Sömürgecilik doğası gereği ırkçı ve despot çağrışımlara sahiptir. Özellikle İngiliz sömürgeciliği, sömürge tebaasını yatıştırmak ve düzeni korumak için şiddet kullanan bir diktatörlük olarak yapılandırıldı. Londra'daki İngiliz Sömürge Bürosu, sömürgelerin yönetilme biçimlerine dair tüm kararları veriyordu. İngilizler ayrıca yönetim amaçlı sömürgeleştirdikleri ülkelerde bir etnik grubu diğerlerine tercih etme eğilimindeydiler. Genellikle ülke içinde muhafazakar bir azınlık olan Afrikalı gruplar İngilizlerin çıkarlarına karşı çalıştıkları ölçüde desteklendi. Örneğin, İngilizler Sudan'daki Afrikalıların çoğunluğuna hükmetmek için Arap azınlığı seçti ve yine Nijerya'da Fulani'yi tercih ettiler. İngilizler, kendilerininki gibi diktatörlük ve hiyerarşik sistemlere sahip etnik toplumları ve bu etnik kökenlerin üyelerini orantısız sayıda sömürge ordusuna dahil ettiler. Bağımsızlık döneminde, bu askerler sık sık darbeler düzenlediler ve ülkelerinin demokratik olarak seçilmiş sivil hükümetlerini görevden aldılar. İngilizler tam manasɪyla Afrika’da uzun yɪllar sürecek olan bir ‘Talan İmparatorluğu’ inşaa ettiler.[i]
Afrika’da İngiliz Sömürgeciliğin Usulleri
Hıristiyanlık, Avrupalı güçlerin Afrika'yı sömürgeleştirmek ve sömürmek için kullandığı bir gerekçeydi. Hıristiyan doktrininin yayılması yoluyla, Büyük Britanya, Fransa ve Hollanda gibi Avrupa ülkeleri, Afrika kültürünü eğitmeye ve reform yapmaya çalıştı. Yazar JD Fage, A History of Africa adlı kitabında, Avrupalı entelektüellerin ve misyonerlerin ırk temelli mantığını şöyle anlatıyor:
On dokuzuncu yüzyılın ortaları ve sonlarındaki Avrupalılar genellikle Hıristiyan, bilimsel ve endüstriyel toplumlarının özünde her şeyden çok daha üstün olduğuna ikna olmuşlardı. Afrika kıtasındaki Afrika'nın ürettiği çeşitli kültürlere aşina olmayan Avrupalı kaşifler, kendilerine yabancı olan uygulamaları daha az ve vahşi olarak gördüler.[ii]
Hakikaten birçok Avrupa ulusu için Hıristiyanlık, Batı medeniyetinin ve Anglo-Sakson ahlakının temelini temsil ediyordu. Bu bağlamda Hıristiyanlık, Afrika'nın bölünmesinde ve nihayetinde sömürgeleştirilmesinde büyük bir güç olarak hizmet etti 19. yüzyılın sonlarında, Avrupa ulusları giderek küresel güç için rekabet halindeydi. Siyasi ve bölgesel nüfuzu artırma girişiminde, Büyük Britanya ve Fransa gibi uluslar, genişleme için bir gerekçeye ihtiyaç duyuyorlardı. Hristiyanlaştırma siyasetinin altında esas gaye kɪtada yasallaştɪrɪlmaya çalɪşɪlan sömürgecilikti. 19. yüzyılın ikinci yarısına kadar İngiltere, Afrika'yı sömürgeleştirme konusunda henüz büyük atılımlar yapmamıştı. Fakat on dokuzuncu yüzyılın son çeyreğinde İngiltere, Mısır'dan Güney Afrika'ya kadar uzanan bir bölge olan Cape'e kadar ileri karakollar kurmak istiyordu.[iii] Mısır'dan talana başlayan Britanya Başbakanı Benjamin Disraeli, 1875'te Süveyş Kanalı'nın %44'lük hissedarı oldu. Bu arada İngilizler madenlerin keşfiyle agresif bir şekilde Güney Afrika'ya taşındılar. Hollanda Doğu Hindistan Şirketi, 1652'de Güney Afrika'da Cape Koloni’yi kurmuş ve Boers olarak bilinen Hollandalı yerleşimciler bölgeyi imar ve iskan etmişlerdi. İngilizler 1806'da Ümit Burnu’nu tamamen işgal ettiler. 1820'ye gelindiğinde, giderek daha fazla İngiliz Güney Afrika'ya göç etti ve orada yaşayan Boerleri dışarı atmaya zorladılar. Boerlar, Great Treak diye adlandɪrɪlan büyük göçten sonra kaynak bakımından zengin topraklarda oturan Turuncu Özgür Devleti ve Transvaal adlı iki cumhuriyet kurdular. İngilizler, bu bölgelerin altın ve elmas açısından zengin olduğunu ve bunun da büyük kârlara yol açacağını biliyordu. 1902'de son büyük kanlı savaşın ardından İngilizler bir hile ile savaşı kazandılar ve en nihayetinde Boer cumhuriyetlerini işgal ettiler.[iv] Hristiyan misyonerlerin yerlileri ikna ve asilimasyonunda din önemli rol oynadɪ. Esasen Hıristiyanlık, Batılı hükümetlerin Afrika uluslarının sömürülmesini ve fethini haklı çıkardığı bir kisveydi. Şair Rudyard Kipling, Beyaz Adamın Yükü şiirinde, “Beyaz Adamın yükünü alın, Vahşi barış savaşları, Kıtlığın ağzını doldurun ve hastalığı durdurun” diye haykırır. Afrikalıların dini uygulamalarını büyücülük ve putperestlik olarak kınayan Avrupa ulusları, Afrika'nın yerli halklarını dönüştürmeye ve ardından sömürmeye çalıştı. Kipling'in şiirinde, "Yeni yakalanan somurtkan halklarınız, Yarı şeytan ve yarı çocuk" dizeleri, Avrupa'nın Afrikalıların kafir olduğuna ve vahşet bir hayat yaşamak için çöküşte olduğuna dair Avrupa inancına atıfta bulunur.