Birleşmiş Milletler 76. Genel Kurulu ve dikkatimi çekenler

Ömer Önhon, Independent Türkçe için yazdı

Fotoğraf: AA

Birleşmiş Milletler (BM) Genel Kurul toplantılarıyla ilgili genel notlar 

 BM Genel Kurul toplantısı bu yıl da Brezilya Devlet Başkanı'nın konuşmasıyla başladı. BM'nin kuruluş yıllarında toplantılarda ilk söz isteyen ülke hep Brezilya olurmuş, sonrasında  da yıllık Genel Kurul toplantısında  Brezilya'nın ilk sırada konuşması yerleşik uygulama haline gelmiş. İkinci sırada da evsahibi ülke sıfatıyla ABD Başkanı konuşur. 

Genel Kurul pandemi nedeniyle geçen yıl yapılamamıştı. Üye ülkeler bu yıl toplantıya video konferans üzerinden katılmaya teşvik edildiler. Her şeye rağmen New York'a gelmeyi tercih edecek  ülkelere de heyetlerini mümkün olduğunca dar tutmaları çağrısında bulunuldu. Bu çağrıya mukabil 193 üye ülkeden 110 civarında lider Genel Kurula bizzat katılmış.

Türkiye her yıl olduğu gibi kalabalık bir heyetle New York'a geldi. BM Genel Kurulu ve Türkevi açılışına katılacak resmi heyet üyeleri, görevliler ve davetliler için iki uçak, Cumhurbaşkanlığı makam ve koruma araçları için de en az bir nakliye uçağı kullanılmış olmalı. 

Emekli Büyükelçi ve eski Avrupa Birliği Bakanı Volkan Bozkır'ın geçen yıl üstlendiği Genel Kurul başkanlığı bu toplantıda sona erdi. Bir Türk'ün, sembolik ve protokoler de olsa, bu görevi yapmış olması güzel bir şey. Bazı Türk siyasetçiler ve yorumcular, Genel Kurul başkanlığının Türkiye'nin yükselen gücünün idraki ve sonucu olduğu ifade ettiler.

Türkiye  Genel Kurul başkanlığını Maldivlere devretti. Maldivler, Hint Okyanusu'nda turizm cenneti ama yükselen güç olma iddiası taşıdığını düşünmediğim 390 bin nüfuslu bir adalar ülkesi.


Genel Kurul konuşmalarında dikkatimi çeken konular:

Dünyamız, salgınlarla, çevre felaketleriyle kendini tüketiyor. Bunların çoğu da insan eliyle (man-made) yapılan işler veya insan eliyle yapılan işlerin sonuçlarıdır.

Böyle olmasına ve böyle olduğunun bilinmesine mukabil, en küçüğünden en büyüğüne neredeyse tüm üye ülke temsilcilerinin  kürsüden yaptıkları konuşmalarda bu konularda ne kadar titizlik gösterdiklerini vurgulamaları ve diğer ülkelere de kendileri gibi  davranmaları çağrısında bulunmaları ilginçtir. 

Genel Sekreterin 2020 raporunda, dünyada 82.4 milyon insanın (Türkiye nüfusu kadar) çatışma veya şiddet nedeniyle zorla evlerinden edildikleri açıklandı. 

Önümüzdeki dönemde savaşlar, tabiat olayları ve ekonomik koşullar başta olmak üzere çeşitli nedenlerle insan hareketleri daha da yoğunlaşacak gibi duruyor.

Uluslararası camia bu sınamayla başa çıkabilmek için gerekli önlemleri alabilmekten, işbirliğini sağlayacak etkili mekanizmaları oluşturabilmekten hala uzak. 


ABD Başkanı Biden, İsrail'in demokratik bir Yahudi devleti olarak geleceğinin garantiye alınmasının en sağlam yolunun egemen ve demokratik bir Filistin devletiyle yan yana yaşayacağı iki devletli çözümde olduğunu dile getirdi.

An itibarıyla bu hedeften çok uzak olunduğunu ama  ilerleme ihtimali ümidinin kaybedilmemesi gerektiğini de kaydetti.

ABD'nin Filistin meselesine dair politikasının genel çerçevesini  ortaya koyduğu anlaşılan Biden'ın bu sözleri yolunu şaşırmış bir fikirler manzumesiydi.

İlginçtir, iç politikada olduğu gibi dış politikada da Biden Trump'ın yaptığı herşeye karşıydı ve bu politikaları yerden yere vurarak seçildi.

Ama yönetime geldiği günden bu yana Trump'ın birçok politikasını değiştirmediği gibi bazı hallerde daha da ileri götürerek sürdürüyor. Örnekleri Afganistan, İsrail, Filistin ve Çin.


Afganistan konusuna neredeyse her ülke temsilcisi değindi ve benzer sözler söyledi. Bu ülkeyle ilgili ilginç husus şu; Afganistan'ın BM'deki temsilcisi Ghulam Isaczai, Taliban müdahalesinde yurtdışına kaçan hükümsüz cumhurbaşkanı Eşref Gani zamanında atanmış.

