Geçtiğimiz 24 Temmuz "Gran Libertador" yani; "Büyük Kurtarıcı" Simón Bolívar'ın 238. doğum günü idi. Bu vesile ile Meksika Devlet Başkanı, Latin Amerika ülkelerinin dış işleri bakanlarıyla Chapultepec Sarayı'nda bir toplantı yaptı.
Bolívar, her ne kadar Latin Amerika bağımsızlığı ve birliği için tarihsel önemde bir kişilik olsa da bu tarz toplantılar çok sık gerçekleştirilmiyor.
Latin Amerikalı liderler genellikle "Büyük Kurtarıcı"yı ulusal çıkarları ya da ABD ile bir gerginlik olduğunda hatırlıyorlar.
Törende konuşan Başkan Andrés Manuel López Obrador, Bolívar'ın kişisel özelliklerini överek onun savaş sanatını bilen, dönüştürücü iradeye sahip ve kendini politikaya adamış bir lider olduğunu söyledi:
Bolívar konuşmanın, fikirlerin gücünün, bildirilerin etkisinin ve bir mücadele aracı olarak basın yayının öneminin farkındaydı. Halkın yararına olan yasaların çıkarılmasının yarattığı etkiyi biliyordu ve hepsinden önemlisi pes etmemenin, azmin ve insanların iyiliği için savaşılan davanın zaferine duyulan inancı asla kaybetmemenin öneminin bilincindeydi.
Politikayı ve propagandayı bir kenara bırakacak olursak, Bolívar'ın henüz gerçekleşmemiş bir tarihsel misyon olarak Latin Amerika'nın bağımsızlığı ve birliğindeki öncülüğü de, kişisel özellikleri de tartışmalıdır.
Aslında sadece Bolívar değil, Latin Amerika'nın bağımsızlık sürecinde üstlenilen bu tür misyonların nitelikleri genel olarak bugün kabul edilen anlamıyla "vatanseverlik"ten biraz farklıdır.
Şüphesiz hemen her ülkede siyasal mücadeleler, savaşlar ve ulusların şekillenmesi sırasında üretilen kahramanların kişiliğinde bazı mit ve efsaneler yaratılmıştır.
Ancak köle ve büyük toprak sahipleri, tüccarlar, İspanyol kökenli askerlerden oluşan bu öncülerin kahramanlıkları Latin Amerika'da, olduğundan biraz daha fazla abartılmıştır.
Zira bunların birçoğu, Britanya İmparatorluğu'nun parasıyla emirlerindeki askerleri İspanyol tekeline karşı savaştıran patronlardı.
"Amerika'nın Kurtarıcıları"nın çoğu kölelik, yerli kıyımı ve iç savaşlarda vicdansızlaşmış, acımasız kişilerdi.
Ancak yine de tarihsel ve toplumsal mücadeleler, buna önderlik edenlerin kişiliğinden bağımsız olarak, koşulların bir ürünüdür.
Her şeyden önce bu nedenle, ulusların tarihine etki etmiş kişileri onu çevreleyen koşullarla birlikte değerlendirmek gerekir.
Bu kişilerin zaaf, hata ya da sapmaları üzerinden halkların-ulusların varlık ve anlamlarını küçümsemek tarihin öznesi olan insanı anlamamaktır.
Simón Bolívar bir kıtanın tarihine etki etmiş nadir tarihsel kişilerden biridir. Latin Amerika'nın İspanyol boyunduruğundan kurtulduğu birkaç on yıl içinde gerçekleşmiş ne varsa onun bir parçasıdır.
Bolívar'ın kısa politik hayatı büyük ihanetler, cinayetler, katliamlar ve despotizmle geçmiştir. Fakat O'na göre bu olan bitenlerin çoğu kendi iradesi dışında gerçekleşmişti.
Beni kaldırıp zayıf bir kuş gibi savuran devrimci fırtınanın değersiz bir oyuncağından başka bir şey olmadım.
