Ankara'nın Finlandiya ve İsveç'in NATO'ya katılımını engelleyeceği yönündeki açıklamalarından sonra konu, dünya gündeminin baş sıralarına oturdu.
Mesele, birçok farklı yönüyle tartışılıyor ve uzun bir süre de tartışılmaya devam edecek.
Bu tartışmalar çerçevesinde görüşlerimi özetlemek isterim:
ABD bir tarafta, gerisi karşısında
ABD, 1990'lardan sonra oluşan tek kutuplu dünya projesini sürdürmek istiyor. Tek kutuplu dünya, ABD'nin dünya enerji kaynakları ve yolları üzerindeki tam hâkimiyetini ve doların egemenliğini ön görüyor.
Washington'un bu hedefine ulaşabilmesi için köklü devlet geleneğine, güçlü ordu ve ekonomiye sahip ülkelere diz çöktürmesi gerekiyor.
Çin, Rusya, Türkiye, İran bu ülkelerin başından geliyor. Bu ülkeleri parçalamak ya da kuşatarak boğmak, ABD'nin temel stratejisi.
ABD'nin hedefinde sadece karşı cephede gördüğü Avrasya'nın öncü güçleri ve ezilen ülkeler yok. Washington, Avrupa gibi "müttefiklerinin" de kendisine rakip olarak çıkmasını istemiyor.
Bir taraftan onların da dünya paylaşımında kenara itilmesi ve hatta ABD'nin çıkarları temelinde kullanılması gerekiyor.
Kısaca ABD'nin hedefiyle dünyanın geri kalanının nesnel çıkarları çelişiyor.
Türkiye, NATO'nun hedefi
Bu kamplaşmada Türkiye'nin hedef olduğuna şüphe yok. Suriye'de PKK/PYD'nin temel müttefiki olduğunu Washington, açık bir şekilde ifade ediyor. Hatta terör örgütünü "kara gücümüz" diye tanımlıyorlar.
Askeri yardımlar, birlikte yapılan tatbikatlar, Suriye'nin petrolünü birlikte çalmaları, bölgenin nüfus yapısını değiştirme çabaları vs., zaten bu konuda tartışmaya yer bırakmıyor.
Doğu Akdeniz'de de tablo farklı değil. ABD, Türkiye karşıtı bir blok kurmuş durumda. ABD'nin başını çektiği NATO, Türkiye'yi kıyılarına hapsetmek ve KKTC'nin egemenliğine son vermek peşinde.
Libya'da da Türk Ordusunun varlığından en fazla bu blok rahatsız.
Suriye'den başlayıp Doğu Akdeniz üzerinden bu kuşatma Ege ve Trakya'yla (özellikle Dedeağaç) devam ediyor.
ABD'nin Ukrayna ve Karadeniz planları da bu genel stratejinin bir parçası. Bu bölgeden kuşatılan sadece Rusya değil.
Türk ordusu, Suriye'de ABD ve müttefikleriyle savaşıyor, Doğu Akdeniz'de de ABD'nin başını çektiği blok tarafından tehdit ediliyor.
Bunları televizyon ekranlarından görüyoruz. Ama 15-16 Temmuz Amerikancı FETÖ darbe girişimine televizyondan da değil, bizzat yaşadığımız şehirlerde kendi gözlerimizle şahit olduk.
ABD, ilk başta Ergenekon ve Balyoz gibi kumpaslarla siyasetten ve ordudan vatanseverleri temizlemeye, darbe girişimiyle de tam diktatörlüğünü ilan etmeye çalıştı.
Boşu boşuna Atlantik ötesinde darbenin bastırılması "Türk ordusundaki NATO'cu generaller tasfiye edildi" şeklinde yorumlanmıyor.
NATO, dün de kötüydü, bugün de
Sadece bugün ve yakın geçmiş değil, NATO'ya girilmesinden sonraki dönem de bu kamplaşmada Türkiye'nin bulunduğu yeri görmek açısından yeterli.
Kore'de Türk askerinin Amerikan çıkarları için cepheye sürülmesiyle başlayan süreç, 6-7 Eylül olaylarıyla, 12 Mart-12 Eylül darbeleriyle, NATO'nun kurduğu kontrgerillanın onlarca tertip, katliam ve cinayetleriyle devam etti.
