"Alan teorisi" ışığında İmralı görüşmeleri

Faik Bulut Independent Türkçe için yazdı

Kolaj: Independent Türkçe

İsveç'te yaşayan Kürt aydını Cemil Gündoğan, İmralı görüşmelerini ve Cumhur İttifakının "Terörsüz Huzurlu Türkiye" diye nitelendirdiği süreci değerlendirirken ünlü Fransız sosyolog Pierre Bourdieu'ye atfen "alan teorisi"nden söz etmekle yetinmedi; sürece ilişkin soruları yanıtlarken, bu teoriye dayanan felsefi ve sosyolojik açılımlarda da bulundu.

Değerlendirmesinin başında İmralı-Ankara-Kandil ilişkileri hakkında çok sayıda soruya muhatap olduğuna işaret eden Gündoğan, verilecek cevapların tek düze, tek boyutlu, indirgemeci, iç-dış dinamiklerden ve özne konumundaki kişilerin birikimlerinden bağımsız olamayacağı noktasına vurgu yaptı.

Dolayısıyla Gündoğan'ın bu yazısı gerek "alan teorisi" gerekse karşılaştığım soruların yanıtları hususunda bana da ilham kaynağı oldu diyebilirim.

Okuyucuya-izleyiciye konuyu daha iyi açıklayabilmem için öncelikle Pierre Bourdieu'nün "Alan Teorisi" kuramının genel bir çerçevesini çizmeliyim.
 


Kendisini tanıtmakla işe başlayalım: 

Pierre-Felix Bourdieu (d.1 Ağustos 1930-ö.23 Ocak 2002-Paris), Fransız sosyolog, antropolog ve felsefeci. İkinci Dünya Savaşı sonrasının en yaratıcı, en verimli araştırmacılarından ve günümüz sosyolojisinin temel kuramcılarından biridir. 

Askerliğini yapmak üzere gittiği Cezayir'de Fransız sömürgeciliğini yakından tanıma fırsatı bulan düşünür, bu deneyiminin de etkisiyle felsefi yaklaşımını sosyolojik ve antropolojik açılımlarla pekiştirmiştir. 

Eğitimden başlayarak çeşitli kültürel alanlardaki üretim, yeniden üretim, ayrışım mekanizmalarını inceleyen önemli çalışmaları vardır.

Avrupa Sosyoloji Merkezi'nin kurucusudur. 21'inci yüzyıl sosyolojisine miras kalacak en sistematik ve kapsamlı epistemolojik girişimin sahibidir.


Bourdieu'nün Habitus kavramı

Habitus, Pierre Bourdieu'nün en önemli kavramlarından biridir.

Bu kavramın üstünde durmasındaki temel amaç; pratiğin gerçek mantığını açıklama isteğidir.

Gündelik hayatımızda, toplumsal olaylara katılımımız ile gerçekleşen eylemlerimiz, bilinçsiz olarak üzerinde pek düşünmeden gerçekleştirdiğimiz eylemlerdir.

Her ne kadar eylemlerimiz bilinçli bir şekilde gerçekleşmese de eyleyen bizler bu sürecin bir parçası olmaktayız.

Bourdieu habitus kavramını, Cezayir üzerine ilk dönem çalışmalarından itibaren öne sürmüş, başlıca teorik eserlerinden olan Le Sens Pratique'te geliştirmiştir.

Habitus, Bourdieu'nün adıyla anılan inşacı yapısalcı eylem kuramının temel kavramıdır.

P. Bourdieu sosyolojisinin temel kavramlardan biri olan habitus, toplumsal faillerin algılama, hissetme, düşünme ve davranma şemaları olarak içselleştirdikleri toplumsallık anlamına gelir. 

Buna göre habitus, toplumsal faillerin günlük hayattan siyaset alanına, kültürel beğenilerden konuşma tarzına kadar bütün toplumsal pratiklerini yapılandıran içsel yapıdır.

Her bireyin kendi toplumsallaşma süreci boyunca kendi bedeninde içselleştirdiği nesnel varoluş koşulları, o birey için kalıcı ve aktarılabilir habitus'u oluşturur.

