"Kadın Peygamberler" kitabını niçin yazdım?

"Kadın Peygamberler" kitabını bugün okuyucu ile buluşturan İbrahim Sediyani, Independent Türkçe için yazdı

Peygamberler konusu, peygamberlerin yaşamları ve mücadeleleri, ister Musevî ve Hristiyan âlimleri ve tarihçileri tarafından yazılanlar olsun, ister Müslüman âlimleri ve tarihçileri tarafından, mutlaka dînî bir amaç güdülerek, hitap ettikleri topluma dînlerini öğretmek ve toplumun da bu peygamberleri örnek alması, dîni doğru bir biçimde yaşamaları amacıyla yazılmış/anlatılmıştır.

Bizim bu çalışmamızda ise dînî herhangi bir amaç güdülmemiştir, tamamen nesnel ve bilimsel bir yapıt ortaya koyma arzusu ve hedefi güdülerek gerçekleştirilmiş bir çalışmadır.


Peygamberler konusu, peygamberlerin yaşamları ve mücadeleleri, her üç semavî dîne mensup toplumlar arasında da binlerce yıldır hep "erkek gözüyle" ve "erkek bakış açısıyla" yazılmış, anlatılmıştır.

Bu çalışmada ise, peygamberler konusu, peygamberlerin yaşamları ve mücadeleleri, "kadın gözüyle" ve "kadın bakış açısıyla" anlatılmıştır.

Her ne kadar elinizdeki bu kitabın yazarı bir erkek ise de, yine de bu çalışma, "Dîn ve Peygamberler" konusunun feminal bakış açısıyla kaleme alınıp işlendiği bir çalışma olmuştur.

Bizim de bu çalışmayı yapmakta bir amacımız, gayemiz budur.


Ataerkil ve erkek egemen bir zihniyetle yazılan her türlü metinde kadınlara düşen pay her zaman için haksız duruma düşmek, gölgede kalmak, erkeklerin kölesi olmaktır.

Ataerkil zihniyet ve erkek egemen anlayış, insanlık için bir felâkettir. Dünyadaki bütün kötülüklerin ana kaynağıdır. Irkçılığın kaynağı budur. Milliyetçiliğin, kavmiyetçiliğin kaynağı budur. Adaletsizliğin kaynağı budur.


Dînler ve dînler tarihi, ataerkil bir zihniyetle ve erkek egemen bakış açısıyla yazılmış ve günümüze gelmiştir. Dînlerin ilk çıkış noktaları böyle olmamış olsa bile, sonradan insanlar ve devletler eliyle ataerkil bir hüviyete büründürülmüş, erkek egemen bir şekle sokulmuştur.

Bunun sonucu olarak da, "dîn" dediğimiz bu büyük "devrim"in asıl mimarları -ki kadındırlar- gölgede ve ikinci planda bırakılmış, yerine bizzat onlar eliyle yetiştirilen ve eğitilen erkek karakterler ön plana ve "başrol" konumuna çıkartılmıştır.

Kadınlar ve kadın haklarına destek veren erkekler, dînler tarihini bu ataerkil ve erkek egemen zihniyetten arındırmalı, bize geçmişten miras kalan tüm bu birikim ve tarihi anaerkil ve feminal bakış açısıyla yeniden yazmalıdırlar.

Okuduğunuz bu çalışmanın ve hiçbir yorgunluk belirtisi göstermeden tüm zamanımızı harcayarak ortaya koyduğumuz bu çabamızın gayesi de budur.
 


Kadınların aşağılandığı ve öteleştirildiği bir mirastan insanlık ve uygarlık adına hayırlı bir gelecek inşâ edilemez.

İnsanlık umdelerinin yücelmesi, yeryüzünde erdemli ve hakkaniyetli bir yaşamın yeşermesi ve uygarlık seviyesinin yükselmesi, ancak kadına verilen değer, kadının yüceltilmesi ve hak ettiği konuma yükseltilmesi ile mümkündür.

Bugün ulaştığımız bilimsel gelişmenin ve sahip olduğumuz uygarlığın temeli olan antik uygarlıkların önemli bir kısmı anaerkil (kadın egemen) idiler.

Tarih boyunca pek çok kraliçeler, kadın liderler varlık göstermiş, güçlü devletlere liderlik, güçlü uygarlıklara öncülük etmişlerdir. Günümüzde de dünyadaki pek çok ülke, kadın liderler tarafından yönetilmektedir.


Bir toplumda kadının yüceltilmesi, kadınlara hak ettikleri saygının gösterilmesi, o toplum için bir erdemdir, medeniyet belirtisidir. Toplumun kadın liderler tarafından yönetilmesi de, Müslümanların zannettiği gibi toplum için felâket değildir, onların helakına sebep olacak bir durum hiç değildir.

Allah hiçbir toplumu başlarına lider olarak bir kadını seçtiler diye helak etmemiştir. Böyle bir anlatı, kutsal kitapların hiçbirinde yoktur. Ne Tevrat'ta vardır, ne İncil'de, ne Kur'ân'da.

