Uzunca bir süredir 24 Nisan günlerinde Ermeni tehciri ile ilgili savunma babından yazılar yayımlanıyor. Garo Paylan ve Sezgin Tanrıkulu, karşı görüşlerinden ötürü lanet yağmuruna tutuldular.
Bu günlerde sosyal medyada takipçilerimden ikisi "Bu konunun doğrusunu Zeki Sarıhan'a sormalı" diyen notlar paylaştılar.
Güvenlerine teşekkür ederek, bu konuda bildiklerimi Independent Türkçe aracılığı ile açıklamam şart oldu.
Çeşitli ülkelerin parlamentolarında "Ermeni soykırımı" kararlarının alınması, bu ülkelerin Türk veya Türkiye düşmanlığından veya Türkiye'yi bölüp parçalama niyetinden kaynaklanmıyor.
1915-1916 yıllarında Ermenilerin göç ettirilmesi sırasında uğradıkları katliamın ağırlığından kaynaklanıyor.
Türkçe'ye bu olay "Ermeni tehcir ve taktili" olarak geçmiştir. Soykırım kavramı, Alman Nazilerinin Yahudilere uyguladığı geniş çaplı katliamdan sonra 1948'de siyaset ve hukuk diline girdi.
Şimdi Batı kamuoyunda ve Ermenilerde 1915'te yaşananın da bir soykırım olduğu kanısı yaygın. Türk devleti ve Türkiye'deki bazı çevreler ise buna yanıt yetiştirmeye çalışıyor.
Bu konuda söylenenler, 1915 olaylarının savaşın getirdiği bir zorunluluk olduğu, Osmanlı hükümetinin bu sürgünü yapmakta haklı olduğu, ölümlerin bir kasta bağlı olmadığı ve hastalık, kötü yolculuk koşulları gibi nedenlere dayandığı, kasıtlı olarak öldürülenler bulunsa da ölenlerin abartıldığı sayıda değil, çok az sayıda olduğu, aslında Ermenilerin öldürdüğü Türklerin çok daha fazla sayıda olduğu gibi bir yelpaze içindedir.
Bu yazıda iddialardan herhangi birinin tarafını tutmadan, vicdanımın emrettiği gerçeklere bağlı kalarak Ermeni sorunu hakkında bildiklerimi ve yorumlarımı anlatacağım.
Bu konudaki düşüncelerimi parça parça daha önceki bazı yazılarımda da dile getirmiştim.
Böyle bir konuda gerçekleri ne İslamcılar, ne milliyetçiler söyleyebilir. Gerçekleri ancak bütün halkları kardeş bilen ve onların birleşerek her türlü sömürü ve zulme karşı mücadele edilmesini savunan sosyalistler söyleyebilirler.
Şurası bir gerçektir ki, Türkiye devrimcileri ve demokratları da 1915'te yaşanan gerçeklikle Türk milliyetçiliği arasında sıkışıp kalmaktadır.
Birinci Dünya Savaşı ve İkinci Dünya Savaşı bütün dünyada büyük yıkımlara neden oldu. Devletler, milletler birbiriyle savaştılar.
Milyonlarca insan öldü. Hepsi tarihin birer konusudur. Bu savaşlarda galipler, yenilenleri cezalandırdılar.
Barış anlaşmalarıyla hesaplar görüldü. Düşmanlar yeniden birbirleriyle dost olabildi.
1915 Ermeni Tehcir ve Taktil olayı ise hâlâ baş ağrıtmaya devam ediyor.
Ermeni tehciri ve taktili konusunda taraflar arasında adeta bir münazara yaşanıyor.
Münazarada asıl amaç doğruyu söylemek değil, etkili konuşarak mantık çelmesinde bulunmaktır.
Okullarda münazara kazanan tarafı jüri üyeleri kutlarlar ama onlar yarışmayı kazandı diye gerçek ortadan kalkmaz.
Şimdi, olaya Ermeni veya Türk çıkarları açısından değil, İngiliz, Fransız hükümetleri veya İttihat Terakki yöneticilerinin gözüyle de değil, emekçi halkın çıkarları ve temiz bir vicdanın bize yüklediği sorumlulukla bakalım. Zira:
- Gerçek devrimcidir. Gerçek dışı hiçbir iddia bizi doğru sonuca götüremez.
- Halklar kardeştir. Onların birbirlerini öldürmelerinde, birbirlerine eziyet etmelerinde bir çıkarları yoktur. Halkları birbirine düşürenler, onların vuruşmalarından çıkarları olan hâkim sınıflardır.
- Her sınıf, tarihi kendi çıkarları ve geleceği açısından yorumlar. Gelecekte nasıl bir düzene kavuşmak istiyorsa tarihte ona destek olan olguları arar, bulur.
Bu gerçekler ışığında şimdi Ermeni sorununu birkaç soru ve yanıtla ele alalım. Böylece çekinmeden kralın çıplak olduğunun da farkına varırız.
1. Türk-Ermeni vuruşmasında asıl suçlu kimdir?
Asıl suçlu dünyayı aralarında yeniden paylaşmak isteyen emperyalist ülkelerin tekelleridir. Birinci Dünya Savaşı'nı onlar çıkarmıştır.
Ermeni tehcir ve taktili olayı, Birinci Dünya Savaşı'nda milletlerin yaşadığı birçok acıdan yalnızca biridir.
Bu savaş çıkarılmamış olsaydı, ne Ermenilerin Rus ordusunda görev almaları, ne de güvenlik gerekçesiyle Ermeni sivil halkın tehciri ve öldürülmeleri söz konusu olabilirdi.
1918 sonları ve 1919 başlarında Paris Barış Konferansı toplanacağı zaman, Osmanlı tezlerinin ne olması gerektiği tartışılıyordu.
Devlet yöneticilerinin Müttefiklerden daha iyi bir barış elde edebilmesi için onlardan özür dilenmesi gibi görüşlere karşı Devletler Hukuku Profesörü ve Hukuk Fakültesi eski dekanı Selahattin Bey, şöyle yazıyordu:
Savaşı biz çıkarmadık. Onlar çıkardı. Bu savaştan Türk milleti de zarar gördü. Özür dileyecek olanlar onlardır.
2. Türkiye, Birinci Dünya Savaşı'na vatanı davunmak için mi girdi?
Türkiye'yi bu savaşa bir emrivaki ile Almanlar soktu. İttihat ve Terakki yöneticileri Alman hayranıydılar ve imparatorluğu Almanya'ya bağlamışlardı.
Bu bağlılık Türkiye'nin NATO içinde yer almasına ve NATO nereyi gösterirse oraya müdahale etmesine benzer. Bundan beklediği çıkar NATO ve Amerika tarafından korunup kollanmasıdır.
Cemal Paşa'ya savaş bittikten sonra sormuşlar; "Bu savaşa niçin girdiniz?" diye. "Memurlarımızın maaşlarını ödeyebilmek için" yanıtını vermiş.
Bu basit bir yanıt olmakla birlikte olayın özüne işaret etmektedir.
Başlarında Doğu Perinçek bulunan Türkiye İhtilalci İşçi Köylü Partisi'nden yargılanan devrimciler, 1973'te Sıkıyönetim Mahkemesi'nde yaptıkları Savunma'da şöyle diyorlardı:
Halkın ve milli burjuvazinin muhalefetini ezen Talat, Enver ve Cemal Paşalar yönetimindeki feodal-komprador İttihat ve Terakki diktatörlüğü, Alman emperyalistleriyle birlikte ülkemizi Birinci Dünya Savaşı'na soktu. Binlerce işçimiz savaş sırasında cephelere sürülen Alman işçilerinin yerini almak üzere Almanya'ya gönderildi. Emperyalistler ve işbirlikçileri kendi emelleri uğruna Galiçya'dan Arabistan çöllerine kadar çeşitli cephelerde yüz binlerce Anadolu köylüsünü kırdırdı. Alman emperyalistlerinin Bakü petrollerini ele geçirmesine hizmet eden Enver Paşa'nın 'Turancı' siyaseti uğruna yalnız Sarıkamış seferinde 90 bin asker soğuktan donarak öldü.