[v] Ayrıca Avrupalı misyonerler, Hıristiyanlığın kiracılarını adil ve merhametli bir doktrin olduğuna inandıkları şeyi yaymaya çağırdılar. Pratikte misyonerler Afrika halkının kültürünü ve toplumunu aşağılamak için kullanıldılar. Batılı güçler böylelikle insani teoloji kisvesi altında, Hıristiyanlığı bölücü bir emperyalist araç olarak stratejik olarak uygulamɪş oldular. Daniel Kumler Flickinger adlı bir keşiş tarafından yazılan bir misyoner anısında, Flickinger Etiyopya ulusundaki Afrika kültürünün, dininin ve toplumunun durumunu şöyle anlatıyor: “Teolojik görüşlerimizin Etiyopyalılarɪnki kadar aptal ve yozlaştırıcı olmamasının ve büyücülüğe, şeytana tapınmaya, daha binlerce aptalca şeye inanmamamızın tek nedeni cennetin ışığının üzerimizde parlamasıdır”. Papaz Flickinger, Avrupa ulusları tarafından uygulanan sömürücü ve zorlayıcı taktikleri haklı çıkarmak için Hıristiyan misyonerler tarafından kullanılan bir argümanı dile getirmektedir.[vi]
Afrika Talanı
1800'lerin sonlarında her Avrupa ülkesi, kendilerini zenginleştirmek ve bir ulus olarak güçlerini kanıtlamak için bir Afrika parçasını işgale girişmişti. İtalya ve Almanya gibi ‘Afrika Talanɪ’nda geç kalanlar İngiltere gibi işgalcilerin sömürgelerine göz dikerken, Britanya sömürgelerini agresif bir şekilde genişleterek ve savunarak buna yanıt verdi. Avrupa ülkeleri kendilerince Afrika'daki sömürge sürecine bir miktar düzen getirmek için tasarlanmış bir konferans olan 1884'te Berlin Konferansı'nda bir araya geldi. Özellikle hiçbir Afrika ülkesinin ve hatta o dönemde Kuzey Afrika’da eyaletleri olan Osmanlı Devleti’nin davet edilmemesinin sebebi kıta üzerinde planlanan yağmanın en somut delillerindendi. Berlin Konferansı kıtayı her ülke için etki alanlarına bölmüştü. İngiltere, güney ve kuzeydoğu Afrika'yı Berlin'de aldı. 1880-1900 yılları arasında Britanya, Mısır, Sudan, Kenya, Uganda, Güney Afrika, Gambiya, Sierra Leone, Kuzeybatı Somali, Zimbabve, Zambiya, Botsvana, Nijerya, Gana ve Malavi olarak bilinen toprakların kontrolünü ele geçirdi veya işgal etti. Bu, İngilizlerin bir kerede Afrika halkının %30'unu yönettiği anlamına geliyordu.
Afrika’da İngiltere’nin İmparatorluk Figürleri
Afrika'da İngiliz kolonizasyonu ile eşanlamlı hale gelen birkaç adam vardı. Biri David Livingstone adında bir İskoç tıbbi misyonerdi. 1800'lerde Afrika'nın iç bölgelerinin çoğunu araştırdı ve raporlarında insanları Afrika'yı kolonileştirmeye çok ilgi gösterdi.[vii] Britanya'nın Afrika'ya üç C'yi yani ticareti, Hıristiyanlığı ve uygarlığı tanıtma görevi olduğunu söyleyerek emperyalizmi haklı çıkardı. Açıkçası bu usul Afrikalılara vahşi ya da çocuksu ve Avrupa'nın yardımına muhtaçmış gibi bakmanın oldukça sorunlu bir yoluydu. Aslında, birçok Afrika ülkesinde zaten o kadar iyi liderler ve idari sistemler vardı ki, İngilizler Afrika kolonilerini yönetmek için dolaylı yollar kullandılar. Britanya'nın söylediklerini yapmayı kabul ettikleri sürece, önceden var olan Afrika hükümetlerinin ayakta kalmasına izin verdikleri anlamına geliyordu.
Diğer bir sömürgeci Cecil John Rhodes, nihai İngiliz emperyalistini bünyesinde barındıran bir iş adamıydı. İngiliz emperyalizminin haklı olduğuna ve Büyük Britanya'nın Mısır'dan Güney Afrika'ya kadar Afrika'nın büyük bir bölümünü işgal etmesi gerektiğine kesinlikle inanıyordu. Cape-Kahire demiryolu inşasının büyük bir destekçisi oldu. 1889'da İngiliz Güney Afrika Şirketi'ni kurdu ve elmas madenciliği ile çok ilgilendi. Kısa süre sonra, mineraller açısından zengin toprakların kontrolünü ele geçirmek için kendi milislerini bir araya getirmeye başladı.[viii]
Afrika'da İngiliz Kolonyal Politikalarının Tarihsel Seyri ve Etnik İlişkiler
İngilizlerin Afrika'yı sömürgeleştirmesinin ortaya çıkışının sosyal Darwinizm tarafından temsil edilen bilimsel ırkçılık çağına denk geldiğini belirtmek gerekir. İngilizler, üstün silahlara sahip oldukları ve dolayısıyla teknolojik olarak Afrikalılardan daha gelişmiş oldukları için, medeniyeti ilerletmek adına Afrikalıların kaynaklarını sömürgeleştirme ve onları sömürme hakkına sahip olduklarına inanıyorlardı.
