"Freestyle Chess"in şafağında satrancı düşünmek: Selim Çıtak ile satranç üzerine bir söyleşi

Ahmet Mansur Tural, Independent Türkçe için FM Selim Çıtak ile konuştu

Selim Çıtak, Independent Türkçe için Ahmet Mansur Tural'ın sorularını yanıtladı

Satranç, yüzyıllardır insan zekâsının en büyük meydan okumalarından biri olarak varlığını sürdürüyor.

Stratejik dehanın, sabrın ve yaratıcılığın birleşimi olan bu oyun, zaman içinde pek çok dönüşüm geçirse de çekiciliğini hiç kaybetmedi.

Ancak günümüzde satranç yeni bir dönüm noktasında: Dijitalleşme, yapay zekânın yükselişi ve hızlanan oyun formatları, klasik satrancı tehdit ederken yeni formatlar sahneye çıkıyor.

Bu formatların hiç şüphesiz en dikkat çekeni, bu yıl ilk kez düzenlenen ve satranç dünyasında büyük yankı uyandıran Freestyle Chess Grand Slam Turu olsa gerek.

7 Şubat'ta başlayan bu bir dizi turnuva 12 Aralık'a kadar farklı turnuvalarla devam edecek.

Bu organizasyon, satrancın geleceğiyle ilgili önemli tartışmaları da ister istemez beraberinde getiriyor.

Magnus Carlsen'in öncülüğünde düzenlenen bu yeni format, satrancı geleneksel açılış teorisinin ötesine taşıyarak oyuncuların sezgilerini, yaratıcılıklarını ve doğaçlama yeteneklerini sınayan farklı bir formata ev sahipliği yapıyor.

Peki, bu yeni yaklaşım, klasik satrancın yerini alabilir mi?

Yoksa geçici bir popülerlik dalgası olarak mı kalacak?

Satranç, tarihinin en büyük evrimlerinden birini mi yaşıyor?

İşte insanlık tarihine damga vurmuş oyunlardan biri olan satrancı bu ve bunun gibi birçok pencereden, ülkemizin önemli satranç ustalarından FIDE Master unvanına sahip FM Selim Çıtak'la tartışıyoruz. 
 

 

İsterseniz daha temel bir soruyla başlayalım. Hepimizin aşina olduğu üzere satranç binlerce yıldır oynanan bir oyun. Hatta dünyanın en eski oyunu olduğu da söylenir. Hiçbir oyun binlerce yıldır zamana karşı koyamamışken satranç nasıl insanların hayatında bu kadar uzun süredir var olmaya devam edebilir?

Satranç gerçekten de tarihin en eski oyunlarından biri olarak kabul edilir. Ancak burada önemli bir ayrımı vurgulamak gerekiyor: Günümüzde oynadığımız modern satranç, aslında binlerce yıllık bir süreçte şekillenmiş bir versiyon.

fazla oku

Bu bölüm, konuyla ilgili referans noktalarını içerir. (Related Nodes field)

En eski satranç benzeri oyunlara dair bulgular, milattan önce 5 ve 6'ıncı yüzyıllara kadar uzanıyor ve bu oyunların Hindistan'da ortaya çıktığına dair kanıtlar var. Daha sonra, Persler döneminde "şatranç" adıyla anılan bir türevi ortaya çıkıyor. Ancak bu versiyon, taşların isimleri ve kuralları açısından günümüz satrancından oldukça farklıydı.

Günümüzde bildiğimiz satranç ise 15'inci yüzyılda, Endülüs Emevileri ile İspanyollar arasındaki etkileşim sonucu bugünkü formuna kavuştu. Aslında, modern satrancın büyük oranda bir Hıristiyan Avrupa'sının bir modifikasyonu olduğunu söyleyebiliriz.

Örneğin, şah taşının üzerindeki haç sembolü, filin piskopos figürüne dönüşmesi ya da vezirin Avrupa monarşilerindeki kraliçeye evrilmesi, bu değişimin izlerini taşıyor. Yani satrancın binlerce yıllık bir oyun olduğu söylenebilir, ancak bizim oynadığımız versiyon yaklaşık 550 yıllık bir geçmişe sahip.
 

Peki, modern satrancın bugünkü popülaritesinin kaynağı ne?

Satranç, yalnızca köklü bir tarihe sahip olmasıyla değil, aynı zamanda sürekli evrim geçiren bir oyun olmasıyla da bu denli popülerliğini sürdürüyor. Son 150-200 yıl içinde turnuvaların, kulüplerin, literatürün ve satranç organizasyonlarının gelişmesiyle bugünkü anlamda profesyonel bir disipline dönüştü.