(Savunma, 4. baskı, 1992, s. 156)
Şefik Hüsnü, 1 Haziran 1922 tarihli Aydınlık dergisinde ülkeyi Birinci Dünya Savaşı'na sokanlar için şöyle diyor:
Savaş ilanından sonra ancak diktatörcesine bir yönetimle halkın olupbittiye boyun eğmesini sağlayabildiler. Bu istibdat altında imtiyazlı bir burjuva sınıfı, normal şartlar altında hayalinden bile geçiremeyeceği servetler, sermayeler yığmayı başardı. (aynı yerde)
3. Halk, bu savaşı nasıl karşıladı?
Savaşa girildikten sonra Türk askeri ve halkı, başkomutanlığın gösterdiği cephelerde savaştı. Kimisi vatan savunması amacıyla, kimisi başka seçeneği olmadığı için savaş alanlarına gitti.
Ancak Çanakkale gibi bazı cepheler dışında askerin bu savaşta şevkle çarpıştığını söylemek zordur.
Çanakkale, o tarihte öz Türk vatanı olduğu için canla başla savunulmuştur. Kanal, Irak, Kafkasya, İran, Galiçya cepheleri ise anavatan topraklarının dışındaydı.
Asker burada anavatanı korumak için değil, bu savaşı Almanların kazanması için savaşa sürüldüğünün farkındaydı. Bu nedenle askerde direnme gücü zayıftı.
İngiliz, Fransız ve Rus ordularına kitleler halinde teslim olma olayı yaşandı. Pek çok asker savaşa gitmemek için direndi veya birliklerinden kaçtı.
Birinci Dünya Savaşı'nın kaybedilmesinde asıl etkenin para, silah ve malzeme yokluğu değil, ordunun yetkisiz eller verilmesi, askerlere ve halka karşı takınılan kötü davranış olduğunu yazanlar vardır ki pek haksız da sayılmazlar.
Bu dönemden kalan şarkılar "Of gençliğim eyvah!" havasını yansıtmaktadır.
4. Siyasetçiler, tarihçiler, komutanlar bu savaş hakkında ne düşündüler?
Birinci Dünya Savaşı'na girmenin isabetli bir davranış olup olmadığı konusunda gerek savaş içinde, gerekse savaştan sonra birçok fikir ileri sürüldü.
Ortalama düşünce savaşa girmenin yanlış olduğu, bu savaş sırasında tarafsızlık ilan edilseydi daha iyi olacağı yönündedir.
Mustafa Kemal Paşa da, savaşa hazırlıksız ve erken girildiği kanısındadır. 1917'de hükümete gönderdiği bir yazıda savaştan çıkılarak Müttefiklerle "münferit" bir barış anlaşması yapılmasını savunmuştur.
Savaştan umudunu kesen diğer bazı komutanlar ve siyasetçiler ise bunu Enver Paşa'ya söylemeye korkmuşlardır.
5. Bir ülkeyi savaşa kim sokar? Barış yapmak kimin yetkisi içindedir?
Osmanlı devletinin daha önceki dönemlerinde Padişah'ın emri ve iradesiyle savaş ilan edildiğini biliyoruz.
Fakat onlar bile bunu o zamanın bakanlar kurulu olan divan üyelerine danışırlardı. Onlarla müşavere yaparlardı.
Bilindiği gibi Türkiye, gerilemesinin başlıca nedeni gördüğü mutlakıyetten 1876'da kurtulmayı denemiş, İkinci Abdülhamit Anayasa'yı askıya alarak yeniden bir mutlakıyet dönemi başlatmıştı.
1908 İkinci Meşrutiyeti ise milletin kaderinde padişahın oynadığı rolü iyice kısıtlayarak bunun yerine milletin hâkimiyetini geçirdi.
Milletin hâkimiyeti demek, aynen 1919'da Amasya kararlarında da belirtildiği gibi milletin seçtiği vekillerin kararı demekti.
Oysa İkinci Meşrutiyet'ten bir süre sonra devlete bütünüyle egemen olan İttihat ve Terakki Partisi, özgürlükleri rafa kaldırdı.
Bu dönemde egemenlik, bir yönetici hizbin eline geçti ve egemenliği onlar temsil eder oldular.
1914'te savaşa girilirken ne millete, ne onların vekilleri olan Meclis'e, ne de hükümete danıştılar; Padişah da onların yaptıkları kararnameyi imzalamaktan başka bir şey yapamıyordu.
Dolayısıyla Birinci Dünya Savaşı, Türkiye açısından bir diktatörlüğün, özgürlük yokluğunun sonucudur ve getirdiği felaketin sebebi de budur.
6. Birinci Dünya Savaşı'nın, Kurtuluş Savaşı'ndan farkı nedir?
Fahrettin Altay, 1912'de başlayıp 1922'de biten savaşlar dönemine "10 Yıl Savaşı" diyor. Türkiye halkı bu dönemde üç savaş yaşadı: Balkan Savaşı, Birinci Dünya Savaşı ve Kurtuluş Savaşı.
Bunlar art arda gelmekle birlikte mahiyetleri farklı savaşlardır. Savaşan kuvvetler farklıdır. Örneğin Balkan Savaşı Bulgarlarla yapıldığı halde Birinci Dünya Savaşı İngiliz, Fransız, İtalyan ve Ruslarla yapılmıştır.
Kurtuluş Savaşımızda ise Ruslar Türkiye'nin dostudur. İngilizler, Fransızlar, İtalyanlar Türkiye'yi aralarında pay etmişler ve Yunanistan'ı da işin içine katmışlarsa da savaşın sonu gelmeden Fransızlarla İtalyanlar sahneden çekilmişler, Türkiye İngilizlerin himayesindeki Yunanlılarla ve Doğu'da Ermenilerle savaşmıştır.
Birinci Dünya Savaşı, İttifak devletlerini sürükleyen Almanların, ardından Avusturya ve Macaristan'ın yenilmesiyle bitmiş bulunuyordu. Türkiye açısından da savaş 30 Ekim 1918'de imzalanan Mondros Ateşkes Anlaşması'yla bitmiştir.
Türkiye, Kurtuluş Savaşı'nda herhangi bir devletin teşviki ve müttefiki olmadan tamamen savunma savaşı yapmıştır.
Savaşın amaçları farklıdır. Onu yürüten artık Osmanlı devleti değil, Ankara'da kurulan yeni bir hükümettir.
Kurtuluş Savaşı, gönüllülerin direnmesiyle başlamış ve ardından yeni bir ordu kurularak yürütülmüştür. Birinci Dünya Savaşı'na karar veren kadrolar siyasi ve askeri hayattan silinmiştir.
Birinci Dünya Savaşı'nı Kurtuluş Savaşı'nın içine katmak aslında İttihat ve Terakki yönetimini aklamak için yapılmaktadır. Böyle bir anlayışın bizi tarihte götüreceği yer iyi bir yer değildir.
