Türkiye'de mevzu yoktur, mevzi vardır

Dr. Yüksel Hoş Independent Türkçe için yazdı

Kolaj: Independent Türkçe

En basit mevzulardan mevziler oluşturulan ülkeye Türkiye deniyor. Bu ülkede mevzular çözüm bulmak için konuşulmaz, herkes o mevzuya dair kendi mahallesinin sesini seslendirir. Mevzuların köküne nadiren inilir. Mevzilerin olduğu yerde de mevzulara sıra gelmez.

Mevzunun kökünü "iyi" ya da "kötü" diye bir ana fikirle anlatmadan direkt sunmaya çalışsan da senin hangi fikre daha yakın olduğunu anlamak isterler.

Çünkü halk buna şartlanmıştır. Herkes mevziisini korumaya eğilimlidir. Herkes yediği ve işediği alandaki bölgesini korur gibi korur o mevziiyi. Çekileceği zamanda çarpışa çarpışa çekilir ve hatasını kabul etmek istemez.

Hafta sonu kahvaltı sonrası sabahlarımı makale ve eski yazıları okuyarak geçiririm. Tarih bilgimi revize eder, coğrafi çıkarımlarla desteklemek için sebep sonuç ilişkisi kurmaya çalışırım ama özellikle gittiğim yerlere dair ise daha derinine okurum. Bu hafta da bazı makaleler ve eski kitapları okudum.

Padişah II. Mahmut döneminde İstanbul'da veba salgını varmış ve 70 bin insan hayatını kaybetmiş. Padişah, Avusturyalı doktorlar nezaretinde karantina uygulanmasını istemiş ama dinen caiz olmadığı gerekçesi ile ulema, padişah iradesine karşı çıkmış; malum adamın adını boşuna "Gavur Padişah" koymadılar. 

Tabi, Almanya'da Genelkurmay Başkanlığı'na kadar yükselecek olan Helmuth Von Moltke, o tarihlerde İstanbul'a getirilir ve Moltke, Osmanlı'yı değerlendirdiği ve Almanya'ya gönderdiği mektubunda "Ulema var olduğu sürece, veba da var olacaktır" der. 

Kitabında Osmanlı hakkında çok orijinal tespitleri vardır. "Geniş toprakları var, ekmiyorlar. Buğdayı Odessa'dan getiriyorlar" diyor. "Veba salgınında da Müslümanlar bir şey yapmadan tevekkül içerisinde kaderlerine razı şekilde bekliyorlar" diye ekliyor. 

Ne değişti?

Geniş topraklarımız var ve gerçekten de Odessa'dan tarım ürününü savaş başlayana dek ithal ediyorduk. Yine ekilmeyen yüzbinlerce hektar arazimiz var.

Moltke ayrıca, şehirlerdeki uyduruk ve düzensiz yapılaşmalara çok şaşırmış. Bunda da hiçbir değişiklik yok yine…

Benzer bir analizi de Goltz Paşa yapıyor.

II. Abdülhamit döneminde (1876-1909) orduyu ıslaha gelmiş Von Der Goltz Paşa ve Kırım Harbi sonrasında Anadolu'da yayılan Frengi'ye dair çalışmalarda adı geçiyor.

Ordu doktorlarından Ahmet Sait Bey'in naklettiğine göre, Goltz Paşa'nın reformları doğrultusunda o zamanlar Almanya'dan During isminde bir görevli getirilerek Kastamonu'da frengi mücadele teşkilatını kuruyorlar. 

During Paşa'nın "Anadolu'daki Endemik Frengi Hakkındaki Araştırmalar" başlıklı konferansında Osmanlı ülkesinde "Masum Frengi"nin yayılışına ilişkin şu bilgiler geçiyor: 

Bir köyde bir mıntıkada bütün okul çağındaki çocukların muayene edilmesi ile 140 çocuktan 100'den fazlasında frengi görüldüğünü belirtmiş, bunun nedenini de çocukların hepsinin aynı kaptan su içmesi, ağzında frengi yarası olan bir kişinin o kaba salyasını bırakması, kaptan su içenlerin dudaklarını kabın keskin kısmı ile yırtması ve böylelikle frenginin diğer çocuklara geçmesi olarak belirtmiştir.


Bunun da fen dilinde "Masum Frengi" olarak adlandırıldığını, memleketteki frenginin büyük bir kısmının bu cinsten olduğunu belirtmiştir. 

Peki, masum olmayanı nedir? 

"Masum Olmayan Frengi" ise; cinsel yolla bulaştığı için toplum tarafından ayıplanan bir hastalık olmuş ve gizli tutulmuştur. Hastalığa yakalananlar hastalığı fahişelerden aldıkları suçlamasıyla karşılaşma korkusu ile rahatsızlıklarını gizlemişler, söylemeye cesaret edememişler. 1

İnsanların bu tür durumlarda hatayı veya eksikliklerini kabul etmelerine engel olan değer yargıları o dönemde de var günümüzde de. Kısacası insanımız, kendi hastalığını, pisliğini gizlemeye çalıştıkça bu, Batı'nın bir o kadar gözüne batıyor ve o kadar ayyuka çıkıyor.

Pisliğe karşı ses yükseltmek Türkiye'de cesaret istiyor.

Çünkü Türkler neyi hak ettiğini ve doğru dürüst bir ülkede yaşamanın ne olduğunu bilmiyorlar. Özetle, millet pisliği seçmiyor ama temizliği de bilmiyor.