Habitus, toplumsal aktör olan biz faillerin mevcut ortamlarda edindiğimiz toplumsal deneyimlerimizin ürünü olan, zihnimizde var olan (sınıf, dil, etnisite, toplumsal norm ve cinsiyet vb) kalıcı eğilimlerimizdir. 

Habitus, toplumsal yapıdaki normların birey tarafından içselleştirilmesiyle meydana gelir. Bir diğer deyişle toplumsal faillerin algılama, hissetme, düşünme ve davranma şemaları olarak içselleştirdikleri toplumsallık anlamına gelir.

Habitus, bireydeki toplumsallığı, şimdileşmiş tarihi ve öznelleşmiş nesnelliği ifade eder.

Habitus sayesinde bireyin eylemleri içinde bulunduğu toplumsal alanla karşılıklı olarak tanınır ve tanıdık bir hale gelir. 

Habitus, pratiği belirleyen bir katı kurallar topluluğundan ziyade, bireylerin stratejiler geliştirmelerini, yeni durumlara ayak uydurmalarını ve yeni pratikler geliştirmelerini mümkün kılan gevşek bir kılavuzlar topluluğudur. 

Bourdieu, habitusun bireyin özel bir yaratısı olmadığını vurgulayarak idealizmden uzak durur.

Habitus hem toplumsal yapının ürünüdür, hem de toplumsal yapıları yeniden-üreten üretici toplumsal pratikler yapısıdır. 

O hem özneldir (yorumlama şemalarından oluşur) hem de nesneldir (toplumsal yapının etkisini taşır).
Hem mikrodur (bireysel ve kişiler arası düzeylerde işler) hem de makrodur (toplumsaldır) Bourdieu'ye göre eylemleri şekillendiren sosyal yapıdır ve her eylem sosyal bir yapının varlığını yansıtır. 

Bourdieu habitusu, toplumsal yapı içinde kuracağı bağın çerçevesindeki eylemlerini anlatmak için kullanır ve en çok bu eylemler üzerinde durur. Bu eylemlerin toplumsal yapı içerisindeki yerini ve bireyselliğin taşıyıcısı olan eylemleri fail açısından anlamlandırmaya çalışır. 

Ancak, habitus her zaman "alanlar" ve "sermaye" ile ilişki içinde işler.


Alan teorisi kuramı

Alan (Fransızca: champ) Fransız sosyolog Pierre Bourdieu'nün anahtar kavramlarından biridir.

Bir alan, belli konumlar bütünü olarak o konumları işgal eden failler arasındaki ilişkisel yapıdır. 

Modern toplum, farklı alanlara ayrışmıştır (siyaset, ekonomi, sanat, edebiyat, müzik, eğitim alanı vs).

Her alan kendi içinde, kendine özgü işleyiş mantığına göre konumlar arası mücadelelere sahne olmaktadır. 

Her alanın kendine özgü bir çıkarı ve o çıkar için mücadelenin gerektirdiği belli bir habitus'u vardır.

Her alanda hükmedenler ve hükmedilenler, sahip oldukları sermaye türlerinin yoğunluğuna göre ayrışır ve alan içi hiyerarşik bir yapıda dağılırlar.

Alanların işleyişinde her birinin kendi mantığı yani bir bakıma sosyolojik belirleyicilik anlamına gelen oyunun kuralları önemli olmaktadır.

Alanlar arasındaki ilişki tarihsel olup sabit değildir. Alanlar arasında tarih aşırı hiçbir yasası bulunmaz.

Sosyal alanlar içerisinde yaratılan etki temelinde eylemlerin aritmetik toplamı rastgele değildir ve de sadece ortak bir planın bütünleşmiş sonucu değildir. 

Alanlar arasındaki rekabet sosyal bir aralıkta meydana gelmektedir. Sosyal aralık alan içerisindeki rekabete etki ederek genel eğilimlerde değişmeler meydana getirmektedir. 

Kendileri dışındaki dış dünyanın etkilerinden tamamen kopuk olmamakla birlikte her alan kendine özgü kuralları, konumları, stratejileri, çıkarları, oyun sezgisi ve ödülü bulunan bir oyun sahası gibidir.

Bourdieu habitus kavramını ilk olarak sosyal bilimlerdeki sonu gelmeyen nesnelcilik-öznelcilik tartışmasını aşma aracı olarak görür ve kavramsal referans içinde yapısalcı veya faillik-yönelimli görüşlerden birini tercih etmek yerine, bu karşıtlığı aşma girişimiyle yola çıkar. 