7. Ermeniler niçin ayaklandı?
Osmanlı devletinin savaşa girmesiyle bütün kötülüklerin anası olan savaş, hükmünü yürütmeye başladı. İki taraf savaşı kazanmak için harekete geçirebilecekleri bütün kuvvetleri seferber ettiler.
Savaş ilan edildikten sonra Ermeni çeteleri, Osmanlı devletinin sonunun geldiğini tahmin ederek, bu savaştan kazançlı çıkmak, Osmanlı topraklarında az çok nüfus yoğunluklarının bulunduğu yerlerde bağımsız bir Ermenistan kurmak için Rus ordusuyla işbirliği yaptılar ve özellikle doğu bölgesinde Türk köylerinde çeteciliğe başladılar.
Enver Paşa'nın başında olduğu Teşkilat-ı Mahsusa da Kafkas ülkelerine eğitilmiş bir kısım birlikler göndererek buralarda yaşayan Türk ve Müslüman halkı Rus devletine karşı ayaklandırma görevi verdi.
Bu birliklerin başarılı olup olmadığını veya olduysa ne derece başarılı olduğunu, arşivler açılmadığı için bilmiyoruz. Fakat Ermeni ayaklanması gibi bir sonuç doğurmadığı anlaşılıyor.
Bunun nedeni, Kafkaslarda yaşayan Müslümanların Türkiye halkına göre nispeten daha rahat bir hayat yaşamaları olabilir.
Rusya o tarihlerde şehircilik, ulaşım, tıp, eğitim, sağlık gibi konularda Osmanlılardan fersah fersah ilerideydi.
8. Ermeni çeteleri ayaklanmakta haklı mıydı?
Bir ülkedeki azınlıkların, dış saldırılara karşı kendi vatanlarını savunmak yerine başka ülkelerin yandaşı haline gelmesi, savunmayı içerden çökertmek için silahlanması büyük bir hatadır ve risklidir. Bu bir kumardır.
1914'e kadar Rumeli'deki bazı milletlerin Osmanlı'ya isyanı sırasında Osmanlı ordusunda asker olarak çarpışan, devlete bağlılıkları nedeniyle "Sadık Millet" olarak bilinen Ermeniler, 1914 sonbaharında bile ortak vatanları olan Türkiye'yi, dış saldırılara karşı Türk ve Kürtlerle birlikte savunma kararındaydılar.
Ancak bu ittifak savaşın ilerleyen aylarında bozulmuş, Ermeni milliyetçi örgütleri Ruslarla birlikte Osmanlı devletine karşı savaşma kararı almıştır.
Bu büyük bir risk almadır ve riskin bedelini yalnız çeteciler değil, bütün Ermeni nüfus ödemiştir.
Tarihte birçok örneği görülen böyle bir bedeli İkinci Dünya Savaşı'nda Kırım Türkleri, Almanlarla işbirliği yaparak ödemişlerdir.
9. Ermeniler ayaklanmadan uzak tutulabilir miydi?
Ermenileri ayaklanmadan uzak tutabilmek için onların Osmanlı devletinden isteklerini tatmin etmek bir çare olabilirdi.
Zaten uluslararası platformlarda ve Ermeni cemaati ile görüşmelerde bu konuda sözler de verilmişti.
Ermenilerin yoğun olduğu Altı İl'de yapılacak idari reformlar yapılmadı. Esasında Osmanlı devletinin dağılmasının esas nedeni, imparatorluğun demokratikleşememesidir.
Abdülhamit İslamcı idi. Devletin dini İslam'dı. Bu nedenle Osmanlıcılık akımı yetersiz kaldı ve milliyetçilik akımlarının etkisindeki azınlıklar imparatorluktan ayrılarak kendi bağımsız devletlerini kurdular.
Türkçülük akımının ağır bastığı İttihat ve Terakki'nin de Türk olmayan unsurları elde tutması zorlaşmıştı. Savaş çıktığında olaylar geri dönülemez bir durum yarattı.
Bu yalnız Ermeniler değil, Araplar, Rumlar için de söz konusudur. Osmanlı devletinin federe, demokratik bir devlet olma şansı kaçırılmıştır.
İttihat ve Terakki yöneticileri, yaratmak istedikleri yeni devlette Türk ve Müslüman olmayanlardan vazgeçmiş, çare olarak da onların ülkedeki nüfusunu yok etmek, dağıtmak veya azaltmak yolunu seçmiştir.
10. Ermeni sürgün kararı bir hata mıydı?
Bir kez savaşa girdikten ve onu kazanma zorunluluğu kendini gösterdikten sonra, herhalde Alman kurmaylarının önerisi ve Enver Paşa'nın isteğiyle Kafkas cephesinde savaşan ordunun gerisini güven altına almak amacıyla, bu bölgedeki Ermeni nüfusu, ülkenin başka bir bölgesine nakletmek riskli olmakla birlikte garipsenecek bir karar değildir.
11. Tehcir kararı nasıl uygulandı?
Tehcir, Kafkas cephesinin arkasındaki bölgede yaşayan Ermenilerin göç ettirilmesiyle sınırlı kalmadı. Edirne, İstanbul, İzmit, Ankara, Kastamonu, Adana gibi cepheyle ilgisi olmayan bölgeleri de kapsadı.
İlgili kanun ve yönergelerde bu tehcirin usulüyle yapılması, tehcire tabi tutulanların mallarının usulüyle satılıp değerlerinin kendilerine ödenmesi, yol boyunca yedirilmeleri ve barındırılmaları gibi hükümler varsa da çoğu yerde bunlar uygulanmadı.
Çeşitli illere dağılmış Teşkilatı Mahsusa elemanları mülki amirleri baskı altına aldı. Tehcire karşı çıkan bazı yöneticiler görevlerinden alınarak tehcir yapacak idareciler göreve getirildi.
12. Tehcire tabi tutulanlar kimlerdi?
Tehcire tabi tutulanlar arasında çete mensupları yoktur. Bunlar yakalanmış, hapsedilmiş, asılmıştır veya sınır dışına çıkmışlardır.
Tehcire tabi tutulanlar geride kalan yaşlı, kadın, çocuk, hasta Ermenilerdir.
13. "Ermeni dölü!"
Tehcir sırasında mütegallibe tarafından el konulan Ermeni kızları ve kadınlarının yaşadıkları, tarihte benzeri az görülen büyük bir trajedidir.
Bir İngiliz raporunda evlerde alıkonan Ermeni kadınlarının sayısının yüz bin olduğuna ilişkin bir kayıt vardır.
Bu kadınlar Türklerle evlenmiş ve çoluk çocuğa karışmıştır. Günümüzde anneannesi, babaannesi Ermeni kökenli olan pek çok kişi vardır.
Eskiden bu gerçek daha serbest dile getiriliyordu. Fakat günümüzde bazı ırkçılar, Ermeni bir anadan gelmeyi bir suçlama konusu yaparak "Ermeni dölü" ifadesini kullanıyorlar.
Bundan daha acımasız ve insanlıktan uzak bir tutum olamaz. Öncelikle bu kadınlar, bir kısmı çok mutsuz bir hayat sürmekle birlikte Türkleşmişlerdir.
Artık Ermeni değil, Türk ve Müslümandırlar. İkincisi ise hem yakınlarını öldürmeyi ve bu kadınları ailelerinden ayırarak onlarla evlenmeyi meşru göreceksin, hem de onları suçlayacaksın!
İnsanlık dışı bir tutum. İşin acı taraflarından biri de bazı Ermeni ailelerin, kızlarının yollarda ırzına geçilmemesi ve yaşayabilmeleri için onları Türk ailelere emanet etmek zorunda kalmalarıdır.