Sokaklardaki köpek kakaları ile alakalı olarak ne yazarsak yazalım makamın tepesini işgal eden "Çevre şeysi" beyefendi ortada problem görmüyor. Kaç çocuk bacağını ve akabinde hayatını kaybedecek, kaç aileye ateş düşecek, kaçımız kuruyan köpek kakalarının tozları ile solunum yollarımıza giren hastalıklardan ölüp gideceğiz bilmiyoruz.

Hayvanseverlik ile insan düşmanlığı arasında bir fark vardır. Hayvanseverlik ile köpek obsesifliği arasında da fark vardır. Mama markasının üzerinde büyük puntolarla yazıyor. "Kuzu Etli" diye. Alıp bunu köpeğine yediren kişi, "hayvan severim" diye geçiniyor. 

Hayır! Sen bir ruh hastasısın ve eğitilmen gerekiyor. Devletin köpekleri toplamakla görevli polisinin üzerine yürüyor, araca tekme atıyor. Ama sorsan diyecek ki "Belediye alıp kısırlaştırsın." 

E almaya gelenler olduğunda da üzerine yürüyorsun! Bunlar normal değil. Bunlara mizantropist deniyor; yani insandan nefret eden, insan düşmanları. 

Kural, kural, kural! Başka bir şey lazım değildir bize. Tak ters kelepçeyi, bas dizini omzuna yatır yere ve o ters kelepçeli görüntü algılarına otursun herkesin. Niye? Çünkü polis kelepçe takana kadar ne bu millet FETÖ'nün örgüt olduğunu anlıyor ne de kendi sağlığını tehdit edecek mizantropist teröristlerin.

Yaşadığım yerde bir köpek parkı vardı. Köpeğimi oraya götürüyordum sosyalleşsin diye. Çünkü hiç köpek görmeden büyüdü. Orada o diğer köpeklerle sosyalleşirken birbiriyle konuşmadan köpeklerini oynatan insanları gördüm. Köpek köpeği kokluyor, yalıyor, birbiriyle şakalaşarak ısırıyorlar koşturuyorlar ama bir köpek sahibi bir diğeri ile konuşmuyor.

1 ay boyunca katlandığım köpek parkında benimle ilk konuşanlar bir İngiliz karı koca çift oldu. Adam ve kadın burada bir şirkette temsilci ya da yöneticiymiş. Haliyle şaşırdım da. 

Parktaki insanlara gelince benimle hiç konuşmadılar dersem yalan olur. İlk 15 gün boyunca hiç konuşmadılar… 16. gün birisi köpeğinin kakası için poşet sordu. Poşeti bitmiş. 

17. Gün bir diğeri köpeğimin cinsini sordu bir diğeri de "Sevebilir miyim?" dedi. Ben yokum tabi orada sadece köpek var ve tüm sorular köpekle alakalı… Hani hayvan dile gelse bana "Abi çekilebilirsin biz aramızda iyiyiz" diyecek. 

Eşimle birlikteyiz aslında orada ve onunla da konuşmuyorlar. Aslında hiç kimse birbiri ile konuşmuyor, selamlaşmıyordu. Selamlaşan ise yüzüyle ufak bir yüz jesti yapıyordu. 

Günahlarını almayayım bu insanlar mizantropist değillerdi ama uzun süre hayvana duygusal yatırım yapmış olmaktan dolayı insanla iletişim kurmayı kaybetmiş ya da insani ilişkileri körelmiş kimselerdi.

Zannedersem 20. güne doğru birisi termosla getirdiği çaydan ikram etmek istedi ama o termostan doldurduğu bardağı tutan elini Mastiff cinsi köpeği bir temiz yaladığı için pek içimden gelmedi doğrusu. O Mastiff de maşallah bir salyası sütlaç kabını doldurur cinsten bir hayvandı ve koşarken salyası size fırlıyor. 

Neyse efendim 21, 22 ve 23. günlerde ufak ufak konuşanlar oldu ama o da siyasi muhabbetlere dönüyor. 

Köpeğini evinde besleyenler ve kapıda besleyenler arasında bir anket yapılsa; bana inanın evinde besleyenlerin çoğu kendilerini sosyal demokrat olarak tanımlayan kesim olacaktır. 

Siyasi muhabbetleri ise oldum olası sevmem. Hele ki yeni tanıştığım insanlarla. Bunların siyasi meselelerine eğer iki çift lafla katılmazsanız onlarla konuşacak konunuz da pek olmuyor doğrusu. 

Haliyle yaşadıkları ülkede onları da rahatsız eden durumlar var ve canları oradan yanmış ki konuşuyorlar. İyi ama siyaset konuşmak bana haz vermiyor ki? Ben böyle bir iki siyasi meselede "Ha siyasi konularla ilgilenmiyorum" dediğimde bana bakışlar "Demek ki AKP'lisin" der gibiydi. 

Ben o an onları düşünmüyordum oysa. Rusya-Ukrayna gerilimini, Balkanları, Doğu Akdeniz'i, MEB (Münhasır Ekonomik Bölge) meselelerini ve çevresel sorunları önemsiyorum.

Hadi hiç olmadı gittiğin bir ülkeden bahset de muhabbeti uzaklara çevir, insanlar farklı görgü ve deneyimlerini aktarsın ve siyasi gerilimin dışında temiz havanın hakkını verip zihnen boşalsınlar. 