Bu oyunu benzersiz kılan unsurlardan biri de hem stratejik derinliği hem de taktiksel sonsuzluğu. 64 karelik bir tahta üzerinde oynansa da, satranç gerçek anlamda sınırsız olasılık barındıran bir evren gibi. Satranç dünyasında şöyle bir söz vardır:

İnsanlar bir dönem yarı tanrı olarak yaşadıysa, ancak o zaman satrancı keşfetmiş olabilirler.

Bu, satrancın insan zihnini aşan bir sistem gibi göründüğünü esprili bir şekilde anlatan bir bakış açısı.

Aslında satranç, tıpkı doğal seleksiyon gibi zamanla kusursuz bir oynanabilirlik seviyesine ulaştı. Piyonların hareketlerinden geçerken alma (en passant) kuralına, rok hamlesinden zaman kontrollerine kadar birçok yenilik, oyunun denge içinde kalmasını sağladı.

Bugün yapay zekâ ve bilgisayar analizleri dahi satrancın sınırlarını zorlamaya devam ediyor. Ancak oyun, tüm bu gelişmelere rağmen hâlâ insana meydan okuyan, zihinsel mücadeleyi canlı tutan bir yapıya sahip.
 

Fotoğraf: Jachym Michal/Unsplash
Fotoğraf: Jachym Michal/Unsplash

 

Sizce satranç, ilerleyen yıllarda da önemini korumaya devam edecek mi?

Satrancı aslında oyun, bilim ve sanat üçlüsüyle tanımlayabiliriz. Ve dönemlere göre satrancın bu karakterlerinden biri daha baskın bir hâle bürünüyor. Mesela günümüzdeki satrancın kesin olarak belirmeye başladığı 19'uncu yüzyılda satranç daha çok bir sanat gibi, daha açık bir ifadeyle performatif bir sanat gibi algılanıyordu.

Çünkü satrancın bu devrinde "Romantik Dönem" vurgusu var ki insanlar kazanmanın bile yanı sıra "tahtada güzellik yaratmak" için oynuyorlardı. Satrancın sportif boyutu yok denecek kadar azdı. Çünkü turnuvalar pek yoktu. Bir araya gelen oyuncularsa, yazılı olmayan bir centilmenlik anlaşmasıyla güzel bir oyun oynama, bir güzellik yaratma, sanat eseri, sanat tablosu ortaya koyma kaygısıyla bu oyunu sergiliyorlardı.

Burada centilmenlik esasına özellikle dikkat çekmek isterim. Oyun hiçbir zaman kısır, keyifsiz yerlere götürülmemeye çalışılıyordu. Beraberliklerden kaçınılıyordu. Hep bir tarafın kazanması önceleniyordu. Bu sebeple risk almaktan çekinmeksizin, sonuç ve reyting kaygısı da olmadığı için, satranç sanatsal boyutuyla ortaya çıkıyordu. 

Daha sonra, 20'nci yüzyılın başlarında satrancın bilimsel boyutu ön plana çıkmaya başladı. Çünkü satrancı matematiksel bir problemmişçesine çözme uğraşları belirmişti bu dönemde. Belli başlı gruplar, akımlar bu dönemde ortaya çıktı: yenilikçiler, kitabî satranç oynamaya çalışan klasikçiler, sonrasındaysa Sovyet ekolü gibi.

En son olarak da günümüzde dünyada milyonlarca insan tarafından izlenen, profesyonellerinin geçim kaynağı olarak yaslanabildikleri, diğer sporlar kadar olmasa da belli bir miktar bütçesi, ödül havuzu hâline dönüşen satranç belirdi. Sanırım satrancın sanatsal boyutunun en düşük olduğu çağ da bu oldu.

Satrançtaki güzellik olgusu form değiştirdi. Satrançtaki güzellik olgusu maalesef bilgisayarlar tarafından köreltildi. Çünkü yenilik bulmak, insandan makineye kaydı. İnsan faktörü çok aza indi. Şu an profesyonel oyuncular makinenin yardımıyla, müdahalesiyle stratejilerini belirleyip hazırlıklarını yapıyorlar. Maalesef satrancın sanatsal, estetik boyutu yok denecek kadar az. Ama öte yandan sportif boyutu, mücadelesi de hiç olmadığı kadar fazla. 

Tıpkı diğer bilim dallarında, müzikte olduğu gibi, çok farklı bir anlayışla opere ediyor diyebiliriz satranç için. Ama bu üçü hep satrancın üç temel unsuru olarak var olmaya devam ediyor: spor, bilim, sanat. Ama şu an spor, yani mücadele olgusu en baskın unsur. 

Özellikle makineler, çok kuvvetli makineler daha somut ispatlar ortaya koyarak hamlelerin arkasında duruyorlar. Oysaki insanlar aldıkları satranç eğitimi ve içgüdüleriyle, bazı genel geçer kurallarla (mesela kaleler açık hatta gelmelidir, saldırırken vezirleri tahtada tutmak lazımdır gibi) içgüdüsel olarak karar veriyorlar.

