadece tek nedeni değildir. Türkiye'de kuraklık su kıtlığının tek nedeni olarak ele alınıyor. Burada büyük zihniyet yanlışı var. Ve suyu sadece boruyla, bir yerden bir yere taşınması ile çözüleceğini sanıyorlar kuraklığın.
Eldeki suyun kullanımı takip edilmesi konusunda Türkiye'de bir doğru bir anlayış yok. Ankara'da su yönetimi genel müdürlüğü var, ulusal politikaları düzenliyor. Ama yerel yönetimlerde, büyük şehirlerde sadece başka illerden suyu getirelim, talebi karşılayalım şeklinde sonsuz bir arzı karşılayacak talep yöntemiyle gidiyorlar. Ama arz ve talep dengelenmesi diye bir olay yok. İstanbul'da su havzaları var, bunun besleyeceği bir nüfus var. Bunu çok daha büyük üzerinde bir nüfus yığılmış İstanbul'a. Sanayi ve benzeri... Ve bu suyun talep sürekli talep artışı var. Arz için de bölgedeki bütün sular toplanmaya çalışılıyor. Bu sürdürülebilir bir anlayış değil. Yani etraftaki suları, bütün bölgenin sularını İstanbul'a taşıyalım, ne kadar su lazımsa o kadar su sağlayalım…
Karadeniz'den alalım, oradan getirelim, buradan getirelim anlayışı hatalı mı?
Evet, bunun sonsuza kadar böyle devam etmesi mümkün değil. Zaten Trakya'daki bütün suları alıyoruz. Batı Karadeniz'dekileri alıyoruz. Bu boruları döşeye döşeye herhalde İran sınırına kadar gideceğiz. Sırf İstanbul'daki bu su ihtiyacını sağlamak için...
"İstanbul her şeyin kenti mi?"
Peki sürdürülebilir olması için ne yapmak lazım? Mesela eski Anadolu'daki sarnıç kültüründen bahsediyorsunuz. Ne demek o?
Yani sürdürülebilir olması için bir kere ayağını yorganına göre uzatacaksın. İstanbul'un artık belli bir yerde durması gerekiyor. Sonsuza kadar İstanbul'un böyle büyümesi olamaz. Ne lazım ağabey? Su! "Oradan getirdik" filan. Böyle bir şehir olmaz. Taşıma suyuyla büyük kentler dönmez. Bu kent için bir karar verilmesi gerekiyor. İstanbul bir sanayi kenti midir? Tarım kenti midir? Turizm midir, kültür müdür, eğitim midir, hepsi midir? Bu bağlamda yağmur suyu hasadı önemli bir konu. Bir kere şunu düşünmek lazım. İstanbul'da yağışların mesela sabit olmadığını, yıldan yıla değişken olduğunu, yağmur sularının olduğu yerde tutulması gerektiğinin bir anlaşılması gerekiyor.
Özellikle de yöneticilerimizin. Sürekli başka bölgelerin suyunu çalıp, alıp getirerek bu iş çözülemeyeceğini, İstanbul'un kendi suyuyla kavrulması gerektiğini, artık daha fazla büyümemesi gerektiğinin anlaşılması lazım. O yüzden İstanbul'a öncelikle yağmur sularının tutması lazım. Çatılardan gelen yağmur sularının, yağmurla beraber yollara verilmesi aynı zamanda kentte sellere neden oluyor. Bunun adı iklim değişikliği filan değil. Mekânsal yüzeyler arttıkça yollarda mazgal da yok, suda geçirilmez değil. Yollara yağan yağmurlar, çatılara yağan yağmur suları, toplandığı zaman yollarda bütün yollar, sokaklar dereye dönüşüyor. Şehrin çukur yerlerinde toplanıyor bu sular. Ve burada seller kaçınılmaz oluyor. Burada da noktasal yani suyun taştığı yerde suyu yönetmeye kalkmak yanlış bir şey. Kuraklıkta sel yönetiminde ya da böyle hattı- müdafaa yoktur, sath-ı müdafaa vardır. Suyu düştüğü bütün bölgesel olarak yönetmek lazım. Böyle bir anlayış da yok. Yani çatılara gelen suları sanatçılara toplayalım bu sularla kullanma suyu olarak kullanalım bu suları gibi bir anlayış geliştirilmesi lazım. Bu yüz 200 kilometreden gelen suların büyük masraflarla kullanma suyu olarak kullanılması büyük bir israf. Büyük bir yanlış. Tabii suyun ve yağmurun izlenmesi gerekiyor. Önümüzdeki ay, altı ay ne kadar yağacak, mevsim normallerine göre ne olacak ne olmayacak, buharlaşma nedir? Su kaybı nedir? Toprağın su durumu nedir? Bunları yeraltı suyu nedir? Bunları bir elden izlemek gerekiyor. Böyle bir şey de yok. Sadece yağışlara, barajların serisine bakarak kuraklıkta izlenmez. Bir de kuraklık olduğu zaman -ki su yılı 1 Ekim'de başlıyor- 1 Ekim'den itibaren kuraklığı takip edeceksiniz. Kuraklık, su bütçesi açık verdikçe bunu tamamlayacak tedbirler alınması gerekiyor. "Kuraklık var" diyoruz. Herkes bağırıyor, çağırıyor. Sıfır tedbir.