(Simón Bolívar, Escritos fundamentales,
Monte Ávila, Caracas, 1998)*
Yine de önemli tarihsel kişilerin savaşları, politik mücadeleleri ile kişisel yaşamları iç içedir. Onları anlamak ve eleştirmek için salt kronolojik okuma yetmez.
Bu anlamda Bolívar'la ilgili önemli fakat bir o kadar görmezden gelinen tarihsel bir belge, Karl Marks'ın "New American Cyclopaedia" için kaleme aldığı 1858 tarihli bir dizi makaledir.
Karl Marks'ın Simón Bolívar'ın hayatını son derece ön yargılı bir üslupla ele aldığı bu metin –bildiğim kadarıyla- daha önce Türkçe'ye çevrilmedi.
Bu yazıda, Marks'ın "The New American Cyclopedia"nın III. cildinde yayımlanan makalesinin önemli bulduğum bazı bölümlerini çevirip üzerine birkaç değerlendirmede bulunacağım.
Büyük Alman filozof Marks, tanımladığı Bolívar'a duyduğu antipatiyi gizlememekle birlikte temelde onun soyunduğu tarihsel misyona nefret besler.
Çünkü Marks'a göre Bolívar "I.Napolyon" olmaya soyunmuş fakat ondan daha "korkak, gaddar, sefil" bir kişiliktir.
Makalenin redaksiyonunu yapan Engels'e yazdığı 14 Şubat 1858 tarihli mektubunda yer alan bu sözlere ek olarak Marks, Bolívar'ı, kendisini Haiti İmparatoru I. Faustin olarak ilan eden ve tarihe despot, kana susamış bir megaloman olarak geçen Soulouque ile bir tutmaktadır.
Marks'ın bu tahammülsüz üslubu, New York Daily Tribune Direktörü Charles Dana'yı da rahatsız etmiş olacak ki; Marks'tan dayandığı kaynakları istemiştir.
Sovyetler Birliği'nde Marks-Engels Toplu Eserleri'nin basımına 1934'te girebilen makale için 1959 baskısında bir eleştirel ön söz yazılmıştır. Ön söze göre; Bolívar'ın kişisel iktidar hırsını abartan kaynaklar Marks'ın tarafsızlığını etkilemiştir.
Gerçekten de o dönem Bolívar'la ilgili basılan kaynakların tümü yabancılarla ilişkili oligarşinin sözcüleri tarafından kaleme alınmıştı.
Bu açıdan Bolívar hakkında sınırlı bilgiye sahip olan Marks'ın genel bakış açısının etkilenmiş olması muhtemeldir.
Ancak aynı zamanda Marks kaynak ve bilgileri araştırırken titizdir. O yüzden saldırgan üslubunun tümüyle bilinçsizce ortaya çıktığını da iddia edemeyiz.
Kanımca Marks, Latin Amerika'yı tarihsel olarak çok geride görüyor ve Asya kadar önemsemiyordu. Bu nedenle oraya özgü tarihsel bir değerlendirme yapmak yerine, konuya Avrupa merkezci bir bakış açısıyla yaklaşmış olabilir.
Ancak hemşerilerinin çoğu gibi uzun soluklu bir çaba gösterme kapasitesinden yoksun(du) ve diktatörlüğü hemen askeri anarşiye dönüştü; en önemli mevkileri, ülkenin mali durumunu çarçur eden ve sonra onu eski haline getirmek için hain mekanizmalara başvuran gözdelerinin ellerine bıraktı.
("Bolivar y Ponte"Karl Marks,1858.
https://www.marxists.org/espanol/m-e/1850s/58-boliv.htm#topp )
Marks'ın yukarıda yer alan değerlendirmesinin ikinci bölümü doğru sayılsa bile, ilk bölümde yaptığı genelleme Avrupa merkezci bir bakış açısını yansıtıyor.
Ayrıca Marks, İspanyolların bir askeri karakolu olmaktan öteye gitmeyen Venezuela'daki kurumsal yetersizliği gözden kaçırmaktadır.