Ama çok çok kuvvetli makineler bu olguları kullanmıyor. Matematiksel ispat yapıyorlar. O yüzden satrancın bilimsel tarafına zirve yaptırdılar. İnsanlar arasında satranç bir spor, ama makineler bilimsel boyutunu en üst seviyeye çıkardı.

Bu, biraz benim de içerisine dahil olduğum romantik satranç anlayışını benimseyenleri üzüyor. Satranç kompozisyonunu bir sanat eseri gibi kuran, tahtada bir resim inşa eden oyuncular için, makineler süreci fazlasıyla mekanikleştirdi. Yeni fikirleri keşfetmenin heyecanı artık büyük ölçüde kayboldu. Bu tabi romantikçileri üzüyor. Satranç kompozisyonunu bir resim olarak kuran insanlar için, bunları çözdükleri zamanki aldıkları zevki yok ediyor. 
 

 

Satrancı bize tanımlamışken hem oyuncu hem yazar hem de antrenör olarak sizin satrançla ilişkiniz nasıl gelişti? Bu oyuna bakış açınız zaman içinde nasıl bir dönüşüm geçirdi? Profesyonel bir oyuncu, bir yazar ve bir antrenör olarak satranç sizin için ne ifade ediyor? Ve biraz daha kişisel bir soru: Siz hangi unsurun ön planda olduğu bir satrancı tercih ediyorsunuz?

Gençlik yıllarımda fiziksel sporlarda pek başarılı değildim. Açıkçası biraz cılız bir çocuktum ve futbol ya da basketbol gibi spor dallarında yetenekli olacağımı düşünmüyordum. Satrançla tanışmam tamamen bir rekabet unsuru olarak başladı. Kendimi çevreme ispatlama dürtüsüyle bu oyuna yöneldim. Ve o yaşta, kazandığım ilk başarılar bana büyük bir tatmin duygusu verdi.

Başlangıçta sadece bir hobiydi. Ama zamanla, yaşım ilerledikçe bu hobi derin bir tutkuya dönüştü. Elbette hayatımın farklı dönemlerinde satrançtan uzaklaştığım zamanlar oldu. Ama büyük resme baktığımda, satrancın hayatımın merkezinde yer aldığını söyleyebilirim.

Bu oyun, bana birçok kapı açtı; farklı ülkelere seyahat etmemi, yeni kültürler keşfetmemi, bambaşka insanlarla tanışmamı sağladı. Hem ruhen besleyen hem tatmin eden, hem de bana bir amaç, bir hedef sunan bir yolculuk oldu. Zaman içinde bu tutku mesleğime de dönüştü. Ama her şeyden önce, satranç benim için daima bir tutku oldu.

Tercih ettiğim satranç türü ise klasik satranç. Yani yavaş tempolu, düşünmeye daha fazla zaman tanıyan format. Hızlı satranç türlerini pek benimsemiyorum çünkü satrancın temel karakterini ve bahsettiğim o klasik yaklaşımı biraz kaybettirdiğini düşünüyorum.

Benim için satranç sadece bir oyun değil; sanat ve bilimin birleştiği, rekabetin en üst seviyeye çıktığı ve en zorlu, en saygıdeğer formatın kendini gösterdiği bir alan. İşte bu yüzden en saygıdeğer satranç formatı olarak klasik satrancı beğeniyor, benimsiyorum.
 

Fotoğraf: Hassan Pasha/Unsplash
Fotoğraf: Hassan Pasha/Unsplash

 

O halde rekabet ve tutku, satranca olan yaklaşımınızı belirleyen iki ana etken. Böyle demek doğru olur mu?

Evet, kesinlikle. Günümüzde satrançtaki rekabet hiç olmadığı kadar yüksek. Özellikle gençler, internetin sunduğu olanaklarla çok daha hızlı gelişiyor. Şu an gençlerin satranca ilgisi inanılmaz derecede arttı.
Yaş ortalaması da ciddi şekilde geriledi.

40 yaşına yaklaşıyorum ama rakiplerimin yaş ortalaması artık 20'lere kadar düştü. Dahası, her jenerasyon bir öncekinden daha güçlü geliyor. Bunun temel sebebi, bilgiye erişimin çok daha hızlı ve doğru hale gelmesi. Oyuncular, eskisine kıyasla çok daha fazla kaynak, analiz ve eğitim materyaline sahip.

Özellikle pandemi dönemi ve The Queen's Gambit dizisi, satranca olan ilgiyi büyük ölçüde artırdı. Daha fazla insan oynuyor, daha iyi oynuyor ve rekabet giderek daha da zorlaşıyor. Bugün klasik satrançta bir yer edinmek, eskisine kıyasla çok daha çetin bir mücadeleyi gerektiriyor. Çünkü artık çok daha fazla, çok daha yetenekli oyuncu var.