Sömürge öncesi Afrika'da etnik rekabet ciddi değildi. Etnik ulusların çoğunluğu kendi bağımsız küçük devletlerinde yaşıyordu. Bununla birlikte, bazı büyük fetih imparatorlukları da vardı. Mesela Uganda'daki Bugandan İmparatorluğu, Güney Afrika'da Zulu, Zambiya'daki Shona halkının Mwene Mutapa İmparatorluğu veya Büyük Zimbabve, Benin İmparatorluğu, Yoruba krallıkları (Ife, Oyo ve Ibada), Gana'da Ashanti, Sierra Leone bölgelerine bile yayılmaya çalışan kuzey Nijerya'daki Fulani İmparatorluğu, Kuzey Nijerya'nın Çad Gölü bölgesi çevresindeki Kanem-Bornu İmparatorluğu ve bazı temsili monarşilerin birkaç istisnası dışında küçük demokratik eyaletlerde yaşayan güneydoğu Nijerya'da Igbolar. Ancak Büyük Britanya İmparatorluğu'nun Afrika'ya girişiyle işler değişti.[ix]
Afrika'daki İngiliz Koloni Türleri
İngilizler, Afrika kolonilerinde çeşitli yönetim sistemleri kullandılar. Bunlar şöyle sıralamak mümkündür:
(1) ticaret şirketleri
(2) dolaylı yönetim (Mısır gibi)
(3) yerleşimci yönetimi (Güney Afrika gibi)
(4) kat mülkiyeti hükümeti olarak bilinen ortak aracılığıyla. (Sudan yada Nijerya gibi)
Ticaret Şirketleri neredeyse tüm İngiliz sömürgelerinde kullanılmıştır. Şöyleki, sömürgeciliğin ilk yıllarında İngiltere, özel şirketlere Afrika'da yönetmeleri için geniş topraklar verdi. Mesela Batı Afrika'daki United African Company ve United Trading Company, Imperial British East Africa Company ve British South Africa Company gibi şirketler, yalnızca Afrika topraklarının zengin doğal kaynaklarını sömürmek ve yağmalamakla ilgilenen iş adamları tarafından kuruldular. Bu yağmada yer alan okuma yazma bilmeyen bazı Afrikalı liderler, egemenliklerini İngilizlere devretmekle suçlandılar. İngiliz hükümeti bu şirketler için tüzükler sağladı, ancak şirketler kolonilerin kurulması ve yönetilmesi için yapılan masrafları kendileri ödediler. Yönetimlerini desteklemek için bu şirketler kendi vergilendirme ve işçi alım sistemlerini kurdular. Mesela. 1888'de kurulan Imperial British East Africa Company, Kenya'yı Britanya adına sömürgeleştirdi ve 1893'e kadar orada hüküm sürdü. 1889'da Cecil John Rhodes'un kontrolü altında kurulan British South Africa Company, Malavi’yi sömürgeleştirmek ve yönetmek için aşırı güç ve baskı kullandı. Bu şirket ayrıca Kuzey Rodezya (bugünkü Zambiya) ve Güney Rodezya (bugünkü Zimbabwe) kolonileri üzerinde 1923'e kadar hüküm sürdü. Şirketler kendi yönetimleri sırasında apartheid benzeri bir sistem uyguladıkları için İngiltere adına şirket yönetimi Afrikalılar için çok sertti. Bu şirketlerin Afrika'daki kolonileri yönetme konusundaki sayısız hatalarına rağmen, İngiliz hükümeti menfaatleri gereği çok uzun bir süre buna izin verdi. Yalnızca kâr elde etmekle ilgilenen şirketler, esasɪnda bölgeleri veya kolonileri yönetmeye uygun değildiler ve bunu yapmanın ne kolay ne de kârlı olduğunu zamanla gördüler. Bu süreçte kâr marjlarını artırmak için ırkçı ve acımasız politikalar izlediler. Ne yazık ki, İngiliz hükümeti kolonilerin yönetimini devraldığında, uyguladıkları olumsuz politikalar devam etti ve bu politikaların sömürgecilik sonrası döneme kadar uzanan geniş kapsamlı etkileri oldu.[x]
Dolaylı Yönetim: İngiliz sömürge yöneticisi Frederick Lugard'ın buluşu olan dolaylı yönetim zamanla İngilizlerin Afrika kolonilerini yönetmek için kullandıkları ana sistem haline geldi. İngilizler, Afrikalı geleneksel yöneticileri kendi adlarına çalışmak ve diğer Afrikalıları boyun eğdirmek için kullandılar. Bu Afrikalılar sözde "hükümdar" olsalar da, asıl kararlar İngiliz sömürge memurlarına aitti. Lugard ilk olarak Fulani'nin Sokoto halifeliğini ve emirliğini kurduğu Kuzey Nijerya'da dolaylı yönetimi denedi. Sistem Kuzey Nijerya'da işe yaramış gibi göründüğü için, Lugard sistemi güney Nijerya'ya ihraç etti ve burada sistem doğu Nijerya'nın Igbo bölgelerinde ne yazık ki başarısız oldu.[xi] Lugard, yanlış bir şekilde tüm Afrika toplumlarının monarşi olduğuna ve olmayanlarda şefliklerin kurulmasıyla sistemin işleyeceğine inanıyordu.[xii] İngilizlerin Batı Afrika'daki Fransız sömürgelerine ve sömürge tebaalarına karşı tutumları konusunda hiçbir iddiaları yoktu. İngiltere, Fransız sömürgecileri gibi paternalist olmak istemedi ve Fransızların asimilasyon politikalarını uygulamadı. Öte yandan İngilizler, sömürgelerinin yerlilerin kültürlerini korumak istedikleri için dolaylı kural sistemini kullandıklarını iddia etseler de, asıl sebep kaynakların sömürülmesini maksimize ederken aynı zamanda kolonileri işletme ve maliyetini en aza indirmekti. Britanya’nın Afrika’daki sadık kurmayları kolonileri için yeni kültürler icat ettiler ve böylece yerli kültürleri yok ettiler. Smuts’ɪn 1929 yɪlɪnda Oxford’daki bir konuşmasɪnda ‘Afrika’yɪ Afrikalɪlaştɪrmadan medenileştirmeliyiz’ sözünün altɪnda yatan ana fikir buydu.