Yok abi, öyle bir şeyi bu ülkede beklemeyin. Hatta bazı yerlerde konu hayvanları sevmeyen komşularına geldi. 25'li yaşlardaki kadın bir anda "Geberip gitse keşke… Kocasının yanına defolsun da aman off" dedi. Oradaki muhabbete eşlik eden ya da kenardan dinleyen diğerleri ise hiçbir tepki vermedi. Pasif onay demektir bu.

Yani evinde beslediği ve sürekli havlayan itinden rahatsız olan teyze gebermeli. Kont o kadar değerli yani. Kont adlı köpeğin sahibi olan kızla Oğulcan ve Ayşecanların tapıcısı babalarda da aynı ruh hastalığının ikizliği söz konusu aslında. 

Toplum arasında gezen ve sadece modayı bir parça takip ettiği ve eğitim aldıkları kendilerine baktıkları için insana benzeyen tipler bunlar.

Tamam, siyaset konuşacaksan da varım ama çözümü de göstererek olsun. Örneğin şu şöyle olmalı, bu böyle olmalı, şöyle bir söylem hatası yapıldı bakan bunu dese ne güzel olurdu denebilir. 

Burada öyle bir şey de yok. Sıkılıyorum ve geriliyorum. Zaten TV'de izlerken geriliyorum zaten markette fiyatlarla geriliyorum; bir köpüşü gezdirmek için girdiğim aptal bir parkın tahta ekipmanlarında köpek fıldır fıldır koşup rahatlarken ben şişiyorum yine ülke meseleleriyle. 

Köpeği ben gezdiriyorum beni kim gezdirsin de rahatlatsın?

fazla oku

Bu bölüm, konuyla ilgili referans noktalarını içerir. (Related Nodes field)

Ülkede mesele ve mevzu konuşulmuyor çünkü Türk insanının mevzusu yoktur mevziisi vardır. Her mevzu bir mevziiye dönüşür. Karşıt ya da yandaş olmalısındır. Ortada isen de 'şu'cu veya 'bu'cusundur. 

Hafta sonu bir flood paylaştım. Pakistanlılar ve Afganlar neden pervasızca Türk kızlarına bakıyor ve fotoğraflıyor; bunun sebebini anlatmak için.

Yorumlar evlere şenlik. Yazdıklarımın bir yerinde sakallı bir hocayı görenler "Sen Hocamız hakkında böyle konuşamazsın" demiş. Az daha cevap versem beni kâfir ilan edecek. 

Bir diğeri 'itetapar' lafına bozulmuş, bir diğeri bana "şeriat güzellemesi yaptın" demiş. 3 beyin hücresiyle okuyan kim varsa "kadının geriye itildiği" ve çürümüşlüğünden bahsettiğim ülkede iki şeriat kelimesi var diye konuyu buna çekmiş. 

Arada yine klasik "faşist" veya "ırkçı" diyenler de olmuş. Kısacası toplum o yazıda sebebi görmek istemiyor. Sonucu bağlayacağınız siyasi çıktıyı görmek istiyor. 

Koskoca yazının en sonunda jübileyi "Pakilere hayır" diye bağlasaydım okuyanlar memnun olacaktı. Ben bunu okuyanları memnun etmek için yazmıyorum ki…

Dünyada dinleyicisini, okuyucusunu memnun etmek için çabalayan hiç kimse onlara faydalı olamaz. 

Bir de eleştirenler mutlaka bazı kamplara mensup. Mesela çok şiddetle eleştiren birine bakıyorsun sayfası sosyalist retoriklerle veya yok "hapishanedeki anneler" gibi cemaat ezberiyle dolu.

Yani bir gerçeği düzeltmek adına konuşmak veya bir yanlışı düzeltmek adına konuşmuyor. Kendi mahallesine propaganda yapacak. Bu tür ortamlardan düşünce ve sağlıklı tartışma çıkmaz. Kavga çıkar.

Mevzi tartışması yaparsanız tartışılan konudaki konumunuz sipere döner. Sürekli sallarsınız karşıya doğru. Ama mevzuya dair tartışırsanız ortada iki taraf ve iki siper yoktur.

Kant, Habermas, Apel, Weber gibileri tartışma etiğine dair ne yazmışlarsa insanların bunları okuyacak zamanı veya imkânı yoktur demiyorum öncelikli değildir ama duygular, tartışma azmi ve kişiselleştirilmiş problemler her zaman tartışmayı etiksiz bir boyutta kendi hayvani şekliyle gözler önüne koyar. Elinizde hiçbir şey yoktur ve koskoca bir cehalet vardır ama dersiniz ki ben bu milletin cehaletine güveniyorum. Buna da feraset dersiniz.

Milleti oturtup konuşturmak için eğitim sisteminizin de müsait olması gerekiyor.

Daha tevhid-i tedrisat yok bizde.

Devlet liseleri ve kolejler. Her grubun, çocuklarını kendi çevresinden insanların çocuklarıyla okuttukları bir eğitim işletmeleri çeşitlemesi var. Buralar yüzde 100 olmasa da yüzde 80 oranında her görüşün kendi homojen ortamını yarattığı alanların altyapısıdır.

Laik bir kolejin bir sınıfında 20 öğrenciden 3-4'ünün annesi kapalı ise o 3-4 öğrenci diğer öğrencilerin arasında ya çekiniyor ya da siniyor. Diğerleri de ona "farklı ortamdan" olduğunu hissettiriyor. Öğretmenlik yaptığım günlerden biliyorum bunu. 