Bu durum, başarıyı benim için çok daha anlamlı hale getiriyor. Bir zafer kazandığınızda bunun değeri, yoğun rekabetin içinde daha da artıyor. İşte bu da benim satrançtan aldığım keyfi ve bu oyunun peşinden koşma isteğimi her geçen gün daha da güçlendiriyor.
 

 

Hem yurt içinde hem de yurt dışında birçok başarıya imza attınız. Bugün hâlâ üst seviyede rekabet etmek, gençlerle mücadeleye devam etmek, bu reytinge ulaşmak nasıl bir his?

Açıkçası, bu durum bana en fazla tatmin veren şeylerden biri. Çünkü sadece gençlerle değil, aynı zamanda bu yaşa gelip de satranca devam edemeyen oyuncularla da rekabet içinde olduğumu düşünüyorum.

Kendi adıma konuşacak olursam, uzun vadede gençlerle rekabet edebilecek bir noktada olamam, onları sürekli yenemem. Çünkü her jenerasyon bir öncekinden daha iyi. Ama belki de bugün mücadele eden bu genç oyuncuların bir kısmı, 40 yaşına geldiklerinde pes edecekler.

İşte ben tam da bu noktada bir mesaj vermek istiyorum: Hiçbir şey için geç değil. Eğer fiziksel kondisyonunuz yerindeyse, satrançtaki modern gelişmeleri takip edip güncel bir oyuncu olabiliyorsanız, yaşınız ilerlese de üst seviyede rekabet etmek mümkün.

Bu yüzden gençlerle yaptığım maçlar, doğrudan onlarla rakip olduğum anlamına gelmiyor. Aslında benim için asıl mesele zamana meydan okumak. Bu yaşta da satrancın profesyonel düzeyde oynanabileceğini göstermek, bunu kanıtlamak istiyorum.

Bu beni motive eden, canlı tutan şey. Yaşımın getirdiği handikapları zaman zaman hissediyorum elbette-hesaplama hızı, refleksler, dayanıklılık gibi konularda zorlanabiliyorum. Ama bu mücadelenin içinde olmak beni inanılmaz mutlu ediyor.

Gücüm yettiğince savaşmaya devam edeceğim. Şu anki kariyerim çok renkli ve heyecan verici. Dahası, birçok insan bana gelip destek veriyor. 40'lı, 50'li yaşlardaki ustalar bana cesaret veriyor. Bu beni gerçekten çok mutlu ediyor ve ilham veriyor. Devam edebildiğim kadar etmek istiyorum.
 

 

Günümüzde satranç, geçmişte olduğundan çok farklı bir konumda. Eskiden elit bir oyun olarak algılanırken, satranç oyuncularına neredeyse bilim insanları gibi yaklaşılırdı. Birçok aile, çocuklarının satranç öğrenmesini özellikle teşvik ederdi. Ancak dijitalleşmeyle birlikte bu durum değişti. Artık satranç oyuncularını stream platformlarında neredeyse her gün takip ediyoruz. Böylece satranç ustaları da sosyal medya yayıncılarına dönüşmeye başladı. Sizce satrancın bu şekilde popülerleşmesi, satranç kültürünü dejenere mi ediyor, yoksa kitlesel yayılım yoluyla kültürünü güçlendiriyor mu?

Açıkçası, satrancın bu şekilde popülerleşmesinin satranç kültürüne çok olumlu bir katkısı olduğunu düşünmüyorum. Bu süreç, satranç dünyasında pastayı büyütme üzerine kurulu bir şekilde ilerliyor. Büyük satranç platformları, organizasyonlar ve bu alandan ciddi kazanç elde eden yapılar için popülerleşme, satrancı büyütmekten çok bir gelir kapısına dönüşüyor.

Eskiden satranç, bugünkünden çok daha derin anlamlar taşıyordu. Örneğin, Soğuk Savaş döneminde Fischer-Spassky mücadelesi, ABD-Sovyetler rekabetinin bir yansımasıydı. Sovyetlerin çöküş sürecinde Karpov-Kasparov karşılaşması, yalnızca iki büyük ustanın mücadelesi değil, aynı zamanda politik ve ideolojik bir çatışmaydı: Biri Sovyet rejiminin temsilcisi olarak görülürken, diğeri daha batılı ve yenilikçi fikirlerin sözcüsüydü.

Daha da geriye gidersek, I. ve II. Dünya Savaşları döneminde satranç oyuncularının karakterleri, yaşadıkları siyasi konjonktürle doğrudan örtüşüyordu. O zamanlar satranç, tarihin derinliğinde anlam kazanan, büyük düşünsel ve kültürel bağlamlarla ele alınan bir oyundu.

