Türk Silahlı Kuvvetleri'nin Suriye'nin kuzeyine yönelik askeri operasyon hazırlıkları içerisinde olduğu bu günlerde, terör örgütü PKK'nın Suriye kolu YPG/YPJ'den Türkiye aleyhtarı açıklamalar ve tehditler gelmeye devam ediyor.
Özgür Politika gazetesine konuşan YPG Sözcüsü Nuri Mehmud, Türkiye'nin hedefinin Misak-ı Milli sınırlarına ulaşmak ve ardından tarihteki Osmanlı Devleti'ni canlandırmak olduğunu, Suriye'nin kuzeydoğusunda 30 kilometrelik toprak ilhak etmeyi amaçladığını, Rojava'nın Türkiye'nin saldırılarına karşı duracağını, üç kanton şeklinde geliştirilen Rojava Devrimi'nin Kuzey-Doğu Suriye Özerk Bölgesi'ni teşkil ettiğini, cihadizm ve faşizm hedeflerine ulaşmak isteyen Türkiye'nin niyetinin Kürtleri katlederek bu bölgedeki demografiyi değiştirmek olduğunu öne sürdü.
Bu ithamlar tek tek incelenecek olursa, bir tanesinin dahi doğru olmadığı görülebilir.
Anayasasının ikinci maddesinde insan haklarına saygılı, Atatürk milliyetçiliğine bağlı, demokratik, laik ve sosyal bir hukuk devleti olduğunu açıkça ilan eden Türkiye'nin, ırk ayrımcılığıyla, cihatçılıkla, faşizmle, toprak ilhakıyla, istilayla veya işgallerle uzaktan yakından ilgisi yoktur.
Türkiye Cumhuriyeti'nin kurucusu Mustafa Kemal Atatürk'ün "Yurtta sulh cihanda sulh" anlayışını icra eden ve "milletin hayatı tehlikeye maruz kalmadıkça savaşın bir cinayet olduğuna" inanan silahlı kuvvetler, mecbur kalmadıkça başka ülkelerde silah kullanmamaktadır.
Türkiye, kurulduğu andan bu yana başka bir ülkenin toprağını ele geçirmediği gibi, sadece terörizmle mücadele, meşru müdafaa ve milli savunma gibi gerekçelerle sınırlı olmak kaydıyla, geçici ateş gücü kullanma yoluna gitmiştir.
Esasen Türkiye'nin Suriye'deki geçici askeri varlığından "istila" veya "işgal" olarak bahsedilemez iken, YPG/YPJ'yi DEAŞ'a karşı mücadele veren kahramanlar olarak gören kimi araştırmacılar, TSK'nın olası operasyonunu defaatle bu minvalde adlandıran raporlar yayımlamaktadırlar.
Örnek vermek gerekirse, Hollanda merkezli Uluslararası Terörizmle Mücadele Merkezi için kaleme aldıkları "Suriye'deki Türk Askeri Taarruzu: Terörizmle Mücadele Operasyonlarının Sonuçları" başlıklı çalışmalarında Martijn Vugteveen ile Joshua Farrell-Molloy, defalarca "Türk istilası" tabirine yer vermişlerdir.
Olası "Türk istilası" neticesinde ABD ile Suriye Demokratik Güçleri'nin (SDG) DEAŞ'a karşı yürüttüğü terörizmle mücadele operasyonlarının sekteye uğrayabileceğini, insani krizlerin yaşanabileceğini, bölgede Rus aktivitesinin artış gösterebileceğini ve jeopolitik istikrarsızlığın ortaya çıkabileceğini yazan yazarlara göre;
Türklerin 2018'de Afrin'i istilası, SDG'nin çabalarının ivme kaybetmesiyle DEAŞ'ın savaş alanında kısa bir süreliğine yeniden inşasına tanık olmuştur. 2019 istilası da benzer bir aksama yaşamıştır, zira SDG savaşçıları bir kez daha kuzeyde Türk destekli güçlerle savaşmak amacıyla DEAŞ'a karşı operasyonlardan çekilmiş ve DEAŞ propagandası aynı dönemde saldırıların arttığını ilan etmiştir (her ne kadar Doğal Kararlılık Operasyonu yetkilileri daha sonra iddiaları geri püskürtmüş olsalar da).
Ne yazık ki, bu çalışmada yazarlar DEAŞ'a karşı omuz omuza mücadele veren tek ordunun TSK olduğunu, Türkiye'nin durduk yere Suriye'de askeri operasyonlar düzenlemediğini, taciz atışlarına ve terör saldırılarına maruz kaldığı için bunlara mecbur kaldığını, bu operasyonların istila veya işgal anlamına gelmeyip meşru müdafaa için icra edildiğini, YPG/YPJ'nin savaş suçları işlediğini, çocuk askerler devşirdiğini, hastane ve okulları askeri amaçla kullandığını, bu örgütün terör örgütü PKK'nın Suriye kolu olduğunu göz ardı etmişlerdir.
Suriye'de jeopolitik istikrarı sağlayabilecek olan adım, dinî motivasyonlu bir terör örgütüne karşı etnik ayrılıkçı bir terör örgütünü şemsiye olarak kullanmaktan değil, bölgesel barışı hâkim kılmak için çaba sarf eden aktörlere destek olmaktan geçmektedir.
*Bu makalede yer alan fikirler yazara aittir ve Independent Türkçe'nin editöryal politikasını yansıtmayabilir.
© The Independentturkish