Pierre Bordieu sosyolojisi

Bourdieu sosyolojisi, toplumsal dünyaya dair bakış açımızı ve düşüncelerimizi ters yüz etmeyi amaçlayan kapsamlı bir sembolik devrim girişimidir.

Birbirine zıt görünen birçok kavram ve kuramı bir araya getirme çabasını içerir. 

Şöyle ki: Her kavram ve kuramın açıklayıcılığı, incelenen olgu ve olaya göre değişebilir. Hiçbir kavram ve kuram dışlanamaz, hiçbiri de genel geçer kabul edilemez.

Salt yapıya veya salt bireye vurgu yapan çalışmalar, vurgu yapmadıkları gerçeklikleri sürekli olarak gözden kaçırırlar. 

İncelenen olay veya olgunun tüm tarihsel geri planının bilinmesi gerekir. Teorik ve tarihi altyapı tek başlarına açıklayıcı değildir. Kurulan teori pratiğe dökülmelidir. Pratiği olmayan teori doğrulanamaz.

Toplumsal aktörler, sürekli olarak rasyonel ve ekonomik çıkarlara göre yani içkin bir pratik mantığa, sezgiye ve bedensel yatkınlığa göre hareket ederler. 

Kuram ve metodoloji iç içe bir süreçtir. Yani kuram, pratiği olduğu gibi yönlendiren bir süreç değildir. 

Pratik ve kuram arasındaki bu dönüşümlü süreç Bourdieu sosyolojisinin "düşünümsel" (reflexive) özelliğini temsil eder.

Düşünümsel sosyolojinin en önemli özelliklerinden birisi yapı ve birey arasındaki diyalektik sürece odaklanması ve bu odaklanma sürecinde araştırmacının kendisine de incelenen olayın/olgunun bir parçasıymış gibi bakmasını öğütlemesidir. 

Araştırmacı bu sayede incelediği olayın/olgunun hangi tarihsel şartlar altında ve hangi karşılıklı etkilerle içinde bulunduğu duruma ulaştığını ve kendisinin de hangi noktadan olaya yaklaştığını kendi tarihsel, kültürel ve toplumsal arka planını da hesaba katarak rahatlıkla görebilecektir. 

Buradan geçelim asıl konumuza…


İmralı görüşmelerinde tutumlar

MHP Genel Başkanı Devlet Bahçeli'nin 2024 Ekim başında DEM Parti'li milletvekillerinin elini sıkmasıyla başlayan İmralı görüşmelerine yönelik farklı tutumlara tanıdık olduk.

Şöyle ki:

Bahçeli, başından itibaren kesin çizgisini koydu: Öcalan silahları bırakma çağrısı yapsın; DEM de geçmiş hatalarından ötürü nedamet getirsin! Milli birlik ve beraberlik içinde "Terörsüz huzurlu bir Türkiye" kuralım.

Bu tavır, esasen sol-sosyal demokrat ve Atatürkçü yelpazeden kesimlerin de benimsediği "Dış mihrakları işe karıştırmadan bu meseleyi kendi aramızda çözelim!" şeklinde özetlenebilecek "içine kapanmacı" bir zihniyetin ifadesidir. 

Sınırlar ötesine doğru yayılıp büyümeyi tasavvur eden Cumhurbaşkanı R. T. Erdoğan ise müttefiki Bahçeli'yi destekleyip teşvik etmekle birlikte, "Ezerek hizaya getirip kendi kalıbına dökeceği Kürt kardeşi"nin hamisi rolüyle bölgenin süper devleti olma peşine düşmüştü.

Erdoğan'ın bu hayali gerçekleşmediği takdirde, "ezip etkisiz hale getirme" fikrine ağırlık vereceği de düşünülüyor.

Tabii, büyük sürprizlerle karşılaşmazsa!

Her durumda Bahçeli ve Erdoğan ikilisinin murat ettikleri 2 şey var:

  1. Kendi deyimleriyle Öcalan'ın teslim olması;
  2. Suriye'deki Kürt hareketinin özerk siyasi-askeri bir varlık olmaktan vazgeçmesi.