Bugün ise satranç, bu tarihsel bağlamdan gittikçe uzaklaşıyor. Şu an büyük bir sektör haline geliyor, ciddi kazanç sağlayan profesyonellerin geçim kaynağına dönüşüyor. Organizasyonlar, sosyal medya platformları ve büyük ustalar, satrancın eğlence sektörüne entegre olmasını öncelikli hale getirmiş durumda. Amaç, satranç tarihini ve kültürel bağlamını korumaktan çok, daha fazla insana ulaşmak ve oyun üzerinden bir içerik ekosistemi yaratmak.
 

Fotoğraf: Pixabay
Fotoğraf: Pixabay

 

Yani sizce satranç artık eğlence sektörünün bir parçası mı haline geliyor?

Ne yazık ki öyle. Eskiden satranç tarihsel ve kültürel boyutlarıyla geniş bir kitleyi ilgilendirirken, bugün daha çok bir eğlence malzemesi olarak sunuluyor. Milyonlarca insanın ilgisini çekmek için satranç içeriği üretiliyor ve bu, oyunun köklü mirasını ikinci plana itiyor.

Bu elbette üzücü bir durum. Muhtemelen diğer sporlar da benzer bir dönüşüm yaşadı, ancak satranç gibi düşünsel bir oyunun, yalnızca izlenebilirlik üzerinden değerlendirilmesi büyük bir kayıp.

Satranç kültürünü koruyabilecek en büyük kurum, Uluslararası Satranç Federasyonu (FIDE). Eğer bu büyüme süreci iyi ve dengeli bir şekilde yönetilmezse, satrancın mirası zarar görebilir. Biz satranç severler olarak, oyunun tarihsel bağlamına, kültürel ve politik etkilerine hep önem verdik. Sovyetlerde rejim yanlısı ve özgürlükçü oyuncuların çatışmaları, büyük ustaların karakterleri ve insani yönleri, satrancın yalnızca hamlelerden ibaret olmadığını gösteriyordu. İşte bu mirası unutmamak ve unutturmamak gerekiyor. FIDE gibi büyük kurumların, satranç kültürüne sahip çıkması şart.

Elbette modern yayınlarda yer alıyorum, günümüz koşullarında bunun bir zorunluluk olduğunu da biliyorum. Ancak pastayı büyütürken satrancın o ince çizgisini de korumamız gerekiyor. Bu çizgiyi net olarak tayin edebilecek bir konumda değilim; bu çok hassas bir mesele.

Ama büyümeye devam ederken satranç tarihini ve kültürünü de kaybetmemeliyiz. Satranç, sadece bir eğlence içeriği değil. İnsanlık tarihinde farklı dönemlerde büyük bir rol oynamış, manşetlere taşınmış, "Kasparov-Deep Blue" gibi tarihi karşılaşmalarla teknoloji ve insan zekâsının kesişim noktasında yer almış bir oyun.

Dürüst olmak gerekirse, ben de bu popülerleşme sürecinin bir parçasıyım. Ancak yaptığım yayınlarla, yazdığım kitaplarla ve çektiğim videolarla insanlara yalnızca satranç oyununu değil, satranç kültürünü de anlatmaya çalışıyorum. Bence asıl önemli olan, satrancı büyütürken özünü, mirasını kaybetmemek.
 

 

Bu popülerleşme elbette satrançta yeni dönüşümlere de gebe. Artık rapid ve blitz formatları, insanların otobüste, metroda veya boş vakitlerinde rahatlamak için oynadıkları formatlara dönüştü. Öte yandan, satranç denince hep klasik satranç akla gelirdi. Sizce klasik satranç hâlâ eski cazibesini koruyabilir mi, yoksa yeni formatların gölgesinde mi kalacak? Bir başka deyişle, "klasik satranç can mı çekişiyor?" Satrançta geleceği nasıl görüyorsunuz?

Bu gerçekten tehlikeli bir durum. Klasik satranç son dönemde ciddi bir tehdit altında, hatta hafif bir düşüşte olduğunu bile söyleyebiliriz. Özellikle yapay zekânın ve hesaplama gücünün geliştiği bu çağda, rakibinizi hataya sürükleyebileceğiniz senaryolar gittikçe azalıyor.

Çünkü bugün yetişen satranç jenerasyonu inanılmaz güçlü ve üst düzey oyunlarda beraberlik oranları giderek artıyor. Üstelik bu beraberlikler, bizim "kuru beraberlik" dediğimiz, makineler tarafından önceden analiz edilmiş, mücadele dozu düşük ve nispeten keyifsiz oyunlara dönüşüyor.

Bir oyunu izlenebilir ve heyecan verici kılan en önemli unsurlar rekabet ve derinliktir. Yani iki oyuncu karşı karşıya geldiğinde, onların karakterlerini yansıtan bir mücadele görmek istiyorsunuz. Taraflardan biri kendi oyununu empoze etmeye çalışırken, diğerinin buna direnç göstermesi oyunu heyecanlı kılar.

