Ağa-yı Ekrem-i âlî-cenâb kavlince Ağa-yı a'zam,
Dârü's-saâde Hacı Beşir Cihân-ı hayırdır ehl-i sevâb kavlince…
İzmir şehrinin en önemli turistik mekanlarından birisi olan Kızlarağası Hanı, tarihi Kemeraltı Çarşısı içerisinde Çankaya olarak bilinen semtin kenarında yer almaktadır.
Kemeraltı Çarşısı'nda pek çok tarihi han bulunmakla beraber Kızlarağası Hanı bunlar içerisinde en iyi korunmuş olanıdır.
İki yanında Çuha ve Cevahir bedestenleri bulunan Kızlarağası Hanı, iki katlı olup ortasında geniş bir avlu mevcuttur.
Kızlarağası Hanı, Sultan III. Ahmet ile Sultan I. Mahmut'un Dârüssaade ağalıklarını yapmış olan Hacı Beşir Ağa tarafından 1744 yılında yaptırılmıştır.
Hanın önünde bulunan 1675 tarihli çeşmenin kitabesinde söz konusu hayratın muhtemelen hanın inşa edildiği tarihten önce bu mahalde mevcut olduğu ve kitabenin Kızlarağası Hanı'na değil, o çeşmeye ait olduğu anlaşılmaktadır.
Peki, kimdir bu güzel hanı İzmir şehrine inşa eden Hacı Beşir Ağa?
Kızlar Ağası Hacı Beşi̇r Ağa
Hacı Beşir Ağa, harem ağalarının en ünlülerinden olup XVII. yüzyıl ortalarında doğmuş, muhtemelen küçük yaşta köle olarak İstanbul'a getirilmiş ve kızlar ağası Yapraksız Ali Ağa'nın yanında yetişerek döneminin önemli bir devlet adamı olmuştur.
Beşir ismi, kendisinden önce birçok Afrika kökenli hadım için kullanılmış olsa da kendisinden sonra hemen halefi Moralı Beşir Ağa'dan başlayarak harem ağaları arasında yaygınlaşmıştır.
Onun ismini Beşir olan diğer hadım ağalarından ayırmak için Mekke'ye hac ziyaretinde bulunduğunu gösteren 'Hacı' unvanı ile anılır olmuştu. 1
Şeyhülharem olarak atanan Beşir Ağa'nın bu durumu darüssaade ağalığı yapmadan önce bu görevde bulunduğundan ötürü esasen olağan bir durumdu.
1716 yılı geldiğinde Beşir Ağa artık darüssaade ağalığı yapmak üzere İstanbul'a çağrılır. Bu yıllarda altmışlı yaşlarında olmalıdır.
Yine de doksan yaşlarına kadar devam eden uzun ömrü onu bu görevde tam 29 yıl boyunca tutacak ve görev süresinin daha başında Nevşehirli Damat İbrahim Paşa'yı veziriazamlığa terfi ettirerek ne kadar etkili biri olduğunu kanıtlayacaktır.
Jane Hathaway'in, Beşir Ağa'nın etkili bir devlet adamı olmasının yanı sıra onun bir kitap meraklısı olmasına değinmeden geçilmemesi gerektiğine dikkat çekmiştir.
Topkapı Sarayı'nın yakınına inşa ettirdiği külliyesinin ilginç bir şekilde hareme bitişik bir şekilde yapılan kütüphane odasında çoğu Hanefi fıkhı ve ilahiyat eserlerinden müteşekkil 1007 cilt kadar kitap bulunması, Beşir Ağa'nın kitaplara olan tutkusunu gösteren misallerdendir.
Hacı Beşir Ağa gibi Osmanlı Devleti'nde Darüssaade Ağaları zamanla güçlerini artırarak, devlet idaresinde söz sahibi olmuş̧ ve görevlerinin dışına çıkarak devletin iç ve dış olaylarına müdahale etmeye başlamışlardı.
Hacı Beşir Ağa ile birlikte, Osmanlı Devleti'nde Darüssaade Ağaları'nın devlet hayatına müdahaleleri doruk noktasına ulaşmıştır.
Beşir Ağa, 1717 yılında Darüssaade Ağalı'ğı görevine atanması ile birlikte Osmanlı Devleti'nin merkez yönetimi içersinde bulunmağa başlamış gerek iç gerekse dış siyasette meydana gelen gelişmeleri yakından takip etmişti.