DEM Parti'ye gelince; girişimi memnuniyetle karşılamakla birlikte daha çok medyaya açıklamalarında AKP'nin baskı politikalarına yönelik eleştirilerle yetiniyor.

Parti, aktif diplomatik ve siyasi bir rol oynamıyor veya oynayamıyor.

Bu arada Abdullah Öcalan'ı biricik adres olarak gösteriyor. 

Öcalan ve PKK hareketine hasım Kürt kesimlerinden HÜDA-PAR ile politik İslamcılığı benimsemiş olanlar ise bir taraftan Öcalan-PKK ikilisinin çizgilerini değiştirip devletin şartlarını kabul etmelerini istiyorlar.

Diğer yandan kendi politikalarının ne kadar doğru olduğunu göstererek DEM tabanını veya ara bölgedeki dindar Kürtleri kendilerine çekmeye çalışıyorlar.

Milliyetçi, laik ve liberal Kürt siyasetçileri ve aydınlarının belli bir kesimi "Öcalan" için "teslim oldu" suçlamasıyla başlıyorlar eleştiriye.

Kimi zaman eleştirilerini "hain", "ajan", "uşak", "yaratık", "boş adam", "satılmış…" gibi karalamalarla yürütenler bile var ki, adeta küfür ve hakaret edebiyatını sözlü sataşmalarının birer amentüsü haline getiriyorlar.


İmralı ve Rojava'daki gelişmeleri nasıl anlamalıyız?

Fransız düşünür ve sosyolog Pierre Bordieu'nün "Alan ve Habitus Teorisi" ışığında incelediğimizde, yukarıda aktardığımız tutumların ne kadar yersiz ve isabetsiz olduğunu kolayca anlayabiliriz.

Öyle ki sadece AKP ve MHP (dolayısıyla Erdoğan ve Bahçeli ikisi) değil; medyada boy gösterenlerin önemli bir kısmı ve hatta barış isteğini dile getirenler bile olmadık ifadelerle Kürtlerin farklı kültürel ve inançsal simgelerini aşağıladıktan sonra "Öcalan, teslim alındı. Biat edecek. Yakında konuşup itiraflarda bulunacak!" klişelerini dillerinden düşürmüyorlar.

Fransız sosyologun önemle üzerinde durduğu birey-toplum-çevre-dış ve iç dinamiklerin karşılıklı etkisini göz ardı edenler Öcalan veya herhangi bir Kürt siyasetçiyi (diyelim ki Ahmet Türk) salt bir birey olarak görüp değerlendiriyorlar.

Oysa siyasal ve toplumsal önderler belli şartların ve ortamın ürünüdürler. İçinde yaşadıkları toplum ile interaktif ilişkileri bulunur. Tecrübe ve birikimleri ile değerlendirilir.

Siyasal görüşü ve kendi halkının davasına sırtını dönmesini bir yana bırakırsak Atatürk'ün pek önem verdiği Dersimli Diyap Ağa'nın güzel bir sözü vardı.

Elazığ'dan Ankara'ya gitmek için trenin ilk basamağında beklerken onu uğurlayan halk "Şunu da yap, bunu da yap, böyle konuş!" diye ricada bulunmuşlar.

Diyap Ağa dönüp demiş ki:

Eh millet, siz sütseniz ben kaymağınızım yani siz neyseniz ben de oyum!


Bu özdeyiş bize şunu hatırlatır:

"Öcalan, teslim olacak, Öcalan silah bırak diyecek, Kandil de emrin olur diyecek!" türünden klişeler, kişi ve toplum yahut birey ile kolektif ilişkisini tanımamaktan kaynaklanmaktadır. 

Bir dostum anlatmıştı: Birinci Açılım döneminde, İmralı'ya gönderilen kamu görevlilerinden oluşan heyetten her defasında 1 veya 2 kişi değiştiriliyormuş.

Dönemin cumhurbaşkanı Abdullah Gül, bu değişikliği şöyle gerekçelendirmiş:

Öcalan birikimli, zeki ve uyanık biri. Hep aynı kişiler giderse, ola ki birinin aklını çeler.