Düşmanla savaş sürerken sıfırdan inşa edilen bir devletin kamu fonlarını tüketen disiplinsiz bürokrat ve askerlerce işgal edilmesi tarihte çok rastlanılan bir durumdur.
Diğer yandan Marks da Simón Bolívar gibi yaşadığı çağın insanıdır. Bolívar'ın reel siyasetteki acımasızlığı ile Marks'ın felsefesindeki reddiyenin şiddeti aynıdır.
Ancak tabii ki Bolívar merhametsizdi. Zira Amerika'nın bağımsızlık kahramanları yerli ve siyahları topun ağzına sürmekte tereddüt etmemiştir. Onların savaşı başlatma amacı sömürü ya da köleliğe son vermek olmasa da, savaşa katılan kölelerin özgürlüklerini elde etmesi ile çocukları da azat edilmişlerdir.
Bolívar'ın da bir üyesi olduğu "Criollo" seçkinleri halkla iktidarı paylaşmayı, eşitlikçi bir sosyal düzen kurmayı asla akıllarına getirmediler. Sınıfsal gelişme ve sosyal düzenin eşitlikçi bir idealle sorgulanması, uluslaşmanın ileri aşamalarında gündeme geldi.
Marks, Bolívar'ın Karakas'a girişini şöyle tasfir etmektedir:
Karakas'ın en iyi ailelerinden seçilmiş, beyazlar içinde ve ulusal renklere bürünmüş on iki genç hanımın sürüklediği bir zafer arabasında ayakta duran Bolivar, başı açık ve elinde asasını sallayarak şehrin girişinden ikametgahına yarım saatte taşındı.
Kendisini 'diktatör ve Venezuela'nın Batı Eyaletleri'nin Kurtarıcısı' ilan etti… Bir 'Kurtarıcı Düzeni' yarattı. Kendini, muhafız kolordusu olarak adlandırdığı seçilmiş birliklerden oluşan ve bir sarayın görkemiyle kuşatan bir yapı oluşturdu.("Bolivar y Ponte"Karl Marks,1858)
Muhtemelen Bolívar, 1804'te katıldığı, Napolyon'un imparator taç giyme töreninin etkisinde kalmıştı.
Belki de Marks, kendisinden sonraki yüzyılda siyasal mücadeleleri esir alacak kişi kültünün ayak seslerini duyduğu için, özellikle sömürgelerde ortaya çıkan Bonapartizm'den nefret etmektedir.
Fakat Marks'ın Bolívar'a yönelik suçlamaları sadece megalomanlık ve kişi kültü yaratma çabasıyla sınırlı değildir.
O'nun için Bolívar açıkça bir savaş suçlusudur. O'nun patolojik kişiliği ve eylemlerine rehberlik eden, yabancı düşmanlığı ve soykırımcı dürtüleridir. Bolívar'ın bu gaddar eğilimleri, imzaladığı kararname ve bildirilere yansımıştır.
Seferlerinde tüm Avrupalı esir, yaralı, hasta ve sivilleri öldürttüğünü Venezuela, Kolombiya, Ekvador ve Peru'dan kurulu "Yeni Granada Kongresi"nde övünerek açıklamıştır.
Marks'ın makalesinden çıkan sonuç; Simón Bolívar'ın patolojik kişiliğinin, bir nefret ve şiddet sarmalını ateşleyerek savaşı alevlendirmeye hizmet etmiş olduğudur.
Buna karşılık Marks makalesinde İspanyol kuvvetlerinin işlediği katliamlardan bahsetmemektedir.
Ancak Marx'ın kaleme aldığı biyografide, birkaç yıl Bolívar'ın emrinde çalışan Fransız-Alman General Ducoudray Holstein'ı kaynak aldığını belirtmeliyim. Generalin Bolívar betimlemesi, bedensel ve ruhsal olarak hastalıklı bir kişiyi tarif etmektedir.