Zira sahip olduğu makam ve bu makamın getirdiği yetkiler ve münasebetler ister istemez Beşir Ağa'nın sarayda siyasi hayatta yer almasını zorunlu kılmıştır.
Ayvansarayî Hüseyin Efendi ünlü eserinde "Mabedin 'mürurı eyyam ile minaresi kalıp camiden eser kalmamakla Darüssaade Ağası bulunan Koca Ağa denmekle maruf Hacı Beşir Ağa müceddeden bina ve mahfeli hümayun ve vezaif tayin ile ihya buyurmuşlardır" derken Beşir Ağa'nın bugün yalnız haziresi kalmış olan Karağaç Camii'ni yeniden yaptırdığını belirtmiştir.
Hakikaten Osmanlı ağa ricali arasında onun kadar hayır ve hasenatı olan bir zat mevcut değildir.
Darüssade Ağası Hacı Beşir Ağa
Hacı Beşir Ağa, Darüssaade Ağası olarak tayin olduğu 1717 yılından 1746 yılına kadar kesintisiz olarak 29 yıl bu vazifesinin başında kalmış ve görevi başında eceliyle vefat etmiştir.
Osmanlı Devleti tarihinde en uzun süre Darüssaade Ağalığı görevi yürüten Hacı Beşir Ağa, 18'inci yüzyılda Osmanlı devlet hayatına damga vuran şahsiyetlerlerden biridir.
Ayrıca Osmanlı toplumu yararına kurmuş olduğu vakıflar onu ölümsüzleştirmiş ve genel bir algı olan haremin ve harem ağalarının Osmanlı devletine zarar verdiği düşüncesinin yanlış bir algıdan ibaret olduğunu ortaya koymuştur.
Padişah haremlerinde hadımların istihdam edilmesi Osmanlılar'dan çok daha önce kurulan birçok devlette uygulana gelen bir usuldü.
Dünya tarihinin en büyük devletlerinden bir olan Çin İmpatatorluğunda18 Roma İmparatorluğunda, Bizans İmparatorluğu'nda, İslam dünyasının önemli devletlerinden Abbasi ve Memluk haremlerinde Afrika kökenli hadımlar bulunduruluyordu.
İslam devletlerinde ise haremde hadım kullanma usulünün yaygınlaştığı dönem Abbasi Devleti dönemidir. 2
Hadım ağaları haremin kapısında beklerler ve harem kapısında yer alarak padişahın dışında bir erkeğin hareme girmesini engellerlerdi. 3
Harem ağalığı kurumunun en önemli ismi olan ve Hacı Beşir Ağa'dan önce bir dizi etkin Darüssaade Ağası dikkati çekmektedir.
Bu isimlerin başlıcaları 1650'li yıllarda görev yapan Süleyman Ağa, ondan sonra bu görevi ifa eden Bayram Ağa ve Sultan IV. Mehmet'in 16 yıl gibi uzun bir süre Darüssaade Ağalını yapan Yusuf Ağa ayrıca 18'inci yüzyılın başında Hacı Beşir Ağa'dan önce bu görevi yürüten Süleyman Ağa'nın kariyeri Darüssaade Ağalarının yükselişine tanıklık etmektedir. 4
Haremin Kızlar Ağası olarak bilinen bu önemli şahsiyetlerini tanımadan önce onların Afrika'dan köle olarak Osmanlı sarayına nasıl geldiklerini ve devlet adamına dönüştüklerini ele almakta fayda vardır.
Osmanlı'da kölelik ve Afro-Türklerin Anadolu'daki serencamı
İstanbul, Bizans İmparatorluğu'ndan itibaren köle statüsündeki insanları barındıran bir şehir olup Osmanlı Devleti de, Akdeniz coğrafyasındaki pek çok devlet gibi kamu kölesi tutan bir devletti.
Osmanlı'da kölelik neden vardı, sorusuna verilecek ilk cevap yaşam şeklini İslami teamüllere dayandıran son Türk-İslam İmparatorluğunun kanunlarının kaynağını Kur'an'dan almış olmalarından ileri gelir.
Dolayısıyla Osmanlı'daki köleliği tenkit edenler aynı eleştiriyi bilerek ya da bilmeyerek Kuran'a yöneltmiş olacaklardır.
Zira kölelik ve kölelere muamele Kuran'da açıkça ifade edilmiştir. İkinci cevap ise Osmanlı döneminde köleliğin tüm kıtalarda daha şiddetli bir şekilde mevcut olduğu hakikatiyle açıklanabilir.
