Ana muhalefet partisi CHP'nin lideri Kemal Kılıçdaroğlu, bir süredir "helalleşme" çağrıları yapıyor.
Sayın Kılıçdaroğlu, "Toplumumuzda insanların yaraları var, onları iyileştirmemiz lazım, kanırtarak yaraları kanatmak değil" diyerek bu "helalleşme" çağrısının amacını da belirtmişti.
Bu çerçevede 28 Şubat mağduru başörtülü kadınlarla buluştu. Roboski'de çocukları ve diğer yakınları öldürülen ailelerle görüştü.
Evet, 28 Şubat sürecinde eğitim alma, çalışma ve siyaset yapmak gibi temel insan hakları ihlal edilen diğer başörtülü kadınlar gibi temel hakları ihlal edilen biri olarak bunu değerli buluyorum. Ama sadece bir mağdur olmanın ötesinde, travmaları olan ve bu travmalarını atlatamamış, fay hatları olan bir toplumun ferdi olarak asıl, sayın Kılıçdaroğlu'nun bu teşebbüsünün çok hayati önemde olduğunu düşünüyorum.
"CHP'li çevrelerin bu yasağı destekler tarzda geçmişteki tavırlarından ötürü hatalı..."
Her toplumda farklı kesimlerin kötü hafızaları, travmaları olabilir ama sağduyulu siyasetçi ve kanaat önderleri bunları iyileştirmeye çalışır. Toplumun çeşitli kesimlerinin travmaları, diğer kesimlerin bu haksızlıklara, travmalara empatiden yoksun yaklaşımı toplumu böler ve bu bölünmüş yapı, bölünmeden güç devşirmek isteyen grupların suiistimaline de maalesef açık bırakır toplumu.
Bu itibarla Türkiye halkının yüzde 85'inin karşı çıkmasına ve kadınların yüzde 65'inin bir şekilde başörtüsü kullanmasına rağmen, başörtülü kadınların eğitim, çalışma ve siyaset hayatından dışlanmaları nedeniyle kendileri ve yakınlarının geçirdiği travmayı CHP liderinin anlıyor olması, CHP'li çevrelerin bu yasağı destekler tarzda geçmişteki tavırlarından ötürü hatalı olduğunu kabul etmesi çok önemlidir.
Yıllarca başörtü yasağının insan hakları ihlali olduğunu, siyasi amacı olmadığını söyleyen bizlerin, daha önce başörtüsü yasağına taraf olan kesimlerin bu konuda tutum değiştirmiş olmasını şüphe ile karşılaması, hatta bu çabalara olumsuz yaklaşması konuyu politik zeminde tutmak anlamına gelecektir. Bu tavır sadece belli politik kesimlerin "doğru" davranabileceği gibi bir varsayıma dayanır ve bu zamana kadar kullandığımız argümanla çelişen bir tavır olur.
"Başörtüsüne özgürlük yetmez, yasakçı zihniyet son bulsun.."
AK Parti lideri Tayyip Erdoğan'ın da CHP liderinin bu konudaki samimiyetini sorgulamak veya CHP'de siyaset yapan başörtülü kadınları "vitrin mankeni" olarak görmek yerine bu konuda ortak noktaya gelinmesinden hoşnut olduğunu belirtmesi iyi olur. Aksi tavırlar bu konuyu, insan hakları açısından değil politik mülahazalarla sahiplendiği yönünde soru işaretleri doğmasına yol açar.
Başörtüsü yasağının AK Parti iktidara geçtikten ancak 11 yıl sonra, genel özgürlük alanlarının kısıtlandığı 2013'den sonraya denk gelmesi, başta başörtülü kadınlar olmak üzere bu konuya duyarlı çevrelere ek bir sorumluluk yüklemektedir. Daha başörtüsü yasakları tam kalkmadan, 2008'de öğrenim hayatında başörtü yasağı kalkma yönünde çabalar söz konusu iken, bu yasak kalksa bile genel özgürlük konularının bizim için önemli olduğunu ifade eden "henüz özgür olmadık" bildirisi de esasen bu sorumluluk çerçevesinde imzalanmıştı. O günlerde köşe yazarı, kanaat önderi olan hemen hemen bütün başörtülü kadınların imzaladığı bu bildiride "Başörtüsüne özgürlük yetmez, yasakçı zihniyet son bulsun, 301 değişsin, Alevilerin hakları da sağlansın, YÖK kaldırılsın, Kürt sorunu çözülsün" deniyordu.
