Latin Amerika'da bir şeyler oluyor. Yıllardır çözüm bulunamayan ve kendini benzer aktörler üzerinden tekrar eden siyasi kriz ülkeleri uçurumun kenarına getirdi.
Sağ ve sol kavramları anlamını yitirdi. Bir proje olarak ilericilik ya da muhafazakarlıktan bahsedemiyoruz. Yoksulluk ve eşitsizlik her türden siyasal iddianın üzerinde belirleyici hale geldi.
Biri popülizm korkusu yüzünden halktan gelen her talebi dehşetle karşılayan, diğeri ise kurumsal demokrasiyi sürdürerek sokağı sakinleştirmeye çabalayan iki tip muhafazakarlık gelişti.
Popülizm eleştirisi, bozulan sosyal dengelerin ağırlığı altında sadece bir söylemden ibaret. Bu koşullarda liyakatçilik uygulanması mümkün olmayan boş bir masaldan ibaret…
Açlığın, yoksulluğun ve kendi kaderine terk edilmişliğin yanında her şey söylemden ibaret.
Bu yüzden sandık halkın önüne geldiğinde kimse ekonomik model, jeopolitika, kültür ya da çevre sorununu düşünmüyor. Doğal kaynaklar, vergi rejimi, toprak mülkiyeti, bütçe, uluslararası ilişkiler, jeopolitik yönelim, hatta din, cinsiyet, kadın sorunu, katliamlar bile buharlaşıp görünmez hale geliyor.
Gerçekte ne sağın ne de solun bir programı var. Yapılan programlar da ilk hükümet kabinesiyle çöpe gidiyor. Çünkü küresel gelişmeler ülkelerin iktisadi ve sosyal temellerini dinamitleyeli çok oldu.
Bu yüzden yukarıdan yapılan programların hiçbiri uygulanabilir değil. Her şeyi en alttan ele alıp yeniden inşa etmek gerekiyor.
İşte Perú böyle bir ülke. Perú halkı kriz dönemlerinde siyaseti kökünden kavrayıp tercih yapan bir halk.
Bunda ülkenin giderek daralan bir elitin egemenliğine girmesinin de etkisi büyük.
Fakat bu defa sürpriz umulmadık bir yerden, siyasetin dışından geldi.
Perú'nun kuzeyinde, Cajamarca'dan yerli kökenli bir öğretmen, 11 Nisandaki başkanlık seçimlerinde ikinci tura kaldı. Sol bir geçmişten gelmeyen "El Profesor" yani "Öğretmen" Pedro Castillo’yu halk 2017'de Peru'ya yayılan bir greve liderlik ederken tanımıştı.
"Aydınlık Yol"a karşı mücadele için kurulmuş "Ronda Campesino", yani köy korucusu bir aileden gelen Castillo, memleketi Chota’ya özgü köylü şapkasıyla ve kravatsız beyaz gömleğiyle halkı temsil ediyor.
Perú’da popülist söylemi olmayan tek bir politikacı yok. Dolayısıyla Castillo’yu popülistlikle suçlamak mümkün değil. Grevler sırasında içişleri bakanı onu "Aydınlık Yol" geleneğinden gelenlerin kurduğu MOVADEF ile ilişkilendirmeye çalışsa da tutmadı. Panikle onu "komünist" ilan ettiler. Işıklı dev bilboardlara "Komünizm geliyor işine ve özgürlüğüne sahip çık!" yazdılar.
Seçim sonuçlarına bakarsak bugünlerde Perú’da "komünizm" çok popüler!
Çünkü kesin olmayan sonuçlara göre "hoca" Pedro Castillo, rakibi Keiko Fujimori’nin önünde seçimi tamamladı. Arada 100 bin dolayında küçük bir fark olması Castillo’nun başkanlık koltuğuna oturmasına engel olur mu, otursa da bir meclis kriziyle ülke yeniden seçime mecbur kalır mı onu ilerleyen günlerde göreceğiz. Fakat şu anda kesin olan şey varsa o da; ortalığı ayağa kaldırmalarına, Vargas LLosa’nın Castillo gelirse bu son seçim olur tehditlerine ve medyaya rağmen Keiko Fujimori kazanamadığı.
Peki Castillo sistem cephesinde neden bu kadar büyük bir dehşetle karşılandı?
Çünkü sistem dışından gelen birinin başkan seçilmesinin siyasetin tüm kurallarının yeniden yazılmasıyla sonuçlanacağı düşünülüyor. Çünkü Castillo sistem içinde hiçbir güç odağına yakın olmadığı için yolsuzluğa dayalı ekonomik modeli değiştirecek.
Zaten daha sandık sonuçları Castillo aleyhine döner dönmez ABD Doları, Peru para birimi "Sol" karşısında %20 değer kazandı , Lima borsası ise %10 değer kaybetti.
Henüz konuşmadılar ama Amerikan Devletleri Örgütü "OAS" ve ABD’nin de Castillo’yu Güney Yarım Küre’deki yeni istikrarsızlık kaynağı olarak değerlendirdiğinden bir şüphe yok.