14. Tehcirde gerekli güvenlik önlemleri alınmış mıdır?
Mülki amirlerin, jandarmaların tutumlarında farklılık olmakla birlikte tehcir sırasında gerekli güvenlik önlemleri alınmadığı gibi, göçe tabi tutulan Ermeni nüfusu iliğine kadar soyan, ellerinde avuçlarında ne varsa el koyan, onları kasten aç ve susuz bırakan, uçurumlardan atarak öldüren, kurşuna dizen, daha kötüsü kadınların ırzına geçen, genç kızlarını odalık olarak evlerine alan birçok insan bu tehcirde rol almış, tehcir acı bir katliama dönüşmüştür.
Tehcir sırasında öldürülen Ermenilerin sayısı konusunda bir anlaşma yoktur. Bunu tespit emek de kolay görünmüyor.
Fakat Talat Paşa'nın tuttuğu defterlere de dayanarak bunun yüz binlerce olduğunu söylemek hatalı değildir.
Böyle bir büyük katliamın, trajedinin başta o millet olmak üzere halklar tarafından unutulması ve üstünün örtülmesi mümkün değildir. Olayın bütün ağırlığı da bundan kaynaklanmaktadır.
15. İttihat ve Terakki yönetimi bu facialar karşısında nasıl bir tutum aldı?
Savaş sırasında uygulanan sansürden ötürü Türk basını bu facialar hakkında tek bir satır yazamamıştır.
Fakat olaya tanıklık edenler, el altından gönderilen raporlardan haberdar olanlar ve İstanbul'daki cemaat yetkilileri hükümete birçok başvurular yaparak durumu öğrenmek istemişler ve katliamın önlenmesini talep etmişlerdir.
O dönemde İttihat Terakki'nin üç yönetici de kendi başlarına birer hükümet gibidir ve kimse kimsenin işine karışamamaktadır.
Talat Paşa, olayı Enver Paşa'nın üstüne yıkmakta, Cemal Paşa ise Suriye'de ayrı bir devlet gibi davranmaktadır (birçok Ermeni'yi korumuştur).
Diğer yöneticiler ise bu üç kişiden birinin adamıdır. Tehcir, İçişleri Bakanlığı tarafından yürütüldüğü için sorulara cevap verme görevi Talat Paşa'nın olmuş, o da olayları önlemeye çalıştığı, gerekli emirleri verdiği gibi açıklamalarda bulunmuştur.
Olayın verdiği ağırlık karşısında, ya da gerçekten öyle olmasını istemediği için suçluları cezalandırmak için taşraya müfettişler de göndermiş, bazı insanlar idari veya adli cezalara da çarptırılmıştır.
Ancak bunların çoğu ne yazık ki, insan öldürmekten değil, Ermeni mallarını yağma ettikleri için cezalandırılmışlardır.
16. Diyarbakır Valisi neden intihar etti?
50 bin Ermeni'nin katledilmesinden suçlanacak olan Diyarbakır Valisi Dr. Reşit'in durumu bu tip cezalandırılmalara örnektir.
Reşit Bey, Diyarbakır valiliğinden alınarak Ankara Valiliği'ne getirilmiştir. Ancak bu sırada İstanbul'da satılan pahalı bir eve telgrafla talip olduğu zaman, Diyarbakır Valiliği'ne getirildiğinde beş parasız olan Reşit Bey'in bu parayı Ermeni tehciri sırasında elde ettiğinden kuşkulanılmıştır.
Mütarekede tutuklanmış olan Reşit Bey, hapishaneden kaçırılmış, yeniden yakalanacağı zaman kendi tabancasıyla intihar etmiştir.
17. Osmanlı parlamentosu duruma seyirci mi kaldı?
Parlamentonun eli kolu bağlıdır. Ancak savaş yenilgiyle sonuçlanacağı anlaşılınca ve Talat Paşa Hükümeti istifa edince, parlamento harekete geçmiş, Ateşkes imzalanmadan iki gün önce 28 Ekim 1918'de verilen bir önergeyi kabul ederek 1914-1918 yılları (Savaşın başından sonuna kadar) kurulan hükümetlerde görev alan bakanların Yüce Divan'a verilmesini kabul etmiştir.
Ancak önergenin kabul edildiği 2/3 Kasım 1918'de İttihatçıların bu işlerden sorumlu elemanları yurtdışına kaçmış bulunuyordu.
Gene de geride kalan ve kendini savaştan sorumlu saymayan bir hayli bakan vardır. Bunların ifadeleri meclisin Beşinci Şubesinde bir mebus grubu tarafından alınmaya başlamıştır.
18. Hükümet üyeleri ne yanıt verdiler?
Savaşa girildiği tarihte başbakan olan Sait Halim Paşa ve savaş yıllarında görev alan iki şeyhülislam da içinde olmak üzere bütün bakanlar, verdikleri ifadelerde savaştan kendilerinin sorumlu olmadığını, savaşa bir emrivaki ile girildiğini, sorumluluğun Enver, Talat, Cemal Paşa'dan oluşan üçlüde olduğunu, çabalarına rağmen devletin savaşa sokulmasını önleyemediklerini anlatmışlar, hükümette daha sonra görev alanlar ise bu sorumluluğun kendileriyle ilgili olmadığını anlatmışlardır.
19. Sorgulamada Ermeni Tehciri ve Taktili de soruldu mu?
Evet, savaş kabineleri üyelerine yöneltilen 10 suçlamadan ilki devleti sebepsiz olarak savaşa sokmaktır. Beşincisi ise Ermeni sorunuyla ilgilidir.
Bugün kullandığımız sözcüklerle suçlama şöyledir:
Hukuk kanunlarına ve insanlığa özellikle anayasanın ruhuna ve açık hükümlerine tamamen aykırı geçici yasalar, emir ve nizamnameler çıkararak memleket neden bir facialar sahnesine döndürülmüştür?
Sorgulamalar sırasında bunun Ermeni tehciri ve taktili ile ilgili olduğu anlatılmış, söylenenler tutanakla saptanmış, üstelik o tarihlerde bir büyük kitap halinde de yayımlanmıştır.
Cevaplar içinde, savaş içinde suçluların cezalandırılmasının zor olduğu, bu cezalandırma işinin savaş sonuna bırakıldığı da vardır.
Bakanlardan Ermenilerin tehcir edilmesini bir zorunluluk olarak görenler varsa da tehcir sırasında yaşanan faciaları reddeden, bunların üstünü örtmek isteyen yoktur.
20. Bu facialar konusunda daha sonra ne yapıldı?
Savaş sonunda uygun bir ortam olsaydı İttihat ve Terakki hükümetinin yapacağı yargılama işi, o iktidardan düştüğü için yeni hükümetlere düşmüştür.
İttihat Terakki'nin artçı hükümetleri olarak anılan İzzet Paşa, Tevfik Paşa hükümetleri zamanında, Ermeni tehciri soruşturmasını yapmak üzere ülkenin çeşitli yerlerinde divanıharpler kurulmuş, yargılamalar başlamış, açık duruşmalarda iddianameler okunmuş, savunmalar yapılmış, tanıklar dinlenmiş ve bazı idam ve hapis cezaları verilmiştir.
Yargılama tutanakları o günün basınında genişçe yer almış hatta o dönemin resmi gazetesi olan Takvimi Vekayi'nin eki olarak da yayımlanmıştır.
Şüphesiz tehcir ve taktil suçluları hakkında bu kararlı tutumun ardında, adaletin yerine gelmesi beklentisi kadar, savaş suçlularını cezalandırarak Müttefiklerden iyi bir barış elde etme düşüncesi de vardır.
