Bu yazı, uyuşturulan kitleleri memnun etmeyecek farkındayım. Hamaset ve coşku vermek gibi bir amacım olmadığından, bu durumdan dolayı üzgün de değilim.
1648 Vestfalya Antlaşması ile başlayan yeni süreçte ulus devlet projeleri çoğu coğrafyada bir etnisitenin esas alınıp, diğer kimliklerin o eksen etrafında "vatandaş"lık ile eritilmesini beraberinde getiriyordu.
Bazı ülkeler ise birden çok ulusal kimliği kabul edip, federatif yapılar şeklinde bir arada tutulmuştu. Bunun en güzel örnekleri ise Yugoslavya ve SSCB idi.
Balkanlar ve Kafkasya içiçe geçmiş çok fazla etnisitenin bir arada yaşadığı bölgeler.
Belki buna Lübnan, Suriye ve Irak'ı da ekleyebiliriz.
Balkanlar'da önce Yugoslavya'nın parçalanması ardından da Bosna içerisinde yaşanan etnik iç savaş ve Boşnaklara yönelik uygulanan soykırım; sonuçta Dayton Barış Anlaşması ile sona erdirilmişti.
Böylece Bosna'da çok girift biçimde içiçe geçmiş özerk bölgeler adeta labirent gibi coğrafi iç sınırları, girinti çıkıntı koridor ve adacıkları doğurdu.
Benzeri bir durum Kafkasya'da mevcut. Kuzey Kafkasya'da özerk cumhuriyetlere bölünmüş birçok etnik unsur var.
O unsurlardan biri olan Çeçen-İnguş Özerk Cumhuriyeti, SSCB'nin çözülüşü sırasında bağımsızlığını ilan etmiş Rusya buna karşılık ağır savaşlar ile bu bağımsızlık talebini şiddetle bastırmıştı.
Güney Kafkasya'da ise Bolşevikler önce tek bir özerk federasyon olarak tasarladılar. Adını da Transkafkasya koydular.
Transkafkasya içerisinden daha sonra 3 büyük özerk ülke çıkarttılar: Gürcistan, Azerbaycan ve Ermenistan.
Ancak bu üç ülkenin de içerisinde birbirlerine tarihsel düşmanlıklar besleyen etnisite yoğunlukları vardı.
Stalin, özerk bu üç ülkenin içinde de alt-özerk bölgeler oluşturdu. Stalin, bunlara "özerk oblast" dedi.
Bu girift labirent özerk içinde özerk yönetimler/oblastlar üretimi her bölgenin ya bağımsız olma ya da kendisine yakın gördüğü diğer bölgeyle birleşme taleplerini doğurmuş oldu.
Mesela Gürcistan'daki Güney Osetya, Abhazya ve Acara böyle alt bölgeler. Ermenistan ve Azerbaycan ise zaten tarihsel olarak "birbirleri içerisine dağılmış" iki etnisite.
Coğrafyaya ilk harita suikastı 1921'de yapıldı. Lenin, Azeri Türklerinin çoğunlukta olduğu Zangezur reyonunu/bölgesini Ermenistan'a bağladı.
Ermenilerin çoğunlukta olduğu Karabağ'ı da Azerbaycan'a bağladı. Hatırlatalım, Zangezur bugün Nahçivan ile Azerbaycan arasına sokulan Ermenistan'ın İran'a uzanan güney bölgesi…
Bu sorunun en çok yaşandığı yer ise Nagorno-Karabagh/Dağlık Karabağ bölgesi.
Bölgedeki her şehir, nüfus oranı olarak değişiyor. 1988'de Ermenistan'a bağlanmak istediler; çatışmalar çıktı.
İşte o Karabağ'daki Ermeniler, tıpkı Çeçenler gibi 'Fırsat bu fırsat madem SSCB dağılıyor herkes bağımsız oluyor biz de bağımsız olalım' dediler. Sene 1991'di.