[xiii] İngilizler, her zaman yozlaşmış, Afrikalıların yetkisine sahip olmayan ve sonuç olarak yönettikleri insanlar tarafından saygı görmeyen yeni liderler yarattılar. Bu nedenle, bu strateji, Nijerya'daki Igboland'da olduğu gibi, çoğu zaman başarısızlığa uğradı. Dolaylı sistemin işe yaramış gibi göründüğü Kuzey Nijerya'da etnik ilişkiler korkunç boyutlara ulaşmıştı. Fulani emirleri başlarda çok otokratiktiler ve zamanla tamamen yozlaştılar. Fulani olmayanlar ve gayrimüslimler Fulani'nin üzerlerindeki kötü yönetimini protesto etmek için birçok kez ayaklandılar. Yanlış yönetimin bir başka ciheti, daha önce bağımsız olan etnik grupların ve yerli ulusların birleşmesini zorlayarak ve İngiliz çıkarlarının egemen olduğu bir yönetim biçimi oluşturarak siyasi gruplaşmaların yaratılmasıydı. Böyle bir durum ve kıt kaynaklar için verilen mücadele, etnik gerilimleri alevlendirmeye yardımcı oldu.[xiv] Nijerya'daki İngiliz sömürgeciliği sırasında çok sayıda azınlık gruplara katliam yapıldı. Bu soykırım olayları ne yazıkki yirmi birinci yüzyılın başlarına kadar devam etti. Batı ve Doğu Afrika'daki İngiliz politikaları, bu sömürgelerdeki etnik grupların çoğunun etnik bilincine veya alt-milliyetçiliğine yol açtı. Nijerya'daki başlıca gruplar arasındaki etnik rekabet, İngiliz sömürge döneminde başladı.[xv] Yoruba, Igbo ve Hausa gibi etnik grupların bir kısmı pan-etnik bilince sahip değildi ve İngiliz sömürge yapısına direndiler. Nijerya'da ana siyasi partiler etnik aidiyetler etrafında şekillendiler. Herbert Macaulay tarafından kurulan ve Nnamdi Azikiwe tarafından savunulan Nijerya Vatandaşları Ulusal Konvansiyonu, esas olarak İgbo egemen Doğu Bölgesi'nde merkezlendi.[xvi] Obafemi Awolowo liderliğindeki Eylem Grubu, Batı Bölgesi'nin geleneksel Yoruba bölgesinde bulunuyordu. Ahmadu Bello ve Abubakar Tafawa Balewa liderliğindeki Kuzey Halkları Kongresi ise Hausa-Fulani'nin egemenliğindeydi ve Kuzey Bölgesi'nde bulunuyordu. Kolonilerindeki etnik gerilimleri teşvik etmek İngilizlerin çıkarınaydı. Düşman siyasi partilerin yaratılması, sömürgeler içindeki bağımsızlık ajitasyonlarının geciktirilmesine yardımcı oldu ve bu İngilizlerin Afrika'daki kesintisiz kaynak yağmalarına devam etmelerini sağladı. Nijerya'nın durumu, Batı Afrika'daki Gambiya, Sierra Leone ve Gana gibi diğer İngiliz kolonilerinin durumlarına benziyordu. Sierra Leone'de İngilizler, eski köleler olan Creoles'in egemen olduğu Freetown kolonisi arasındaki gerilimi körükledi.[xvii]
Yerleşimci Yönetim, İngiliz sömürge yönetiminin bir başka sistemi, İngiltere'nin büyük Avrupalı göçmen nüfusuna sahip olduğu yerlerde meydana gelen yerleşimci kural sistemiydi. Bu göçmenler, Afrika'da özellikle güney ve doğu Afrika'da koloniler üzerinde doğrudan hakimiyet kurmuş ve yerleşmişlerdir. Afrika'yı kalıcı evleri yapmayı planladılar. İngiliz yerleşimci kolonileri öncelikle Güney Afrika, Zimbabve, Zambiya ve Namibya kuruldu. Hollanda, İngiltere, Almanya ve Portekiz'den gelen yerleşimciler bu bölgeleri sömürgeleştirdiler. Ayrıca Doğu Afrika'daki İngiliz kolonisi olan Kenya'da yerleşimci yönetimi uygulandı. Afrika'ya doğal kaynakları sömürmek için gelen bu yerleşimciler, sayısal olarak daha büyük Afrika nüfuslarına ekonomik, sosyal ve politik olarak hakim olmalarını sağlayan yasaların çıkarılmasını veya özel imtiyazların oluşturulmasını sağladılar. Yerleşimci yönetimine sahip kolonilerde yerli Afrikalılara dolaylı yönetim sistemine sahip veya büyük beyaz yerleşimci popülasyonlarının olmadığı kolonilere göre daha sert davranıldı.[xviii] Yerleşimciler kendilerini İngilizlerin Afrikalı sömürge tebaaları olarak adlandırdıkları gibi, yerlilerden doğal olarak üstün görüyorlardı. Diğer Batılılar gibi İngilizler de Afrikalıları, boyun eğmesi gereken ve yalnızca beyaz yerleşimcilere hizmet etmekle yetinen insanlar olarak gördüler.[xix] Avrupalı yerleşimcilerin baskı yöntemleri, sömürge öncesi Afrika'da bilinmiyordu. En azından Avrupalılardan önce Afrika'daki yerli imparatorlar kendilerini genetik olarak işgal ettikleri yerlilerden üstün görmediler. Beyaz yerleşimciler ise tüm iyi ve ekilebilir toprakları Afrikalıların dışında bırakacak şekilde kendilerine mal ettiler. Bu topraklar Britanya sömürge idaresi tarafından “taç mülkü” olarak adlandırıldı. Bu uygulama Güney Afrika, Zimbabve, Zambiya ve Kenya'da meşhurdu. Postkolonyal ve bağımsız Afrika ülkelerinden bazıları aynı şeyi yaptı. Sömürge hükümeti yetkilileri çok büyük ortak arazileri kamulaştırdı ve bunları kendi aralarında, aileleri ve yakınları arasında paylaştırdı. Bu, örneğin Nijerya'da 1977 tarihli Arazi Kullanım Kararnamesi'ni çıkardığında meydana geldi. Yerleşimci koloniler daha sonra tek taraflı olarak İngiltere'den bağımsızlıklarını ilan ettiler. Afrika'da bunu yapan ilk İngiliz kolonisi Güney Afrika'ydı.[xx]
Güney Afrika’nɪn Yağmalanma Sürecinde İngiliz Politikalarɪ
1910'da Boer Savaşı'ndan sonra İngilizler, Natal, Cape Town, Turuncu Özgür Devleti ve Transvaal eyaletlerindeki Avrupalı yerleşimci nüfusa tüm idari ve siyasi yetkileri verdiler. Ancak İngilizler daha iyi yönetebilmek için Svaziland, Lesoto ve Botsvana’yı Güney Afrika Birliği'nden çıkardılar.[xxi] Bu vilayetler daha sonra bağımsız devletler haline geldiler ki bu da Büyük Britanya İmparatorluğu’nun meşhur parçala-böl-yönet metodunun bir parçasıydı.[xxii]