Dikkat edilirse, uzun süre tecritte kalmaya mecbur edilen Öcalan ile kamu görevlilerinin görüşmeleri yeni değil. Bahçeli'nin çağrısından sonra DEM heyeti gidip iki kez kendisiyle görüştü. 

Tecritteki Öcalan dışarıdan farklı bilgi, haber ve izlenimler edinmek için bilhassa heyetle görüştü. Ancak henüz talep ve önerilerini açıkça dillendirmiyor.

Belli ki siyasi partilerin, kamuoyunun, Kürt toplumunun, Kandil ile Suriye'deki siyasi-askeri Kürt hareketinin ne yaptıklarını merak ediyor. 

Bu noktada DEM bünyesinde siyaset yapanların her şeyi İmralı'ya havale etmeleri yahut ondan beklemeleri iki noktada kusurludur. 

Bir: DEM ve çevresinde Öcalan bir simge ve ikon olarak algılanabilir. Ancak onu kâhin düzeyine çıkarmak, Öcalan'a insanüstü vasıflar yükleyerek toplumdan ve yaşadığı (iç ve bulanamadığı dış) ortamdan soyutlayarak ele almaktır ki, partiye ve saha gerçekliğine fayda getirmez. 

İnsanın kolektif çalışma ve düşünme yönünü zayıflatır; tek adam-tek bilen güdülerini teşvik eder. Bu da kaçınılmaz olarak hata yapmasına yol açar.

Vaktiyle Afrikalı Nelson Mandela da örgütü ve çevresinin marifetiyle tek adam olarak siyaset sahnesine sürülmüştü.

20 yıl sonra hapisten çıktığında başta eşi olmak üzere etrafını dar kadrodan insanlar sardı. 
Mandela iktidarı kurulduğunda bu kesimler koltuklara oturdular ve onca yıl acı çeken siyahi kitleler yine aç, mağdur ve mazlum kaldılar.


İki: DEM'in arka planda durması diplomasinin veya Kürt meselesindeki girişimin bütüncül ve tamamlayıcı olmasını engelliyor.

DEM geleneği ile Öcalan'ı olmadık sözlerle aşağılayıp kendilerince itibarsız hale getirme gayretkeşliğinde bulunan kimi Kürtler keskin ve fanatik laflar ederek tatmin olduklarını sanabilirler.

Gerçekte adını çokça zikrettikleri Kürt halkının umuduna, sevdasına ve davasına zarar vermekteler.

Çoğu yurtdışına kapağı atmış, dünyadaki gelişmelerden azade ve aklına gelen fantezileri yayın yoluyla paylaşan bu kesimler büyük bir yanlış içindeler.

Geçen hafta buna örnek teşkil edecek bir youtube video yayını izledim. Mem Husedin ile Prof. Murat Ardelen söyleşiyorlardı.

Sunucu Mem, "Türkiye'deki Kürt çocuklarının niçin Türk tarih ders kitaplarını okuduklarını?" sorguluyor.

Prof. Ardelen ise DEM Eş Başkanı Tülay Hatimoğulları için "yaratık" tanımını kullanabiliyor! 

Norveç'te yaşayan bir akademisyenin kullandığı bu ifadeler, taşıdığı unvana ve üstelik insanlık onuruna yakışıyor mu dersiniz?

HDP-DEM geleneğinin başarısızlığını Kürt olmayan solcuların parti üst kademelerinde bulundurmalarına bağlayanlar, kadrolarında Türkiyeli solculara hiç yer vermeyen diğer Kürt hareketlerinin başarısızlıklarını nasıl açıklıyorlar acaba?

Ortam ve koşulların değişiminin bazı tutumlara nasıl yansıdığını göstermesi bakımından Suriye'de iktidar olan HTŞ lideri Colani ile SDG baş sorumlusu Mazlum Abdi'nin ilişkilerinin son 20 gün içinde birkaç kez nasıl değiştiğine de bakalım. 

Başlangıçta Türkiye, HTŞ yoluyla SDG'yi sıkıştırmak isteyince devreye ABD ile Fransa girdi; Colani geri adım attı. 

Ardından Dışişleri Bakanı Hakan Fidan Şam'a gitti. Colani ile onun Savunma Bakanı, SDG'nin taleplerine kesin ret cevabı verdiklerini açıkladılar.