Tersi de söz konusuydu. Annesi rahat ve açık giyinen, babasının kolları dövmeli bir iki öğrenci de aynı duruma maruz kalıyor.

Herkes birbirini tanıyacağı okul sıralarında ertelediği "tanışma" ve "kaynaşma" görevini ileri yaşlara erteliyor. Sonuçta kaynaşamıyor tabi. İleri yaşlarda da kimse kimseyle kaynaşmıyor ve zahmet de etmiyor. Mevzilere geçip oturuyorlar.

Hayvanseverlere ek olarak, mizantropistler, mülteci karşıtları, muhacir seviciler, ılık gözlü İslamcı veya ılık gözlü solcular ve liberaller gibi birbirinden farklı gruplar türedi. 

Biriyle konuşurken karşınızdaki size "acaba hangi gruptansınız" diye bakıyor ve sizi aklındaki ambalaja getirene dek dinliyor aslında. Eğer buna dair ipuçlarını alamadıysa yazılımı error veriyor.

Peki, bunu engellemek ve haklı fikirlerinizi toplum geneline yaymak için ne yapabilirsiniz? 

Şunu:

Aynı anda boynunuzda ayet, elinizde bira, diğer elinizde köpek ve tişörtünüzde "ülkemde sığınmacı istemiyorum" yazısına ek olarak kolunuzdaki kız veya erkek arkadaşınız da bir sığınmacı olacak. Yakanızda Abdülhamit'in tuğrası ve bir de Atatürk rozeti opsiyonel. 

Bu şekilde sizi bir gruba dâhil etmeleri zordur ama deli derler. 

Çünkü gerek retorik gerekse simgesel açıdan bu ezberler o kadar hayata girmiş ki bunlar olmadan kendinizi ifade etmekten daha kolayı bunların hepsini üzerinizde taşıyıp kafa karıştırmak.

Ülkede IQ geriliği bir realite ama bundan bahsetmek de bir tabu. Tıpkı yukarıda izah ettiğimiz konudaki gibi. Çünkü halk, duymak istediğini duymak istiyor ve diğerlerini gizlemeye eğilimli. 

Bugün Suudi Arabistan gibi ülkeler, dünyaya AIDS'li vaka sayısını sıfır olarak beyan ediyor veya data vermiyorlar. Bu şekilde realite gizlenmiş oluyor. Bu, meselenin devlet eliyle yürüyen kısmıdır ki bizde böylesi pek yoktur.

Ülkede düzensiz sığınmacı sorunu da realite ama bunu siyasi olmadan anlatabilmek bir hüner. Çünkü o hüneri göstermezseniz çözüm hiçbir şekilde olmuyor. İşi bakanlığa havale etmek için siyasi olmayan ve eleştiri kokmayan bir cümle kullanmanız gerekiyor. 

Ama toplumsal desteği arkanıza almak için de siyasi konuşmanız gerekiyor. Çünkü terslikler ve kötü durumlara dair farkındalıklar genelde kolayca yayılırlar. İyi de arkanıza bu tarz bir muhalefeti de alırsanız siyasiler bunu siyasi algılıyor ve iş yine hallolmuyor.

İşte bu yüzden de bazılarımızın yazıp çizdiklerinde hiç siyasi olmaması gerekiyor. Ama bazılarımızın fazlamızın değil!

Ülkede köpek sorunu bir realite ama bundan bahsetmek artık bir linç sebebi. Çok da takmıyorum kim ne der diye. 

20 kadar ülke artık vatandaşlarına sağlık ve güvenlik uyarısı geçtiler; Türkiye'de sokak köpekleri normalin çok çok üzerinde diye. 

Türkiye'ye konferans için Danimarka'dan gelen arkadaşım İzmir'de aşil tendonundan ısırılmış. Özel sebeplerinden dolayı arabaya binemiyor ve bu sebepten havalimanından şehir merkezine dek yürüyor veya araca bineceği zaman güçlü sakinleştiricileri alıyor. Çoğunlukla yürüyor ve sanırım 15 senedir böyle kendisi. Şimdi adam Türkiye'de otele sıkışıp kalmış. Bırak yürümeyi; sokağa çıkamıyor… 

Bunların hepsi mevzu değil mevzidir. Çözülmez arkadaşlar. Sadece tepelerden bir el iner ve düzeltir. O el düzeltmeden, o kişi düzelecek demeden mevziler böyle birbirimize sayıp dururuz.

Ülkede siyasi kamplaşma bir realite ama bundan bahsetmek yerine kamplaşma var ama sebebi şu kişidir demek de moda. Değil oysa. Tek sebebi o kişi değil. Sebep kafa yapısı. Türkiye 1938'den beridir özellikle Demokrat Parti döneminden beridir gerilimden beslenen bir siyasi atmosfere sahip.

Gerilim her zaman kötü değildir. Oku hedefe ulaştıran üç şey vardır: Hedefi görmek, hedefe doğru istikamet vermek; yani nişan almak ve yayı makul şekilde gerebilmek.

Yay ve kirişi koparmadan, onu makul şekilde gererek usulüyle atmadığınız takdirde oku ziyan etmekle kalmaz hedefi de kaçırırsınız. Hedef avcı için avdır ama milletler için asırdır.

Türk eğitiminin bir hedefi yoktur daha. 

Eğitimimiz ne millidir ne de maksada yöneliktir. Bolca milli manevi retorik. Yenilgileri öğretmiyoruz daha. İki tane Mohaç savaşı yapmışızdır. Birinde ağır şekilde yenilmiş diğerinde ise yenmişizdir. Ama öğrenciler Zaferli Mohaç'ı bilir. Facialı Mohaç'ı değil.