Yani o dönem şaşkınlıkla karşılanmayacak bir durum olan kölelik müessesesini günümüz değerleriyle yargılamak zaten başlı başına bir hata olacaktır.
Aynı kesim, Sultan II. Mehmet'i devlet nizamı için koyduğu bir kanunundan ötürü çocuk katili diye itham edecek kadar ileri gitmiştir.
Halbuki Fatih döneminde diğer medeniyetlerle kıyaslandığında Osmanlı Devleti'nin büyük bir hoşgörü devleti olduğu görülecektir.
Arnold Tonybee bir çalışmasında bu devlet teşekkülünü "Platon'un idealar devletine en yakın teşekkül" olarak belirtmekten kendini alamamıştır. 5
Osmanlı mahkemelerinde kaydolunan davalarda kölelerin yaşamları ve Türk toplumundaki yerleri hakkında önemli bilgiler bulunmaktadır.
1565 yılında köle eşkâli ile ilgili bir kayıtta Mustafa, Bosnevi adlı bir kölenin uzun boylu, sarışın, açık kaşlı, elâ gözlü olduğuna binaen Boşnak kökenli olduğu anlaşılmaktadır.
1566 yılındaki bir kayıtta ise hizmetkarla köle ayrımı yapılmaktadır. Süleyman b. Abdullah'ın köle değil hizmetkâr olduğu özellikle vurgulanmıştır.
Öyle ki, "Garîb yiğitler zümresinden Kara Hüseyin b. Abdullah nâm kimesne işbu hâmilü'l-hurûf uzun boylu kara gözlü açık kaşlı, yüzünü çiçek bozmuş Süleyman b. Abdullah nâm kimesne mahzarında ikrâr ve takrîr-i merâm edip mezbûr Süleyman benim kulum [kölem] değildir hizmetkârımdır Ermeni oğlanıdır" ifadesinden Ermeni asıllı olduğu Süleyman adlı kişinin yalnızca hizmetçi olduğu anlaşılmaktadır.
1801 yılındaki bir kayıtta Esirci Mehmed Emin b.Receb'in, Tuğcuzâde Abdülkadir Efendi'den satın aldığı cariye Zenciye Şirin'in illetli olmadığı ifade edilmektedir.
Burada Zenciye Şirin'in Afrika kökenli olduğu ve Türk sinemasında Arap bacı rolüyle bilinen Dursune Şirin'in büyük babaannesi olması gerekir.
1863 tarihli bir belgede ise artık Çerkez muhacirlerin aralarındaki hür ve kölelik davalarına Anadolu ve Rumeli kazaskerleri ile İstanbul kadısının bakması gerektiği kaydedilmişti.
Kölelikten azat edilmelerinde mesela Abbas Beşe b. Abdullah'ın, Rus asıllı Âsiye bt. Abdullah'ı kölelikten azat ettiğine dair mahkeme kaydındaki üslup dikkate şayandır. 6
Batı dünyasında kölelik olgusunun siyahilerin aşağı ırk olduğuna dayalı bir düşünceye bağlanması Afrika kökenli halkların topluma ayak uydurmasını son derece zorlaştırmıştır.
Halen Avrupa ve Amerika'da siyahi ırkçılığa karşı halkın protestolarının altında bu hakikat yatar.
Halbuki Osmanlı Devleti buna müsaade etmemiş hatta Osmanlı deniz sınırlarında esir taşıyan ve yakalanan gemilerdeki halk tekrar esir düşmesin diye İzmir, Aydın gibi şehirlere bir vatandaş olarak yerleştirmiştir. 7 Beşi̇r Ağa da bu ailelerden birinden gelmektedir.
Hacı Beşi̇r Ağa'nın etnik kökenleri̇
Osmanlı Devleti'nde hareme giren siyahi hadım ağalarının kökenleri kesin olarak bilinmemekle birlikte bu hadım ağalarının Afrika ülkelerinden köle tüccarları tarafından köle pazarlarında satılmak üzere küçük yaşlarda kaçırıldıkları veya ailelerinden satın alındıkları bilinmektedir.
Osmanlı köle pazarlarına getirilen bu kölelerin hangi ülkeden getirildiği kesin olarak bilinmese de genel olarak siyahi köleler Bornu, Sudan, Darfur, Etiyopya'dan toplanıyordu.
Bölgelerden toplanan bu köleler, Sahara Çölü, Etiyopya Platosu, Kızıldeniz, Nil Vadisi, İran Körfezi ve Hac güzergâhı üzerinden geçerek Arabistan'a ulaşırlardı.
