Vatikan'da bir Latin Amerikalı: Mate siyaseti, Amazon'a mektup ve yoksulların kilisesi

Özgür Uyanık Independent Türkçe için yazdı

Bugün "Papa Francisco" olarak tanınan Buenos Aires Başpiskopos Jorge Mario Bergoglio mate çayını yudumlarken. Mate, La Plata havzasının en belirgin ulusal karakteristiğidir

Akşam 7-8 sularıydı. Başkanlık Sarayı "Casa Rosada"nın da bulunduğu, Plaza de Mayo'da yer alan Katedral'in önündeydim. Yağmur yağıyordu. Bu nedenle merdivenlerden çıkıp mütevazı tapınağın yüksek sütunlarının arasında arkadaşımı beklemeye başladım. 

Sırtımı katedralin giriş kapısına verip bakmaktan keyif duyduğum "El Cabildo"ya yüzümü döndüm. 

Arjantin'in ilk meclisi sayılan kolonyal tarzda yapılmış bu bina, bende hep iyi hisler uyandırır.

İnşasına 1600 yılında başlanılan, her elli senede bir yıkılıp yeniden yapılan bu binanın yarısı yol uğruna yok edilmiş.

Bu yüzden ne İspanyol sömürge valisinin kudretini ne de bir meclis binası hüviyetini yansıtır. Yine de ben onun kemerli yapısına baktığımda, İspanyol valisini yatağından kaldıran ilk devrimci cuntayı gözümde canlandırmayı tercih ederim.

El Cabildo'nun köşesinde, bir çatalın kenarında, sadece tabelası olan otobüs durağında birkaç kişi indi. Altmışlarında gösteren biri, hızlı adımlarla Katedral'e doğru ilerlemeye başladı.

Elinde şemsiyesi yoktu. Kafasında İtalyan tarzı bir şapka ıslanıyordu. 

Adam trafik ışığını beklemeden karşıya geçip Katedral'in merdivenlerini tırmanmaya başladığında, içeriden çıkanlar sanki kollarından tutup yukarı çekecekmiş gibi ona yöneldi. Biri "Peder, sizi merak ettik!.." dedi. 

Artık hemen yanımdaydı. "Kusura bakmayın" diye cevap verdi, din adamı olduğunu anladığım kişi, "Yağmur yolları doldurmuş, otobüs geç vardı."

Bu, artık "Papa Francisco" olarak tanınan, gerçek adıyla Başpiskopos Jorge Mario Bergoglio'yu ilk görüşümdü. 

Mütevazılığına rağmen basit bir din adamı değildi. O günlerde henüz Papa'lığa yükselmemişti ama Kardinal ve Başpiskopos unvanlarına sahipti.

Yine de Vatikan'ın tahsis ettiği konutunda oturmaktansa, 25 metrekarelik kiralık bir dairede kalmayı tercih ediyordu. Makam aracını kullanmıyor otobüse biniyordu. 

Bu yönleriyle çile felsefesine ve yoksulluğun imanı güçlü tuttuğuna inanan tipik bir Cizvit rahibiydi. 
 

2.jpg
Kardinal Bergoglio hiçbir zaman Vatikan'ın ona tahsis ettiği makam arabasını kullanmadı. Daima toplu taşıma araçlarıyla yolculuk etti. Yıllarca Piskoposluk konutunda değil 25 metre karelik bir dairede yaşadı. Papa olduktan sonra bu alışkanlıklarını sürdürdü. (Resimde Bergoglio Buenos Aires metrosunda yolculuk ederken görülüyor.)


Doğrusu o sıralar Bergoglio -diğer tüm Vatikan'a bağlı din otoriteleri gibi sol kesimlerde- pek hayırla anılan biri değildi.

Hatta kilise, askeri diktatörlükle özdeşleşmiş bir kurum olması, Avrupa merkezciliği ve ABD ile ilişkileri sebebiyle "düşman" statüsündeydi.

Bergoglio da Arjantin kilisesinin en yüksek otoritesiydi. Bu nedenle solun güçlendiği dönemlerde hedef haline gelmişti.

Merhum Devlet Başkanı Nestor Kirchner 2005'de cuntaya yönelik yargılamaları yeniden başlatınca, diktatörlüğün öldürdüğü rahipler meselesi yeniden dava konusu oldu.

