Bugün artık hayatta olmayan babam, bundan 55-60 yıl önce Fırat'ın kıyısında bulunan köylerinde yetiştirdikleri narların kabuğunu ve "cıft" adı verdikleri meşe palamudunun taçlarını katırlarla, 180 kilometre uzaklıktaki Deşt; yani Harran'a satmak için ulaştırır, köylerde dolaşarak elindekini bir ölçeğe karşılık iki ya da üç ölçek buğdayla değiştirip geri dönermiş.
Nar kabuğu ve "cıft"ın o dönemde oldukça değerli olduğunu, deri tulumlarının sarartılmasında, sırlanmasında kullanıldığını söylerdi.
O yıllarda Harran civarında nar ve meşe yetişmediği için, köylülerin ihtiyaçlarını bu şekilde karşıladığını, narın kabuğunun aynı zamanda antiseptik özelliğinin bulunduğunu da ifade ederdi. Bize anlattığında artık o işi bırakmış, şehre yerleşmişti.
O zaman Harran'ın nerede olduğunu bilmezdim, doğrusu merak edecek bir bilinçte ve yaşta da değildim. Sonuçta köyden köye mal değişimine dayalı bir hikâyeydi benim için.
Babamın anlatımları uzun süre zihnimde uyur halde kaldı. Çok sonra Atatürk Barajı hayata geçirildiğinde babam henüz yaşıyordu ve bize anlattığı Harran hiç düşünemediğim kadar hayatımıza girdi ve köklü bazı değişikliklere neden oldu.
1983 yılında GAP kapsamında temeli atılan Atatürk Barajı ve Fırat suyunu Harran'a ulaştırılacak tünellerin yapımı, Harran'ı uzunca bir süre hayatımızın bir numaralı konusu haline getirecekti.
O dönem ülkeyi yönetenlere göre, GAP bittiğinde, bölgede işsizlik azalacak, uçsuz bucaksız Harran Ovası suya kavuşacak, endüstriyel tarım gelişerek bölgenin makûs talihi değişecekti.
Baraj inşaatı ve Urfa tünellerinin yapımı ilerledikçe, sonuçları aile olarak sarsıcı olmaya başlayacak, projeyle akrabalarımızın Fırat kıyısında bulunan arazileri baraj suları altında kalacak, nar, incir, kayısı ve meyve bahçeleri bir bir yok olacaktı.
1992 yıllarında büyüklerimizin düşünemediği, inanamadığı sonuçlar zaten oldukça dar bir alana sıkışan köyümüzün arazilerini büyük çoğunluğunun su altında bırakacak, en verimsiz dağlık arazi geriye kalacaktı.
Baraj göleti şişecek, Bazova ilçesinden başlayarak Samsat, Kahta, Gerger, Hilvan, Siverek ve çok az Çermik Köylerinde belirgin bir alan kapatarak devasa bir gölette dönüşecekti.
Bu göletten tünellerle Harran'a su ulaştırılacaktı. Daha sık duymaya başladığımız Harran Ovası'na su ulaştırılması için süreç içerisinde Samsat ilçesi, 34 köy ve 85 mezranın sular altında kalacaktı.
1990'ların gündemi yöre için Harran'dı. Bütün konulara, sorunlara panzehir olarak Harran gösteriliyordu. Hem uçsuz bucaksız arazileri, hem de Harran'da bulunan tarihi kalıntılar, benzersiz evler ilgi odağı haline geliyordu, getiriliyordu.
İşte o yıllarda herkes gibi ben de Harran'ı merak etmeye başladım. Hem babamın gittiği yol, hem de ilginç evleri merakımı kamçılıyor, görme isteğimi artırıyordu.
Geçmişi 7 bin yıl öncesine dayanan ve adı asırlardır değişmeden günümüze ulaşan nadir yerlerden biri olan Harran Ovası'nı, konik kubbeli evlerini, asırlar öncesinden kalan kalıntıları ve belki nar kabuğunu alan köylülerle tanışmak, fotoğraflamak niyetiyle 1992 yılında babamın izlediği yolu günün koşullarına denk bir arabayla kat ederek ziyaret etmiştim.