Uluslararası alanda diplomatik tanımaya sahip olmayan ama fiili durumu bulunan Taliban şimdi, Doha'daki sözcüsünün  Afganistan'ın BM temsilcisi olarak atanabilmesi ve Taliban hükümetinin Dışişleri Bakanı Amir Khan Muttaqi'in Genel Kurula katılarak konuşma yapabilmesine dair talebini yazılı olarak BM'ye iletti.

BM Akreditasyon Komitesi bu talebi değerlendirecek ama Genel Kurul'dan sonra. O zamana kadar, mevcut şartlar itibarıyla  kimseyi temsil etmeyen Daimi Temsilci Afganistan'ın BM'deki koltuğunda oturmaya devam edecek ve  Afganistan adına Genel Kurul toplantısındaki konuşmayı yapacak.  Tuhaf bir durum.


İkinci Dünya Savaşı şartlarına göre kurulan ve o zamanın dengelerine dayanan BM'nin dünya için  vazgeçilmez bir kuruluş olduğu ama mevcut yapısıyla, özellikle karar alma usulleri ve üye ülkelerin temsili bakımlarından günümüz ihtiyaçlarına cevap vermekte yetersiz kaldığı ortada.

Güvenlik Konseyi'nin beş daimi üyesinin siyasi öncelikleri, ulusal tutumları ve o gün aralarındaki ilişkiler, pazarlıklar BM'de belirleyici. Bu durum hem adil değil, hem BM'nin etkinliğini olumsuz yöne etkiliyor.

"Dünya beşten büyüktür" aslında gayet anlamlı bir slogan. Bu sloganın arkasında yatan mantık ve bu mantığa dayanan talepler makul ve ölçülü bir çerçevede ortaya konulabilirse, çok güç bir süreç de olsa, ileride  bazı sonuçlar alınması, bazı iyileştirmeler yapılması mümkün olabilir.

Cumhurbaşkanı Erdoğan'ın konuşmasındaki yenilik, Paris İklim Anlaşması'nın onay için Türkiye Büyük Millet Meclisine sunulacağını açıklamasıydı.

Türkiye'nin anlaşmayla ilgili çekinceleri ortadan kalkmadı ama kasım ayında Glasgow'da yapılacak olan İklim Değişikliği Zirvesi'nden  önce, ayrıca yabancılarla iş yapılması sahasındaki gereksinimler nedeniyle böyle bir beyanda bulunulmasına ihtiyaç duyulduğu anlaşılıyor.

Öte yandan, onaylamanın ve uygulamanın şerhe bağlı olabileceği söyleniyor. 


Genel Kurulun en önemli faaliyetleri, toplantı marjında yapılan ikili görüşmeler ve temaslardır:

Genel Kurul'da yapılan konuşmalar kadar ve hatta daha fazla,  toplantı marjında yapılan ikili görüşmeler, temaslar önem taşır. Görüşme yapılacak kişilerden en revaçta olanlardan biri de ABD Başkanıdır.

Biden'ın bu yıl, pandemi tedbirleri nedeniyle, New York'da kalmayacağı, konuşmasını yapıp Vaşington'a döneceği açıklanmıştı. Biden New York'da sadece BM Genel Sekreteri ve Avustralya Başbakanı Scott Morrison‘la görüştü.

Irak Başkanı Barham Salih'le de önceden planlanmayan  bir görüşme yaptığı açıklandı.

Biden New York'da yapamadığı ama yapmak istediği görüşmeleri Vaşington'da gerçekleştirdi. New York'tan başkente geçen İngiltere Başbakanı Johnson ve ayrıca, Dörtlü Oluşumun (Quad) ülkeleri Japonya, Hindistan ve Avustralya'nın liderleriyle görüştü. 


Türkiye ile ABD arasında yapılan ve yapılamayan  görüşmeler:

Cumhurbaşkanı Erdoğan ABD'ye giderken Biden'la görüşme olamayacağı zannediyorum belliydi. Buna mukabil, görüşmenin yapılabilmesi için Türk tarafının girişim(ler)de bulunmaya devam ettiği  fakat yine sonuç alınamadığı anlaşılmakta.   

Liderler düzeyinde olmasa da Türkiye ile ABD arasında başka düzeylerde görüşmeler yapıldı.

Genel Kurul toplantısından birkaç gün önce  Dışişleri Bakan Yardımcıları başkanlığında iki ülkeyi ilgilendiren belli başlı konulardan sorumlu Genel Müdürlerin de yer aldığı heyetler arasında Vaşington'da istişare toplantısı yapıldı.

İki ülke Dışişleri Bakanlıkları arasında Bakan Yardımcıları başkanlığında birkaç yıldır, kurumsal ve bu formatta yapılan ilk toplantı olması açısından önemlidir. Sonra da New York'ta  Türk ve Amerikan Dışişleri Bakanları bir görüşme gerçekleştirdiler.

