Achille Mbembe ve "postkoloni" kavramı

Ahmet Sait Akçay Independent Türkçe için yazdı

Achille Mbembe /Fotoğraf: Nicolas Marques/KR

Achille Mbembe şüphesiz günümüzün en önemli sosyal teorisyenlerinden birisidir.

Postkolonyal ve sosyal teoriye katkılarıyla tanınan, özellikle Afrika konusunda kuramsal sahada söz sahibi olan Mbembe, çağdaş kıta felsefesinden konuşan ancak yapıbozumcu yaklaşımlarıyla, çok güçlü söylem analiziyle dikkat çeker. 

Mbembe, bir söyleşisinde postkolonyal teorinin işlevselliğini ve kapasitesini şöyle anlatır:

Şüphesiz postkolonyal teori pekçok biçimde sosyal bilimlerde ve diğer disiplinlerde Batı hegemonyasının 'maskesini düşürmesine' kararlı biçimde katkı sunmuştur. Benlik ve öteki, fark ve değişim, ve tikellik/evrensellik üzerine Batı söylemlerini hesap vermeye zorlamıştır.  Süreç içinde postkolonyal teori, Batı epistemolojilerinin şiddetini ve insanı tanımlamanın merkezinde yer alan insanlıktan çıkarıcı dürtüleri ortaya çıkardı.


Ancak Mbembe, bu tarz şiddet epistemolojisini ortaya çıkarma görevinin/eyleminin sona ermediğini, hatta günümüzde, emperyal egemenliğinin nihai ifadesi, kimin yaşayacağını ve kimin öleceğini belirleme kapasitesinin geniş ölçüde yaygınlaştığı için bu tarz kritiklerin daha elzem olduğunu ifade eder. 

Bugün Afrika ülkelerini çatışma, iç savaş ve diktatörlüklerin kol gezdiği mekanlar olarak tarif eden sözümona Afrika uzmanlarının (!) postkolonyal dönemin ekonomi politiğini analiz etmeden güncel yargılamalarında gözden kaçırdıkları, şiddet terminolojisinin ve otoriter yapıların Afrika'ya özgü olmadığıdır.

Yapısal analizden yoksun iddialar kıtayı her zaman ötekileştirir, bu tarz indirgeyici bakışlar bir şekilde Afrika söylemine hizmet ederler.  
 


Mbembe'nin On The Postcolony [Postkoloni Üzerine] çalışması tam da Batıcı yaklaşımın Afrika'ya bakarken içine düştüğü körlüğü, boşluğu gösterdiği gibi kıtanın insani perspektifinden şiddetin, iktidarın anatomisini gösterir. 

Postkoloni Üzerine bu açıdan bakıldığında daha yayımlanır yayımlanmaz toplum bilimleri ve sosyal teori alanında sarsılmaz bir yer edindi.

Yalnız Mbembe'nin "postkoloni" üzerine geliştirdiği kavramsallaştırma, sosyal bilimlerin Afrika'ya yaklaşımı üzerine bir tenkit, bir kritik olmaktan ziyade iktidar kavramını, iktidar biçimlerini Afrika bağlamında sömürgecilik ve sömürgecilikten çıkış süreçlerinde nasıl yeniden üretildiğini, felsefi, ekonomik, siyasal, kültürel ve tarihsel dinamikleriyle ortaya koymayı amaçlar. 

Ato Quayson'un dediği gibi, Postkoloni Üzerine, "felsefi bir risale" ve "retorik ve söylemsel tarzların bir başyapıtıdır."

Mbembe, iktidar biçimlerine getirdiği felsefi/eleştirel okumayla sosyal teoride iktidar kavramına dair tartışmalara da önemli katkı sunar. 


Mbembe, Afrika'nın "tarihsizleştirilmesi" ve "insandışı" olarak icat edilmesinin mimarı olan Afrika söylemini analiz ederek başlar.

Kitabın, Joseph Conrad'ın Karanlığın Yüreği'nde yer alan Afrika'yı insani değerinden koparan şu betimlemesiyle başlaması boşuna değildir: 

Hayır, insanlık dışı değildiler. En kötüsü de buydu zaten, insan olma ihtimalleri. Bu duygu yavaş yavaş çörekleniyordu içine. Uluyarak sıçrıyor, oldukları yerde dönüyorlardı, korkunç yüzlerini gösteriyorlardı.