O zaman iktidarla ilişkili solcu gazeteciler, Bergoglio'nun üzerine sert biçimde gittiler ve hükümetin aşağılayıcı kampanyaları altında başpiskopos mahkemeye gelip ifade vermek zorunda kaldı.
 

3.jpg
Bergoglio Papa olmadan önce solcuların olduktan sonra sağcıların hedefinde oldu. Fakat saldırılar onun çizgisinde hiçbir değişikliğe yol açmadı. Hiçbir dönem iktidarlara yaklaşmadı. (Resimde onu piskoposluk makamında ziyaret eden zamanın devlet başkanı Cristina Kirchner'le görülüyor.)


Gerçi Bergoglio, diktatörlük döneminde kilise hiyerarşisinde sadece küçük bir cemaatten sorumluydu ama hakkında iki rahibi askerlere teslim ettiğine dair iddialar vardı.

Orlando ve Francisco Jalics adında Cizvit rahibi iki kardeş, 1976'da diktatörlük tarafından kaçırılmış fakat birkaç ay sorgulandıktan sonra öldürülmeden serbest bırakılmışlardı. 

"Kurtuluş Teolojisi" akımından gelen din insanları, çocukları diktatörlük tarafından kaçırılanlara yardım eden rahip ve rahibeler cuntanın hedefindeydi.

Bu iki rahip de solla ilişkili olduğundan diktatörlüğün hedefi haline gelmişti.

Bergoglio suçlamaları reddetti. Aksine rahip arkadaşlarını korumak için elinden geleni yaptığını söyledi.

Zaten iktidarın amacı Bergoglio'yu sudan sebeplerle cezalandırmak değildi. Kilisenin biraz burnunu sürtüp etkisizleştirmekti. 

Konu Bergoglio'nun 13 Mart 2013'te sürpriz bir şekilde "Papa" seçilmesine kadar gündemde tutuldu.
 

7.jpg
Papa, genç bir rahipken…


Bergoglio "Papa"ya dönüştüğü andan itibaren öyle bir dokunulmazlık kazandı ki; onun hakkında yazılanlar bile internetten hem de bizzat yazarları tarafından kaldırıldı.

Bu tavırda "Arjantinli" mi yoksa "Tanrının krallığının yeryüzündeki temsilcisi" olması mı daha etkiliydi diye soracak olursanız muhtemelen birincisi derdim.

Çünkü Arjantinliler, yeryüzündeki işleri  tanrıya bırakmayacak kadar sağlamcıdırlar. 

Arjantin'deki tüm politik ve ekonomik sektörler meseleye "cennetle yeryüzü arasındaki en yüksek makama" doğrudan bilet olarak baktılar. 

Diğer yandan sadece Latin Amerikalı olan değil tarihteki ilk Avrupa kökenli olmayan Papa, Vatikan'daki adıyla "Francisco" tahtına çıkışının üzerinden geçen 8 yılda "ilerici" bir profil sergiledi.

Vatikan gibi bir dogmanın kurumsal dönüşümü çok nadir olarak başındaki papanın ömür süresi içinde gerçekleşir.

Hele ki bu seçilmiş bir papanın yerine bir nevi "kontenjandan" çıkmışsa bu daha da zordur (Eğer Ratzinger "Benedicto XVI" papalık makamını terk etmesi gibi görülmemiş tarihsel bir olay olmasaydı bir Arjantinli de oraya çıkamazdı).

"Papa Francisco" daha çok etik duruşuyla kiliseye etki etmeye çalıştı. Bunun en ilginç örneği; 30 Aralık 2020 günü Arjantin Senatosu'nda onaylanan "kürtaj" yasasıdır. 

Arjantinli bir papanın Vatikan tacını taşıdığı bir dönemde, kendi ülkesinde kürtaj hakkının yasalaşmasından daha büyük bir hezimet kilise için düşünülemezdi.

Fakat Bergoglio yasayı engellemek için ağırlığını kullanmak bir tarafa, Latin Amerika Katolik kilisesinin yasaya karşı harekete geçmesine bile izin vermedi.

Papa "bu konuda bizim pozisyonumuz bellidir" demekle yetindi ve sonrasında da konunun kilise çevrelerince kullanılmasına müsaade etmedi.

Arjantinli papa, Vatikan'a taşındığından bu yana tüm eleştirilerini kiliseye yöneltti. Ona göre kilise kürtaj, ötenazi, hayata ve aileye yönelik büyük "günahlar" ile alakalı kişileri yargılamamalıydı.