Bu kez devreye Amerika ile Fransa girdi. Colani, "Görüşmeler henüz bitmedi, SDG ile buluşmalarımız devam ediyor" dedi. 

Suriyeli iki bakan Ankara'da, Kürt siyasi-askeri yapısına karşı sert ifadeler kullandılar. MİT Başkanı İbrahim Kalın Şam'ı ziyaret etti. Colani tekrar üslubunu sertleştirdi.

29 Ocak'ta T.C. Milli Savunma Bakanlığı'ndan bir heyet, dün Şam'a giderek Suriye Savunma Bakanı Muhraf Ebu Kasra ile görüşüp "iki ülke için tehdit oluşturan terör örgütlerinin ortadan kaldırılmasının" yollarını ele aldı. 

Colani ile 4 Şubat 2025 tarihli Ankara buluşması sonrası Cumhurbaşkanı R. T. Erdoğan, SGD'yi kastederek "teröre karşı birlikte mücadele" kararlığından söz etti. 

Amerikalı, Fransız ve İsrailli yetkililer Rojava'daki Kürt hareketinin kendileri için gerekli olduğu noktasında tekrar ısrar ettiler.

Suriye'deki Kürt hareketini "IŞİD bekçisi-Hol kampı gardiyanı" tarzında küçümseyen Hakan Fidan, bu konuda Riyad'da görüştüğü Suudi Arabistanlı mevkidaşıyla görüş birliğine varamayınca ortak basın yapılamadı ve birlikte görüntü de verilmedi.

Türkiye; Trump iktidara gelmeden önce elini çabuk tutup içerideki Kürt hareketini teslim almak suretiyle tövbekâr kılma çabasına ilaveten Suriye'deki Kürtleri bir şekilde ezip hükmettikleri bölgeleri bizzat veya Suriye Milli Ordusu aracılığıyla almaya çalıştı. 

Bu olmayınca ikinci aşamaya geçti: Bir yandan Kürtleri çökertme işini HTŞ'ye havale ederken, diğer yandan ABD'li yetkililerle bu hususta pazarlıklar yapma yolunu denedi.

Demek ki ilgili bütün taraflar (ABD, Fransa, HTŞ, S. Arabistan, İsrail, Türkiye, Irak, SDG) sınırın her iki yanında kısa aralıklarla değişen gelişmeleri yakından izlemekteler.

Madem İmralı görüşmelerinin gündeminde Suriye ve Türkiye Kürtleri var. Herkes buna göre tavır almalıdır.

Örneğin İmralı görüşmelerinde son raunt yaşanabilir.

Bahçeli-Erdoğan istenileni elde edemezlerse bu kez, "Biz, Kürtlere barış ve huzur için her türlü fırsatı tanıdık ama onlar kabul etmediler" diyerek şimdiye kadar sürdürdükleri baskıyı misline çıkarabilirler.

Zaten Cumhur ittifakı, İmralı görüşmelerini siyasi bir mesele olarak değil; "asayiş ve huzur" meselesi olarak ele almaktadır.

Türkiye'deki baskı ve şiddet politikaları, farklı biçimde Rojava denilen Kuzey Suriye'deki Kürt hareketlere de yansıyabilir.

ABD başkentinde yaşayan ve Kürt-Amerikan ilişkileri hakkında değerlendirmeler yapan gazeteci Mutlu Çiviroğlu'nun yazılarına bakılırsa, tek yanlı tehditlerine ve övünmelerine rağmen Türkiye'nin Beyaz Saray ile Amerikan Kongresi'nde etkisi fazla yoktur. 

ABD yönetimi de Kongre de HTŞ lideri Colani'ye temkinli yaklaşıyor; onu Türkiye'nin tekeline/güdümüne bırakmamaya çalışıyor.

Zaten ABD'nin SDG'den vazgeçmeme nedenleri azalmadı; tersine, giderek artıyor.

ABD Suriyeli Kürtler, Dürziler, Aleviler, İsmailliler, Hıristiyanlar ve Sünni laiklerin bir platformda toplanıp HTŞ'nin iktidar tekeline karşı bir çeşit frenleyici ve tampon güç olmalarını istiyor.

Son günlerde SDG, ilk kez Dürzilerle görüşmek üzere bir heyeti Suveyda'ya gönderdi.