Stalin'in çizdiği sınırlara göre Azerbaycan'a bağlı özerk oblast olan Karabağ'a Azerbaycan 'Dur' dedi. Savaşa tutuştular.
1991'de Azerbaycan, sosyo-psikolojik olarak darmadağın olduğundan ve ordusu da çok zayıf olduğundan Ermenistan ve Karabağ Ermenileri ise, aksine büyük bir motivasyona sahip olduklarından 1991'de Karabağ bağımsızlığını kazanabildi; ama bu durum uluslararası tanınma/meşruiyet getirmedi.
Karşılıklı katliamlar/pogromlar yaşandı.
Bu iç savaşta tarihe geçen katliamlar şöyleydi:
- Erivan güçlerinin yerel Ermenilere-Azerilere karşı Sumgayıt pogromu 1988
- Azerilerin Ermenilere Kirovabad/Gence pogromu 1988
- Ermenilerin Azerilere Kugark 1988
- Karşılıklı göçe zorlama Kara Ocak 1989
- Azerilerin Ermenilere Bakü Katliamı 1990
- Ermenilerin Azerilere Hocalı Katliamı 1992
- Azerilerin Ermenilere Maragha Katliamı 1992
Bir bölgede iç içe geçmiş köyler, aynı şehirlerde iç içe yaşayan etnik toplumlar birbirlerini öldürmeye başladıklarında çatışma kangren olmakta; kan davasına dönüşmekte.
Her etnisite sadece kendisine yapılan katliamı "hatırlamakta"; kendisine "intikamı" bir hak olarak görmekte.
Ve katliam/mukatele-karşılıklı kırım kısır döngüsüne girilmekte.
Ermeni ulusalcıları, fırsat bu fırsat Karabağ ile yetinmediler; Azeri Türkleri ve Kürtlerin çoğunlukta oldukları Kelbecer ve Laçin'i işgal etti.
Kelbecer ve Laçin de geçmişte "Kızıl Kürdistan" yerel yönetimiydi. Oradaki Yezidi Kürtler kaldı, ama Müslüman Kürtler ve Türkler göçe zorlandı.
O da yetmedi güneyde Fuzuli ve Zengelan, kuzeyde Agdam bölgelerini de işgal etti. Tabi Karabağ'daki ve Karabağ dışındaki bu 5 bölgedeki Azeri Türkleri ve Kürtleri de göçe zorlanmışlardı.
1994 sonunda 1 milyon 50 bin Azeri Türkü, 300 bin Ermeni mülteci durumuna düştü. Ermenilerden 6 bin, Azerbaycanlılardan 16 bin kişi öldü.
1994'te Kırgızistan'ın başkenti Bişkek'te imzalanan ateşkes anlaşmasıyla Ermenistan'ın bu 5 bölgeyi işgali ve Karabağ'ın "bağımsızlığı" de facto olarak "statüko" olarak fiilen kabul edildi. Uluslararası olarak tanınmasa da.
Dağlık Karabağ ise kendisini Ermenistan'dan ayrı bir cumhuriyet olarak konumlandırdı. Bu uluslararası olarak tanınmayan durumu Türkiye-KKTC ilişkisine benzetebiliriz.
Günümüze geldiğimizde ise dondurulmuş olarak bekleyen bu sorun Ekim 2020 itibarıyla konjonktürel bağlamı iyi okuyan Azerbaycan'ın, işgal edilen topraklarını geri alma harekatıyla yeniden alevlendi.
Azerbaycan güçleri, Türkiye ve İsrail'in desteği ve Rusya'nın sessiz onayıyla başlattığı operasyonla Fuzuli ve Zengelan'ı almakla kalmadı;1989'a kadar Azeri Türklerin çoğunlukta olduğu Karabağ merkezindeki Şuşa kentini de ele geçirdi.
İşte bu noktada Rusya savaşa el koyarak 9 maddelik Lavrov Planını, Ermenistan ve Azerbaycan'a kabul ettirdi.