Afrika köle pazarlarında satılmak için toplanan bu kölelerin hangi ülkeden getirildiklerine dair kesin bilgilerin olmamasından ötürü Hacı Beşir Ağa'nın da hangi tarihte ve hangi ülkede dünyaya geldiğine dair veriler elde etmek mümkün değildir.
Beşir Ağa, hareme Padişah II. Mustafa'nın Darüssaade Ağası olan Yapraksız Ali Ağa (1695-1701) zamanında alınmıştır.63 Bu durumda Beşir Ağa'nın 1695 yılında yani 20 yaşında hareme girdiğini varsayarsak 1675 yılında doğmuş olduğu ortaya çıkar.
Bir başka ihtimale göre ise Beşir Ağa'nın 1680 yılı civarında dünyaya gelmiş olduğunu söyleyebiliriz. 8
Beşir Ağa'nın Kıbrıs adasındaki Mağusa'da uygun bir yerde ikamet ettirilmesi ve padişahın izni olmadan başka bir yere gönderilmemesine dair belge ise onun bir dönem sürgün edildiğini ortaya koyar.
Beşir Ağa'nın neden görevinden alınıp sürgüne gönderildigine dair arşiv belgelerinde herhangi bilgi yer almasa da bu hususta Silahtar Fındıklılı Mehmet Ağa eserinde "miriye ihanet töhmetiyle" suçlandığını belirtmektedir.
Bununla birlikte Beşir Ağa Kıbrıs adasında bir sene ikamet ettikten sonra Padişahın affına mazhar olmuş, 24 Mayıs 1714 tarihinde çıkan bir padişah fermanı ile Medine-i Münevvere Şeyhülharemliği görevine atanmıştı.
Beşir Ağa son günlerini Eyüp'teki Valide Sultan sarayında padişah ve harem halkının taşınmasından dolayı yalnız geçirmiş, 2 Haziran 1746 Perşembe günü saat ikide Eyüp'teki sarayda vefat etmiştir.
Vefat haberi padişaha hemen ulaştırılmış, cenazesi bir sandala konarak vasiyeti üzere Eyüp Türbesi'nde yaptırdığı mezara defnedilmiştir.
Terekesinde tespit edilen kitapların yekünu, onun kitaplara karşı olan tutkusunu ve entelektüel karakterini göstermektedir.
Bu kitap merakından dolayı Beşir Ağa, imparatorluğun birkaç yerinde kütüphaneler yaptırdığı gibi bazı kütüphanelere kitap yardımında da bulunmuştu.
İzmir Kızlar Ağası Hanı
İzmir Kemeraltında meşhur Hisar Camii yanında yer alan bina, Kızlar Ağası hanı ismi ile bilinir. Hanın, ana giriş kapısının üzerinde bulunan kitabede 1744 yılında Darüssaade Ağası Hacı Beşir Ağa tarafından inşa ettirildiği bilgisi yer almaktadır. 9
Beşir Ağa'nın bu han dışında İzmir'de bir saçmahanesi bulunmaktaydı.
Osmanlı Arşivinde yer alan bir belgede "...masârıf-ı vilâyet-i tevzi'inden sâbıka-ı Darüssâde-i şerife Ağâsı El-hâc Beşir Ağânın vakf-ı şerîfi musakkafatından Medine-i İzmir de vâkı' hân ve Sâçmahâne müstecîrlerinin..." şeklinde yer alan bu izahatta saçmahaneden bahsedilse de günümüzde böyle bir yapı mevcut değildir.
Hacı Beşir Ağa'nın vakıf gelirleri arasında en çok yekûnu tutan yapılardan bir tanesi İzmir'deki bu büyük han olup 71 dükkân ve 18 mahzenle sayı olarak verilmemiş dükkânlar olarak kaydedilmiş mülkler bulunmaktadır.
Başta İstanbul olmak üzere İzmir, Haleb, Şam ve Sakız Adası'nda binalar, Manisa'da bir çiftlik, Aydın livasının Köşk kazasında bir çiftlik mevcuttur.
Hacı Beşir Ağa Osmanlı Devleti'ne hizmetleri yanında Anadolu'nun çeşitli yerlerinden inşaa ettirdiği hayratı ve müesseseleriyle hayırla anılmaktadır.