Mütareke basınında bu yargılamalar konusunda başlıca itiraz "Türklere saldıran Ermeniler de yargılansın" isteğidir.
Tehcir sırasında Ermenileri katledenlerin suç işlediği ve cezalandırılmaları gerektiği o kadar yaygın bir istek haline gelmiştir ki, Damat Ferit Hükümeti'nin düşmesinden sonra İstanbul'da kurulan Ali Rıza Paşa Hükümeti'nin temsilcileriyle başlarında Mustafa Kemal Paşa'nın bulunduğu Heyeti Temsiliye arasında Amasya'da yapılan görüşmeler 21 Ekim 1919 günü bir mutabakata bağlanırken, alınan kararlar arasında "Tehcirde suç işleyenlerin kanunen cezalandırılması adlen ve siyaseten elzemdir" maddesi de vardır (Nutuk, belge 159).
21. Tehcir ve taktilin hesabı verilmedi mi?
Bir taraftan Osmanlı mahkemeleri tehcir suçlarını cezalandırırken, Ermeni intikamcılar da harekete geçmişler.
1914'te başbakan olan Sait Halim Paşa, İçişleri Bakanı Talat Paşa, Bahriye Bakanı Cemal Paşa, diğer bazı Teşkilatı Mahsusa üyelerini yurtdışında suikastlarla öldürmüşlerdir. Enver Paşa'nın da peşindeydiler.
Fakat Enver Paşa, 1922'de Orta Asya'da Kızılordu ile savaşırken ölmüştür. Böylece Ermeni tehcirinden ve taktilinden sorumlu olanlardan gerek daha savaş sırasında cezalandırılan bazı çete mensupları ve suistimal yapanlar, gerekse mütarekede yargılanarak ceza alanlar veya Ermeni intikamcılar tarafından cinayetle öldürülenler sonucunda bu hesabın kapandığı düşünülmüştür.
22. İngilizler Malta tutuklularını niçin mahkûm edemediler?
İngilizler, Mütareke'den sonra, mütareke veya barış şartlarına itiraz ederek yeni bir direniş çıkarabilecekleri kaygısıyla İttihat ve Terakki iktidarı döneminde görev almış siyasetçi, komutan ve benzeri üst derecedeki birçok kişiyi tutuklattılar.
İşin ilginç tarafı, İstanbul'da İttihatçıların bir darbe yapmasından korkan Damat Ferit Paşa, bunların götürülmesini İngilizlerden rica etti. İngilizler de onları Malta'da enterne ettiler.
Hatta bir kısmı hapsedildikleri cezaevinden alınıp götürüldüler. Onlara yüklenen suçların esası esirlere kötü davranmaktı.
Bu tutukluların bazıları Malta'dan kaçmayı başardı. Kalanlar ise İstanbul'un 16 Mart 1920'de işgalinden sonra Anadolu'da tutuklanan İngiliz subayları ile takas edildi.
Bu tutukluların kaçının Ermeni katliamı ile suçlandığını bilmiyoruz. Bunların hakkında suçlayıcı kanıt bulmak kolay da değildir. Muhtemelen konuyla ilgileri yoktur.
Bu nedenle "Maltadakileri yargılayamadılar, demek ki Ermeni katliamı yoktur" demek doğru değildir.
Kurduğu geniş ajan örgütü nedeniyle her tarafta ne olup bittiğini öğrenme imkânına sahip olan İngilizlerin elinde pek çok belge vardı.
Bunların içinden seçtikleri belgeleri savaş içinde "Mavi Kitap"ta da yayımladılar. Malta olayı hukuki değil, siyasi bir olaydır.
23. Ermeni sorununun Kurtuluş Savaşı'ndaki yeri nedir?
Ermeni ve Rum istekleri Kurtuluş Savaşı'nın başlamasında ateşleyici bir rol oynamıştır. Ege bölgesinin Yunanlılara verileceği haberlerinin İzmir'de bir Türk kongresine ve daha sonra Yunan işgaline karşı bir gönüllü savaşına sebep olduğunu biliyoruz.
Kurtuluş Savaşı'nın Doğu'daki ateşleyicisi ise buraların Ermenilere verileceği ihtimalidir. Toplanma nedeni Doğu Anadolu'nun Ermenilere verilmesi ihtimalini önlemek olan Erzurum Kongresi'nin kararlarından biri "Her türlü Rumluk ve Ermenilik" anlamına gelecek uygulamalara izin verilmeyeceğidir.
Güneyde ve Güneydoğu'da silahlı direnişin başlaması ise Fransız birlikleriyle bölgeye gelen Ermeni gönüllülerdir.
Ermenilerin bir intikam hareketine girişeceği, mallarını geri isteyeceği kaygısı buradaki Müslüman Türkleri ve Kürtleri Fransızlara karşı mücadeleye sevk etmiştir.
24. Talat Paşa'yı öldüren genç neden ve nasıl beraat etti?
Talat Paşa, mütarekeden sonra Almanya'ya kaçmıştı. Ermeni bir genç onu caddede yürürken ensesine sıktığı iki kurşunla öldürmüş, yani tasarlayarak cinayet işlemiştir.
Alman güvenlik kuvvetleri bu genci yakalamakta gecikmemiş, yapılan açık yargılama sonucunda jüri bu gencin beraat etmesi gerektiğini bildirmiş, mahkeme de buna uymuştur.
Taammüden (tasarlayarak) adam öldüren bir kişinin, bu işi tahrikle de yapsa beraat etmesi görülmüş bir şey değildir.
Ermeni katilin beraat etmesinin nedeni, tehcir sırasında ailesinin Erzurum'da gözü önünde katledilmiş olmasıdır.
Bu beraat olayını Almanların Ermeniler gibi Hıristiyan olmalarına, onu kayırmış olmalarına bağlamak doğru değildir.
Düşünülmesi gerekir ki Almanlar Birinci Dünya Savaşı'nda Türklerin müttefikidirler. Şöyle demek daha doğru olacaktır: Almanlar Ermenilerin tehcirini tavsiye etmiş olmakla birlikte, bunu uygulamak zorunda kalan Talat Paşa'yı feda etmişlerdir. Beraatı sağlayan tehcir ve taktil olayının ağırlığıdır.
25. Talat Paşa katledildiği zaman Türk kamuoyunun tutumu ne oldu?
Mütareke'de İstanbul'da olsaydı herhalde yargılanacak ve cezaya çarptırılacak olan Talat Paşa'nın Berlin'de bir Ermeni tarafından katledilmiş olması Türk basınında üzüntü ve acıma duygularıyla karşılanmıştır.
Üzüntünün nedeni, Talat Paşa'nın İkinci Meşrutiyet'in ilanında rol oynamış İttihat ve Terakki'nin önde gelen bir lideri olmasıdır. Diğer İttihatçıların yurtdışında ölümü de aynı duyguları uyandırmıştır.
26. Tehcir sırasında Türk ve Müslüman halkın tutumu ne oldu?
O dönemde Türkler ve Ermeniler arasında düşmanlığın had safhaya çıktığını kabul etmek gerekir. Bu nedenle bir takım çeteler tarafından Ermenilere karşı özellikle çapulcuların örgütlendiğini görüyoruz.
Kürt ve Arap nüfus, hayat tarzlarından ötürü yağmaya alışıktır. Bu koşullarda asker ve sivil halkın Ermeniler için ciddi bir koruma oluşturamadığı anlaşılmaktadır.
