Hüzünlü ve buruk başlayan bir ramazan
6 Şubat'ta üst üste yaşanan depremler 11 ilimizde geriye büyük yıkımlar; telafisi zor ve imkânsız maddi, manevi enkazlar bıraktı.
Yaşanan bu deprem tüm ülkeyi de derinden sarstı. "Deprem bölgesi izlenimlerim ve öneriler" başlıklı önceki yazımda Adıyaman, Hatay ve Kahramanmaraş'ta gördüklerimi ve önerilerimi yazmıştım.
Bu kez bir hafta kalmak üzere ramazan ayının ikinci günü Maraş'a hareket ettim. Ramazanın ikinci iftarını KAFUM Çadır Kent bölgesinde yaptım.
Milletçe bu ramazana hüzünlü girdik. Ancak deprem bölgesindeki halkımız bir o kadar daha hüzünlü ve buruk karşıladı ramazanı.
Çadır kentlerde selamlaştığım depremzedeler; "Kim derdi ya da kimin aklına gelirdi ki bu ramazan ayını ve bayramı çadırda karşılayacağımızı, biri söylese kafayı yemiş derdik" diyerek hem şaşkınlıklarını dile getirirken hem de hayıflanıp duygulandıklarını gördüm.
fazla oku
Bu bölüm, konuyla ilgili referans noktalarını içerir. (Related Nodes field)
Elbette 50 küsur gündür çadırda hayat sürmek hiç kolay bir durum değil. Bir taraftan soğuk ve yağmurdan korunmak için mücadele et; diğer taraftan çadırın içine kurulan sobayla uğraş…
En ufak bir rüzgârda çadırın içine ters tepen soba dumanından zehirlenme korkusunun yanında polyester çadırın sobadan ya tutuşursa kaygısı…
Bunlar asla basit, sıradan kaygılar değil. Hele olağan üstü bir durum sonrası hayatında ilk defa çadır hayatıyla karşılaşan, 7-8 kişinin tek göz bir mekânda aylardır hayat sürmesi ve bu çilenin ne zaman biteceğini bilmeyen insanlar için hiç değil.
Tabii yoğun yağışta "çadırımı su basar mı?" korkusu da cabası…
Aynı zamanda şunu da belirtmeliyim ki bazı çadır kentlerde çadırlar neredeyse sırt sırta kurulduğundan ve sobaların boruları çadır hizasında olduğundan, çıkan dumanlar açık havada bile genzinizi yakıyor.
Fizikî yaralar sarılıyor fakat ya ruhlardaki yaralar?
Kahramanmaraş merkezinde depremden etkilenen vatandaşlarımızın gıda sorunu kalmamış görünüyor.
Tek tük mahalle aralarında, çadır kentlerin dışında hasarlı ama yıkılmamış evlerine yakın yerlere çadır kurmuş aileler gıdaya ulaşımda zaman zaman zorluk yaşıyor.
Bu tür bölgelere de seyyar yemek dağıtımıyla çözüm üretilmeye çalışılıyor.
Kahramanmaraş merkezde, ilçelerinde ve köylerinde kuru gıda noktasında bir sıkıntıya rastlamadık.
Hatta insanların ellerinin altında fazlasıyla olduğunu öğrendik. Kahvaltılık yiyecek her ilde olduğu gibi Maraş'ta da büyük ihtiyaç.
Örneğin, Nurhak ilçesinde bizden en çok istenen şey kahvaltı malzemesiydi. Bir de bunun yanında hijyen malzemesi ve iç çamaşırı kırsal alanlarda ihtiyaçların başında geliyor.
Şu hususu da özellikle belirtmeliyim ki oruç tutmayanlar ve çocuklara yönelik gün içinde yemeğe ulaşma imkânı mutlaka sunulmalıdır.
Önceki yazımda banyo ve tuvalet alanlarının mahremiyet problemi olduğundan ve özellikle kadınların bu alanları kullanmaya çekindiklerinden bahsetmiştim.
Bu sorunun banyo ve tuvalet konteynerlerinin önüne yapay çitler konularak nispeten çözüldüğünü gördüm.