Bir Osmanlı münevveri Afro-Türk şahsiyet olarak İzmir'e armağan ettiği Kızlarağası Han'ı, Hacı Beşir Ağa'nın tarihi kimliğini şehirle ölümsüzleştiren bir yapı olarak halen ayakta durmaktadır.
Notlar:
1. Halit Ziya Usaklıgil’in eseri Ask-I Memnu adlı kitabında gecen Besir karakterinin de bir Afro-Türk olması tesadüf olmasa gerek. Bkz. Usaklıgil, Halit Ziya, 2009, Ask-I Memnu, YPY. Istanbul.
2. Osmanlı Devleti sınırları içinde müslüman ve gayri-müslimlerin hadım edilmesi yasaktı. Bundan dolayı Osmanlı saraylarında istihdam edilen hadımlar ya savaşlardan elde edilen esirlerden ya da Osmanlı köle pazarlarına dışarıdan getirilmiş hadım kölelerden sağlanıyordu. Başlangıçta daha çok istihdam edilen beyaz hadımlar, genellikle esirler arasında seçiliyordu. Ancak bunların hadım ameliyatına dayanıksız olması ve hadım edildikten sonra çok fazla yaşamamaları üzerine zenci hadımlar haremde istihdam edilmeye başlandı. Böylece Osmanlı saraylarında siyahi hadımlara olan ilgi giderek artmaya başladı. Afrika kökenli hadımların kaynağı ise Habeşistan ve Orta Afrika ülkeleri idi. Buralara giden tüccarlar hadım edilmiş esirleri alarak Mısır, İstanbul ve diğer Akdeniz limanlarında satıyorlardı.Harem sisteminin Osmanlı sarayında ortaya çıktığı yıllar, fetih döneminin en parlak yıllarına tekabül ettiği için beyaz hadım bulmakta sıkıntı çekilmemişti. Bununla birlikte Osmanlı sınırlarının Balkan coğrafyasında yoğunlaşması ve fetihlerin bu minvalde gerçekleşmesi beyaz hadımların ağırlıklı olarak kullanılmasına neden olmuştur. I. Selim (1512-1520) ile birlikte Mısır’ın fethedilmesi ve Osmanlı Devletinin Ortadoğu coğrafyasındaki temel güç haline gelmesi sayesinde harem için gerekli olan hadım ağaları artık Mısır bölgesinden temin edilimeye başlanıldı. Siyah dünyanın kalbine olan yakınlığı, Mısır’da kökleri Firavunlar çağına kadar giden siyah hadım kullanımı Osmanlı sarayınında da siyah hadımların gittikçe artan oranda kullanımına neden olmuş ve Mısır valilerinin önemli görevlerinden biride sarayın hadım ihtiyacının karşılanması olmuştur. Osmanlı Devleti saraylarında istihdam edilen hadımlar iki gruba ayrılır bunlar; Beyaz Hadımlar (Akağalar) ve Kara Hadımlar (Karaağalar)dır. Akağalar sarayın Enderun kısmında görev yaparak, padişahın günlük hizmetlerinde istihdam edilmişlerdir. Akağalar’ın görevi Babüssaade adı verilen ve Enderun’un bulunduğu avluya açılan kapının güvenliğini sağlamaktır. Bundan dolayı bazen Akğalar’a “Babüssaade Ağaları” ismi de verilmektedir. Babüssaade Ağaları’nın amirlerine ise “Babüssaade Ağası” denilmekteydi. Başlangıçta Babüssaade Ağası hem Enderun’un hemde Harem’in amiri konumunda iken XVI. yüzyılın sonuna doğru buradaki Haremin idaresindeki üstünlük zenci hadım ağalarına geçti. Karaağalar ise sarayın harem kısmında görev yaparlar. Harem için gerekli olan hizmetler bunlar tarafından yerine getirilmektedir. Bkz, Mehmet Zeki Pakalın, “Darüssaade”,Osmanlı Tarih Deyimleri ve Terimleri Sözlüğü, C. I, İstanbul 1993, s. 400.
3. Reşat Ekrem Koçu, “ Darüssaade”, İstanbul Ansiklopedisi, C. IV, İstanbul 1996, s. 4251; Ülkü Altındağ, “Darüssaade”, DİA, C. 9, İstanbul 1992, s. 1-3.