General Holstein'a göre Simón Bolívar;
Çok yürüyemez ve çabuk yorulur. Uzanmayı veya hamakta oturmayı sever. Sık ve ani öfke patlamaları yaşar ve ardından delirir, kendini hamaklara atar ve etrafındakilere hakaret ve küfürler yağdırır. Orada olmayanlarla alay etmeyi sever… Sonra birden nazik, sabırlı, cana yakın ve hatta alçakgönüllü oluverir… Nezaketinin altında kusurlarını ustaca gizler…
(Memoirs of Simon Bolivar,
President Liberator of the Republic of Colombia: And of His Principal Generals;
Comprising a Secret History of the Revolution, and the Events which Preceded It,
from 1807 to the Present Time, Volumen I, Henri Louis Ducoudray Holstein, London 1830)
Marks bu tasvirle yetinmez; Bolívar'ın hem korkak hem de komplocu kişiliğini kesin cümlelerle ifade eder.
Bolívar, Puerto Cabello'daki silahsız İspanyol savaş esirlerinin isyanı sırasında elinde büyük bir kuvvet ve mühimmat olduğu halde, yanındaki sekiz subayla kimseye haber vermeden San Mateo'daki çiftliğine kaçar.
Bu olay İspanyolların elini güçlendirir ve kongre tarafından yetkilendirilmiş Genelkurmay Başkanı General Francisco de Miranda'yı, İspanyol egemenliğini tanıyan "La Victoria Anlaşması"nı imzalamaya mecbur bırakır.
Francisco de Miranda, Bolívar'ı Puerto Cabello'ya komutan olarak atayan kişidir. Fakat İspanyollara boyun eğen anlaşmaya imza atmasını fırsat bilen Bolivar -Manuel Maria Casas ve Miguel Peña ile birlikte- Miranda'yı tutuklayarak İspanyollara teslim eder.
Dahası Marks, Bolívar'ın İspanyollardan pasaport istediğini, İspanyol kuvvetlerin komutanı Monteverde'nin "Miranda'yı teslim eden Albay Bolívar'ın talebi, İspanyol Kralı'na hizmetinin bir ödülü olarak yerine getirilmelidir" sözlerine dayanarak aktarmaktadır.
İspanyollarla yapılan anlaşma ve Miranda'nın teslimi Birinci Cumhuriyet'in sonudur.
Simón Bolívar, sırf iktidarı ele geçirmek için bu sonu bilerek kendi elleriyle mi hazırlamıştır?
Miranda, olağanüstü askeri tecrübeye ve siyasi birikime sahip karizmatik bir liderdi. Afrika ve Avrupa'nın her yerinde savaşmış, Amerikan Bağımsızlık Savaşı'na ve Büyük Fransız Devrimi'ne katılmış evrensel bir kahramandı.
Paris'te "Arc de triomphe de l'Étoile"deki devrim kahramanları arasında "mareşal" unvanıyla ismi kazılı olan tek Latin Amerikalıdır. Öyle ki Miranda'nın portresi bugün halen Versay Sarayı'nda asılıdır.
Fransız Devrimi'nde, 1792'deki "Valmy Muharebesi"nde kazanılan zafer sebebiyle büstü dikilidir.
Üstelik Miranda, Simón Bolívar'ın 1826'da Kolombiya, Panama, Ekvador ve Venezuela'yı oluşturan bölgelerin kurtarılmasından sonra, onları tek bir ulusta birleştirmeyi amaçlayan ve "Büyük Kolombiya" olarak bilinen jeopolitik projesinin yaratıcısıydı.
Miranda'nın tasfiyesinin Bolívar'ın liderliğinin önünü açtığı söylenebilir. Ama süreç bu kadar tekdüze ilerlememiştir. Simón Bolívar çok büyük kuvvetleri yönetmiş, büyük zaferler kazanmış ve sayısız defa da yenilgiye uğrayıp sonunda tüm gücünü yitirerek dışlanmış bir liderdir.