Plan ana hatlarıyla;
- Karabağ dışında Ermenistan işgalinde bulunan 5 bölgeyi, Azerbaycan'a geri veriyor. Nahcivan-Azerbaycan koridoru açıyor.
- Karabağ'ı da Ermenistan'a ve Arstakh yönetimine bırakıyor. Karabağ-Ermenistan arasındaki Laçin koridorunu koruyor.
- Tüm bu süreçlerde Rusya'nın jandarmalığı esas alınıyor. Türkiye de sembolik olarak gözlemci olacak.
Türkiye'nin gözlemciliğinin kayda geçirilmemiş, anlaşmada belirtilmemiş olmasının yanı sıra Karabağ dışında Azerbaycan içlerinde konuşlandırılacağını da unutmamak gerek.
5 bölge/reyondan ikisini zaten silah gücüyle geri alan Azerbaycan'ın diğer 3 reyonu savaşmadan geri alacak olması ve Nahcivan koridoru Bakü açısından büyük iki kazanım.
Rusya ise, hem Ermenistan siyasetinde nüfuzunu artırdı hem Karabağ'a egemen jandarma haline geldi. Aynı zamanda Azerbaycan üzerindeki nüfuzunu artırmış oldu.
Lavrov Planı aslında Lenin-Stalin taksiminin kısmi tashihinden ibaret. 100 yıl önceki demografi, çoktan köklü değişimlere uğrasa da 1989 nüfus sayımını esas alan bir paylaşım daha gerçekçi ve adil bir çözüme kapı aralayabilir.
1989 sayımına göre Karabağ'da 145 bin 593 Ermeni (yüzde 76,4), 42 bin 871 Azeri Türkü yaşıyordu (yüzde 22,4).
Sadece 20 bin 374 nüfuslu Şuşa kentinde yüzde 92'lik oranla Türkler çoğunluktaydı. Karabağ'ın geriye kalan yüzde 1,2'lik kesimini ise Kürtler, Ruslar, Asuriler oluşturuyordu.
Bu nüfus oranları Ermenistan'ın bugün yenildiği için çekilmek zorunda kaldığı Karabağ çevresindeki reyonlarda ise tam tersi durumda.
Örneğin daha önce "Kızıl Kürdistan" olarak adlandırılan Kelbecer ve Laçin'e bakalım:
İşgal öncesi (1989) Kelbecer'in 47 bin 713'lük nüfusunun yüzde 96'sı Müslüman Kürt-Türk, yüzde 3'ü Ermeni, yüzde1'i Yezidi Kürt.
47 bin 339'luk Laçin'in yüzde 89'u Kürt-Türk; yüzde 11'i Ermeni ve Yezidi Kürt.
Diğer reyonlar da durum şöyle:
- 131 bin 293 nüfuslu Agdam'ın yüzde 99,5'i Türk yüzde 0,5'i Ermeni
- 89 bin 417 nüfuslu Fuzuli'nin yüzde 99,2'si Türk, yüzde 0,8 Ermeni.
- 49 bin 156 nüfuslu Zangelan'ın yüzde 99,5'i Türk yüzde 0,5'i Ermeni.
- 28 bin 110 nüfuslu Kubatlı'nın yüzde 99,4'ü Türk yüzde 0,6'sı Ermeni
1989'daki işgalden bu yana Ermeni ulusalcıları bu bölgedeki Müslüman Kürtleri ve Türkleri Azerbaycan'a sürmüştü.
Yerlerine de Ermenistan, Suriye ve Lübnan'daki Ermeni toplumundan aileleri geniş topraklar vadederek yerleştirmişti.
Manidardır ki gerek Batı medyası gerekse de El Cezire gibi kimi medya kuruluşları, bölgeyi terk eden işgalcileri mağduriyet ve dram anlatılarıyla haberleştirmekteler.
Adil çözüm Ermeni, Gürcü ya da Türk milliyetçilerinin maksimalist toprak genişletme idealleri olmamalı.