Karşılıklı görüşler dile getirilmiş ve  fikir teatisi yapılmış olsa da, her iki görüşmenin de esas itibarıyla, tarafları memnun eden ve sonuç alınan bir şekilde geçtiğini düşünmüyorum.

İyi bir şeyler olmuş olsa açıklanırdı mutlaka. Cumhurbaşkanı Erdoğan da, Türkiye'ye geri dönüşünden önce  Türkevi'nde basın mensuplarıyla yaptığı sohbette şu  söylediklerini söylemezdi: 

Temennim odur ki, iki NATO ülkesi olarak birbirimize hasmane değil, dostane davranalım. Ama iki NATO ülkesi olarak şu andaki gidiş pek hayra alamet değil. Amerika ile olan münasebetlerde geldiğimiz nokta maalesef iyi bir nokta değil.  Biden ile iyi başladık diyemem. Biden terör örgütlerine silah, mühimmat, araç gereç taşımaya başladı. Biz bunu elimizi kolumuzu sallaya sallaya seyredecek değiliz. Vakti saati geldiğinde de söylenmesi gereken neyse onu da kendilerine söyleriz.


Cumhurbaşkanı'nın bu açıklamaları, Türkiye ile ABD arasındaki ilişkilerde yakın zamanda düzelme beklemenin gerçekçi olmadığına, aksine, gerginlikte tırmanma beklenebileceğine işaret etmekte.


New York seferinin öne çıkan konusu Türkevi ve açılış töreniydi: 

1977'de Türkiye'nin "beş cent'e muhtaç" olduğu dönemlerde rahmetli Dışişleri Bakanı İhsan Sabri Çağlayangil'in BM binasının tam karşısındaki binayı satın aldırması Türkiye Cumhuriyeti adına çok ama çok yerinde bir yatırım olmuş.

İlk olarak, merhum Turgut Özal döneminde mevcut binanın yıkılarak yerine yeni bir bina yapılması işine girişilmiş. Ama muhtelif dedikodulara ve ithamlara yol açan bir süreç yaşanması nedeniyle projenin iptali yoluna gidilmiş.   

2000'lerin başında proje yine canlandırıldı. O dönem New York'a Başkonsolos olarak atanmıştım ve aldığım ilk talimatlardan biri binada bulunan yabancı misyonların (Uluslararası Parlamenterler Birliği/IPU ve Bangladeş Daimi Temsilciliği) tahliye edilmeleriydi.

IPU medeni bir şekilde binadan çıktı.  Dönemin Cumhurbaşkanı Kenan Evren'in lütfuyla BM'nin tam karşısında, ayda sembolik bir katkı karşılığında sahip olduğu konumu ve imkanları kaybetmek istemeyen Bangladeş Daimi Temsilciliğini ise ikna etmemiz gerekti. 

Herhalukarda, çalışma tamamlandı, projede imza aşamasına bile gelindi ama uygulamaya geçilemedi çünkü, bu kez, Ankara'da sorun çıkmış. Yeni bina yapma konusu bu şekilde donduruldu. 

2-3 yıl sonra proje yine hayata geçirildi, tamamlandı ve televizyonlardan da izlediğimiz şekilde yeni Türkevi'nin resmi açılışı yapıldı.

New York ve ABD'de yaşayan Türklere  hayırlı olmasını, amacına uygun, doğru bir şekilde kullanılmasını ve işletmesinin iyi yapılabilmesini temenni ederim.

Ayrıca, umarım, 40 yıldan fazla bir süredir  New York'daki Türk  çocuklarının Türkçeyi, Türk tarihini, kültürünü öğrenmelerine büyük katkısı olan Atatürk Okulu yeni  Türkevi'nde de kendine yer bulabilir.

Türkevi'nin açılış töreninde en çarpıcı olduğunu düşündüğüm fotoğraf karesi, Cumhurbaşkanı Erdoğan'dan sonra kürsüye gelen Diyanet İşleri Başkanı Ali Erbaş'ın dualarını, Portekizli bir Katolik olan BM Genel Sekreteri Guterrez'in de ellerini açıp Müslüman dua pozisyonu alarak dinlemesiydi.

BM Genel Sekreterini de imana getirdik diye düşündüm önce. Sonra daha ciddi olarak, bunu niye yaptığını merak ettim.

Akdenizli sıcaklığı mı, her dine olan saygının tezahürü mü?

Sağında oturan evsahibinin yaptığını yapma refleksi mi?

Yoksa siyasetçinin gerektiğinde her kılığa girebilme becerisi miydi acaba?..

Belki de hepsinin karışımıydı.

 

 

*Bu makalede yer alan fikirler yazara aittir ve Independent Türkçe'nin editöryal politikasını yansıtmayabilir.

© The Independentturkish

DAHA FAZLA HABER OKU