Balkan Savaşları da derinlemesine öğretilmez. Çocuk es kaza büyürse justin McCarthy okursa öğrenir kim kimi kesmiş de kim mağdurmuş diye. Öğretmezsen "Biz de masum değiliz Ermenileri, Rumları katlettik soykırım yaptık" der ki diyorlar zaten.

Çıkmış birisi "faşist" diyor, "ırkçı" diyor. Moda oldu bugünlerde bunlar.

Faşist kelimesine gelene dek 10 tane laf vardır. "Aşırı milliyetçi" dersin, "ulusalcı" dersin, "aşırı sağcı" dersin, "sağ uç akım" dersin, illa bunları demek zorunda da değilsin ki? 

"Goygoycu", "zevzek", "hayalci" de diyebilirsin ama "faşist" kelimesinin manasını bilmiyor ki adam. Kavramın cahilliği çok yaygınlaştı ve kavramları bilmeden konuşanlarla doldu ortalık.

Faşist olmak bir süreçte olunur. Faşist, ancak faşist bir hükumetin yönettiği ülkede, vatandaşlarının itiraz etmediği uygulamaları içerisinde diktatör ve hükümeti ile mutabık kişilerin adıdır.

Irkçı ise açıkça ırk üstünlüğüne referans yapar.

Ama tüm bu cehaleti düzeltmenin bu ülkedeki tek yolu maalesef siyasettir. O siyaseti yapacak olan kişinin ise orta noktadan bakması zordur; çünkü sürekli kitlesi ondan mesaj beklemektedir… 

Velev ki buna niyetlendi devamında bunu açıklaması da zordur. Tüm kamplaşmaları kenara atabilmesi için çok büyük bir halk desteği ile gelmesi lazımdır ki mahalleleri birleştirmek istese ilk dönemi sonrasında kendisini basit bir vekil olarak bulur.

Millete milletin yararına olan şeyi çocuğa anlatır gibi anlatsanız da millet bunu almamaya eğilimlidir. Bu sebepten ülkede problemleri çözerken ya da çözüm talep ederken siyasetçiyi bırakın normal insanın bile yapması gereken belli başlı usuller vardır.

Neyi anlatacağınız değil neyi hangi kitleye anlatacağınızdan daha önemlisi hangi söylemle anlatacağınızdır.

Eğer köpek meselesinin çözülmesini gerçekten istiyorsanız…

Laik bir iktidar varsa (buna önerme 1 diyelim):

"Köpeklerin insan sağlığına zararlarından ve kontrolsüzce artan sokak köpeklerinin sokaklarda çocuklarımızın güvenliğini kötü etkilediğinden" bahsedip Gazi Paşa'nın 1932'de imzalayarak resmi gazetede yayımlattığı TAMİM gereği çıkarılan İTLAF kararını göstereceksiniz. 

Laik mahalleden onay almanın sihirli anahtar sözcükleridir bu. 
 

 

Buna bir de Avrupa, modern dünyadan gelişmiş batı ülkelerinden "iğneyle uyutma" örneklerini sıralarsanız o kesimden hiçbir ses işitmez, Atatürkçülüğü kullanarak şehirleri köpek kakasından yürünmez hale getirenleri de susturursunuz.


Yok eğer İslamcı veya muhafazakar bir iktidar varsa (bu da önerme 2 olsun):

"Köpeklerin insan sağlığına zararlarından ve kontrolsüzce artan sokak köpeklerinin sokaklarda çocuklarımızın güvenliğini kötü etkilediğinden" bahsedip ardından İslam'da köpeğin mundar olduğu, şafi mezhebine göre köpeğin statüsünden girip, bunu kısmen hafifleten Hanefi içtihadına girebilir ve köpek olan yere melek girmez gibi pekiştireçler belirtebilirsiniz. 

Koyu renkle bahsettiğim kısım sizin makul önermeniz ve en makul talebinizken ikinci kısımda gelenler ise arkanıza kendi mahallenizden destek bulmanın şifreleridir. Bunu yapmazsanız kendiniz çalar kendiniz oynarsınız.

Hayattaki her probleme dair bu tarz şeyleri çeşitlendirebilirsiniz.

Pornografi ile alakalı olarak da bunları farklı mahallelerden biriyseniz şu iki şekilde kullanabilirsiniz;

(Laik mahalle için):

"Pornografinin ve erotizmin yaygınlığı, çocuklarımızın psikoseksüel gelişimini kötü etkiliyor ve aynı filmleri izleyenlerce onları bir hedef haline getiriyor" (deyip ardından birkaç batılı psikoloğun ismini zikrederek pekiştireç yapmanız lazımdır) ve sonraki kısımda ise Gazi Paşa'nın 7 Temmuz 1927'de imzası ile yürürlüğe giren kanundan bahsetmelisiniz. 

Bu kanun "Küçükleri Pornografiden Koruma Kanunu" adlı bir kanundur ve ona atıf yaparak Atatürk'ün bu konudaki ileri görüşlülüğünü zikretmeniz gerekiyor. 

Bunu yapmazsanız "Pornografi haktır", "Pornoma dokunma" diyen ve kendilerini "Atatürkçü" olarak görebilen cahilleri susturamazsınız.