O idealizmlerin sonuçlarının sadece kan, ölüm ve ekonomik çöküntü olduğunu görmemek için kör olmak gerekir.
Ermeni milliyetçileri sağ ve sol kanatlarıyla halen "Batı Ermenistan" diye adlandırdıkları Doğu Anadolu'yu ele geçirme hayali kuruyorlar.
Oysa bu idealin Türkiye'de yaşayan Ermeni azınlığa yönelik nefret söylemlerini beslediğini görmek istemiyorlar. Bunun reel bir gerçekliği de zaten yok.
Öte yandan diasporanın da iteklediği bu ham hayaller Ermeni nüfusun çoğunlukta olmadığı bölgelerde de genişlemeye çalışmayı beraberinde getirmiş ve Karabağ sorununu bir Ermeni işgali sorununa dönüştürmüştü.
Ermeni milliyetçiliği Karabağ dışında işgal ettiği 5 Azerbaycan bölgesini ve Karabağ'ı birleştirip adına Artsakh dediği bütüncül bir "Cumhuriyet" ilan etti.
Bu maksimalist yayılmacılığın sonu güç dengelerinin değişimine kadardı ki öyle de oldu. Çünkü o 5 bölgede yukarıda da gösterdiğimiz üzere Kürtler ve Türkler çoğunlukla yaşıyordu.
Erivan'ın resmi söylemi bu 5 reyonun pazarlık için elde tutulduğu yönündeydi ama fiiliyatta bölge nüfusu yerinden edilmiş İsrail'in Batı Şeria'da yaptığı gibi yerleşim birimleri ihdas edilmişti.
Paşinyan'ın anlaşma sonrası yaptığı konuşmada 5 reyonu zaten verecektik ama kamuoyu buna hazır değildi ifadeleri ise başka bir skandal.
Siyasi pazarlık diye elinizde tuttuğunuz bölgeler yüzbinlerce insanın hayatını alt üst eden onları mülteci/kaçkın durumuna düşüren politikalar sonrası Ermeni işgaline uğramış topraklar.
Ayrıca zaten verecektik kamuoyumuz ikna olmazdı bakın savaşla vermek zorunda kaldık demenin pişkinlikten başka bir ifadesi olamaz.
Sonuçta Agos gazetesi yazarı Ohannes Kılıçdağı'nın belirttiği gibi:
Bu süre zarfında, sadece Ermenistan tarafında, resmî açıklamalara göre, çoğu 20-22 yaşlarındaki genç çocuklar olmak üzere 1000 civarında asker can verdi. Korkunç bir sayı! Bu mesele patlak verdiğinde bu çocukların çoğu doğmamıştı bile. Ne acıdır ki hayatlarına onlar doğmadan ipotek konmuş. Hiçbir kabahatleri olmayan bir soruna kurban olmak için doğmuşlar.
(Bunca Genç Niye öldü?, Agos, 12.11.2020)
Yine Agos'tan okuyoruz ki Ermenistan Sağlık Bakanlığı Sözcüsü Alina Nigoğosyan'ın yaptığı açıklamaya göre, ölen 2 bin 317 kişinin kimliğini belirlemeye çalışıyormuş.
Ölen 1432 askerin ise kimliği belliymiş, yani toplamda 3 bin 749 kişi hayatını kaybetti.
Erivan'ın savaş hukukunu hiçe sayarak cepheden uzak Azerbaycan kentlerine fırlattığı füzeleri, günlük hayatını sürdürürken şehit düşen kadın ve çocuklar başta olmak üzere katledilen sivillerin vebalini de unutturmamak gerek.
Ermenistan siyaseti bu maceracılığın kendilerine zarar verdiğini görmesi gerekiyor.
Kafkasların ortasında sıkışmış, içine kapanmış ve tek sermayesi Türk düşmanlığı olan bir sefalete mahkum olmuş bugünkü Ermenistan mı yoksa komşularıyla adil bir barış çerçevesinde işbirliği yaparak dünyaya açılan bir Ermenistan mı daha iyidir?