Bu "toplumsal günahlardan" öncelikle otoriteler sorumluydu. Ayrıca evli olmayan çiftler ile babasız çocukların da kilise tarafından tanınmasını emretti.

Bunu bir adım daha öteye götürerek LGTB'Ii bireylerin de kilise tarafından diğer herkes gibi kabul edilmesini istedi. Hatta "Ben kimim ki onları yargılayayım" dahi dedi.

Her fırsatta hapishanedeki tutukluları ve Afrikalı sığınmacıları ziyaret edip onların ayaklarını yıkayıp öpmesi olağanüstü bir mütevazilik örneğiydi.
 

4.jpg
Cizvit rahibi Bergoglio mütevazı yaşamının yanı sıra toplumun en alt kesimleriyle kurduğu ilişkiyle de dikkat çekti. Resimde piskoposluğu döneminde bir cezaevinde mahkumların ayaklarını yıkarken görülüyor. Bergoglio'nun bu eylemi tüm din yaşamı boyunca uyguladı. Papa olduktan sonra da mahkumların ve Afrikalı göçmenlerin ayaklarını yıkayarak öptü​​​​​​


Sıklıkla ülkelerin ve uluslararası sistemin yoksulluk karşısındaki yaklaşımını eleştiren Papa'nın neoliberalizm karşısındaki tavrı da netti:

Bizim tekrar tekrar bu dogmatik neoliberal inanca iman etmemizi istemelerine rağmen belirtmeliyim ki piyasa, tek başına hiçbir şeyi düzenleyemez.


Uruguay'ın efsanevi devrimci hareketi Tupamaros buna "mate siyaseti" der. Mate çayını alan her militan, bir köşe başında oturup sakince içmeye koyulur.

Buenos Aires'i hatta La Pampa'yı da içine alan La Plata Bölgesi'nde halka inmenin yolu budur. 
Francisco, kiliseyi halkla buluşturmanın yollarını aramaya başlamıştı.

Belki Papa Francisco'nun "etik- değer stratejisi"ni anlamak için gözlerimizi merkezden uzak noktalara çevirmemiz gerekiyor. 

Bergoglio'nun Vatikan'ın başına seçildikten sonra Temmuz 2013'te ilk yurt dışı gezisini Brezilya'ya yapması anlamlıydı. Fakat daha önemlisi ziyaret sırasında verdiği mesajdı:  

Kilisenin Amazon havzasındaki varlığı, bavulları dolu ve mümkün olan her şeyi sömürdükten sonra gitmeye hazır olan birinin varlığı değildir. Kilise, Amazon Havzası'nda başından beri misyonerleri, dini cemaatleri, rahipleri, laikatleri (akademisyen, teolog vb.) ve piskoposları ile hala var ve daima var olmuştur ve bölge için kritik önemdedir.


Papa, Ekim 2017'de tüm Amazon Bölgesi'ni kapsayan bir piskoposlar toplantısı için çağrıda bulundu. 

Vatikan raporuna göre Amazon Havzası, 49 dil ailesine ait 240 dil konuşan 400 kabile arasında bölünmüş; 2,8 milyon nüfuslu ve yaklaşık 6.000.000 kilometrekarelik bir alanı kapsıyor.

Genel olarak nüfusun çoğunluğunun Katolik olduğu Bolivya, Brezilya, Kolombiya, Ekvador, Fransız Guyanası, Guyana, Peru, Venezuela ve Surinam'ın tamamı veya bir kısmını içine alıyor.
 

5.jpg
Papa Amazon halkı "Kayapo" şefi Raoni Metuktire ile kucaklaşırken.


İki yıl sonra 6-27 Ekim 2019 tarihlerinde Roma'da gerçekleşen "Pan-Amazon Bölgesi Piskoposlar Konsili" ile Papa'nın stratejisi bir doctrine dönüştü. 

Bu Vatikan için tarihsel olarak bir türlü ulaşılamamış ama çok akıllıca konulmuş bir hedefti. Güncel olarak ise yerli kültürünü ve varlığını, tropik ormanları savunan "çevreci" bir yanı vardı. 