İlk anda gözüme çok değişik gelmese de, Harran sokaklarında gezdikçe doğu masallarının görüntüleriyle örtüşen dokusu belirgin ve ilginç gelmeye başlıyordu.
Özellikle de konik kubbeli evler beni birkaç asır öncesine götürüyor, adeta geçmişe taşıyordu. Bir zaman kapsülünde değildim ama bulunduğum zamanın çok gerisinde bir yerlerde kendimi görüyordum.
Gerçekten de 1992 yılındaki Harran oldukça otantik ve eskinin son hali gibi duruyordu. Bu nedenle Harran'ın hem fotografik yönü, hem de tarihsel dokusu bende unutulmaz anılar bırakmıştı. Modernleşen hayatın orta yerinde, çağa kafa tutan bir yapısı vardı.
Harran'ı ziyaret ettiğimde henüz tünellerden su bırakılmamıştı. Suyun Harran'daki arazilere ulaşması için son çalışmalar yapılıyordu.
Güneşten kuruyan, sararan ovanın ortasında asırlar önce, beyaz taşlardan yapılmış görkemli bir kale, alan olarak kaleyi birkaç katı büyüklükte bir bilim merkezi ve binlerce yıllık Mezopotamya'nın konik kubbeli evleri Harran'ı ilginç kılıyordu.
Kale bir yıkıntı halde olsa da, görkemli dururken, asıl ilgiyi konik kubbeli evler hak ediyordu.
Henüz betonla yeni tanışan Harran 1990'lı yıllarda eskiyi terk edip, yeni olana hızla koşuyor, konik kubbeli evlerin yanında ek beton yapılar göze çarpıyordu. Buna rağmen Harran hala eski dünyanın bir yansıması olarak 20'nci yüzyılda varlığını sürdürüyordu.
Kimisinin kümbet, kimisinin konik kubbeli yapı dediği evler aslında 7000 yıllık Mezopotamya mimarisinin tipik örnekleri arasındaydı.
Sadece Harran'da değil, Mezopotamya ovasında, Suriye içlerinde, Akdeniz'e kıyısı olan bazı ülkelerde rastlamak mümkündü. Sonraki yıllarda aynı evlere benzer yapıları Suruç Ovası'nda bazı eski köylerde de görecektim.
Bu evlerin mimari yapısı arazi üzerine oturtulan bir kare temel üzerine yan yana taş duvardan inşa edilen odaların iç içe açılması ve odaların taş duvarlarına dayanacak şekilde gökyüzüne doğru daralan bir huni şeklinde kubbe inşa edilmesine dayanıyordu.
Harran kalesinin çevresindeki evlerin tarihçesi mimari olarak 7 bin yıl öncesine dayansa da, bu evlerin inşa süreci tahminen 180-200 yıl öncesine dayanıyor.
Osmanlı'nın Suriye ve Ortadoğu'nun değişik yerlerinden buraya yerleştirdiği Arap Aşiretleri tarafından, ören yerlerinden toplanan tuğlardan inşa edildiği tahmin ediliyor.
Bu evlerin en büyük özelliği yazın kavurucu sıcaklara karşın serin, kışın ise sıcak olması. Taş, toprak, tuz ve samandan yapılan bu evlerin asırlarca ayakta kalması her yıl balçıkla sıvanmasına bağlı. Her yıl dışardan balçıkla sıvanması yıkılıp, harap olmaları geciktiriyor.
Kentin orta yerinde ise taşlardan örülmüş kemerli kocaman bir giriş kapısı ve gökyüzüne doğru uzanan dört köşe şeklinde sarı Urfa taşından inşa edilen bir kule. Moğol saldırılarında yıkılmış olan ve hayatın izlerini hala yansıtan lahit taşlar öylece duruyordu.