(İslamcı mahalle için):

"Pornografinin ve erotizmin yaygınlığı, çocuklarımızın psikoseksüel gelişimini kötü etkiliyor ve aynı filmleri izleyenlerce onları bir hedef haline getiriyor" deyip ardından "yüzde 99'u Müslüman olan ülkede ahlaksızlığın, fuhşiyatın yaygınlığının kabul edilemeyeceğini" belirtilip, birkaç Kur'an ayeti ve Hadis-i Şerif eklenerek pekiştireç yapmalısınız. 

Sonraki kısımda ise eğer önerinizi kendi mahallenizin tamamen sahiplenmesi için tadından yenmez hale getirmek istiyorsanız Necip Fazıl'dan birkaç kelime ile süslemeniz, II. Abdülhamit dönemi sansürlerinin faziletlerine vurgu yapmanız da gerekecektir.

Mesele kadın cinayetleri ise;

(Laik mahalle için):

"Kadınların insan olduğu ve insanca yaşama haklarının engellenemeyeceği ve canlarının ırzlarının güvence altında olması gerektiği" gibi bir genel kuralı önden zikredip ardından Gazi Paşa'nın kadınlara verdiği haklara vurgu yapmanız ve sonrasında Batı ülkelerinde kadınların durumuna referans yapmanız gerekecektir. 

Yoksa kimse sizin o altı çizili kısımlarda bahsettiğiniz şeyleri umursamaz bile.

Hatta eğer sosyalistlerin desteğini alacaksanız Nazım Hikmet'in Piraye'yi ortada bırakmasını ve bir Rus kadına gönül vermesini, Yılmaz Güney'in kemiklerini kırdığı ve komaya soktuğu kadınların halini, başına bardak koyup ateş ettiği Nebahat Çehre'yi hiç anmamanız gerekir. 

Bunlar yokmuşçasına sosyalist enternasyonaldeki kadın vurgusuna ve sosyalist kadın forumları ve kadın kolektiflerine vurgu yapmalısınızdır. 

Bunu yaparsanız ılık gözlü sosyalistler buna çok sevineceklerdir. Ama siz siz olun sakın verdiğim tembihin dışına çıkmayın yoksa linç yersiniz aman ha! 

(İslamcı mahalle için):

"Kadınların insan olduğu ve insanca yaşama haklarının engellenemeyeceği ve canlarının ırzlarının güvence altında olması gerektiği" gibi bir kuralın ardından Kur'an-ı Kerim'de Nisa Suresi'nde yapılan vurgulardan bazı kısımları alıntılayarak başlamanız en uygunudur. 

Buna ilaveten ise; adına sure inen kadının toplumdaki önemine dair birkaç şeyden bahsetmeniz, Hazreti Aişe'ye atılan iftiralardan bu yana kadının toplumdaki dezavantajlı konumunun hep sürdüğünden bahsedebilirsiniz. 

Bunların ardından hadis-i şeriflerde kadının öneminden bahseden birkaç hadis ekleyerek mahallenizden destek almanız ve ilk altı çizili kısmın o şekilde sahiplenilmesini sağlamanız en uygunudur. 

Altı çizili yerlerdeki kısımları tek başına kendi toplumunuza anlatmak isterseniz p..ç gibi ortada kalırsınız ve kimse yüzünüze bakmaz. Burada sakın kadın tecavüzlerine değinmeyin.

Afganistan ve İran gibi ülkelerdeki kadın istismarlarına ve çocuk gelinlerin İslam'daki durumuna girecek olursanız sizi okuyanlar "ne diyo bu a… k… adamı?" gibisinden düşünür ve o anda okumayı keserler. 

Buna karşın onlara aslında İslam'da küçük kızlarla evliliğin hiç olmadığı ve peygamberin evlendiği Hazreti Ayşe'nin yaşının 9 olmasının gerçek ve sosyolojik açıklamasını yapabilirsiniz. 

Yapın ki Müslümanlar bu yalana inanıp 9 yaşında kıza yürümenin normal olmadığını bilsin. 

Nedir peki bu gerçek?

Bilmeyenler için söyleyelim. Arkadaşlar Arap toplumunda 6'ncı yüzyılda bir kadının yaşı, adet görmeye başladıktan itibaren sayılmaya başlanırdı. 

Kız 12 yaşında adet gördü ve 7 yıl geçti ise o kız 19 yaşında denmez, 7 yaşında denirdi. Kız 14'ünde adet gördüyse ve 10 yaş geçirdi ise o kız 24 olmuyordu 10 yaşında oluyordu.

Bu adet yüzlerce yıl devam etmiştir ve dahası Hazreti Ayşe'nin kız kardeşinin katıldığı bir savaş ve belirtilen yaşı, doğum tarihi bellidir. 

Buradan da Hazreti Ayşe'nin yaşı yine çıkmaktadır ve peygamberle evlendiği tarihin 19-21 aralığında olduğu bilinmektedir. 

Ama siz bunu Suudi Arabistan'da söyleseniz de yaygın gelenekler kendilerine literatürde "doğrulama" hükmünde ahkâm arayacağı için dikkate almazlar. 

Bu, entelektüel ve araştırmacı insanın vazifesidir. Linç yemeyi göze alarak konuştuğunuz toplumun özelliklerine göre muhatabınıza problemi aktarabilmeniz lazımdır.

Ekonomi kötüye mi gidiyor?

