Sessiz tezahüratlar ve protestolar eşliğinde yönetiliyor kulüpler. Sosyal medyanın da etkisi ve etkileşim çılgınlığı ile onay almak, artık önemli kriterlerden biri oldu kulüpler için.
Tepkilerin ölçüm adresi sosyal medya olunca, yönetimler akıl ve plandan çok, sosyal medyadaki coşku ve tepkiler ile kararlarını yoğuruyorlar.
Etkileşim gücünü kullanan spor gazetecileri de olgu değil, algılar üzerinden taraftar sempatisine oynarken, kulüp yönetimleri sportif kararlarda baskı altına alınmış oluyor.
Böylece duyguların yönlendirdiği bir karar alma süreci ortaya çıkıyor.
Ve bu şekilde yaşanan her başarısızlıkta, sorunu ve hatayı önce kendinde arayamayan yönetimler, kendini tekrar ederek bir kısır döngüye giriyor.
Galatasaray ve Fenerbahçe futbol takımlarının yaşadığı başarısızlık da bu döngülerin sonucunda ortaya çıktı.
Önce kurtarıcı, sonra kahraman olan ve sonra da taraftar nezdinden dokunulmaz olan kişiler üzerinden ilerlemeye çalıştı uzun zamandır yönetimler.
Bu şekilde sorumluluklarını azaltmış, görev sürelerini uzatmış oldular. Uzun zamandır yaşanan bu döngülerde taraftarlar da yönetim kararlarının bir parçası oldular aslında.
İmzaların çoğunda taraftarların da mürekkebi oldu sosyal medya gücü ile. Kısa vadede başarı ve şampiyonluk arzusu ile acil başarı dediler yönetimlere.
Kulüpler, bu sportif tercihler ile borçlarını azaltamaz
Örneğin Ersun Yanal'ın ikinci Fenerbahçe dönemi, Emre Belözoğlu'nun sportif direktör olarak transfer kabiliyeti ile yarattığı coşku, yeterlilik sorgusu yaratmayınca, Fenerbahçe yönetimi için bu riskli kararların sorumluluğu azalmış oldu.
Emre Belözoğlu'nun, geçen yıl oyuncu, sene başında sportif direktör ve şimdi ise teknik direktör olması pek yadırganmadı.
Mesut Özil transferi öyle büyük bir heyecan denizi yarattı ki, öncelikli ihtiyaçlar ve kararlar o denizde boğuldu. Ve bu kararların çoğunda taraftarların da imzası vardı.
Diğer taraftan Fatih Terim'i dokunulmaz yaparak başarısızlığı yönetime, başarıyı Fatih Terim'e adayan taraftar ve Galatasaray medyası da alınan birçok kararın bir parçası oldu aslında.
Örneğin Falcao, milyon euroluk maliyetlerine rağmen öyle bir coşku şelalesi yaratmıştı ki, hiçbir yönetim Falcao transferinden kaçamazdı.
Üç sezonda 42 transfer, 42 milyon euro transfer gideri ve yüksek maaşlı oyuncu tercihleri ile Fatih Terim'li Galatasaray'ın, başarılı sayılması da taraftarın yarattığı dokunulmazlıktan kaynaklanıyor.
Avrupa'dan uzak kalmak, sistem ve ekol oluşturmamak başarısızlıktan sayılmadı bu dönemde.
Plan ve sistem yerine, meydan okuma ve güç gösterileri daha çok kabul gördü bu topraklarda. Bununla beraber, yerel başarı ve rakiplerin kazanmaması yeterliydi.
Bu kadar sert rekabet bir şekilde, kulüpleri birbirine benzetiyor. Sahada oyun olmayan, bir plan ve ekol değil, kişilerin becerilerine odaklanan bir yönetim şekli bu.
Onay mercii de sosyal medyadaki taraftar gücü ile kulüplere yakın spor medyası.
Bununla beraber oluşan bu işleyiş, kimsenin kendini geliştirmesine ihtiyaç duymamasını sağlıyor.
Meşhur Gladyatör filmindeki meşhur replikteki gibi;
Seyirciyi kazanırsan, özgürlüğü kazanırsın.
Bu yüzdendir ki önce taraftarın duygusunu kazanmak çok değerli.
Birçok kulüp ve aktör, değişen zamanda eski model kaldılar
Fakat gerçek mağlubiyeti yaşıyor kulüpler. Çünkü birçoğu zamana yenildi. Hem oyun değişti, hem şartlar değişti.
Şampiyonlar Ligi maçları gösterdi ki, oyun olarak uzak diyarlarda Türk futbolu. Artık sürdürülebilir olmayan başarı, zarar veriyor.
Aslında 4 büyük kulübün 9 aylık bilançolarına bakıldığında, devamlılığı olmayan başarıların zarar getirdiği anlaşılıyor.
Transfer bağımlılığı ve yüksek giderli takımların kısa vade de şampiyonluk getirse de kulüplere nasıl zarar verdiğini bilançolar saklamıyor.
Gelirlerinin yaklaşık 8 katı borcu olan 4 büyük kulübün, kişilerin kutsallaştığı bir düzenden, artık sistemi olan devamlılık yaratan bir yapıya geçmesi zorunlu.
Hakem tartışmaları ve yaratılan sanal kavga, bir yere kadar saklayabiliyor gerçekleri.
Türkiye'de zarar ettiren rekabetten sadece kişiler kazanıyor. Kulüplerin profesyonel olarak görev yapan maaşlı kahramanlara değil, bir sistem inşa eden ve devamlılık yaratan sportif akıllara ihtiyacı var.
Çünkü dünya değişti artık.
*Bu makalede yer alan fikirler yazara aittir ve Independent Türkçe’nin editöryal politikasını yansıtmayabilir.
© The Independentturkish