Harran'ı tarihte var eden bilim merkezi, Moğolların saldırılarında aldığı yaraların izini aradan asılar geçmesine rağmen taşıyor, var olma inadını sürdürüyordu.
Yüzlerce yıldır ayakta kalan kule ise ihtişamından bir şey kaybetmemiş olarak karşımızda duruyordu. Anlatılanlara göre Harranlı bilim insanları bu kuleden gökyüzünü inceliyormuş. Bu nedenle buranın bir rasathane olduğu da söyleyenler vardı.
1992 yıllarında Harran'ın antik alanını çepeçevre saran surları yer yer yıkılsa da önemli ölçüde ayaktaydı. Surların iç kısımlarında bulunan alan ise tek kelime ile tarih fışkırıyordu.
Nereye baksan insan emeğiyle yapılmış taşlar, kitabe ve yarısı toprak üstünde kalan yapılar göze çarpıyordu. Harran'ın en yüksek tepesinde bulunan höyüğün yer yer gelişi güzel kazılmış olduğu, yer yer kırılmış çanak çömleklerin ortalıkta durduğu görülüyordu.
O gün Harranlı çocuklarla gezmiş ve birkaç asır öncesine giderek, tarihin kanlı sayfalarında dolaşmıştım. Etkilenmiş, hayran kalmıştım.
Dünyanın en önemli bilim merkezi, ilk çağların mimari yapısını yansıtan konik kubbeli evler ve görkemli bir kaleyi arkamızda bırakarak oradan ayrılmıştım.
Harran asırlardır ilgi odağı olmayı beceren bir yer. Yıllardır onlarca batılı diplomat, fotoğrafçı, gazeteci, araştırmacı, arkeolog buraları incelemiş, fotoğraflamış, kayıtlara geçirmiş. Benimkisi ise onların izini sürdürmek, belki ayrıntılar arasında birkaç fotoğraf çekmekti.
1992 yılının Haziran ayında Harran şaşkın, devlet ise gururlu görünüyordu. Köylüler babamı tanımıyorlardı ama nar kabuğu ve cıftı biliyorlardı.
Bugün Harran'da kazılar hala devam ediyor. Tarihi, her vurulan kazmada daha gerilere uzanıyor ve görkemli geçmişini bugünlere taşımanın yorgunluğunu yaşıyor. Bir turizm objesi olmaktan öte binlerce yıllık bir tarihin izlerini günümüze taşıyor, kültürel bir mirası yaşatıyor.
1979 yılında üzerinde bulunan bütün taşınmazlarla birlikte sit alanı ilan edilen Harran, 2000 yıllarında ise Unesco tarafından Dünya Mirası Geçici Listesine alındı.
Harran ve çevresinde yapılan çalışmalarda 960 konik ev kayıt altına alınmış. Yıllar içerisinde bu sayı giderek azalmış olduğu görülüyor. Kimisi bakımsızlıktan yıkılmış, kimisi özellikle yıktırılmış ve yerine sit alanı olmasına rağmen beton yapılar inşa edilmiş.
Harran asırlardır biliniyor. Zaman zaman uyku tünelinde uykuya dalıyor, zaman zaman yeniden tarih sahnesine çıkıyor. Bu bazen bir fotoğrafçının, bazen bir gezginin çabaları sonucu ortaya çıkıyor.
1953 yılında Harran'ı gezip, sosyal hayatı fotoğraflayan Fikret Otyam'ın adını anmadan geçmek etik olmaz. Bugün elimizde olan o döneme ait bir çok fotoğraf Fikret Otyam'a ait.
Harran'ı dünyaya yeniden duyurmuş, bir nevi yeniden keşfetmiştir. Çünkü Fikret Otyam, hayatının sonuna kadar Harran sevdasını hiç kaybetmeden çalışmalarını yürütmüş; gözlemlerini Harran ve Harran Koçaklaması adlı kitaplarla ölümsüzleştirmiş, yüzlerce fotoğraf çekmiş ve Harran'da ki somut hayatın izlerini tablolarında çizmiştir.