(Laik mahalle için);

"Bir ülkenin egemenliğinin devamı ve milletin sosyo-kültürel devamlılığının sağlanması için güçlü ekonominin şart olduğu ve bunun ulusal bağımsızlığın yegâne güvencesi olduğu" gibi hiç kimsenin itiraz edemeyeceği asıl amacınızı söyleyin ve ardından Gazi Paşa'nın İzmir İktisat Kongresi ile başlayan ve bir insan ömrüne zorlukla sığdırılacak başarılarından bahsedin. 

Sonrasında ise Cumhuriyet döneminde 1 lira kaç dolardı ve ne kadar altın alıyordu ne kadar et alıyordu buna getirin meseleyi. 

Milli ve ulusalcı destek almak istiyorsanız Batı ülkelerindeki refaha vurgu yapın ve Türklerin bunu hak ettiğini ve dünyanın gerisinde olmamaları gerektiğini belirtin. 

Sosyalist-laik kesim içinse ki bu en ümitsiz olan kesimdir, işiniz çok daha zordur çünkü Sovyetlerin Afganistan'ı işgali ve uzay yarışı ile iğdiş ettiği ekonomisine değinmek gerekecektir. 

Hatta Sovyetler ve Çin'in ekonomi politikaları uğruna Ukrayna ve Çin kırsalında birçok yerdeki insanların açlıktan öldürülmesi gibi meselelere de girmeniz gerekir ki onlara girmeden Sosyalist ekonomi ne kadar güzeldir sovhoz ve kolhozlar ne kadar cicidir, gulaglar ne kadar öğreticidir bundan bahsetmelisinizdir. 

Tabii ki bu son örnekte ironi yapıyorum. Geberik komünizme gönlünü kaptırmış birine gülün geçin. Onları ikna etmek zorunda değilsiniz. Marx gelse onu revizyonizmle suçlayacak ruh hastaları vardır bu ülkede.

(İslamcı mahalle için);

"Bir ülkenin egemenliğinin devamı ve milletin sosyo-kültürel devamlılığının sağlanması için güçlü ekonominin şart olduğu ve bunun ulusal bağımsızlığın yegâne güvencesi olduğu" gibi ana fikrinize pekiştireç olarak ise Kuran'da faizin haram olduğuna dair ayetlere ek olarak hadislerde faiz ve tasarrufla ilgili kısımları belirtin. 

Ardından "Müslüman iktisaden güçlü olmalıdır" kelimesini kullanın ve burada ekonomi değil "iktisat" kelimesini kullanmaya dikkat edin. 

O vakit "cevab veremedi" ve "faideli bilgiler" türü kelimelerden hoşlanan amcaların gönlünü fethetmiş olacaksınızdır. 

Eğer tribünden ciddi destek istiyorsanız II. Abdülhamit'in ülkenin borçlarını nasıl azalttığına vurgu yapın ama bunu yaparken Bosna Hersek'in Avusturya'ya satışından elde edilen 2,5 milyon altına ve İngilizlere kiralanan Kıbrıs adasına sakın girmeyin. 

Paranın ne kadar önemli olduğundan bahsederken de Necip Fazıl'ın kumar parası için yazdığı siyasi yazılar ve partilerden aldığı düzenli paralara ise girmeyin. 

Hatta Son Osmanlı Halifesi Abdülmecid Efendi'nin Hindistan'da evli olan kızı Dürrüşşehvar'dan yazacağı övgü dolu bir yazı için para istemesi ve ondan para alamayınca "Geldi yine İstanbul'a Hindistan'ın kahpesi" başlığı ile yazı yazmasından da bahsetmeyin. 

Bunlar akıldaki "Necip Fazıl" imgesi bayrağına zarar vereceği için ayranınız feci şekilde dökülebilir ve korkarım kötü şeyler de olabilir. 

Mesele para ve ekonomi ise faizsiz bankacılık diye milleti söğüşleyen adamın ABD'ye kaçan ve çevresiyle konuşurken dini meselelerle alay eden ve babasının arkadaşlarını inciten oğlundan da bahsetmeyin. 

Bu yapmayın dediğim şeyleri yaparsanız altı çizili kısımda belirttiğiniz ana fikrin uygulanabilirliğini ve sahiplenilmesini engellemiş olursunuz. Seçim sizin tabi.

Meseleler çok ve çeşitli arkadaşlar. 

Sınır ötesi bir operasyon için bunun ülke güvenliği ve geleceği için önemli olduğuna dair bir gereklilikten bahsedip ardından "Atatürk'ün Yurtta Sulh, Cihanda Sulh" ilkesinden bahsedip Türk topraklarının adım adım kurtarılması için izlediği akıl ve denge dolu siyasete vurgu yapabilirsiniz.

Bunu İslamcı mahalle için ise "Allah yolunda cihat" gibi meselelere de bağlayabilirsiniz.


Alkol konusunda "sağlığın önemi ve alkolün toplumsal sorun" olduğundan bahsedip sonraki örneklerde İsveç'te ve diğer batı ülkelerindeki alkolizmle mücadeleden bahsetmeniz uygundur. 

Alkol iyi bir şey olsa bizden bir Mustafa Kemal çalmazdı diyen öğretmenimi hala rahmetle yâd ederim. Ne güzel bir kelimeydi o. Ama bunun yerine üzerine "Atatürk" silueti ve imzası işlenmiş bir bardağa konmuş rakıyı görgüsüzce yücelten zavallılardan da olabilirsiniz. 

Bu da sizi sırf İslamcı mahalleye gıcıklık ve inat olsun diye Kadir gecesine kadeh kaldıran bir grup bilinçsizi sahiplenecek duruma sokar.