Afrika'da İngiltere'den bağımsızlıklarını ilan eden yerleşimci İngiliz kolonileri, azınlık hükümetleri kurdular. Azınlık hükümetlerinin en kötü örneği Güney Afrika'nın Apartheid hükümetiydi. Milliyetçi Parti yönetimindeki Güney Afrika hükümeti, ırkların ayrılmasını ve çoğunluk siyah nüfusun azınlık beyaz nüfus tarafından tahakküm altına alınmasını yasallaştırdı. Güney Afrika'da beyazlar nüfusun yüzde 20'sinden azını ve siyahlar yüzde 80'ini oluşturuyordu. Apartheid sistemi altında, siyahlar ekilebilir olmayan topraklarda ve kentsel gettolarda veya kasabalarda yaşamaya zorlandı. "Miscegenation" ve ırklar arasındaki evlilikler kanunen yasaktı ve siyahların ülke işlerinin yürütülmesinde hiçbir hakları yoktu.[xxiii] Beyaz azınlık hükümeti siyahlara karşı şiddet ve terörizm kullandı. Masum siyah erkekleri, kadınları ve çocukları tutukladılar, işkence yaptılar ve öldürdüler.[xxiv] Daha sonra siyahlara tahsis edilen çorak topraklar Bantustanlara bölündü ve o bölgelere nominal bağımsızlıklar verildi.[xxv]
Afrika Ulusal Kongresi (ANC) 1912'de ırk ayrımcılığına ve siyah çoğunluğun ırkçılığına karşı savaşmak için Dr Abdullah Abdurrahman tarafından kuruldu. Daha sonra, Pan-Afrika Kongresi ve Steve Biko tarafından başlatılan siyahi bilinç hareketi gibi diğer apartheid karşıtı gruplar ortaya çıktı. Bu gruplar Güney Afrika azınlık hükümeti tarafından yasaklandı. 1964'te Nelson Mandela ve diğer ANC üyeleri, ırksal eşitlik ve baskıcı apartheid sisteminin sona ermesi için verdikleri mücadele nedeniyle tutuklandı ve vatana ihanetten yargılandı. Mandela ve bazı dava arkadaşları, Robben Adası'nın kötü şöhretli cezaevinde ağır çalışma şartɪyla ömür boyu hapis cezasına çarptırıldılar. 1990 yılında, başkan olarak göreve başladıktan sonra, F. W. de Klerk nihayet önceden yasaklanmış tüm siyasi parti ve derneklere yönelik yasağı kaldırdı ve Mandela ile diğer siyasi mahkumları serbest bıraktı. Mandela'nın serbest bırakılmasının ardından bazı ayrıntılı müzakerelerin sonunda 1994'te seçimler yapıldı ve ANC ezici bir çoğunlukla seçimi kazandı. Nihayetinde Mandela, Güney Afrika'nın ilk siyahi devlet başkanı oldu. Güney Afrika, 1994'te çoğunluk yönetiminin kazanılmasından bu yana ırksal ve etnik gerilimlerin önemli ölçüde azaldığı model bir ülke haline geldi. Bu başarı büyük ölçüde Mandela'nın efsanevi liderliği ve meşhur apartheid sistemini ortadan kaldıran ve onun ANC hükümetinin efsanevi liderliği sayesinde elde edildi. Mandela, tüm ırkların ve etnik grupların ülkelerinin eşit haklarından yararlanacağı bir Güney Afrika'yı destekledi.[xxvi]
Kat Mülkiyeti Yönetimi, Mısır ve İngiltere'nin Sudan üzerindeki ortak yönetimi, “kat mülkiyeti yönetimi”nin en bilinen örneğidir. İngiltere ve Mısır'ın bu ortak yönetimi nedeniyle Sudan'ın adı, Anglo-Mısır Sudanı olarak değiştirilmişti. Sudan Devleti Araplar ve siyah Afrikalılardan oluşmaktadır. Araplar azınlıkta ve Güney Sudan ve Batı Sudan'da çeşitli Afrika etnik grupları sayısal olarak çoğunluktadır. Arap azınlık, tarihsel olarak siyah Afrikalıların çoğunluğuna karşı zaman zaman ayrımcılık yapmakla itham edilmektedir. Bu ırksal ve etnik rekabetler, Sudan'da yüz binlerce kişinin öldüğü ve milyonlarca kişinin mülteciye dönüştüğü soykırım ve iç savaşlara yol açtı. İngiliz vali James Robertson, esasen Sudan'da süregelen bir sorun olan etnik temizlik ve soykırım için bir ortam yaratarak, Arap azınlığı çoğunluk siyahi Sudanlılara hükmetmek için iktidarda bıraktı. Sudan Halk Kurtuluş Ordusu ile Hartum'daki Arap egemenliğindeki hükümet arasında 2004 barış anlaşması bile işe yaramadı. İkincisi, 1956'dan yirmi birinci yüzyılın başlarına kadar siyahi Sudanlı vatandaşları sürekli olarak marjinalleştirdi.[xxvii]
Dekolonizasyon sürecinde Afrika'daki İngiliz Sömürgelerinde İlişkiler
İngiliz sömürgeciliği ancak II. Dünya Savaşɪ’nɪn bitimiyle dünya dengelerindeki değişikliklere binaen sona ermeye başlamɪştɪ. Sudan 1956'da İngiltere’den bağımsızlığını kazandı. Ardından 1957'de Gana Afrika'da İngiltere'den bağımsızlığını yeniden kazanan ilk ülke oldu. Gana'yı 1960 yılında Nijerya ve Somali izledi. 1961'de Tanzanya İngiltere'den bağımsızlığını kazandı. Bunu 1963'te Kenya ve 1964'te Zambiya ve Malavi izledi. Gambiya ise 1965'te bağımsızlığını kazandı. Yerleşimci topluluklara sahip ülkelerin bağımsızlıklarını güvence altına almaları ve çoğunluk yönetimini kurmaları daha uzun sürdü. Zimbabwe, bağımsızlığını ve çoğunluk yönetimini 1980'de elde etti ve Güney Afrika, 1994'te çoğunluğu elde eden son ülke oldu. Eski İngiliz kolonilerinin bağımsızlığı, İngiliz sömürge yönetiminin düşmanca politikaları nedeniyle etnik rekabeti daha da kızıştırdı. İngilizler gönülsüzce koloniler üzerindeki kontrollerinden vazgeçtiler ve bağımsızlıklarını yeniden kazandıklarında Afrika kolonilerini başarısızlığa uğratmaya çalıştılar.[xxviii]