"Boruları döşeyelim ağabey mantığıyla kuraklıkla savaşılmaz"
Bütçe?
Su bütçesi yapmak gerekiyor. Nasıl mali bütçe yapılıyorsa, sonra bütçe açık verince tedbirler alınıyorsa 1 Ekim de su yılının başıdır. Su yılının başında her sene yenilenmesi gerekiyor su bütçesini…
Yani yeterli mi yetersiz mi anlamında?
İstanbul, Ankara, İzmir için su bütçesi yapmanız lazım. Nereye kullanıyorsun? Ne kadar talep var? Bu su ne kadar? Nereleri kullanılıyor? Burada en önce kuraklıkta kesilebilecek su kullanımı nelerdir? Bunların İstanbul'un belirlenmesi lazım. Ve kuraklıkla mücadele planı kapsamında bütçe açık verdikçe örnek önce gönüllü sonra zorunlu olarak bu tedbirlerin yürürlüğe girmesi gerekiyor. Kuraklıkta kriz yönetimi yoktur. Su bitince yapacak bir şey kalmıyor. O yüzden eldeki suyu doğru kullanmaktır esas olan. Böyle bir anlayış yok. İnşaat mühendisliği mantığıyla sadece "Boruları döşeyelim ağabey" mantığıyla suyu yönetemezsiniz. Boru döşeyecek su bulamazsınız belli bir zaman sonra.
İSKİ'de, ASKİ'de meteoroloji mühendisleri, çevre mühendisleri bu kurumların yönetim kurullarında böyle birimler var mı?
Sadece İSKİ'de genç meteoroloji mühendisleri var. Bunlar yönetimde filan değil tabii.
Olması gerekli mi peki?
Meteoroloji birimi olması gerekiyor hepsinde. Suyu doğru takip etmeleri lazım bunların. Bir istasyondaki yağışa bakarak değil, İstanbul'un bütün her tarafındaki yağışa bakıp, bölgesel olarak kuraklığı bilmek lazım. Şimdi biz bir tane noktadaki yağışa bakarak "Tüm İstanbul sulak" ya da "Tüm İstanbul kurak" diyemeyiz. Yeraltı sularını, buharlaşmayı, toprağın nemini bir de önümüzdeki aylardaki yağacak, yağmayacak yağışları da birlikte takip etmek gerekiyor. Bir de her sene su bütçesinin yenilenmesi gerekiyor ve kuraklığı mücadele planları. Bunların hepsinin bir arada olduğu bir kent yok Türkiye'de. Sadece ulusal müdahale planları var, kuraklıkla ilgili. O da tarımda var. Ki; tarım aslında en çok suyu kullanan yer. Yani suyu yönetiminde parayı yönetmek gibi bir anlayış yok. Paranın bütçesi var, suyun bütçesi yok.
"Su bakanlığı demek daha fazla bürokrasi demek..."
Yerel yönetimler için sözleriniz… Merkezi otorite açısından bakıldığında Çevre Bakanlığı ve Tarım Bakanlığı var. Peki Türkiye'nin hem su yönetimi hem kuraklıkla mücadele bağlamında bir Su bakanlığının olması gerekir mi?
Vallahi bu bakanlıklar kurmak biraz da bürokrasi yaratmak gibi bir şey. Şu anda Türkiye'de bir de tuhaf bir durum var. Bir problem varsa, o problemle ilgili kurum ve kuruluşları reforme etmek yerine yeni bir kurum kuruluyor. Şu anda suyla ilgili 40'tan fazla kurum ve kuruluş var, çok başlılık da var. Yani bir bakanlık kursanız bütün bunları bir araya getirip tek elden bir bütün olarak yönetebilecek misiniz? O da çok meçhul. Kuraklığı yönetebilmek için çevrenin, suyun ve şehirleşmenin birlikte düşürülmesi gerekiyor.
fazla oku
Bu bölüm, konuyla ilgili referans noktalarını içerir. (Related Nodes field)
İklim değişikliği de baz alınarak mı?