Ancak defalarca oynanmış, hamlelerin önceden hesaplandığı ve her iki tarafın birbirine "dokunmadığı" oyunlar izleyiciye heyecan vermiyor. Bu tip oyunlar seyir zevki sunmadığı gibi, sponsorluk anlamında da cazibesini kaybediyor. Klasik satranç için en büyük tehlike de tam olarak burada yatıyor.

Ben de klasik satrancı seven bir profesyonel olarak, bazen aynı riske giriyorum. Çoğu zaman oyuncular olarak biz de daha temkinli oyunlar tercih ediyoruz çünkü uzun turnuvalarda kayıp almak büyük bir dezavantaj yaratabiliyor. Ancak bu durum doğal olarak izleyicilerin pek hoşuna gitmiyor.

Öte yandan, zaman temposunu hızlandırdığınızda işler değişiyor. Örneğin, 5 dakikalık bir oyun temposunda iki taraf da hata yapabiliyor, risk almak zorunda kalıyor, refleksleriyle ve içgüdüleriyle oynuyor. Bu da seyir zevkini inanılmaz derecede yükseltiyor. Kabul etmek lazım ki yıldırım (bullet) ve hızlı satranç (blitz) formatları, izlenebilirlik açısından klasik satrancı geride bırakıyor. Yeni jenerasyon ve özellikle gençler hızlı satranç formatlarını çok seviyor. Elbette istisnalar var; özellikle orta yaş ve üzerindeki satrançseverler, klasik satrancın yok olmasını istemiyor.

Bu süreç şu an klasik satrancın aleyhine işliyor. Ancak zamanın ne göstereceğini kestirmek çok zor. Şunu biliyorum ki, insan insana karşı oynadığı sürece klasik satranç var olmaya devam edecek. Yapay zekâ ne kadar güçlü olursa olsun, insan hataya meyilli bir varlık. Klasik satrancı ayakta tutan en önemli faktör de bu: hata faktörü.

Makine oyunları, yani denk güçteki yapay zekâların karşılaştığı oyunlar, çoğunlukla berabere bitiyor ve izleyiciye keyif vermiyor. Ama iki insan oynadığında, oyun süresi azaldıkça ve psikolojik baskı arttıkça hatalar kaçınılmaz hale geliyor. İşte klasik satranç şu an bu doğal insan faktörü sayesinde ayakta kalıyor.

Ben de bu gelişmeleri hafif bir endişeyle takip ediyorum. Klasik satranç bir dönüşüm geçiriyor, belki de bir yol ayrımına doğru gidiyor. Ancak gelecekte hangi formatın baskın hale geleceğini kestirmek kolay değil. Şimdilik klasik satrancın en büyük dayanağı, insan doğasının hataya açık olması. Ama zamanla bu denge değişir mi, hep birlikte göreceğiz.
 

Fotoğraf: Pixabay
Fotoğraf: Pixabay

 

Hazır satrancın yeni yaklaşımlarını konuşmuşken, son dönemde satrançla ilgilenmeyenlerin bile duymaya başladığı Freestyle Chess konusunu es geçmek olmaz. Önümüzdeki şubat ayında, ilk kez düzenlenecek olan Freestyle Satranç Grand Slam Turnuvası başlıyor. Üstelik dünya bir numarası Magnus Carlsen'in de öncülük ettiği bir organizasyon olacak. Siz de Carlsen hakkında bir kitap yazmış bir satranç yazarı olarak bu yeni formatı nasıl değerlendiriyorsunuz? Freestyle Chess klasik satrançtan nasıl ayrılıyor?

Klasik satranç, açılış teorisinin çok gelişmesi ve makinelerin inanılmaz seviyelere ulaşması nedeniyle büyük bir tehlikeyle karşı karşıya: monotonlaşma ve oyuncuların birbirini yenişememesi. Oyunun sıkıcı ve tahmin edilebilir hale gelmesi riski, birçok üst düzey oyuncuyu da rahatsız ediyor. Magnus Carlsen gibi dünya şampiyonları bile daha fazla hareket alanına sahip olmak istiyor.

Aslında satranç oyuncuları çok eski zamanlardan beri benzer bir çözüm üzerinde düşünmüşlerdi. Piyonları sabit tutup arka taşların yerlerini değiştirerek farklı dizilimlerle oynamayı hayal etmişlerdi. Ancak günümüzde bildiğimiz haliyle Freestyle Chess ya da asıl adıyla Chess 960, 11. Dünya Şampiyonu Bobby Fischer tarafından popülerleştirildi. Fischer, İzlanda'ya giderken verdiği bir röportajda bilimsel yaklaşımın satrancı öldüreceğini söyleyerek bu yeni formatı önermişti.