Siz isterseniz "sağlığın önemi ve alkolün toplumsal sorun" olduğu ana fikrini destekleyecek Kur'an ayetleri ve Hadis-i Şeriflerle yine kendi mahallenize pekiştireçleri sıralayın ama koyu renkli kısmın tüm mahallenizce sahiplenilmesine özen gösterin. 

Bunu yaparken de mümkünse Atatürk'e "ayyaş" gibi çirkin ithamları yapanları direkt aranızdan tart ederek yapın. Bu kabalıklara müsaade etmeyin ki koyu renkli haklı maksadınıza karşıda bir haklı cephe oluşmasın. 

Ülkelerin demografilerinde alkol kaynaklı ölümleri ve aile bütçesine zararına dair meselelere girmenizde hiçbir sakınca yoktur oysa. Mutlaka agresif ve saldırgan örnekleri kullanmak zorunda değilsiniz.


Mülteci meselesinde ise çok ama çok dikkatli bir zeminde dans etmelisiniz.

Söyleyeceğiniz her şeyi yukarıdaki örneklerden de daha dikkatli örnekler ve söylem seçerek kurgulamalısınız. 

Mümkünse Atatürk ve İslam'ı hiç buna katmadan konuşun çünkü bu hastalanmış ve psikolojisi son derece kırılgan olan toplumun bir kısmı Atatürk'ü diğer kısmı da dini ne varsa onu görünce kızıl görmüş boğaya dönüyor. 

Atatürk ve dini bünyesinde barışık şekilde mecz edebilen o kadar az insan var ki adınız çıktığında onları bile kaybedebilirsiniz. Bu sebepten sevdiklerinizi bile katmayacağınız konulardan birisidir bu konu. 

Trafikte kavga ederken karşınızdaki kişiye anama gidiyordum dersen ilk söveceği kişi annenizdir. Bu sebepten kriz anında seslerin yükseldiği anda "değer" bildiğiniz şeyleri geride tutun ki onlar zarar görmesin.

Mabetlerine dokunulduğu için ayağa kalkan bir milletin, mabadına dokunulduğu ve sokaklarda parmaklandığı zamanlarda konforlu şekilde oturmasını tabii ki beklemiyorum ama ayağa kalkmasını da hiç istemiyorum. 

Çünkü biliyorum ki hiddet anında ayağa kalktığında birçok şey yere indirilecek demektir. En başta devletin kendisi… 

Ama biz bu riski alamayız çünkü ona muhtacız. Zira Türk milleti ayağa kalkarsa bilin ki elinde çerez tabağı ile oturup TV başında izleyenler keyif alacaktır.

Bizim artık neyi kime ve ne şekilde anlatacağını bilen kimselere ihtiyacımız var.

"Ülkenin IQ'su düşüktür" demek yerine "Az akraba evliliği yaparsanız az daha zeki çocuklarınız olur" demek zor değil. 

Birine "Cahilsin keşke gebersen" demek yerine "Bence biraz daha okumalarını artırmalısın" demek gerekiyor. 

Burada iğneyi kendime de batırayım ben de sıklıkla "hoşt", "cahil serseri" laflarını kullanıyorum ki bu benim düzelmeyecek ve zincirlenmeyen tepkisel mizacımla alakalı. 

Ben bile artık "ulan h… oğlu hayvan" diyesim geldiğinde "bak sevgili kardeşim" demeye başladım. "Senin kardeşim değilim" diyor bu kez. "Oldu bebeğim" diyorum sonra da diyorlar ki "hiç akademisyene yakışıyor mu konuşma şeklin?"

Ama bunu diyen diyaloğa hakaretle başladığını unutuyor. Bu aptallarla mı uğraşacağız? Ya "hoşt" deyip geçiyoruz ya da hiç konuşup bizi aşağı çekmesine müsaade etmiyoruz.

Karşındaki kızın açık kıyafetinden ve dekoltesinden mi rahatsızsın? Samimiyetin ve hukukun yoksa bir defa hiç konuşma. Yok eğer bir ailevi bağın ve samimiyetin varsa torununa açık giyinmişsin demek yerine "yavrum üşürsün" diyen babaannelerin şefkati ile yaklaşmalısın. 

Hatta dindarsan hiçbir şey söylememeli ve gözlerini kaçırmalısın. İlk tesettür ayetinin kadınların başlarına değil erkeklerin gözlerine indirildiğini bilen herkes beni anlayacaktır.

"Bu ödev olmamış" demek yerine "Daha iyisini yapabilirsin" demek,

"Beyinsiz gerizekalı" demek yerine de "E Allah iyiliğini versin e mi?" demek lazımdır.

"Geldi yine t… s.." demek yerine de "Yine mi sen be mübarek?" diyebilmeliyiz.

Seçim sizin tabi.

İsteyen mevzide kalır isteyense mevzuda. Bu topluma karşı en önemli sorumluluğumuz evvela mahalleleri birleştirmek.

Kalp kırmak konusunda hayli sabıkalı ve dili birçok konuda yılan gibi olan birisi olarak yazdım ve yazdıklarım aynı zamanda kendime yönelik özeleştiri hükmündedir. Dilerim bu özeleştiri genele yayılır.

Biz olması gerekeni yazdık. Siz de yapmanız gerekeni yapınız.

Saygılarımla.

 

 

*Bu makalede yer alan fikirler yazara aittir ve Independent Türkçe'nin editöryal politikasını yansıtmayabilir.

© The Independentturkish

DAHA FAZLA HABER OKU