İklim değişikliğini bahsetmek istemiyorum. Çünkü Türkiye'de bütün yanlış şeyler yanlış yapılıp sadece suçu, iklim değişikliğine atıyorlar. Her şeyi yanlış yap, kocaman bir şehir kur, 5 milyonluk nüfusun yerine 20 milyon koy. Su yetmeyince ise "İklim değişti" de. Ne bileyim suyu yağmur suyu hasadı yapma, suyu kanalizasyona ver, su bitince "İklim değişti" de. Bütün ormanları yok et, tarım alanlarını, su havzalarına, yerleşime aç, yağan yağmuru toplayama, sonra yine "İklim değişti" de. İşin biraz üçkağıdı gibi bir durum bu. İklim değişikliği bu işte en sonlarda gelen şey… İklim değişikliği bizim yanlışlarımızın etkilerini daha da kötüleştirecek. İklim değişikliği bir sonuç sebep değil aslında. Ama biz iklim değişikliğini günah keçisi olarak kullanıyoruz. Bu da bizi çözümsüzlüğe götürür. Kök nedenlere inmek lazım. Kök neden talep ve arz dengesi bozuk bu kentlerde. Bunların su havzaları çok küçük. Yani arz çok küçük, talep çok büyük. Ve bu kentlerde su toplanmıyor. Yağmur suyu hasadı yapılmıyor. Bu kentlerde su doğru kullanılmıyor. Kayıp kaçaklar çok fazla. Bu kentlerde kuraklık olduğu zaman kuraklık yokmuş gibi yollar meydanlar yıkanmaya devam ediliyor.
"İklim Değişikliği günah keçisi olarak kullanılıyor"
Altyapı bozuk çünkü… Hatırlar mısınız 9-10 yıl önce bir yaz günü Üsküdar'da sel olmuştu. Deniz ile birleşmişti. Çok saçma değil mi? İklim değişikliğine yıkılmıştı o dönemde de…
İklim değişikliği günah keçisi olarak kullanıyor, bütün yanlışların altına serildiği halı gibi kullanılıyor, bu işin yalan dolan kısmı. Bülbül Deresi, Çavuşdere… Bu iki dere yok ortalıkta. Bak dere yok. Derin akacak suyun yatakları yok. Üsküdar'da bütün o eski Arnavut kaldırımlı yollar vardı. Arnavut kaldırım taşları olduğu zaman yağmur suların bir kısmı yer altına süzüyordu. Şimdi hepsi asfalta çevrildi ve hiçbirinde mazgal da yok sokakların… Bütün o yollar; Üsküdar, Bağlarbaşı, Altunizade, Sultantepe… Yağan yağmurlar, çatılardan gelen sular bütün yollara verilince yollar dereler gibi akıp Üsküdar Meydanı'na akıyor. Ve Üsküdar Meydanı'nda birikiyor. En alçak yer orası. Yani birikmemesi zaten tuhaf olurdu. Bunun iklimle ne alakası var? Yani mekansal yüzeyleri 10 yılda İstanbul iki kat büyümüş mekansal olarak. Yağan yağmur bir anda akışa geçiyor. Toprakla su buluşamıyor. Çatılardaki su tutulmuyor. Dünyanın hiçbir yerinde yağan yağmurla çatı suları yola verilmez. Yasaktır böyle bir şey. Bizde ise imar yönetmeliği İstanbul imar yönetmeliğinde çatılardan gelen sular sarnıçlar depolanır ya da yağmur suyu şebekesine verilir diyor. Böyle bir anlayış her şeyi yanlış yap, saçmala. Sonra da iklim değişti. Ne yapalım ağabey de… Sen her şeyi yanlış yapıyorsun. Her tarafı beton yaptın. Hiçbir yerde mazgal yok, drenaj yok. Yağmur sularını tutmuyorsun. Ondan sonra yağmur suları nereye gidecek? Çatılardan, bütün yollardan, hepsi dereye dönüşüyor. Ondan sonra gidiyor çukur yerde birleşiyor, iklim değişti. Ne alaka? İklim değişirken biraz da sen de değiş… İklim değişiyor ama sen hiç değişmiyorsun yani. Hatta kötüye doğru değişiyorsun.
Karadeniz'de sel felaketleri yaşandığında evlerin altında direklerin konulmasıyla ilgili bir öneriniz olmuştu...
Yahu sen de ne kadar takip ediyorsun her şeyi…
Bunu daha önce de konuşmuştuk. Hatta bu Afrika'da, ABD'de falan da uygulanan bir yöntem. Türkiye neden uygulamıyor?
Bizde zihinsel kuraklık var bir kere. Zihinsel! Biz aynı yanlışları yaparak farklı sonuçlar elde edeceğimizi sanıyoruz.
© The Independentturkish