Chess 960 ismini, oyunun 960 farklı başlangıç pozisyonu içermesinden alıyor. Bizim bildiğimiz klasik satranç, bu 960 ihtimalden yalnızca biri. Bu sistemde, her oyundan önce bir kura çekiliyor ve taşlar rastgele diziliyor. Bu da açılış teorisini tamamen ortadan kaldırıyor. Hiçbir oyuncu bu kadar fazla bilgiyi hafızasında tutamaz, dolayısıyla oyun satranç yeteneğine, anlayışına ve yaratıcılığa kalıyor. Kitabi hazırlıkları ve ezberleri devre dışı bıraktığı için bazı oyuncular bu durumu çok olumlu karşılarken, açılış teorisine ve metodik çalışmalara dayanan oyuncular için ciddi bir meydan okuma haline geliyor.

Bugün Freestyle Chess, klasik satranca gerçek anlamda bir rakip haline gelmiş durumda. Carlsen'in de başını çektiği bir grup üst düzey satranççı, bu formatı denemek istiyor. Büyük sponsorlar bulunarak bir dizi turnuva düzenlenecek ve satranç severlere ilk kez bu ölçekte sunulacak. İlginin ne seviyede olacağını göreceğiz, ancak kesin olan bir şey var: Klasik satranç şu an gerçek bir sınavdan geçiyor.
 

Fotoğraf: Felix Mittermeier/Unsplash
Fotoğraf: Felix Mittermeier/Unsplash

 

Öyleyse kelimenin tam anlamıyla Freestyle Chess'in yükselişine tanık oluyoruz, ancak öte yandan bu formatın geleceği hâlâ belirsiz. Sizce Chess 960, geleneksel turnuvalara entegre edilebilir mi, yoksa geçmişte olduğu gibi bir süre popüler olup sonra unutulmaya mı mahkûm?

Burada en kritik nokta şu: Freestyle Chess, aslında üst düzey oyuncuların ihtiyacına yönelik bir çözüm. Satranç dünyasında ilk 100'ü bir kenara koyarsak, profesyonel veya yarı profesyonel olarak oynayan milyonlarca oyuncu ve satrancı sadece keyif almak için izleyen amatörler için klasik satranç hâlâ mükemmel bir oyun.

Benim de içinde bulunduğum bu grup için klasik satranç büyük bir bilmece olmaya devam ediyor. Onun derinliklerinde kaybolmak hâlâ inanılmaz keyifli. Ancak elit seviyedeki oyuncular için durum biraz farklı.

Belki de galibiyet elde etmenin zorluğu onları bir çıkış yolu aramaya itiyor. Freestyle Chess, onların büyük bir şov sunma, daha fazla para kazanma ve ilgi çekme noktasında gördüğü bir alternatif. Ama dünya çapında milyonlarca satrançsever için Freestyle Chess, klasik satrancın yerini alacak bir format olmaktan çok uzak.

Klasik satranç turnuvalarının en büyük sorunu, oyuncuların insiyatifine bağlı olması. Bize çok kısır, mücadele gücü düşük oyunlar da izletebilirler yahut risk alıp inanılmaz bir turnuva da sunabilirler. Ancak üst düzeyde oynanan satrancın doğası gereği, hamle tekrarları ve kısır beraberlikler kaçınılmaz.

İşte Freestyle Chess, tam da bu noktada devreye giriyor. Taşların rastgele dizilmesiyle bilinen açılış teorisi tamamen ortadan kalkıyor. İki güçlü ve teknik oyuncunun klasik satrançta oynadığı bir oyun belki sıkıcı olabilir, ancak Freestyle Chess'te, her iki tarafın da bildiği kalıpların dışına çıkmak zorunda olması oyunu baştan sona büyük bir meydan okumaya dönüştürüyor.

Bu format, en üst seviyedeki oyuncular için satrançta yeni bir heyecan sunabilir. Onlar, klasik satrançta her şeyin hesaplanabilir hale gelmesinden sıkılmış olabilirler. Ama dünyanın geri kalanı için, satranç hâlâ dramatik anlar ve unutulmaz karşılaşmalar yaratmaya devam ediyor.
 

Fotoğraf: Pixabay
Fotoğraf: Pixabay

 

O hâlde son olarak şu husustaki fikirlerinizi de merak etmiyor değilim. Sizce Freestyle Chess uzun vadede klasik satranca rakip olabilir mi?

Freestyle Chess'in, dünya çapında bir fenomen haline gelmesi zor. Ancak en üst seviyede kanonik bir formata dönüşmesi muhtemel.