NATO, dün de kötüydü, bugün de. Türkiye, resmi olarak NATO üyesi olsa da aslında hep NATO'nun hedefindeydi. Dün içinden altını oyuyordu, şimdi artık açıktan vuruyor.
Dolayısıyla sorun, sadece Finlandiya ve İsveç'in terör örgütünü destekleyen tutumlarıyla sınırlı değil. NATO ve ABD'yle stratejik karşıtlık söz konusu. ABD kadar PKK/PYD'yi destekleyen güç mü var!
Bu çerçevede NATO'nun genişlemesi de sadece Rusya'yı hedef almıyor. Ankara'nın NATO politikası aslında doğrudan Türkiye'nin güvenliğini ve refahını ilgilendiriyor.
Türk milleti, NATO'ya güvenmiyor
Bu yüzden Ankara'nın Finlandiya ve İsveç'in NATO'ya girmesini engelleyen tutumu, Türkiye'nin milli çıkarlarıyla tam örtüşüyor.
Bu tutumun, Türk milletinin arzu ve taleplerini de kesin bir şekilde yansıttığının altını çizmek gerek.
Ulusal ve uluslararası kamuoyu şirketlerinin anketleri de bu olguyu net olarak ortaya koyuyor. Türkiye, NATO ve ABD karşıtlığında birinci sırada. Çünkü ana tehdidin Atlantik ötesinden geldiği düşünülüyor.
Türk halkı, NATO'ya güvenmiyor, geleceğini Batı ittifakı içinde görmüyor. Çin ve Rusya'yla iş birliği, bu anketlere göre, Türk milleti için öncelikli.
NATO'nun geleceği yok
Bu öncelik de nesnel olgulara dayanıyor. Türkiye'nin milli güvenliğinin tehdit edildiğini açıkladık.
NATO, ABD'nin tek kutuplu dünya hedefinin aracı. Kurulurken "SSCB tehdidine", "komünizm tehlikesine" işaret ediliyordu. SSCB de Varşova Paktı da 30 senedir yok.
Peki, NATO niye var?
ABD'nin hedefleri doğrultusunda NATO "müttefiklerinin" seferber edilmesi ve bu esnada da bu "müttefiklerin" kontrol altında tutulması için varlığını sürdürüyor.
İşte bu yüzden NATO'nun bir geleceği de yok. "Beyin ölümü" gerçekleşmişti. Ukrayna krizi ve "Rusya tehdidi" onu diriltemeyecek.
NATO içinde yeni krizler kaçınılmaz. Avrupa, Ukrayna kriziyle içine çekildiği tuzağı er geç anlayacak.
Ekonomideki gelişmeler, bunu kanıtlamaya başladı bile. Avrupa ekonomisinin baş aşağı gitmesinden Washington hiç de rahatsız değil. Hatta memnun.
Ne de olsa Avrupa'nın ABD'ye bağımlılığı artıyor, ayrı bir kutup olarak ortaya çıkması engelleniyor.
ABD, Finlandiya ve İsveç'i NATO'ya katarak NATO'dan bağımsız "Avrupa Ordusu" projesini de boşa çıkarmak istiyor. Ayrıca Finlandiya ve İsveç, Avrasya'ya karşı bir köprübaşı haline getirilecek.
Bütün bunların ne NATO üyesi Avrupa ülkelerine ne de Finlandiya ve İsveç'e faydası var.
Bu nesnel çıkarların kendini göstermemesi mümkün değil. Erken mi uyanırlar, yoksa kötü tecrübelerden geçtikten sonra mı? Ama önünde ama sonunda…
Türkiye, çoktan NATO'dan çıkartılmış durumda
Türkiye'nin böyle bir NATO'da da geleceği yok. Atlantik, ekonomik hâkimiyetini kaybederken askeri anlamda da geri düşüyor.
Zaten Türkiye, fiili olarak NATO'nun dışına itilmiş ve düşman tarafa oturtulmuş durumda. NATO toplantı ve tatbikatlarında Atatürk ve Erdoğan'ın düşman kampa oturtulması bir yanlışlık değildi, yalın bir gerçeği yansıtıyordu.