Bugün aynı başörtülü kadınlar, bütün bu sayılan noktalarda Türkiye çok daha geriye gitmişken maalesef bu konularda bir araya gelip görüş bildiremiyor. Ama en azından Kılıçdaroğlu'nun bu konudaki hakkaniyetli ifadelerini destekleyen bir tutum takınabiliriz. Aksi takdirde sadece sağ/muhafazakar camianın himayesi altında olan bir grup olmayı içselleştirmiş bir görüntü vermiş oluruz.
Türkiye'de bu bölünmüş yapı zaman zaman beklenmedik şekilde tezahür edip yeni travmalara yol açabilecek eylemlere sebep olabiliyor.
Madımak katliamı, Maraş katliamı… gibi olaylar toplumun bölünmüş yapısına dayanan ve onu arttıran travmalardır. Yakın zamanda, 2015'de, Avrupa Şampiyonası Grup Eleme maçı öncesinde Ankara'da yüzden fazla insanımızın öldüğü katliam için saygı duruşunda bulunduğu sırada "yuhalanması" işte bu bölünmüş yapıya dayanmaktadır.
Dünyanın belki de en fazla ölüme yol açan sivil katliamı olarak değerlendirilen Ankara/Gar katliamında IŞİD'in, 103 insanımızı öldürdüğü için üzüntüsünü dile getiren bu harekete "Ya Allah Bismillah Allahu Ekber" sloganlarının atılarak tepki gösterilmesi tüm dünya kamuoyunda da şaşkınlıkla karşılandı. Nitekim New York Times, "Keder de zafer de Türkleri birleştiremiyor" diyerek bu durumu ifade ediyordu.
Esasen muhatabına güven duymayan ve kendisine güven duyulmadığını düşünen bölünmüş toplumların kolonyal yönetim veya ordu gibi başka tür vesayet kurumlarına ihtiyaç duyacağı açıktır.
"Fay hatlarını ortadan kaldırmak istiyorum" ifadeleri önemli
Nitekim koloni yönetimleri, yönetmekte oldukları toplumların bu bölünmüş yapısına atıf yaparak bir ölçüde meşruluklarını iddia etmişlerdir. Uzun yıllar Türkiye de ordu gibi vesayet kurumlarının kontrolü altında vesayetçi demokrasi altında yaşadı. Bu yönetimde halk yönetimin meşru dayanağı olarak değil de bir şekilde eğitilmesi gereken bir kitle olarak görülüyordu.
Bu itibarla vesayet kurumlarına gerek olmayan normal bir demokratik hayatın kurulabilmesi için bu bölünmüşlüğün aşılmasına ihtiyaç vardır. İşte bu yüzden Kılıçdaroğlu'nun "Toplumda hangi kesimin yarası, travması varsa bunların sarılmasını istiyorum, toplum kucaklaşmalı ve geleceğini kurmaya bakmalıdır, fay hatlarını ortadan kaldırmak istiyorum" ifadelerine destek vermek normal demokratik bir hayat için önemli olacaktır.
Bugün şikayet ettiğimiz, yargı ve güvenlik bürokrasisi içinde çeşitli çeteleşmelerin olması, idarenin hesap verilebilir ve şeffaflıktan uzaklaşması nedeniyle çok büyük ekonomik kaynakların çok küçük bir gruba denetimsiz transferi gibi uygulamaların olabiliyor olması hep toplumun bölünmüş yapısı ile ilişkilidir. Bu yüzden şeffaf ve hesap verebilir bir hukuk devletinde olmanın ön koşulu travmaları olan ve bu travmalarına toplumun diğer kesimlerinin bazen en iyi ihtimalle duyarsız kaldığı bazen de yapılan haksızlıkları desteklediği bölünmüş toplum olmaktan uzaklaşmaktır. İşte söz konusu "helalleşme" çağrısı, şayet toplum uygun şekilde karşılık verirse, şikayet ettiğimiz adalet ve ekonomik krizden kurtulmamızı sağlayacak bir potansiyeli barındırmaktadır.
*Bu makalede yer alan fikirler yazara aittir ve Independent Türkçe'nin editöryal politikasını yansıtmayabilir.
© The Independentturkish