Büyük Britanya kolonileri İngiliz kontrolünden kurtulur kurtulmaz, milliyetçi bağımsızlık mücadeleleri nedeniyle kontrol altında tutulan etnik rekabetler ortaya çıktı. Örneğin Nijerya'da, bağımsızlıktan hemen sonra etnik gerilimler tırmandı ve 1967'den 1970'e kadar süren iç savaşla doruğa ulaştı. Bu savaş ancak altı yıl önce seçim hilesi suçlamalarıyla başlayan bir dizi olayın sonucu olarak da addedilebilir. 1962 ve 1963 yıllarında Nijerya nüfus sayımı yapmaya çalıştı fakat 1964 federal seçimlerinde olduğu gibi, nüfus sayımında da hile yapıldığı anlaşılmɪştı. Sırasıyla Yoruba ve Igbo’nun egemen olduğu Nijerya'nın Batı ve Doğu Bölgelerinin hükümetleri, nüfus sayımından en çok yararlanan Hausa-Fulani'yi şiddetle protesto ettiler. Batı Bölgeleri yönetilemez durumdaydı. Olaylar şiddetlenince Yoruba Eylem Grubu'nun lideri Şef Obafemi Awolowo 1962'de yakın ortaklarıyla birlikte Hausa-Fulani liderliğindeki federal hükümeti devirmeye çalışmaktan vatana ihanet suçlamalarıyla hapsedildi.[xxix] Politikacıların yolsuzluğu, etnik gerginlikler ve Batı Nijerya'daki ayaklanma, Nijerya'da 15 Ocak 1966'da ilk askeri darbeye yol açtı. Binbaşı Emmanuel Ifeajuna, Chukwuma Nzeogwu ve Adewale Ademoyega liderliğinde ve bu nedenle “binbaşılar” olarak da bilinen bu darbe başbakanın ve Kuzey ve Batı Bölgelerinin başbakanlarının ölümüne yol açtı. Doğu Bölgesi'nin başbakanları Michael Okpara ve yeni oluşturulan Orta Batı Bölgesi'nin başbakanları Dennis Osadebe ölümden kaçarak kurtuldular. Nijerya ordusunun bazı üst düzey subayları da hayatını kaybettiler. Nijerya'nın en üst düzey askeri yetkilisi General Johnson Aguiyi-Ironsi'den devrilen sivil hükümetin geri kalan üyeleri tarafından hükümeti devralması istendi.[xxx] O da Ulusal Askeri Hükümeti’ni kurarak anayasanın bazı kısımlarını askıya aldı ve ülkeyi kararname ile yönetti. Etnik ve kabile birliklerini yasakladı. Ayrıca bölgeleri kaldırdı ve bunun yerine bir grup ilden oluşan üniter bir hükümet kurdu. İlk başta, öğrenciler ve medya mensupları politikalarını selamladı ancak İngilizlerin göz yummasıyla, Ironsi hükümeti Hausa-Fulani tarafından tasarlanmış bir darbeyle hızla devrildi. 29 Temmuz 1966'da İngiliz istihbaratı için çalışan Yakubu Gowon devlet başkanlığı görevini üstlendi. Bu darbenin doğrudan yansıması, kuzey Nijerya'da yaşayan Igbo’lara yönelik etnik temizlik oldu.[xxxi] Sonraki Biafran savaşında yaklaşık üç milyon Igbo'nun öldüğü tahmin edilmektedir. Murtala Muhammed ve Theophilus Danjuma liderliğindeki darbecilerin amacı, Kuzey'in Nijerya'dan ayrılmasıydı, ancak onlara Nijerya'dan ayrılmamalarını tavsiye eden ise İngilizlerdi. Gowon, Nijerya'yı on iki eyalete böldü, ancak Igbo soykırımını durduramadı. Doğu eyaletleri grubunun askeri valisi Chukwuemeka Odumegwu Ojukwu, Gowon'un darbesini ve ardından Nijerya'daki Igbo için koruma eksikliğini kabul etmeyi reddetti ve Nijerya'dan ayrılmaya ikna edildi. Mayıs 1967'de Gowon, Biafra'ya savaş ilan etti ve sonra Biafra Cumhuriyeti'nin bağımsızlığını ilan etti. Bu savaş, Biafra'nın Nijerya'ya yeniden dahil olduğu 1970'e kadar sürdü. Yirmi birinci yüzyılın başlarında, Nijerya'daki etnik rekabet, birçok etnik ve ulusal grubun ayrılma çağrısı yapmasıyla fiilen artmıştı. Nijerya'nın durumu, Afrika'daki diğer sömürge sonrası İngiliz kolonilerinde yaşananlara benzemektedir. Örneğin 1990'larda Sierra Leone'de etnik rekabetlerin neden olduğu bir iç savaş yüz binlerce vatandaşın ölümüyle sonuçlandı.[xxxii]
Benzer şekilde Doğu Afrika'daki eski İngiliz kolonilerinde de etnik ve ırksal gerilimler yaşandı. Yerleşimci nüfusun bulunduğu Kenya'da İngilizler, Kenya yaylalarındaki Kikuyu topraklarını alarak, Afrikalıları ortakçı bir düzenlemeyle onlar için çalışmaya zorladı. Afrikalılardan yüksek vergiler alınıyordu ve vergileri ödemelerinin tek yolu Avrupalı yerleşimciler için çalışmaktı. Kikuyular kendilerini örgütlediler ve Mau Mau isyanı olarak bilinen olayda topraklarına el konulmasına direndiler. İngiliz sömürge yöneticileri isyanı bastırmak için aşırı güç kullandılar. Jomo Kenyatta liderliğindeki bir siyasi parti olan Kenya Afrika Birliği, yine de 1963'te İngilizleri Kenya'ya bağımsızlığını vermeye zorlamayı başardı. Kenyatta ilk başbakan oldu ve daha sonra 1978'de ölümüne kadar cumhurbaşkanı olarak görev yaptı. 2002 yılına kadar iktidarda kalan cumhurbaşkanı yardımcısı Arap Moi, muhalefetin kazandığı çok partili bir seçim düzenlemek zorunda kaldı.[xxxiii]
Uganda'da İdi Amin'in askeri diktatörlüğü Uganda vatandaşı olan Asyalıları (Hintlileri) sınır dışı etti. Amin rejimi sırasında (1971-1979), etnik olarak motive edilmiş birçok cinayet yaşandı. Yaklaşık 300.000 Ugandalı hayatını kaybetti, en ağır can kaybı Bugandalıların oldu. Tüm bunlar İngiliz sömürgeciliğinin kıtadaki enkazının tezahürleriydiler. Yerleşimci nüfusun bulunduğu Güney Afrika alt bölgesinde, postkolonyal dönemde ırksal ve etnik ilişkiler büyük ölçüde iyileşmişti.[xxxiv] İngiliz sömürge politikaları, eski İngiliz kolonilerinde milyonlarca Afrikalının öldürülmesine yol açan ırksal ve etnik rekabetin tohumlarını ekti. Ne yazık ki, siyasi iktidarın koruyucuları halen kendilerini İngiliz sömürge politikalarından koparmış değildir. Her şeyden önce, bu ulusların liderleri iktidarda kalmak için etnik rekabetleri ve gerilimleri istismar etmeye devam etmektedir. İkincisi, bu ülkelerdeki etnik gerilimlerin çoğu, bu gruplar arasında paylaşılmayan ancak paylaşılması gereken sınırlı kaynaklar için verilen mücadeleden kaynaklanmaktadır. Üçüncüsü, Afrika'nın eski İngiliz kolonilerindeki etnik çatışmalarda halen gizli ellerin olduğudur. İlginçtir ki, etnik çatışmaların çoğu, en doğal kaynaklara sahip Afrika ülkelerinde yaşanmaktadır. İngilizlerin ve diğer yabancı çıkarların, Afrika'nın kaynaklarını yağmalamaya devam edebilmeleri için iç savaşları bu ülkelerde inşa etmesidir. Son olarak, İngilizlerin eski sömürgelerinin işlerine sürekli müdahaleleri iç meselelere yardımcı olmamɪşdır. İngilizler halen Afrika’da tercih ettikleri etnik grupları örtülü ve açık bir şekilde desteklemeye ve böylece diğer tüm gruplara hükmetmeye ve marjinalleştirmeye devam etmektedirler.[xxxv]