4. Hariciye Nezaretinde Ragıp Paşa’ya gönderilen bu fermanda talep edilen yirmi tane hadım kölenin (tavaşinin) yaşı on beş ile yirmi arasında ve boyları postları gösterişli, kulakları iyi duyan ve düzgün konuşabilen kişiler olması istenmekteydi. Saraya gelen zenci hadımlar bir taraftan vazifelerini yaparlarken bir taraftan eğitimlerine de devam ederlerdi. İlk önce onlara güzel Türkçe konuşma, daha sonra sarayın adabı ve işlerinin gerektiği davranış biçimleri öğretilirdi. Belli bir tecrübe kazandıktan sonra haremin içerisinde bulunan şehzade, kadın efendiler, hanım sultan ve valide sultan dairelerinde baş ağa olarak görev alabilirlerdi. Baş Ağalık görevi ocak yoluyla olmayıp hadım ağalar içerisinde liyakat sahibi olanlardan seçilirdi. Darüssaade Ağalarına halk arasında “Kızlar Ağası” ismi verilmektedir. Bu ismin yanı sıra haremdeki hadım harem ağalarının en büyüğü olması hasebiyle de “Büyük Ağa” ismi verilebilmektedir. Osmanlı belgelerinde ise “Darüssaade-i Şerife Ağası” unvanı kullanıldığı görülmektedir. İsmail Hakkı Uzunçarşılı, Osmanlı Devleti’nin Saray Teşkilatı, TTK, Ankara 1988, s. 172;
5. İşin ilginç tarafı şudur ki, Afrika’daki Türk varlığına “Afrika Talanı” demekten hicap duymayan bu kesim, Belçika’nın Kongo’da, Almanya’nın Namibya’da, Fransa’nın Senegal’de yaptığı kıyımlara veya yaşlı kıtayı altüst eden transatlantik köle ticaretine ses çıkarmazlar. İşte kölelik adı altında Osmanlı Devleti’ne karşı yapılan bu bilinçli karalama kampanyasına belgeler ışığında yanıt vermek icap eder.
6. Avrupa’da İngiltere’den sonra köleliği ilk kaldıran Osmanlı İmparatorluğu’dur. Buna rağmen İngiltere’nin Afrika’daki sömürgelerinde köleliğin devam ettiğini biliyoruz. Kölelik Sultan Abdülmecid döneminde 1847 yɪlɪndaki bir fermanla yasaklanmış ve bu yasağa tam manasɪyla uyan tek devlet Osmanlɪ Devleti olmuştur. Bu hususta detaylı bir çalışma için bkz. ÜRKÜNDAĞ, Ayhan 2017, DARÜSSAADE AĞASI HACI BEŞİR AĞA VE HAYRATI, AFYON KOCATEPE ÜNİVERSİTESİ, SOSYAL BİLİMLER ENSTİTÜSÜ TARİH ANABİLİM DALI DOKTORA TEZİ.
7. Sir Paul Rycaut'un ''erkeklere ilgi duymaktan vazgeçmemiş olan kadınların (...) onlardan tiksinmelerini sağlamak için yalnızca iğdiş edilmekle kalmıyor, aynı zamanda kapkaralardan, bu Afrika ırkının en çirkinlerinden seçiliyorlardı'' görüşlerinden faydalanarak cevap vermeye çalışan Jane Hathaway, bu görüşü, her ne kadar yazarın ırksal ön yargılarını ortaya koysa da, döneme dair aydınlatıcı bilgiler olarak değerlendirilebilir. Bkz. Tay., Lokman, 2014, Dâr-üs'saâde ağası Hacı Beşir Ağa ve eserleri, Yer Bilgisi: Erciyes Üniversitesi / Sosyal Bilimler Enstitüsü / Sanat Tarihi Ana Bilim Dalı / Sanat Tarihi.
8. Silahtar Fındıklılı Mehmet Ağa, a.g.e., s. 832
9. İzmir’in 17. yüzyıldan itibaren Akdeniz ticaretinde önemi gittikçe artan bir liman şehri olmasıyla şehir büyümeye başlamıştır. 18. yüzyıldan itibaren Avrupalı tüccarların kapitülasyonlar vasıtası ile şehre yerleşmeleri şehrin uluslararası ticarette öneminin artmasını sağlamıştı. Bkz, Münir Aktepe, İzmir Yazıları, Camiler, Hanlar, Medreseler, Sebiller, Haz. Fikret Yılmaz, İzmir Büyükşehir Kent Kitaplığı, İzmir 2003, s. 118
*Bu makalede yer alan fikirler yazara aittir ve Independent Türkçe'nin editöryal politikasını yansıtmayabilir.
© The Independentturkish