Zaten Ermenileri koruyan ve saklayanların ağır cezalara çarptırılacağı yolunda emirler de vardı. Bu sıkı şartlara rağmen tehcir sırasında Ermenileri saklayan, barındıran, özellikle çocuklarını ve kadınlarını koruyan, yollarda onlara ekmek ve su vermek isteyen asker ve siviller olmuştur.
Bunlar içinde tehcire karşı çıkan veya tehcir sırasında insani davranışların bırakılmamasını isteyen idare adamları da vardır.
27. Ermeni olayları hakkında Mustafa Kemal Paşa’nın, Ankara'nın tutumu ne oldu?
Mütareke'nin ardından Kâzım Karabekir, Ali Fuat Cebesoy, Mustafa Kemal Paşa gibi komutanların Anadolu'ya atanmalarının iki nedeni vardır:
Birincisi İttihat ve Terakki yönetimiyle aralarının iyi olmayışı, ikincisi de Ermeni tehcir ve taktiline bulaşmamış olmaları.
Türkler, Kurtuluş Savaşı'nda Mustafa Kemal, Kâzım Karabekir gibi kumandanlara sahip olmasını onların Ermeni olayına karışmamış olmasına borçludur.
Mustafa Kemal Paşa, Enver, Talat ve Cemal Paşa gibi yıpranmış ve kendisine de rakip olabilecek kişilerin Kurtuluş Savaşı yıllarında Türkiye'ye girmesine karşı olmuştur.
Kâzım Karabekir, Doğu'da Ermeniler üzerine bir harekât düzenlenmesini önerdiğinde önce "Bunun yeni bir Ermeni katliamı" gibi anlaşılacağı gerekçesiyle karşı çıkmıştır.
Fakat Kuvayı Milliye, Karabekir'in 1920 sonbaharında düzenlediği askerî harekâtta, Urfa, Maraş ve Antep'te ve Çukurova'daki çarpışmalar nedeniyle Ermenilerle karşı karşıya gelmiştir.
Ancak Kurtuluş Savaşı sırasında bu bölgedeki Ermenileri Fransızlardan ayırmak ve kazanmak için oldukça çaba gösterilmiş, bir katliama veya tehcire de girişilmemiştir.
Fransızlar Çukurova'yı boşaltırken Meclis, bu bölgedeki Ermeniler için genel af ilan etmiş ve bunların Türkiye'de kalmalarını istemişse de Ermeniler, bu vaatlere güvenmedikleri ve kendilerini güvende hissetmedikleri için Fransızlarla birlikte Türkiye'yi terk etmişlerdir.
Dolayısıyla Birinci Dünya Savaşı ile Kurtuluş Savaşı sırasında yaşanan Ermeni sorununun içeriği farklıdır. Ermeni katliamını 1923'e kadar uzatmak yanlıştır.
28. Ermeni çetelerinin öldürdüğü Türklerin sayısı ne kadardır?
Türkler tarafından öldürülen Ermenilerin sayısını saptamak kadar, Ermeniler tarafından öldürülen Türklerin sayısını bilmek de kolay değildir.
Ermenilerden oluşan birliklerin Van'da ve Türkiye sınırlarının ötesinde bulunan İran Azerbaycan'ında bir hayli Türk ve Kürt öldürdüğü savaş anılarında da görülüyor.
Şüphesiz buradaki katliam da karşılıklıdır. Fakat Müslüman bir nüfus kitlesi içinde bulunan Anadolu'daki Ermeni çetelerinin iddia edildiği kadar Türk ve Müslüman öldürmesi mantıklı görünmüyor.
1918 sonlarında göç ettirilmiş Ermeni ve Rumların Türkiye'ye dönmesine izin verilmiş ve bunları yerleştirmek için bir Göçmenler Müdürlüğü (Muhacirin Müdürlüğü) kurulmuştu.
Bu dairenin Türk müdürü, göçmenlerin yerleştirilmesi ile ilgili bir demecinde Ermenilerin de 50 bin Türk'ü öldürdüğünü söylemiştir.
Bu rakamı gerçek kabul etsek bile onu ölen ve öldürülen Ermenilerin sayısına eş tutmak, hatta daha fazla tutmak mümkün değildir.
Bu iddia ile ölen Ermenilerin sayısı konusunda bir milyon rakamını veren Ermeni iddialarını gerçek sayarsak her bir Türk'e karşılık 20 Ermeni düşmektedir.
Bu bir mukatele (karşılıklı öldürme) ise, sayılar arasında büyük bir oransızlık olduğu açıktır.
29. Ermeni katliamı, bir soykırım mıdır?
Ermenilere tehcir sırasında bir katliam uygulandığı apaçık bir gerçektir. "Onlar da isyan etmişti" veya "öldürülenler soğuk ve açlıktan ölmüştür", "Zaten Türklerden de çok insan ölmüştü" gibi gerekçelerle bu büyük gerçeğin üstü örtülemez.
Fakat onun bir soykırım olup olmadığı tartışmalıdır. Her şeyden önce Soykırım Sözleşmesi 1948'de kabul edilmiştir.
Dünya tarihinde şimdiye kadar büyük katliamlar yapılmıştır. Kararlar 1948 öncesinin katliamlarını kapsasa bile bunları soykırım olarak kabul etmek için uluslararası adil bir mahkemenin kararına ihtiyaç vardır.
30. "Ermeni soykırımı uluslararası emperyalist bir yalandır" sözü ne anlama gelir?
Ermenilerin bir soykırımdan geçtiği iddialarını reddeden bu cümle, Ermeni katliamının yapıldığını içermediği için toptan bir inkâr izlemini veriyor.
Dolayısıyla gerçeği tam olarak saptamaktan uzaktır. 30 kadar ülkenin parlamentosunda Ermeni soykırımı yapıldı kararının alınmasını, Türkiye'ye karşı bir düşmanlıktan, bu yolla onu bölüp parçalama niyetinden kaynaklandığını ileri sürmek doğru değildir.
Bu kararlar, açık ki sorunun ağırlığından kaynaklanıyor. İnsanlık, bu tür acıların bir daha yaşanmamasını istiyor.
Avrupa Birliği Parlamentosu'ndan başka Ermeni soykırımı kararını alan ülkelerin listesine baktığımızda Yunanistan ve Kıbrıs Rum Yönetimi gibi iki ülke dışında Türkiye ile bir sorunu olan ülke yoktur.
Bu ülkeler Uruguay, Arjantin, Rusya, Kanada, Lübnan, İsveç, İtalya, İsviçre, Slovakya, Hollanda, Polonya, Almanya, Venezuela, Litvanya, Şili'dir.
Bunların en eskisi 1965'te alınan Uruguay Parlamentosundaki karardır. Parlamentolarda Ermeni soykırımı kararının alınmasını ve ileriki yıllarda muhtemelen başka ülkelerde de alınacak olmasını bu ülkelerin Türkiye düşmanlığına bağlamak hem yanlış hem de sakıncalı olacaktır.
Böyle bir anlayış "Türk'ün Türk'ten başka dostu yoktur" anlayışına dönüştür ki eğer bir milletin dünyada hiç dostu yoksa bunun üzerinde de derin derin düşünmek gerekir.
31. Ermeni belgeleri katliam olmadığını kanıtlamıyor mu?
Türkiye'de yayımlanan kaynaklardan "Taşnak Partisi'nin Yapacağı Bir Şey Yok" adlı metin, Ermenistan'ın ilk cumhurbaşkanına aittir.
Bu metin, partinin maceracı politikalarının bir eleştirisidir. Yazar, partinin başından büyük işlere kalkıştığını ve Ermeni halkının bu politikalarla mahvedildiğini anlatmaktadır.