Sonuç
İngilizler, yaklaşık 1870 yılında Afrika'yı sömürgeleştirdiler. Afrika'nın altın, fildişi, tuz ve daha fazlası gibi değerli kaynaklarını duyduklarında, toprakları talan etmekten çekinmediler. Afrika'daki bir başka kaynak da ayakkabı gibi çok satan ürünlerin yapımında çok yardımcı olan ve kullanılan kauçuktu. Bu kaynakları istediler çünkü üretim için onlara ihtiyaçları vardı ve İngiliz siyaset yapımcılarına göre bunun için her yol mubahtı. Büyük Britanya günümüzde Sudan, Kenya, Botsvana, Lesoto, Mısır, Kuzey Somali, Doğu Gana, Benin, Gambiya ve Nijer'i yönetti. İngiltere sömürgelerini kontrol etmek için genelde dolaylı yönetim kullandı. Bu, Britanya'da güvenli bir şekilde kalırken işlerini yapmaları için Afrikalı kabile liderlerini atadıkları anlamına geliyordu. İlk başta Afrikalılar ve İngilizler arasındaki ilişkileri artıran bu durum, çok fazla isyan başladığında sömürgelere İngiliz askerleri göndermek ve daha sert bir şekilde yönetmekle sonuçlandı. Günümüzde İngilizce, Zimbabve, Uganda, Zambiya, Botsvana, Namibya ve Kenya'nın resmi dilidir. Güney Afrika nüfusunun %8,9'u beyazdır ve kısmen İngiliz işgalcilerin torunlarından oluşur. Eğitimli vatandaşlar, 1950'lerde Afrika ülkelerinde birçok farklı ayaklanmaya yol açan bir bağımsızlık hareketine öncülük etti. İkinci Dünya Savaşı sırasında birçok İngiliz yönetici Avrupa'ya gitmek zorunda kaldığında, Afrikalılar daha fazla isyan etme ve kontrol edilmesi çok zor olan çok sayıda protesto yaratma şansını yakaladılar. Ancak 1950'lerde ülkeler bağımsızlıklarını kazanmaya başladılar.
Büyük Britanya yönetiminin etkileri, İngilizlerin altın, fildişi ve kauçuk gibi daha fazla doğal kaynak elde etmesiydi. İngiltere, doğal kaynakların yanı sıra daha fazla para kazanan ticaret yerleri kurduklarında bunları aldı. Britanya yönetiminin olumsuz etkilerinden bazıları, birçok Afrikalının para, ev ve daha fazlasını kaybetmesine neden olmasıdır. Bu talan daha çok yerlilerin kaynaklarından mahrum bırakıldıklarında onları ailelerinden uzaklaştırarak köleleştirildiğinde meydana geldi ve bugün Afrikalılar, kendilerinden çalınan doğal kaynaklara sahip olmadıkları için eskisinden çok daha yoksul hayat şartlarında yaşamaya maruz bɪrakɪldɪlar.
Notlar
- [i] Osmanlı Topraklarında İngiliz Propagandaları için bkz. http://www.geliboluyuanlamak.com/1333_osmanli-topraklarinda-ingiliz-propagandalari-1882-1922-halim-gencoglu.html, 22 Aug. 21.
- [ii] Fage, J. D., and William Tordoff. 2008. A history of Africa. London: Folio Society.
- [iii] Weinthal, Leo. 1923. The story of the Cape to Cairo railway & river route from 1887 to 1922. London: Pioneer Pub. Co. http://books.google.com/books?id=WuUiAQAAMAAJ.
- [iv] Gençoğlu, Halim. 2020. Ottoman cultural heritage in South Africa: Islamic legacy of the Ottoman Empire at the tip of Africa (archival records, photos and documents) = Güney Afrika'da Osmanlı kültürel mirası : Osmanlı imparatorluğu'nun Afrika'nın ucundaki Islam mirası (Arşiv kayıtları, resimler ve belgeler). TTK, Ankara.
- [v] Kipling, Rudyard. 1935. A Kipling pageant. New York: The Literary Guild.
- [vi] Flickinger, D. K. 1885. Ethiopia, Thirty years of missionary life in Western Africa: with an appendix embracing the period between 1877 and 1885. Dayton, Ohio: United Brethren Pub. House.
- [vii] Livingstone, David. 1956. The Zambezi expedition of David Livingstone, 1858-1863. London: Windus.
- [viii] Marlowe, John. 1972. Cecil Rhodes the anatomy of empire. London: Elek.
- [ix] Britanya'nın Afrika'daki kolonileri Gambiya, Gana, Nijerya, Güney Kamerun ve Sierra Leone; Kenya, Uganda ve Tanzanya (eski adıyla Tanganika ve Zanzibar); Güney Afrika, Kuzey Rodezya (Zambiya), Güney Rodezya (Zimbabve), Nyasaland (Malawi), Lesoto, Botsvana ve Svaziland idi. İngiltere'nin Mısır ile tuhaf ve benzersiz bir sömürge tarihi vardı. Eskiden İngiliz-Mısır Sudanı olarak bilinen Sudan, bölgeyi ortaklaşa sömürgeleştirdikleri için Mısır ve İngiltere tarafından ortaklaşa yönetiliyordu. Sudan'ın Mısır ve İngiltere tarafından ortak sömürge yönetimi, kat mülkiyeti hükümeti olarak biliniyordu. İngiliz hükümet sistemi, sömürge döneminde, sömürge sonrası dönemde ve 1980'lerden yirmi birinci yüzyıla kadar Britanya'nın tüm Afrika kolonilerinin sahip olduğu ırksal veya etnik sorunları etkilemişti.
- [x] British South Africa Company. 1922. South Africa. Section 5, Race, class, imperialism, and colonialism, 1607-2007.
- [xi] Falola, Toyin, and Raphael Chijioke Njoku. 2016. Igbo in the Atlantic world: African origins and diasporic destinations. http://site.ebrary.com/id/11275917.
- [xii] Lugard, Frederick John Dealtry, Margery Perham, and Mary Bull. 1963. The diaries of Lord Lugard Vol 4, Vol 4. London: Faber.
- [xiii] Mamdani, Mahmood. 2003. Citizen and subject: contemporary Africa and the legacy of late colonialism. Princeton: University Press.