Hasarlı ve yıkılacak binalara henüz sıra gelmemiş olsa da enkaz halindeki binalar kötü hava koşullarına rağmen kaldırılmaya devam ediyor.
Önümüzdeki aylarda çadırda yaşam devam edecekse en büyük sorun bu sefer de sıcak ve haşere olacağına dikkat çekmek isterim.
Çadır kentlerde yemek pişirme ve dağıtım işini çoğunlukla vakıf ve dernekler üstlenmiş durumda.
Sahada konuşlanmış bu STK'ları AFAD organize ederek farklı çadır kentlere görevlendirmiş ve böylelikle her yere eşit hizmet dağılımı sağlanmış.
Deprem bölgesinde acilen ve hızlı bir şekilde çadırlardan konteynerlere geçişin sağlanması için ne gerekiyorsa yapılması gerekir.
Çadırda yaşayan insanlarımıza psikososyal desteklerin artırılması, yaşlısından çocuğuna herkese dokunabilecek formüllerin geliştirilmesi gerekiyor.
Sayısal insanî etki alanı çok fazla olduğundan her insana tek tek ulaşmak, dokunmak uzman personel yetersizliği sebebiyle zor olabilir fakat çadır kent bölgelerinde toplu terapilerle insanların depremde yaşadıklarını anlatmaları bile onları rahatlatacaktır.
Zira şu an depremzedeler acılarını içlerinde yaşamaya devam ediyorlar ve gelecek kaygısı dağları sarmış durumda.
"Uyuyamadıklarını, gözlerini kapattıklarında o geceyi hatırladıklarını ve panik halinde yataktan sıçradıklarını" söylüyorlar.
Çocukların oyun oynarken ya da bir etkinlikte durduk yere ağladıklarına, hırçın ve saldırgan bir psikolojiye kapıldıklarına şahit oldum.
Geceleri çadırlardan korku çığlıkları geldiğini söyleyenler oldu. Tüm bu ve benzeri sebeplerden mütevellit travmayı atlatmak için biraz daha yaşanabilir ortamlara ihtiyaç olduğu aşikârdır.
24 Mart'ta gittiğim Kahramanmaraş'tan 28 Mart'ta; adını eteklerine kurulduğu 3090 metre yüksekliğindeki Nurhak dağından almış olan Nurhak İlçesi'ne geçtim.
Aynı zamanda tarihî İpek Yolu'nun bu ilçenin içerisinden geçtiğini belirtmem gerekir.
Muş Valisi İlker Gündüzöz koordinatör vali olarak ilçede görev yapıyor. Muş Valiliği'nin tüm imkânlarını Nurhak'a seferber etmiş.
İlçede erzak vs. dağıtımını Jandarma üstlenmiş. Benim gördüğüm, STK olarak maalesef tek bir dernek var ve kurduğu çadır mutfakta yemek dağıtıyor.
Nurhak, Elbistan üzerinden Kahramanmaraş merkeze 215 kilometre mesafede. Dolayısıyla merkezden yardımların hızlı ulaşması biraz zaman alıyor.
Bu yazıyı kaleme alırken Kıyılar Mahallesi Muhtarı Hüseyin Delice ile telefonla görüştüğümde birkaç gün önce çıkan şiddetli fırtınanın etkisiyle birçok çadırın kullanılamaz hale geldiğini ve yeni çadırların gelmesini beklediklerini söyledi.
Benim tek ihtiyacım kayıplarım…
Bir yardım kuruluşu aracılığıyla bu mahallede giyecek ve gıda yardımı dağıtırken acılı bir hanımefendiyle karşılaştık. Kendisine bir ihtiyacı olup olmadığını sorduğumuzda Şengül Teyze ciğerimizi dağlayan bir cevap verdi:
Benim tek ihtiyacım kayıplarım…
Sözün bittiği andı. Boğazımız düğümlendi, yutkunamadık bile.
Şengül Teyze Maraş'ta iki torunu ve kızı Songül'ünü depreme kurban vermiş. Kıymetlileri, gülleri solmuş. Torunlarından birini defnedebilmişler.
Enkazın kaldırılmasına rağmen Songül kızı diğer torunu bulunamamış. Elbistan'da ise kardeşi ve kardeşinin torunları deprem enkazında çıkan yangında vefat etmişler.