Bunu şöyle bir olayla kıyaslayabiliriz: İttihat ve Terakki'nin son kongresinde genel kurul, partinin feshedilmesi kararını almış ve yerine Teceddüt Fırkası adıyla yeni bir parti kurmuştur.
Yani Kaçaznuni'nin Taşnak Partisi için önerdiği şeyi İttihat ve Terakki 1918'de mütarekeden hemen sonra yapmış, "İttihat ve Terakki'nin artık yapacağı bir şey yok" diyerek partiyi feshetmişti.
Türkiye'de Talat, Enver, Cemal Paşaların aleyhine çok yayın vardır. Ermenilerin bunu ele alıp "İşte bakın Türklerin kendileri soykırımı kabul ediyor" demeleri mümkündür.
Oysa yapılacak şey, Kaçaznuni'nin kendi partisi için yaptığını İttihat ve Terakki için düşünmektir.
Taşnak Partisi'nin Ermeniler için oynadığı felaket rolü İttihat ve Terakki, savaş sırasında uyguladığı politikalarla Türkiye halkı için üstlenmişti.
32. Talat Paşa Komitesi adı isabetli bir seçim midir?
İttihat ve Terakki, Birinci Meşrutiyet'i ilan ettiren Jön Türklerden sonra ve onların devamı olarak Abdülhamit zulmüne karşı örgütlenmiş, asker ve sivil aydınlar arasında geniş bir taraftar bulmuştu.
Osmanlı devletinin çökmekte oluşunu özgürlük yokluğuna bağlıyor ve bunun için Meşrutiyet istiyordu.
1908 devrimi onun eseridir. İçlerinde İslamcılar, Batıcılar ve Türkçüler vardı. Türk devriminin belli bir aşamasında derin izleri vardır.
Fakat bu partinin başına geçenler, 1913'te Babıâli Baskını'ndan sonra ülkede bir parti diktatörlüğü uyguladılar Ülkeyi artık parti de değil "Merkezi Umumi" yönetiyordu.
Bu merkez içinde Cemal Paşa ve Maliye Nazırı Cavit Bey, Fransız eğiliminde olmakla birlikte Alman politikalarına gönül bağlayanlar çoğunluktaydı.
İttihat ve Terakki, uyguladığı politikalarla artık halkın umudu olmaktan çıkmıştı. 1915'te ölen Tevfik Fikret, umut kırıklığını "Rücu" ve "Hanı Yağma" şiirlerinde dile getirmiştir.
Selanik'te İttihat Terakki'ye giren Mustafa Kemal Paşa, daha sonra bu partiden ayrılmıştır.
İttihatçı yöneticiler, devlet yönetimindeki deneyimsizlikleri ve maceracılıkları nedeniyle ülkeyi savaşa sokarak geçmiş iyiliklerini gölgede bıraktılar ve halkın nefretini kazandılar. Yani iş başladığı gibi bitmedi.
Mütarekeden sonra bu yöneticiler halkın içine çıkamazlardı. İstanbul'da oturanlar yalnız İngilizlerden kaçmak için değil, halktan da korktukları için gizlenmek zorundaydı.
Talat Paşa Komitesi, Ermeni konusunda değil de Meşrutiyet mücadelesi ile bağlantılı olarak kurulsaydı olumlu bir anlam çağrıştırırdı fakat bu biçimiyle olumsuz bir izlenim veriyor.
33. Türkçeye çevrilen Sovyet kaynakları da soykırım olmadığını doğrulamıyor mu?
Sovyet kaynaklarından cımbızla çekilip alınan ve Ermeni çetelerinin Türklere yaptıkları zulümleri anlatan yazışmalar, olayın yalnız bir yönüne ışık tutar, bütününe değil.
Herhangi bir arşivden belgeler seçerek bir davayı kanıtlamış görünmek her zaman mümkündür.
Türk çetelerinin Çarlık ordusuna karşı Rusya topraklarında giriştiği ayaklanma denemeleri veya Türkiye'de Ermenilere yapılanlarla ilgili olarak arşivlerinin bomboş olması mümkün müdür?
Hele Ermenistan nüfusu içinde askere alınanların ve Türkiye'den Ermeni gönüllülerinin çarlık ordusunda çarpıştığı bir dönem için?
Rusya arşivlerinde yalnız Ermenilerin Türklere zulüm yaptığına ilişkin belgeler varsa ve bunlar karar için yeterli ise önce Ruslar parlamentolarında aldıkları soykırım kararını kaldırmalıdırlar.
34. Türk arşivleri açık değil mi?
Ülkemizde saf görünerek buna inananlar veya yıllardır inandırmaya çalışanlar vardır.
Hiçbir devlet, kendisi geçmiş bir olayın özrünü dilemedikçe ve o devrin sorumlularını suçlamadıkça konu ile ilgili arşivini açmaz.
Hele Ermeni sorunu gibi bir konuda İttihat Terakki politikalarını savunan ve bunu Türklük adına yaptıklarını söyleyen hükümetler, tarihin bu döneminin gerçekleriyle yüzleşilmesini istemezler.
Bu nedenle değil midir ki, İstanbul'da Başbakanlık Osmanlı Arşivinin 1914 yılı sonrası kapalı tutulmuştur.
Turgut Özal döneminde bu arşivlerin de açıldığı onun ağzından ilan edilmiş ise de ben başka bir nedenle bu arşivde araştırma yapmak istediğimde kapalı olduğu söylenerek adeta dövülecektim…
İttihakçıların ileri gelenlerinden Dr. Nazım, yurt dışına kaçarken İttihat Terakki'nin arşivini de yanında götürmüştür.
Öte yandan tehciri emreden telgrafların muhatabına okunduktan sonra imha edilmesi de istenmekteydi.
35. Soykırımı kabul mü edelim?
Türkiye, bir kırım, katliam olmadığı konusunda yalnız bir kısım Türkleri inandırabilir. Bunlar da zaten "millî duygularla" inanmaya hazır bir kitledir.
Dünyada Ermeni sorunu konusunda 2. binden çok kitap yayımlandığı, sayısız makaleler, belgeseller bulunduğu belirtiliyor.
Bunların karşısında Türkiye hükümetinin tezlerini yansıtan birkaç on veya yüz kitabın bir etkisi çok sınırlı kalır.
Kenan Evren yönetimi döneminde baskıları örtülü ödenekten bağlanarak Türkçe ve çeşitli dillerde yayımlanan ve Ermeni iddialarını çürütmeye çalışan kitapların dünyada ne gibi etkileri olmuştur, meraka değer.
Kaynak Yayınları'nın devraldığı bu yayın girişimi sonucunda yayımlanan kitapların da bazı Avrupa dillerine çevrilerek bütün milletvekillerine ve kurumlara iletildiğini biliyoruz.
Fakat bunların etkisi de meraka değer. Türkiye, eğer bu katliamın bir soykırım olduğuna inanmıyorsa bunu ispat etmeye yönelmelidir. Oysa şimdiki çaba "Hiçbir şey olmadığı" yönündedir.
36. Avrupa başkentlerinde protestoda bulunmak etkili bir yol değil midir?
Türkiye parlamentosunun çıkardığı bir yasaya veya hükümetin aldığı bir karara karşı, Rusya'dan, Çin'den, İran'dan, Irak'tan veya Almanya'dan bir grup ellerinde kendi ülkelerinin bayraklarıyla gelse ve herhangi bir meydanda bu yasayı veya kararı çiğnediklerini ilan etseler Türkiye devleti ve halkı buna karşı nasıl bir tutum alır?