Anaerkil yönetim, bilakis insanlık için bir kurtuluştur, uygarlaşma göstergesidir.


Üzülerek söylemem gerekir ki, bugün İslam dünyasında kadının konumu ne yazık ki içler acısıdır. Kadın ikinci sınıf varlıktır. Müslüman toplumların pek çoğunda kadın henüz "birey" bile değildir.

Peki, Müslüman toplumlarda kadının düşürüldüğü bu durumun, İslam dünyasındaki mevcut dînî algıdan bağımsız olduğu düşünülebilir mi? Bunun dînden bağımsız oluşan bir durum olduğu söylenebilir mi hakikaten?

Acaba "Gerçek İslam bu değil" deyip kendimizi rahatlatmak, sorunu çözüyor mu? "Bunlar dîni yanlış anlıyorlar" yahut "Bu uygulamalar dînden kaynaklanmıyor, o toplumların geleneklerinden ve örf-âdetlerinden kaynaklanıyor" demek, soruna kalıcı bir çözüm getiriyor mu?


Çok açıktır ki bu durum, İslam dünyasında kadının mevcut durumu, ataerkil ve erkek egemen dîn anlayışından kaynaklanıyor.

Dolayısıyla Müslüman kadının statüsünün yükseltilmesi ve kadının layık olduğu konuma getirilmesi de ancak bu ataerkil ve erkek egemen dîn anlayışını sorgulamak ile, ciddî bir ihyâ ve yeniden inşâ ile mümkündür.

Değişimden korkmak, "takva" değildir. Bilakis "şirk"tir, "putperestlik"tir. Çünkü Allah tarafından gönderilmiş bütün peygamberler, değişim için gönderilmiştir.

Onlara karşı çıkan ve mesajlarını kabul etmeyen bütün müşrik toplumlar ise, değişime karşı direnmiştir.


Kur'ân-ı Kerîm'de "cahiliye" olarak nitelenen davranış, tam olarak "muhafazakârlık"tır. Allah tarafından gönderilen bütün peygamberler, bir tek şeye karşı mücadele ettiler: Muhafazakârlık!

Ve onların getirdiği mesajı kabul etmeyip karşı çıkan tüm müşrik toplumlar da, muhafazakâr oldukları için, resmî dîn anlayışının dışına çıkamadıkları için müşrik kaldılar, kâfir olarak öldüler.

İslam dünyasının bugünkü geri kalmışlıktan kurtulması ve yeniden canlanması için en başta gerekli olan şey, aydınlanmadır. Aydınlanma için de en başta öğrenmesi gereken şey, kadına saygıdır.

"Kadından peygamber olmaz", "Kadından imam olmaz", "Kadından yönetici olmaz" inancı ve söylemleri, kadını aşağılayan, kadını ikinci sınıf insan yerine koyan cinsiyetçi inanç ve söylemlerdir.

Bunları dile getirip, bunlara inanıp, sonra da 5 yaşındaki çocukları şeker verip kandırmaya çalışır gibi "Kadınlar bizim baş tacımızdır", "Dînimiz kadınlara en büyük değeri vermiştir", "Peygamberlerin hepsi erkektir ama unutmayalım ki onların hepsini doğuranlar kadındır" demek, inanın komik olmayı dahi hak etmeyen ucuz söylemlerdir.


İslam dünyasının bugünkü geri kalmışlıktan kurtulması ve yeniden canlanması için en başta gerekli olan şey, aydınlanmadır. Aydınlanma için de en başta öğrenmesi gereken şey, kadına saygıdır.

Bu konuda İslam dünyasının atacağı ve atması elzem ilk büyük adım, kadın peygamberlerin varlığını kabul etmektir.

İnsan denen canlı türünün bu dünyada sahip olabileceği en yüksek makam olan "peygamberlik" makamına kadınları da layık görmek, İslam dünyasında kadınlara yönelik menfi tavırların, kadını "düşük insan" veya "yarım akıllı" gören bağnaz zihniyetin, kadınlara yönelik negatif ayrımcılığın, kadına yönelik şiddet ve baskının önünü kesecektir.

İşte o zaman Müslüman kadınlar, kadınlarımız, hak ettikleri saygıya ve itibara kavuşacak, toplumun diğer yarısı olan erkek kardeşleri ile birlikte eşit yurttaşlar olarak yaşayacak, işte o zaman insanların cinsiyetlerine, ırklarına, etnik kökenlerine, sosyal statülerine göre değil, insanların yalnızca âmellerine göre, ortaya koydukları çalışmaları ve toplumsal hayata katkılarına göre değer sahibi oldukları bir toplumsal hayat neşv û nema bulacaktır.

Tanrı'nın bizden istediği de budur zaten.

Üstünlük ancak takvâ iledir, sadece âmellere göredir.

 

 

*Bu makalede yer alan fikirler yazara aittir ve Independent Türkçe’nin editöryal politikasını yansıtmayabilir.

© The Independentturkish

DAHA FAZLA HABER OKU