İnsanların yüzleriyle elleri arasında gizemli bir sırrın gidip geldiği, o sırrın insanın yaşantısını inşa ettiği söylenir.
Yüzdeki çizgiler ve ellerdeki nasırlar, o kişinin özgünlüğünü ortaya koyar. Yıllar yılı didindiği, tutunduğu, uğraş verdiği neyse o bir an ya yüzünde ya da ellerinde belirir.
Yaşam, insanın yüzü ve eliyle en iyi tanınırdı eskiden. Lakin şimdilerde ne yüzle ne de elle tanınacak insan kalmadı neredeyse.
İnsan elinin hüneri, bir devamlılığı tespit ettiği gibi kişinin özeleştirisine dair bir yol açar. Kişi o yol üzerinde yürüdükçe, meşgul olduğu işi her gün tekrar edip ve onu yaşadıkça, eksiklerini gördükçe özeleştirisi doğal bir akış içinde kendine yer bulur.
İşte zanaatkarların elleriyle yüzleri arasındaki sırrın izleri böylece gösterir şahsiyetini. Bir tezgah, bir çekiç, bir bıçak, bir dikiş makinası vs. ona, dünyaya kendini anlatma imkanı verir.
Usta da yolunda yürüdükçe yürür, kazıdıkça kazır kendini bu yaşam uğrunda. Ama ustalar da yoruldu. Yol gidecek takati bulamadılar.
Yolu yürümek her neyse de yolu beraber yürüyecekleri kimseler kalmadı. Hepsinin dilinden düşen aynı dert: Eski insan sohbetleri.
Bir camekanın arkasında mecburi bir yalnızlıkla kalakalmış bünyeleriyle ve ölmeye koşan meslekleriyle, akşamın demlenmesini bekliyorlar.
O ustaların, gürleyen ekmekleri unutulma tasına fırlatılsa da; anılmamak şikayetinde olsa da kederi, yine de bilinir ki anılmak olacaktır kaderi.
fazla oku
Bu bölüm, konuyla ilgili referans noktalarını içerir. (Related Nodes field)
İşte akşamın demlenmesini bekleyen o ustalar, zamana yenildiklerini sanıyorlar. Oysa zaman hâlâ onların parmakları arasında işlemeye devam ediyor.
Sandık ki öldük, fakat yaşama bir daha uyandık. Dünyaya son kez uğurlanacağımız vakte kadar hiçbir şeyin nefessiz kalmadığını da söyleyebiliriz.
Bir şeyler değişir mi, değişmez mi bilinmez. Görünen o ki, insan eski zamanı özlüyor.
Teknolojinin hayatımıza girmesiyle birlikte her şeyin kolaylaştığını sandığımız günler çok geride kaldı. İnsanlık ruhunu hiçbir koşulda ilerletemedi.
Hep aynı yerlere takıldı. Teknoloji insanı yendi, insan kendi mağlubiyetiyle geçmiş özlemiyle dolup taştı.
Kurban Usta'nın deyimiyle "Eskiyi arayan çok ama bulan yok."
Kurban Alkın, saraççılığın babadan kalma bir meslek olduğunu, 1995 yılından bu yana saraççılık yaptığı, ama eskisi gibi artık bu mesleğin de diğer meslekler gibi öldüğünü dile getiriyor.
Saraççılık, atların koşum takımlarıyla birlikte, tarla işlerinde atların hem sahibine hem de kendilerine güvenli bir hayat tahsis eden malzemelerin üreticisi olarak anılır.
Günümüzde sayıları her şey gibi giderek azalmakta. Bununla birlikte sadece saraççılar değil, atların sayıları da azalmakta.
Gün ne getirir bilinmez, doğacağı kesin.
*Bu makalede yer alan fikirler yazara aittir ve Independent Türkçe'nin editöryal politikasını yansıtmayabilir.
© The Independentturkish