Böyle bir şeye izin verilmesi haklı olarak söz konusu bile olamaz. Çünkü bir ülkede başka ülkelerin yurttaşları kendi bayraklarıyla gösteri yapamaz.
Başkalarının Türkiye'ye karşı yapamayacağı bir şeyi Avrupa ülkelerinde yapmaya kalkmak ancak özünde ne kadar haklı nedenlere dayandırılırsa dayandırılsın akıl alır bir şey değildir.
Avrupa ülkelerinde yasalara karşı ancak o ülkelerin yurttaşları gösteri yapabilir. Kaldı ki gösteriler yaparak tarihi bir olay hakkındaki kanıları değiştirmek mümkün değildir.
37. Soykırımı İnkâr Yasası'nı düşünce özgürlüğüne aykırı saymak gerekmez mi?
Bir burjuva demokrasisinde ifade özgürlüğünün sınırları Türkiye'de olduğundan çok daha geniştir. Buralarda her türlü düşünce söylenebilir.
Bu nedenle Fransa Parlamentosunun soykırımı inkâr etmeyi cezaya bağlayan bir yasa çıkarması gariptir.
Böyle olmakla birlikte Fransızları bu kararı almaya iten, seçimlerde Ermeni oylarını almak kadar 1915 Ermeni kırımının ağırlığıdır.
Yani Fransızlar bu konuda düşünce özgürlüğünden yana mı, soykırımı inkârı yasaklama mı ikileminde kalmışlar ve ikincisi daha ağır basmıştır.
Kaldı ki bu yasa yalnız Ermeni soykırımını değil, Yahudi soykırımını inkârı da kapsamaktadır. Avrupa halkları Hitler ırkçılığından çok çekmişlerdir ve bunu lanetlemeyi bir insanlık görevi gibi görmektedirler.
Şimdi buna Ermeni katliamı da eklenmiştir. İşin kötü yanı soykırım yasasını reddetmek isteyen Türkler, Ermeni kırımı Yahudi kırımından ayrılmadığı için Yahudi soykırımını da kabul etmiyor bir duruma düşmektedir.
İsviçre Mahkemesi'nin Doğu Perinçek hakkındaki kararı, soykırım olmadığını değil, bunu inkâr etmenin cezalandırılamayacağını hükme bağlamıştır.
38. Amerika Başkanı niçin "soykırım" demiyor?
ABD'nin 42 Eyalet Parlamentosu Ermeni Soykırımı kararını almıştır. ABD Başkanı da o ülkedeki Ermeni nüfusun ve lobisinin isteklerine olumlu yanıt vererek Ermeni soykırımı kararını almak istiyor, fakat Türkiye gibi bir müttefikiyle arasında sorun çıkarmamak için "soykırım" sözcülüğünü kullanmıyordu.
"Büyük Felaket" gibi buna yakın kavramlar kullanıyordu. Bu da Türkiye'nin yöneticilerini yatıştırmaya yetiyordu. Böylece dünyanın bir numaralı haydudu ile iyi geçinmenin yolunu buluyordu.
ABD yönetimi ile Türkiye yönetiminin arasına kara kediler girmesi, ABD yönetiminin de bu siyasi perhizi bozmasına neden olmuştur.
39. Geçmişte devrimcilerin bu konudaki tutumları ne olmuştu?
En eski tutumu 1920 Eylülünde Bakû'da toplanan Doğu Halkları kurultayında görüyoruz. Bu kurultaya katılan Enver Paşa, Türkiyeli devrimciler tarafından konuşturulmamıştır.
Cumhuriyet devri sosyalistlerinin Ermeni ayaklanmasını da, Ermenilere karşı işlenen cinayetleri de alkışladığını duymadık.
Aksine Nazım Hikmet şiirlerinin birinde Ermeni çeteyi de Ermenileri kıranları da lanetlediğini söylemiştir.
Şefik Hüsnü Değmer, çıkardığı Aydınlık dergisinin 1 Haziran 1922 tarihli 22. sayısında İttihat ve Terakki'nin, milleti sömürmek için yerli ve yabancı kapitalistlerin kucağına atılmakta gecikmediğini, Parti yöneticilerinin içinden çıktıkları orta halli üyeler kitlesinden koparak ayrıldıklarını, Abdülhamit zamanında beri mevcut kozmopolit unsurlardan oluşan şehirli sermayedar sınıfı temsil eder hale geldiğini yazmıştır.
Geçmişte sosyalistlerin tutumlarını örnek alan Türkiye İhtilalci İşçi Köylü Partisi yöneticileri Sıkıyönetim Mahkemesi'nde 1973'te yaptıkları Savunma'da şöyle dediler:
Feodal komprador diktatörlük, milli azınlıklar üzerinde de baskı ve katliam politikası uyguladı. Doğu'da yüz binlerce Ermeni'yi katletti. Geri kalanlarını da yurtlarından sürdü.
(Savunma, 4. baskı 1992, s. 154)
Kral'ın çıplak halini gösteren ve bir çocuk saflığı ile emekçi halkın vicdanını konuşturan bu sözlerin üzerinden 50 yıl geçmeden şimdi bambaşka şeylerin söylenmesi, üzerinde durulmaya değer.
Çıplak padişaha yeniden elbise giydirilme gözbağcılığına ulaşılmıştır.
40. Kemalistlerin bu konudaki tutumu ne olmalıdır?
Kemalistlerin Ermeni soykırımı veya katliamı konusunda tedirginliğe kapılmalarının ve İttihat Terakki politikalarını savunmalarının ideolojik ve tarihsel temelini anlamak zordur.
Onların en çok sahip çıktıkları Cumhuriyet, Osmanlı'nın reddi üzerine 1923'te ilan edilmiştir. İttihatçıların Ermeni politikalarına sahip çıkmanın bir anlamı yoktur.
Kemalizm ilkeleri arasında bunu emreden bir ilke de bulunmuyor. Aksine Mustafa Kemal Paşa'nın bu olayda rol almamış olması, İttihatçıları reddetmesi, tehcirde suç işleyenlerin cezalandırılmalarını istemesi, Ermeniler hakkındaki politikaların reddi için de Kemalistlere makul bir gerekçe yaratabilirdi.
41. Yapılması gereken nedir?
Bu hay huy içinde pek az yazarın savunduğu gibi Türkiye devleti de, Türkiye halkı da Ermeni soykırımı iddiaları karşısında kendisini muhatap kabul etmemelidir.
Bu olaylar, yeni devletin kurulmasından önce, emperyalistlerin çıkardığı bir savaş içinde ve savaşı iyi idare edememiş maceracı politikacılar döneminde geçmiştir.
Emperyalistlerin dünyayı yeniden paylaşmak için çıkardıkları bir kavga içinde Türkler, Ermeniler, Kürtler, Araplar… Hepsi büyük bir felakete uğramışlardır.
Türkiye, bu temel gerçeği görmezlikten gelerek Ermenilere yapılan zulümler karşısında "Siz de bize yapmıştınız" anlayışını bir yana bırakmalı, halklara bu acıları çektirenleri lanetlemeli, geç de olsa Ermenilerle ilişkilerde yeni bir barış ve dostluk dönemi açmalıdır.
Bugünkü vatanımızı kararlılıkla savunmanın yolu, içerideki halkların birliğini sağlamak, komşularla dost olmak, büyük devletlerin stratejik müttefiki olmaktan vazgeçmektir. Bu yarayı saracak olan devrimcilerdir.
*Bu makalede yer alan fikirler yazara aittir ve Independent Türkçe'nin editöryal politikasını yansıtmayabilir.
© The Independentturkish