Peru sermayesinin, medyanın, sağcıların algıladığı tehdit, Castillo'ya karşı yürütülen korku kampanyası, onun başkanlığı altındaki bir hükümetin neler yapma potansiyeliyle doğru orantılıdır.
Castillo’nun doğal ittifakları gereği sağlam bir hükümet programı var: Neoliberalizmin sonu değilse bile budanmasını, ülkedeki stratejik kaynakların millileştirilmesini, bir halk ekonomisinin geliştirilmesini, tarıma desteği ve yeni bir anayasa hazırlamak için bir kurucu meclis oluşturulmasını öneriyor.
Fakat tabanda bu kadar geniş bir zemin bulabilmesinin asıl nedeni; Peru siyasetinde yolsuzluğa batmamış tek bir adayın bulunmaması.
Bir de üstüne üstlük Peru sağı, "komünizm" yılanından kurtulmak için bataklığın "babası" olan Fujimoriciliğe sarılmış durumda.
Diktatör Alberto Fujimori 15 yıldır hapiste. Kızı Keiko onun partisinin başında. Fakat daha geçen yıl Odebrecht yolsuzluğundan tutuklandı ve bırakıldı.
İki kez başkanlık yapmış Alan Garcia yolsuzluk sebebiyle intihar etti. Son iki başkan Martin Vizcarra ve Pedro Kuczynski yolsuzluktan indirildi ve bu nedenle yargılanıyor. Alejandro Toledo ABD’ye kaçtı. Ollanta Humala ve eşi yine Odebrecht skandalından yargılanıyor. Perú’da hiçbir başkan yok ki bugün adı yolsuzlukla anılmasın.
Castillo hem halktan biri, hem elleri temiz bir aday, hem de ideolojik bagajı diğerleri kadar yüklü değil. Mesela Evangelik kesimlerden aldığı desteğe rağmen kürtaja ve LGTB hareketine sıcak mesajlar gönderip onlarla resim verebildi.
Geçmişinde solculuk olmamasına karşın solcu aday Veronica Mendoza’nın partisinin desteğini kazandı.
Fakat Castillo’ya oy verenlerin büyük çoğunluğu muhafazakar. Çünkü Peru güçlü patriarkal geleneklere sahip oldukça muhafazakar bir ülke.
Aslında Castillo’nun bir partisi bile yok. O kendisini destekleyen dağ ve orman yerlilerinin heterojen yapısına sahip. İnsanlar onun muhafaza etmesi gerekeni koruyup değiştirmesi gerekeni değiştireceğini düşünüyor. O aslında Perú’nun bugün ihtiyacı olan ulusal halkçı bir perspektifi ifade ediyor.
Castillo’yu destekleyenler; dışlanmış yerliler, köylüler, dağlarda ve yoksul Lima gecekondusundakiler. Onunla ittifak kuran partiler; iktidar şansı verilmeyen sol ve 15 yıldır hapiste olan isyancı komutan Antauro Humala’nın "Vatansever Cephesi".
Bunlar Peru’daki yolsuzluğun zehirlediği, Fujimori diktatörlüğünün ayaklarından anayasa ile zincirlediği düzenin yıkılmasını istiyorlar. Pandemide açlığa mahkum edilen kent yoksulları, dağ ve orman köylüleri daha adil ve insanca bir düzen istiyorlar.
Karşısında yine "kendisi hapiste fikri iktidarda" Fujimoriciliğe sığınan statüko var. Daha iş başına gelmeden önüne duvarlar örülen Castillo ne yapabilir diye soruyor insanlar. Medya, sermaye, parlamento, anayasa mahkemesi ona darbe indirmeye hazırlanıyor.
1979 Devrimi’nden bu yana ilk kez böyle bir fırsat yakalıyor Perú. Halk on yıl önce Ollanta Humala ile bir kez daha denemişti bunu. Ancak 10 sene öncesinde Fujimori’ye isyan etmiş komutan Humala, başkanlık koltuğuna oturunca düzenle çatışamadı. Düzeni bozmaktan korktu ve teslim oldu.
Fakat halk bu defa kendinden birini, üstelik sınıf mücadelesinden gelen bir öğretmeni seçti. Castillo’nun düzenle uzlaşma ihtimalinin olmadığını bildikleri için bu kadar cepheden saldırıyorlar.
Perú, sistemin faylarını parçalayacak bir depremin eşiğinde.
Düzenin bu Fujimori tercihinin ardında, ülkedeki siyasi ve iktisadi krizin asla toparlanamayacağı, bundan dolayı popülist ve klientalist bir diktatörlüğe ihtiyaç olduğu fikri yatıyor.
Buna karşılık Castillo ucu açık bir zafer kazandı. Önündeki siyasal alanı, geniş sol bir blok etrafında yeniden düzenlemek zorunda. Şu anda kendisini destekleyen sosyal kesimleri politik sürece doğrudan dahil edecek adımlar atması gerekir. Köylüleri, kentli orta sınıfı ve yoksulları kendi ihtiyaçları temelinde organize ederek elitist düzeni ve siyaseti kuşatmalı.