Dünyadaki milyonlarca satranç sever hâlâ klasik satrançtan keyif alıyor ve almaya da devam edecek. Turnuvalar hâlâ büyük heyecan yaratıyor, uluslararası ve yerel etkinliklerde hâlâ büyük mücadelelere tanık oluyoruz. Örneğin, son Türkiye Şampiyonası'nda Vahap Şanal ve Mustafa Yılmaz arasında muhteşem oyunlar oynandı. Bu seviyede bile satrancın derinliği altında eziliyoruz.

O yüzden Freestyle Chess, büyük balıkları ilgilendiren bir oyun. İlk 20'deki oyuncuların sıkıntılarına çözüm sunan, onlara yeni bir meydan okuma alanı açan bir format.

Biraz kaba bir örnek olabilir ama bu oyuncular o kadar yüksek seviyede oynuyorlar ki, birbirlerini yenmeleri klasik satrançta giderek zorlaşıyor. Mesela benim kendi seviyemdeki bir oyuncuyu, formdaysam ve psikolojim yerindeyse, üst üste birkaç kez yenmem mümkün.

Aynı şekilde üst üste birkaç kez kaybetmem de olası. Ama dünyanın en iyileri için bu tür sonuçlar çok daha nadir yaşanıyor. Satrancı makineler kadar iyi oynayan oyuncular için, galibiyet almak artık çok zorlaştı. İşte bu yüzden Freestyle Chess, onların sıkıntılarını gidermek için geliştirilen bir format.

Ama dünya çapında klasik satrancın tahtını sallaması? Ben bunu pek olası görmüyorum.


Sayenizde hem ben hem de satranca ilgi duyan okuyucularımız bugünkü sohbette oldukça kıymetli bilgiler edindik. Bunun ötesinde satranç üzerine sizin rehberliğinizde nasıl düşünebileceğimi kavramış olduk. Satrancın yalnızca bir spor yahut mücadele olmadığını, aynı zamanda bilim ve sanatı da kapsadığını gözler önüne sererek başladığımız bu sohbette 7 Şubat Cuma günü Almanya'nın Wangels şehrinde ilk kez bu kadar büyük çaplı bir şekilde düzenlenen, Türkiye'de henüz pek bilinmeyen Freestyle Satrancı da tanımış olduk. Profesyonel bir oyuncu olmanızın yanı sıra antrenör ve satranç yazarlığı, yayıncılığı kimliğinizle de birçok insana satrancı sevdirdiğiniz için sizlere ne kadar teşekkür etsek azdır. Önümüzdeki turnuvalarınızda size başarılar diliyorum. Yeni formatlarla satrancın nasıl şekilleneceğini, sizin de söylediğiniz üzere hep birlikte göreceğiz. Ancak şurası kesin: Satranç hangi evrimleri geçirirse geçirsin, tahtanın başına oturduğumuzda yaşadığımız o mücadele ve heyecan asla kaybolmayacak, sizin ifadenizle satranç tutkumuz.
 

 

Selim Çıtak hakkında:

1985 yılında İstanbul'da doğan Selim Çıtak, satranca çocuk yaşlarda ailesinin oyunlarını izleyerek ilgi duydu.

İlk ciddi turnuva deneyimlerini ilkokul yıllarında yaşadı ve kısa sürede takım ve bireysel yarışmalarda başarılı sonuçlar elde etti.

2001 yılında, 16 yaşındayken ilk ELO puanı 2059 olarak yayımlandı. Üniversite sınavları nedeniyle satranca kısa bir ara verdikten sonra, üniversite yıllarında tekrar yoğun bir şekilde çalışmaya başladı.

2005 yılında 2350 ELO'ya ulaşarak Türkiye satrancında dikkat çeken genç oyuncular arasında yer aldı.

2006 yılında Türkiye B Milli Takımı'nda yer aldı ve aynı yıl IM normunu tamamladı.

Ancak bu dönemin ardından profesyonel satrançtan uzaklaşarak farklı alanlara yöneldi.

2009-2019 yılları arasında satrancı daha çok hobi olarak sürdürdü ve yalnızca sınırlı sayıda turnuvaya katıldı.

Pandemi döneminde satranca farklı bir perspektiften yaklaşarak biyografik satranç kitapları yazmaya başladı.

Blackburne, Alekhine ve Magnus Carlsen üzerine yayımladığı çalışmalar satranç camiasında geniş yankı uyandırdı.

2022 yılında son kitabını tamamladıktan sonra, satrançta yeni bir meydan okuma arayışına girdi.

Aktif olarak üst düzey seviyede profesyonel satranç oynamaya devam ediyor.

Bunun yanı sıra satranç antrenörü olarak genç satranç oyuncuları yetiştiriyor. 

 

 

*Bu makalede yer alan fikirler yazara aittir ve Independent Türkçe'nin editöryal politikasını yansıtmayabilir. 

© The Independentturkish

DAHA FAZLA HABER OKU