Ermenistan öyle bir kısırdöngüye mahkum edilmiş ki Avrupa'ya yanaşınca Rusya tarafından cezalandırılıyor; Rusya'ya yanaşınca Avrupa tarafından cezalandırılıyor.
Bu ortamda İran dışında tüm komşularıyla kavgalı olduğundan, ekonomisini diasporaya bağlımlı hale getiriyor.
Oysa bölgesel entegrasyon açılımını esas alarak milliyetçi fantezilerinden kurtulsa elindekiyle yetinmekle kendisine yeni bir gelecek inşa edebilir.
Kendisine baş düşman bellediği Türkiye'ye yüzbinlerce insanını çalışmaya göndermesi tabloyu özetliyor aslında.
Türkiye'deki Ermeni yazarların da dillendirdiği "Ermenistan Türkiye'ye, cihatçılara ve Azerbaycan Ordusu'na karşı savaştı ve yalnız bırakıldı o yüzden yenildi" argümanı da bir mazeret değil.
Yenilen taraf olarak Ermenistan bürokrasisinin ve siyasetinin bu tabloyu önceden öngörmesi gerekirdi.
Türkçü-Turancı idealizmin de Sovyetler döneminde çizilmiş harita suikastlarına dayanarak sahadaki gerçekliği yok sayan ve tüm bölgeleri ele geçirmeyi esas alan söylemleri terk etmeleri gerekiyor.
Elbette ben dedim diye terk etmeyecekler.
Sonuçta Türk olmayan nüfusun çoğunlukta yaşadığı bölgelerdeki tarihi sorunlar, zorla, savaşla, silahla geçici olarak dondurulabiliyor. Buna tarih şahit.
1989 demografisi esas alınarak Türkler, Kürtler ve Ermenilerin çoğunlukta oldukları kentlerine dönmesi, mültecilerin eve dönmesi dönmesi, adil bir çözüm için önemli bir adım.
Ermenistan işgalinin son bulması ve buna karşın Karabağlı Ermenilerin kendi yönetim yapılarını korumalarını da önemli bir adım.
1921'de Azeri Türklerinin çoğunlukla yaşadığı Zangezur'un Ermenistan'a "verilmesi" büyük bir suikasttı.
Bu büyük hatadan dönülmüş olmasa da Nahcivan ve Azerbaycan arasında bir koridorun açılması da kısmi bir tashih olarak değerlendirilebilir.
Sonuçta belirttiğim gibi 100 yıl önceki demografik yapılar çoktan değişmiş durumda, ama yakın döneme ait demografilerin esas alınması daha gerçekçi ve adil olacaktır.
Sonuçta şimdilik Lavrov Planı'na çıkan Karabağ labirentinde taraflar, tüm halkların akılcı yöntemlerle herkesin kazanmasını hedefleyen bir yoldan gitmesini tercih etmiyor.
Lavrov Planı, Karabağ Ermenilerini koruyor, Ermenistan'ın Azerbaycan'daki işgalini bitiriyor, Rusya'yı egemen aktör olarak bölgede güçlendiriyor, hem Azerbaycan hem Ermenistan'daki milliyetçi antidemokratik siyasi aktörleri, otoriterliği güçlendiriyor.
Bu satırların yazıldığı tarih itibarıyla bir "hayal" olan; ama bir ideal olarak savunulması gereken şey bölgesel entagrasyon ve işbirliği olmalıdır.
Bakü'den Erivan'a oradan Tiflis ve Kars'a uzanan bir ticaret ağı, bölgesel kaynakların paylaşımı ile refahın artması milliyetçi maksimalist yayılmacı heveslerden çok daha gerçekçi biçimde o ülkelerin halklarına huzur getirecektir.
Umutla…
*Bu makalede yer alan fikirler yazara aittir ve Independent Türkçe'nin editöryal politikasını yansıtmayabilir.
© The Independentturkish