Bu kır öğretmeni, siyasi düzeni sosyal temelden yeniden formüle etmeyi başarırsa Perú tarihini değiştirebilir. Diğer taraftan Fujimori anayasasından kurtulmak başlı başına bir devrim olmakla beraber devlet, piyasa ve toplum arasındaki ilişkinin yeniden tanımlanması yalnızca yeni bir "anayasal anlaşma" olarak kalırsa mevcut rejim yeniden kendini tesis edecektir.
Tabi bir de Castillo’nun devleti bir güç odağı olarak kullanma ihtimali de var. Halka bir şeyler verirken diğer tipik Latin Amerikalı şefler gibi kendi kutsal iktidarını yüceltmenin peşine de düşebilir. Yine de bu çok uzun vadeli bir spekülasyon olur. Şu anda iki seçenekten söz edebiliriz: Castillo’nun ve dolayısıyla demokratik halk cephesinin ezilmesi ya da iktidara gelmesi.
Aslında birinci tur sonuçlarına bakarsak ülkenin halk cephesi ve statükocular olarak ikiye bölündüğünü söyleyemeyiz. Zira birinci turda en çok oyu alan Castillo %19, Fujimori %13’le ikinci tura kaldılar. Ancak sağ cephe ikinci turda Castillo karşıtı o kadar büyük bir nefret kampanyası yaptı ki Peru hızla iki kampa bölündü.
Sağ cephenin bu tepkisi Perú egemenlerinin geleneksel tavrını yansıtıyor. Tarihsel olarak Perú, egemen elitlerin değişime karşı çok dirençli olduğu bir Güney Amerika ülkesidir.
İspanyolların elinden en son kurtarılan ülke Perú’dur. Egemen elit bağımsız cumhuriyete geçişten sonra da varlığını garanti altına alarak buna ikna edildi. Bu nedenle Perú’ya "Aristokratik Cumhuriyet" de derler.
20. yüzyılın başından beri ise egemen kesimlerin stratejisi, devlet üzerinden, bazen sivil kişilik önderlikleri, bazen de askeri diktatörlükler aracılığıyla hakimiyet kurmaktı. Bu statüko, ancak General Juan Velasco’nun askeri darbesiyle kesintiye uğradı. Dürüst ve çıkarsız bir vatansever olan General Velasco, iktidara el koyduktan sonra yoksul kesimlerle doğrudan bir ittifak kurarak bir dizi halkçı adımlar atmış. Fakat esas olarak Peru’ya güçlü bir anti emperyalist temel kazandırmıştır. 1979’da halk iradesini yansıtan devrimci anayasa da Velasco’nun egemen elitlerle devletin bağlarını koparması sayesinde gerçekleştirilebilmişti.
Bu nedenle Yarbay Ollanta Humala’nın iktidara gelişine bugünkü kadar olmasa da benzer bir tepki göstermişlerdi. 2011’de Humala’nın arkasında, belki de bugün Castillo’nun sahip olduğundan çok daha güçlü bir sosyal koalisyon vardı. Hiç olmazsa Humala ikinci turda Keiko Fujimori’ye yarım milyon fark atmayı başarmıştı.
Geçtiğimiz Pazar günü gerçekleşen seçimde ise Castillo ile Fujimori arasında 80-100 bin farktan söz edebiliyoruz. Geçersiz oyların 1 milyon dolayında olduğu bir seçimde bu küçük fark Castillo’nun karşısındaki cepheye her türden kuşkuyu ekme olanağı tanıyor.
Her şeye rağmen Castillo’nun önünde geniş bir yol var. Öncelikle "hoca" bir politikacıdan çok bir diplomat tavrına sahip. Kutuplaştırma ve düşmanlaştırma kampanyalarına rağmen bir beyefendi, bir barış adamı duruşunu hiç bozmadı.
Sermaye ve medya ne kadar baskı yaparsa yapsın bence seçimlerin yenilenmesi durumunda Castillo bu defa Fujimori’yi farklı yenecektir. Çünkü ikinci tur seçimlerine kadar Castillo, medyanın görmediği, çok az kişinin tanıdığı bir adaydı. Şimdi sağ cephenin kampanyası sayesinde Castillo halk kesimleri açısından tek alternatif haline geldi.
"Hoca" halen eşiyle beraber köy öğretmenliği yapıyor. Babadan kalma tarlası ve köydeki evi dışında bir mülkü yok. Onu ve ailesini tanıyan birisi, böyle temiz bir insanın devlet başkanı adayı olmasını bile ülkesi için şans sayar. Fakat diğer yandan da böylesine namuslu ve emektar insanların politikanın bataklığında boğulacağını düşünür.
Castillo, Humala gibi bir milliyetçi ya da Chávez gibi pragmatik bir asker değil. O alçak gönüllü bir sabırlı And köylüsü; sağduyulu ve tutumlu bir kır öğretmeni. Beklemesini bilen, algıları açık, sade ve basiretli bir siyasetçi.
Eminim ki bu onurlu köylü elindeki tohumları boşa ekmiyor.
Çünkü o yağmurun ne zaman yağacağını çok iyi biliyor.
© The Independentturkish