Bu acıya dağlar dayanamazken can mı dayanır Allah'ım!..
Nurhak'tan dönüşte iftarımızı Elbistan'da yaptık. Elbistan'a Nurhak'tan girişte devasa bir enkaz alanı oluşturulmuş.
Henüz sadece yıkılan binaların enkazları buraya dökülmesine rağmen, çok büyük bir alanı kaplamış durumda ve hasarlı binaların yıkımından sonra oluşacak manzarayı düşünmek bile insanı korkutuyor.
Elbistanlılar birinci depremde can kaybının çok az olduğunu ancak Elbistan merkezli ikinci depremde yıkımın ve can kaybının had safhaya çıktığını anlattılar.
Sağlık çalışanı arkadaşımız İsmail Hakkı Bey, ikinci depremde yakınlarını, yeğenlerini kaybetmiş.
Yakınları enkaz altında henüz yaşıyorlarken dişiyle tırnağıyla enkazı kazmaya başladığını fakat yakınlarına ulaşamadığını, yoğun kar yağışında, soğuktan donarak öldüklerini sesi titreyerek anlattı.
"Allah'tan gelen bir şey" dedi ve sustu.
Ne diyebiliriz ki böyle bir durumda. Sadece sükût, sadece sükût…
Sessiz ağıtlar göğe yükselirken…
Anadolu, her karışı dertle, acıyla, kederle, zorluklarla, yoksunluklarla, bitmeyen ve kavuşulamayan sevdalarla yoğrulan zorlu bir coğrafyadır.
Bazen yollara, kara trene, aşılmaz dağlara türküler yazılır, ağıtlar yakılır. Bazen sılaya, bazen de gurbete, sevdiğinden ayıran her şeye. Bir de kaybettiğin sevdiklerine…
Şairler şehri Maraş'ta şu an ağıtlar, çığlıklar sessiz sürüyor. Çünkü henüz büyük felaketin şokunu travmasını atlatabilmiş değiller.
Yalnız o gece enkaz altında kalanların çığlıklarını şehri dolaşırken iliklerinize kadar hissediyorsunuz.
Zemheri, Arapça kış anlamına gelen "zem" ve Farsça uğultu anlamına gelen "harir" kelimelerinin birleşmesi ile oluşmuştur.
Maraşlılar hayatlarını değiştirecek zemheriyle maalesef 6 Şubat'ta karşılaştılar ve ne zaman biteceğini bilmiyorlar.
29 Mart'ta, yağmurlu bir günde, gökler adeta kaybedilen canlara ağlarken Gaziantep yolundaki Kapıçam Mezarlığına gittim.
Yine büyük bir sükût hali. Neredeyse ucu bucağı belli olmayan kabir tahtası mezarlığın her yerini kaplamış.
Tabutlar bir yere yığılmış. Kabirlerin üzerinde Türk bayrakları, kabir tahtalarına bağlanmış beyaz, sarı, kırmızı yemeni ve yazmalar hüznü, ayrılığı ve özlemi anlatıyor.
Hele bir mezar gördüm ki anlatmaya ne kâğıt-kalem yeter ne mürekkep…
İnsan, insan derler idi
İnsan nedir şimdi bildim.
Can can deyu söylerlerdi
Ben can nedir şimdi bildim.
Yine de dilim döndüğünce anlatmaya çalışayım. Bir aileden oluşan peş peşe sıralanmış mezarlara rastladım.
Böyle sıralı mezarların birinde yatan Alp'in mezarı iç parçalayıcı bir görünümdeydi. Belli ki aileden hayatını kaybedenlerin en küçüğü.
Hayatta kalan ya ninesi ya dedesi ya da amcası, teyzesi birinden biri Şubat soğuğunda yavrucak üşümesin diye kabrin üzerine yorgan örtmüşler.
Bu acı kayıp ancak böyle anlatılabilirdi. Başka nasıl tarif edilsin ki?
Vesselâm…
*Bu makalede yer alan fikirler yazara aittir ve Independent Türkçe'nin editöryal politikasını yansıtmayabilir.
© The Independentturkish