Bölgenin Hristiyanlaşmasının önündeki engeller arasında ise; yerli halkların yaşadığı yerlere ulaşmayı zorlaştıran tropik ormanlar, konuşulan dillerin çeşitliliği, toprak sahiplerinin direnişi, paramiliter çeteler, uyuşturucu kartelleri ve uluslararası ticari çıkarlar bulunuyor. Bunlar hiç de küçümsenemeyecek riskler. 

Fakat Papa'nın özelliği de burada gizli: O stratejisini Hristiyanlığın temel değerlerinden olan "çile"nin ardına koyarak yola çıkıyor. 

Bu noktada Papa'nın Amazon Konsili'ne sunduğu ve dini bir metinden çok evrensel bir manifesto niteliğinde olan "Sevgili Amazon" mektubuna dikkat çekmek isterim

Mektupta Papa, "sosyal, kültürel, ekolojik ve dini" dört rüyasından bahsetmektedir.  

"Sosyal bir rüya" başlıklı ilk bölümde Francisco, Amazon halklarının yaşamını iyileştirmenin ve yoksullara yardım etme ihtiyacının altını çiziyor.

Bu halkların karşı karşıya kaldıkları kereste, tarım, hayvancılık ve madencilik gibi yağmur ormanlarındaki sanayilerin neden olduğu "adaletsizliğe ve suça" değiniyor.

Amazonların, yerli haklarına saygı göstermeyen bir kalkınma yeri olarak algılanmasını eleştiren Papa, yerlilerin uğradıkları adaletsizlik ve zulme karşı öfke duyulması gerektiğini söyleyerek, Amazon Bölgesi'ndeki kilisenin bu adaletsizlikle mücadelede başarısızlığından ötürü özür diliyor.  

Ayrıca bu bölümde; "sömürgeci zihniyeti"ni dayanışma ile aşmanın mümkün olduğunu belirtmesi de ilginç. 

"Kültürel bir rüya" başlıklı bölümde ise; kültürel sömürgeciliği reddederek Amazonların çok kültürlü yapısının korunması gerektiğini savunur ve yerlilerin doğal ortamlarından kentlere sürülmesinin sonucunda bu kültürlerin yok edildiğinden yakınır. 

"Ekolojik bir rüya" başlıklı üçüncü bölümde; çokuluslu şirketleri ve ulusal endüstrileri Amazon çevresine zarar verdikleri için bir kez daha kınar ve Amazon Nehri'ne "uyum ve birliği yaratan omurga" olarak atıfta bulunarak suyun önemini vurgular. 

Modern tüketimciliğin üstesinden gelmek için ekolojik eğitim çağrısında bulunan Papa, yerlilerin bilgeliğinden öğrenme çağrısı da yapar.

Dini bölümde; genel olarak kilisenin Amazon'daki işleyişi üzerinde durmaktadır. Kiliseye, insanları reddetmek yerine "anlayış, teselli ve kabul" sunmasını ister.

Hatta daha ileri giderek buradaki farklı inanışlarla beraber yaşama ve inananların birbiriyle konuşma fırsatı yaratılmasından bahseder. 

Benim buradan anladığım, Papa'nın Hristiyan geleneğini Kolomb öncesi kültürlerle yeniden canlandırma arzusu içinde olduğudur. 

Papa Francisco'nun doktrinini yansıtan edebi ve şiirsel bir dille kaleme alınmış bu metin, hiç kuşkusuz kilisenin dünyaya bakışını temelden etkileyecektir.

Amazon Havzası'nda yer alan dokuz ülkenin kiliselerinin pastoral ve sosyal faaliyetlerini koordine etmek için gerçekleştirilen konsil, Vatikan'ın Latin Amerika'daki tek adımı değildi.

Merkezi Bogota'da bulunan Latin Amerika Piskoposluk Konseyi (CELAM), Papa Francis'in çizgisine göre yenilendi ve Papa, önümüzdeki Kasım'da gerçekleştirilmek üzere, konseyi bir "Latin Amerika ve Karayipler Kilise Meclisi" toplantısına çağırdı.

Buradaki yenilik, toplantının bir "asamblea" biçiminde gerçekleştirilmesidir. Yani söz konusu meclisin hem hazırlanmasına hem de gerçekleştirilmesine yalnızca din adamlarının değil kilise hiyerarşisi dışındakilerin de katılımı sağlanacaktır. 
 