Hele S-400'lerin alımı, Rusya'ya yönelik yaptırımlara katılınmaması ve son olarak da Finlandiya ve İsveç'in üyeliklerinin engellenmesine yönelik açıklamalardan sonra Amerikan basını ve televizyonlarını izlediğinizde çok sık şekilde "Türkiye, NATO'dan atılmalı" sözlerini duyuyorsunuz.
NATO'dan atılmanın mümkün olmaması ayrı bir konu, ancak Türkiye, zihinlerde çoktan NATO'dan çıkartılmış durumda. Hatta fiiliyatta da…
Türkiye yalnız değil
Fakat Türkiye'nin yalnız olmadığını vurgulamak gerek. Dünyanın büyük çoğunluğu, hatta dünya ekonomisinin ve askeri gücünün ağırlığını oluşturan büyük çoğunluğu, aynı kaderi paylaşıyor ve aynı dertlerden muzdarip.
Kısacası Türkiye'nin çok geniş bir ittifak potansiyeli mevcut.
Not olarak da düşmek lazım: Türkiye, kendi çıkarlarını kararlı bir şekilde savundukça, itibarı da dünya çapında artıyor.
Son Finlandiya-İsveç açıklamalarının Rusya'da yaptığı büyük etki bunun en önemli göstergesi. Bu kararlı tutumda ısrarın mutlak ekonomik sonuçları da olacak.
Bunun dışında Türkiye, Finlandiya ve İsveç'in üyeliği konusunda NATO içinde de yalnız değil. Hırvatistan ve Macaristan da seslerini yükseltiyor.
Moskova ve Pekin'in anlaması gereken
Dolayısıyla Türkiye'nin ABD baskısına boyun eğmesi için hiçbir neden yok. Ancak bu noktada Rusya ve Çin gibi Avrasya'nın başat devletlerinin de şunu anlaması lazım: Türkiye'nin karşısında büyük güçler, sıralanmış durumda.
Türkiye, tabii ki esas olarak kendi öz gücüne dayanarak bu saldırıyı püskürtecek. Ama karşısındaki kuvvetin büyüklüğü göz önünde bulundurulduğunda uluslararası ittifaklar yoluyla bu öz gücün takviye edilmesi de şart.
Daha açık ifadeyle özellikle Moskova tarafından Suriye'de PKK/PYD'nin temizlenmesi konusunda hemen somut adımlar atılmalı; Türk Ordusunun sınır ötesindeki terörle mücadelesi desteklenmeli; Ankara, kendini Doğu Akdeniz'de ve Kıbrıs meselesinde yalnız hissetmemeli.
İşte o zaman Türkiye'nin Finlandiya ve İsveç'in üyeliği konusunda geri adım atmamasının da uluslararası koşulları yaratılmış olur.
NATO'dan çıkmanın da zamanı
Sözün özü: Türkiye, NATO'yla ilişkiler konusunda ne yaparsa kendisi için yapmış olacak. Aslında kendini savunurken, tüm Avrasya'nın güvenlik ve refahına da katkı sunacak.
Bu açıdan Finlandiya ve İsveç'in üyeliği meselesi, bir pazarlık konusu değildir ve olmamalıdır. Ne de olsa Türkiye'nin milli güvenliği pazarlık masasına konulamaz. Bu noktada kararlı durulmalı ve meseleye stratejik açıdan yaklaşılmalıdır.
Diğer taraftan Türkiye'nin askeri teknolojisinin NATO'dan bağımsızlaştırılması da acildir. NATO'ya bağımlı askeri teknolojiler, ABD ve müttefikleriyle olası çatışmalarda işe yaramayacaktır.
Milli silah sanayisinin geliştirilmesi (Bayraktarlar, MİLGEM, Altay tankı vd.) ve bu süreçte savunma sistemlerinin dışarıdan takviye edilmesi (örneğin S-400'lerin alımı) büyük önem taşımaktadır.
Atlantik çağı biterken onun vurucu gücü NATO'nun da sonu geliyor. Türkiye'nin de kendi güvenliğini ve ekonomik kalkınmasını NATO içinde kalarak savunamayacağı bir dönemdeyiz.
NATO'dan çıkmanın gerekliliği de artık kendini dayatıyor.
*Bu makalede yer alan fikirler yazara aittir ve Independent Türkçe'nin editöryal politikasını yansıtmayabilir.
© The Independentturkish