İsrail de aynı görüşte olduğu için Amerikan yönetimi ile Avrupalı yetkilileri Kürtleri desteklemek için teşvik ediyor.

Nitekim İsrail ile arası pekiyi olan Almanya, son zamanlarda Suriyeli Kürtlere desteğini daha açık bir şekilde gösteriyor.

Okuduğum kadarıyla İngiliz istihbaratı ilk defa bilhassa Halep dolaylarındaki SDG güçlerine istihbarat akışı sağlamaya başlamıştır.

Unutulmamalıdır ki; bölge hâlâ istikrarsızdır. Hem Ortadoğu hem de küresel düzeyde köklü denge değişiklikleri yaşanmaktadır.

Ayrıca İran'a karşı muhtemel bir operasyonda Kürt toprakları bir çeşit geçiş noktası ve sıçrama tahtası olarak da işlev görecektir.

Gericiliğin ve uluslararası hegemonya mücadelesinin yükseldiği günümüz şartlarında başta Trump'ın iktidara gelmesi olmak üzere İsrail'in Filistin ve Lübnan'daki savaşları, birçok ülke (Lübnan, Suriye, İran, Filistin gibi) bakımından "Geriye Doğru Büyük Sıçramalara" yol açmıştır. 

Suriye ile Türkiye'deki yeni askeri-siyasi atılımlar (aslında tarihsel olarak geriye sıçramalar) ise büyük riskleri ve şiddeti bünyesinde taşıyor.

Demek ki sorun basitçe, "Teslim oldu, olmadı; Bahçeli-Erdoğan samimi mi değil mi; Rojava özgür olacak mı olmayacak mı?" meselesi değildir.

"Trump, asker çekecek mi çekmeyecek mi?" sorusu da böyledir.

"İmralı görüşmeleri esas olarak bizim kararlı mücadelemizin bir sonucudur" diyebilen Kandil ve taraftarları saha gerçeklerinin diğer yanlarını görmezlikten geliyorlar ki, bu da yanıltıcıdır.

O halde İmralı görüşmelerini "alan teorisi" ve "habitus kuramı" ışığında tekrar okumakta yarar var. 


Bize göre: Gerek adı konulmamış girişim gerekse İmralı görüşmeleriyle bağlantılı birey ve taraflar hakkındaki analizler için 15 Şubat ve Newroz tarihlerini beklemeliyiz. 

 

 

Kaynaklar:

1. Vikipedi ansiklopedisi "Pierre Bourdieu" ve "Alan Teorisi" maddeleri.
2. Cihad Özsöz, "Pratik, Kültür, Sermaye, Habitus ve Alan Teorileriyle Pierre Bourdieu Sosyolojisi", Academia.edu.
3. Merve Kaplan-Mahmut Yardımcıoğlu, "Alan, Habıtus ve sermaye kavramlarıyla Pierre Bourdieu", Habitus Toplumbilim Dergisi, 2020 Sayı/Issue 123.
3. Güney Çeğin, "Pierre Bourdieu: Pratiklerin Mantığı, Habitus ve Alan Teorisi", MAM Çağdaş Kuramcılar, 23 Ocak 2007.
4. Değerlendirme: Kemal Can, Bilim ve Sanat Vakfı, sayı 96-97, yıl 2018. https://www.bisav.org.tr/Bulten/14/253/pierre_bourdieu_pratiklerin_mantigi_habitus_ve_alan_teorisi. 
5. Sümeyra Çabar, "Pierre Bourdieu'nün "alan, sermaye ve habitus" kavramları ekseninde Covid-19 sürecinin eğitimdeki fırsat eşitliğine etkisi, Denizli ili örneği, Temmuz 2022. 
Pamukkale Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü Yüksek Lisans Tezi Sosyoloji Anabilim Dalı Genel Sosyoloji ve Metodoloji Program.
6. Aksu Akçaoğlu-Yaşar Suveren, "Pierre Bourdieu'nün Siyaset Sosyolojisi", İstanbul Üniversitesi yayınevi, Kasım 2022.

*Bu makalede yer alan fikirler yazara aittir ve Independent Türkçe'nin editöryal politikasını yansıtmayabilir. 

© The Independentturkish

DAHA FAZLA HABER OKU