8.jpg
Vatikan muhabiri Gerard O'Connell, Arjantinli din adamının Papa seçilmesindeki en büyük etkenin Latin Amerika kilisesinin tam desteğini alması olduğunu söylüyor


Bu Papa'nın "Hristiyan geleneğini Kolomb öncesi kültürlerle yeniden canlandırma arzusu" gözlemimi destekler nitelikte bir adımdır. 

Zira bu Kilise Meclisi toplantısı, ilk Hristiyan topluluklarının zamanında yapılanları andırmaktadır.

Bu şekilde Papa Francisco papalığa yükseldiği gün ilan ettiği gibi, 60'lı yılların "II.Vatikan Konseyi" çizgisinde ilerliyor: 

Yoksulların hizmetinde fakir bir kilise istiyorum.


Papa Francisco'nun geçmişinde veya bugününde politik sol kesimlerle doğrudan bir teması olduğuna dair bir iz yok.

Ancak geçmişte de bugün de sendikalardan kağıt toplayıcılarına, Kurtuluş Teolojisi'nin din insanlarından Zapatista'lara solla ilişkili sosyal mücadelenin bir parçası olan her kesimle ilişkisi var ve bu Vatikan tarihinde daha önce rastlanmamış bir durum. 

Katolik Kilisesi'nin ilerici kesimleri, neoliberal sistemin yıkımlarını yorulmadan kınayan ve sosyal hareketleri teşvik eden Papa Francisco'nun desteği sayesinde oldukça güç kazandı.  
 

6.jpg
Arjantinli Papa'nın ilk işi Kurtuluş Teolojisi'nin en önemli teorisyeni ve bu konuda Vatikan'da "savunma" vermek zorunda kalan Perulu rahip Gustavo Gutierrez'le buluşmak oldu


Bergoglio'nun papalığa yükseldikten kısa süre sonra, 11 Eylül 2013 günü, Kurtuluş Teolojisi'nin teorisyeni olarak kabul edilen ve bu yüzden Vatikan tarafından dışlanan Perulu Gustavo Gutiérrez ile Roma'da buluşması bu yeni dönemi başlattı.

Biz bu toplantıyı Kardinal Gerhard Müller'in "L'Osservatore Romano"daki övgü dolu makalesinden haber aldık.

Kardinal Müller'in bu değerlendirmesi kilise için bağlayıcıydı. Çünkü o tarihte kendisi "İnanç Doktrini Komisyonu" diye çevirebileceğim Vatikan'ın politik çizgisini belirleyen organın başındaydı.  

Kardinal Müller, henüz Benedicto XVI. Papa'lık makamını terk etmeden önce 2011'de şu sözleri etmişti:

Gustavo Gutiérrez'in teolojisi, nasıl ele alındığına bakılmaksızın ortodokstur çünkü; ortopratiktir ve otantik inançtan türediği için bize, doğru Hristiyan davranış biçimini öğretir.

('Un teologo della liberazione al Santo Ufficio?'
[Vatikan'da bir Kurtuluş Teologu mu?] La Stampa, 21 Aralık 2011).


Müller'in varlığı bize, Papa Francisco'nun Vatikan'da yalnız olmadığını göstermektedir.

Bu yüzden Papa'nın ilk kararlarının Kurtuluş Teolojisi çizgisinde olması, hatta Marksist sayılarak Vatikan tarafından dini yetkileri ellerinden alınan Nikaragualı Miguel d'Escoto'ya, Ernesto Cardenal'e ve Gustavo Gutiérrez'e haklarını iade etmesi tesadüf değildi.

Ayrıca Papa, Ekvadorlu Leonidas Proaño'yu, Brezilyalı Hélder Cámara'yı ve Leonardo Boff'u yüceltti.

Papa bu eylemleriyle doğrudan politik olmasa da felsefi ve etik açıdan kiliseyi Latin Amerika'da Kurtuluş Teolojisi çizgisine yakınlaştırdı. 

Diğer yandan Papa'nın Latin Amerika kilisesine hakim olması, Vatikan'da da her şeyin istediği gibi gittiği anlamına gelmiyor.

2018'de Vatikan İletişim Dairesi Başkanı Dario Vigano'nun istifası ve sonrasında ortaya çıkan "iletişim kazaları", birilerinin Papa'yı gözden düşürmek için uğraştığını düşündürtüyor.

 

 

*Bu makalede yer alan fikirler yazara aittir ve Independent Türkçe'nin editöryal politikasını yansıtmayabilir.

© The Independentturkish

DAHA FAZLA HABER OKU