- [xiv] Imoagene, Oshomha. 1992. The Hausa and Fulani of northern Nigeria. Ibadan: New-Era Publishers.
- [xv] Nijerya nüfusunun yaklaşık yüzde 65'ini oluşturan Igbo, Hausa-Fulani ve Yoruba halkɪdɪr.
- [xvi] Íṣọ̀lá, Akínwùmí. 2009. Herbert Macaulay and the spirit of Lagos. Ibadan: University Press.
- [xvii] A History of the town of Freetown, Massachusetts: with an account of the Old Home Festival, July 30th, 1902. 1991. [Salem, Mass.]: [Higginson Book Co.].
- [xviii] Batı Afrika'da sıtma o kadar çok erken dönem Avrupalı maceracıyı ve sömürge ajanını öldürdü ki Avrupalılar ona "beyaz insanın mezarı" lakabını taktı. Bkz, Gaunt, Mary. 2017. Alone in West Africa. Dinslaken: Anboco.
- [xix] Asiwaju, A. I. 1976. Western Yorubaland under European rule, 1889-1945: a comparative analysis of French and British colonialism. London: Longman.
- [xx] South Africa. 2003. Statutes of the Republic of South Africa classified and annotated from 1910. Durban: LexisNexis Butterworths.
- [xxi] 1899-1902 yılları arasında süren İkinci Anglo-Boer Savaşı sırasında, İngilizler Güney Afrika'da toplama kampları işletti: "toplama kampı" terimi bu dönemde önem kazandı. Kamplar başlangıçta İngiliz Ordusu tarafından savaşla ilgili herhangi bir nedenle evlerini terk etmek zorunda kalan sivil ailelere sığınma sağlamak amacıyla mülteci kampları olarak kurulmuştu. Bununla birlikte, Hartum'un 1. Baron Kitchener'ı 1900'ün sonlarında İngiliz kuvvetlerinin komutasını aldığında, gerilla kampanyasını kırmak için yeni taktikler uygulamaya başladı ve sonuç olarak sivillerin akını çarpıcı bir şekilde arttı. Kızamık salgını binlerce kişiyi öldürdü. Tarihçi Thomas Pakenham'a göre, Lord Kitchener, haftalık bir ölü, esir ve yaralı 'çantası' ile tanımlanan bir spor çekimi gibi organize edilen bir dizi sistematik hareketle gerillaları kovmak ve ülkeyi her şeyden çırılçıplak süpürmek için planlar başlattı. bu, kadınlar ve çocuklar da dahil olmak üzere gerillalara geçimini sağlayabilecek... Savaşın son aşamasına hakim olacak olan şey, sivillerin temizlenmesi -bütün bir ulusun köklerinden koparılması- olacaktı. Kamplar başlangıçtan itibaren kötü yönetildi ve Lord Kitchener'ın birlikleri geniş çapta gözaltı stratejisini uygulamaya koyduklarında kamplar giderek aşırı kalabalık hale geldi. Koşullar, özellikle ihmal, kötü hijyen ve kötü temizlik nedeniyle, gözaltındakilerin sağlığı için korkunçtu. Kısmen iletişim hatlarının Boers tarafından sürekli kesintiye uğraması nedeniyle, tüm öğelerin temini güvenilmezdi. Yiyecek tayınları yetersizdi ve iki aşamalı bir dağıtım politikası vardı, bu sayede hala savaşan erkek ailelerine rutin olarak diğerlerinden daha küçük tayın veriliyordu. Yetersiz barınma, kötü beslenme, kötü hijyen ve aşırı kalabalık, yetersiz beslenmeye ve çocukların özellikle savunmasız olduğu kızamık, tifo ve dizanteri gibi endemik bulaşıcı hastalıklara yol açtı. Modern tıbbi tesislerin eksikliğiyle birleştiğinde, tutukluların çoğu öldü.
- [xxii] İngiltere aynı metodu Hindistan’da da uygulayarak ülkenin Pakistan ve Bangladeş olarak bölünmesine salık verdi. Bkz, Shashi Tharoor, 2017, Inglorious Empire: What the British Did to India. Aleph (India); C. Hurst & Co. (UK)
- [xxiii] Güney Afrika’da ırkçılığın son kalesi: Orania, https://www.aydinlik.com.tr/haber/guney-afrika-da-irkciligin-son-kalesi-orania-211410, 22 Aug. 21.
- [xxiv] Gençoğlu, Halim. "Güney Afrika’da Irkçılığın Tarihsel Kökenleri." Siyasal Bilgiler Fakültesi Dergisi 2, no. 2 (2017): 79-120.
- [xxv] Güney Afrika-İsrail Projeleri: Sahipsiz Topraklar Bantustan, https://afam.org.tr/guney-afrika-israil-projeleri-sahipsiz-topraklar-bantustan/, 22 Aug. 21.
- [xxvi] Gençoğlu, Halim. 2020. Türk arşiv kaynaklarında Türkiye – Afrika, Turkey - Africa in the Turkish Archival Sources. SR, Yay. Ankara.
- [xxvii] Mansfield, Peter. 1971. The British in Egypt. London: Weidenfeld and Nicolson.
- [xxviii] Ngugi wa Thiong'o. 1986. Decolonizing the mind: the politics of language in African literature. London: J. Currey.
- [xxix] Awolowo, Obafemi. 2010. Awo: the autobiography of Chief Obafemi Awolowo. Cambridge University Press.
- [xxx] Onwuka, Wilfred Anazodo. 1967. The complete life history and the death of General Ironsi and Fajuyi.
- [xxxi] Nwala, T. Uzodinma, Nathaniel A. Aniekwu, and Chinyere Ohiri-Aniche. 2015. Igbo nation: history & challenges of rebirth and development.
- [xxxii] Baxter, Peter. 2015. Biafra: The Nigerian Civil War, 1967-1970. Solihull, West Midlands, England: Helion & Company Limited; Pinetown, South Africa: 30° South Publishers.
- [xxxiii] Anderson, David. 2005. Histories of the hanged: Britain's dirty war in Kenya and the end of empire. London: Weidenfeld & Nicolson.
- [xxxiv] Tek dikkate değer istisna, Robert Mugabe'nin 1990'ların sonlarından bu yana iktidarda kalmanın bir yolu olarak ırksal ve etnik gerilimleri teşvik ettiği Zimbabve idi.
- [xxxv] Materu, Sosteness Francis. 2015. The post-election violence in Kenya: domestic and international legal responses. The Hague, The Netherlands: Asser Press.
*Bu makalede yer alan fikirler yazara aittir ve Independent Türkçe’nin editöryal politikasını yansıtmayabilir.
© The Independentturkish