Ne Bolívar bir tür Stalin'dir ne de Miranda 19. yüzyılın Troçki'sidir.
Marks bir başka yazısında ise şöyle diyor:
Popüler fantazinin karakteristik özelliği olan mitlerin yaratıcı gücü, etkinliğini büyük adamlar icat ederek kanıtlamıştır. Bu türün en dikkate değer örneği şüphesiz Simón Bolívar'dır.
(Engels, Federico y Marx, Karl. 1972.
Materiales para el estudio de América Latina, Pedro Scaron. Argentina: Ediciones Pasado y Presente)
Gerçekten de Simón Bolivar miti, ölümünden sonra da sömürge yönetiminden yeni seçkinci bir egemenliğe geçişi haklı çıkarmak ve desteklemek için kullanılmıştır.
Diğer yandan günümüzde olduğu kadar geçmişte de anti sömürgeci mücadelelerin karalandığı; liderlerinin zaafları ve halklarının yetersizlikleri üzerinden değersizleştirildiği de bir başka gerçektir. Marks'ın kullandığı kaynaklar daha çok bu yönde olanlardır.
Ancak Latin Amerika'nın bağımsızlık mücadeleleri ile ilgili sömürgeci Avrupa ülkelerinin tek bir politikası olduğunu iddia etmek de mümkün değil. Zira Güney Amerika'da İspanyol Krallığı'na karşı İngilizlerin, kuzeyde İngiliz egemenliğine karşı Fransızların bağımsızlık mücadelelerini desteklediği bilinmektedir.
Muhtemelen Marks Latin Amerika'daki bağımsızlık mücadelelerini "Burjuva Devrimleri" olarak görmekteydi.
Aslında yaşanan kapitalizmin şafağında sömürgeciliğe karşı bir kırılma süreciydi. Latin Amerika zincirin kırılan ilk halkası olarak, dünyada sömürgeciliğin sonunu ilan ediyordu.
Aydınlar ve siyasetçiler ise özgürlük, bağımsızlık, egemenlik, cumhuriyetçilik, anayasacılık gibi kavramlarla bu mücadeleye anlam kazandırdılar.
Ayrıca bağımsızlık liderleri ve Libertadorlar hiç küçümsenmeyecek bir devrimci birikime sahiptiler: Avrupa'daki devrimci hareketler ve krallıklara karşı verilen mücadeleler içinden geliyorlardı.
Bu mücadele asla Simón Bolívar'la sınırlı değildi: Arjantinli avukat-gazeteci Mariano Moreno gibi entelektüeller ve siyasi formasyona sahip General San Martin gibi deneyimli askerler de vardı.
Sömürge karşıtlığı, ülkelerin bağımsızlığı ile kölelerin ve halkların özgürleşmesi fikrini beraberinde getirdi.
Köylü, yerli ve kölelerin serbest kalması, onların karşılanması gereken insani ihtiyaçlarını gündeme getirdi. Bu da reformları zorladı. Aydınlar ve siyasetçiler toprak ve ticaret oligarşisine karşı güç dengesini sosyal reformlar üzerinde kurdular.
Böylece günümüze uzanan zengin Latin Amerika toplumsal mücadelelerinin temeli atılmış oldu.
Simón Bolívar kendi kişiliğinden, kurduğu rejimden ve hatta yürüttüğü siyasetlerinden bağımsız olarak, kapitalizm çağında özgürleştirici bir adım olan sömürgeciliğe karşı mücadeleye önderlik ettiği için Latin Amerika'nın gurur kaynağını oluşturuyor.
*Latin Amerika'nın Devrimci Tarihi. Özgür Uyanık, Kaynak Yay. 2014, İstanbul
Yazıdaki tüm çeviriler bana aittir.
*Bu makalede yer alan fikirler yazara aittir ve Independent Türkçe'nin editöryal politikasını yansıtmayabilir.
© The Independentturkish