Yine dünyaca ünlü usta Fotoğrafçı Ara Güler 1960 yıllarında Harran'ı fotoğraflamış, çektiği fotoğrafları dünyaca ünlü fotoğraf ajansları vasıtasıyla dünyaya tanıtmıştır.
Yani Harran'ı Harran yapan bu iki usta fotoğrafçıdır. Aradan yıllar geçse de eserleri hala dünyada dolaşımdadır.
Ara Güler ve Fikret Otyam aralıklarla vefat ettiler. Arkalarında devasa bir Harran Arşivi bıraktılar, genç fotoğrafçılara yol açtılar.
Bugün Harran'ın milyonlarca fotoğrafı çekiliyor ama hiç biri eski Harran'ın etkisini veremiyor…
Tıpkı 2021 yılını son günlerinde gidip, çektiğim fotoğraflar gibi. 2000 yıllarında ilçe olan Harran kendi öz kimliği olan Konik Kubbeli topraktan evlerini her gün biraz daha kaybederek artık sadece bir kaçının varlığını koruyor, antik alan turizm objesi olarak varlığını sürdürüyor.
Oysa doğru olan hem tarihi dokuyu korumak, hem de binlerce yıllık sosyal hayatı geleceğe aktarılması için önlemler almak. Kullanılmayan, gerçek hayatta var olmayan hiçbir eser yıllarca ayakta kalamaz.
Tıpkı Konik Kubbeli Evler gibi. Konik Kubbeli evler gerilik simgesi değil, sıcak iklimin ortaya çıkardığı özel bir mimari yapıdır.
Bunlardan feyz alıp, yeni bir mimari yapı ortaya çıkarılacağına, beton evler yapımına hızla devam ediliyor. Harran'da ören yeri dahil, bütün alanda tarih ve kültürel doku bu nedenle tehlike altındadır demek mümkün.
Bunu abartı olduğunu düşünenler, Harran Sokaklarını bir bir dolaşsınlar yeter.
Ölmeden önce 2014 yılında Urfa'ya ziyarette gelen ve Sabri Kürkçüoğlu'na verdiği röportajda usta fotoğrafçı , şöyle diyordu:
"Kırk bir yıl içinde birçok kere geldim. Ama bu seferki gibi sizinle birlikte çok ayrıntılı gezmemiştim Urfa ve Harran'ı. Fakat gördüm ki bu şehirde idareciler çok yanlış işler yapmışlar. Mesela Tarihi Harran Şehrinin her tarafını beton evler, elektrik direkleri ve teller sarmış. Bir şehrin estetiğini bozmak için birebirdir bunlar. Mahvetmişler. Urfa hayalimizdeki Urfa olmaktan çıkmış oldu. Seninle birlikte yaptığımız gibi bir çalışma yapmak isteyenler Urfa'nın estetik bakımdan tahrip edilmiş bir şehir olduğunu göreceklerdir. Görsel kirliliğin belki en büyük örneklerinden biri olmuş Urfa. Valilikçe tarihi kent merkezinde kurtarma ve canlandırma çalışmaları yapılmakta, ama çok yetersiz bunlar. Büyük destek lazım.
Afrika ülkelerini, Bengladeş'i, Endonez
ya'yı, Hindistan'ın en ücra yerlerini gezmişim, bu kadar estetiksiz hale getirilen bir yer yok. Yani bu niye böyle ki?"
O gün, bu gün Harran'da aslında değişen bir şey yok diye düşünüyorum. Evet Harran kalesinde restorasyon işleri devam ediyor, kazılar sürüyor ama betonun önüne geçen bir imar anlayışı henüz hayata geçirildiği görülmüyor…
Harran bir kez daha keşfedilmeyi bekliyor.
Kaynakça:
Wikipedia
Kültürportalı
Sabri Kürkçüoğlu
Arlet Natali Avazyan
*Bu makalede yer alan fikirler yazara aittir ve Independent Türkçe'nin editöryal politikasını yansıtmayabilir.
© The Independentturkish