Conrad'ın ve çağdaşlarının Afrikalıyı hayvan sıfatlarıyla, vahşilik ve ilkellikle özdeşleştirmeleri şüphesiz Mbembe'nin aşağıdaki saptamasını hayli doğrular:

Afrika’nın, 'insan doğasının' tam anlamıyla bir parçası olan koşullara ve özelliklere sahip olduğu asla düşünülmez. Sahip olduğu düşünülse bile, bu koşullar ve özellikler çoğunlukla daha az değerli, önemsiz ve düşük niteliklidir. Afrika’yı tüm dünyanın en yetersiz, en çirkin ve en kaba insanlarının yaşadığı kıta yapan şey işte bu iptidailik ve ilkelliktir; kıtanın tarihi, insanlık serüveninde yaşanan birtakım başarısızlıklara indirgenmektedir.


Mbembe, Afrika'nın bir "mağara" olarak tasavvur edildiğini söyler:

Cinnet geçirme tehlikesi olan; merkez, hiyerarşi ya da istikrar kavramlarından bihaber ve kellesi kesilmiş̧ bir figür olan Afrika, tüm kıstas ve farklılıkların büyük bir karmaşayla bir araya geldiği, muazzam bir karanlık mağara olarak tasvir edilmektedir.


"Afrika’nın yıkıcı ve uydurma işlevler içermeyen bir tanımı yoktur" der Mbembe. 

Afrika insanının söylediklerinin tercüme edilemez; çünkü "Afrika, Batı’nın kendi bilinçaltına boyun eğmesini ve halka kendi öznelliğinin hesabını vermesini sağlayan aracıdır." 


Sahraaltı Afrika'nın akademik çalışmalarda "cehennem çukuru" ve "mantıksızlık" üzerine yeniden üretildiğinden yakınan Mbembe, Afrika siyaset ve ekonomisinin sosyal teori sahasında sadece bir noksanlık üzerine bina edildiğini iddia ediyor.

"Sosyal teori, her zaman evrensel gramerler oluşturma kapasitesini vurgulayarak kendisini onaylatmaya çalışmıştır" der Mbembe. 

Şüphesiz Mbembe'nin kaynakları geniş bir felsefi ve teori coğrafyasından beslenir. Kıta felsefesinin içinden konuşan ancak genellemeci ve indirgemeci yaklaşımı kritik ederek iktidar kavramının Afrika kıtasındaki soykütüğünü ve biçimselliğini, değişkenlerle dönüşümsel yapısını sorgular. 

Mbembe çalışmasında, kıtayı, insanını ve tarihini değersizleştiren sistematik yapılara, epistemolojiye karşı "anlamlı eylemlerle" var olan Afrika öznelliğini, siyasi haritasını ve insani yönünün belirgin biçimde ortaya çıktığı iktidar yapılarını çözümlüyor. 


Sömürge ve postkolonide "buyruk"

Mbembe, sömürgecilik ve sonrasında iktidar ilişkilerini analiz ederken "buyruk/commandement" kavramını kullanır.

Gerek sömürgeci iktidarı tanımlarken gerekse postkolonide fetiş haline gelen iktidarın yüceliğini ve keyfiliğini anlatırken "buyruk" stratejik öneme sahiptir. 

"Buyruk", bir yönüyle yönetsel bir erki ifade eder, iktidarın bir aracı olarak da okunabilir. 

"Buyruk", Afrika'nın sömürge iktidarının özgül deneyimi olarak okunabilir, özellikle, yabancı sömürge yapıları, sömürge sonrası iktidar yapılarına, yani postkoloniye, bir şekilde yüceltildi. Buyruğun postkolonideki işleyiş mekanizması sömürgecilikten bağımsız okunamaz. 

Sömürgecilik spesifik bir dil yaratmıştı, bu dilin kendini yeniden üretmesi tam da "buyruğun" etkin olmasıyla mümkündür.

Sömürgeci iktidar gibi, postkolonyal iktidar da dünya hakikatlerinin üretiminde yer alır ve bu nedenle bu hakikatleri uygulamak için şiddet ve vahşeti kullanır. Ancak, bu gerçeklerin içeriği değişen tek şeydir. 

Dolayısıyla, Mbembe'in vaka analizini yaptığı Kamerun, diğer Afrika ülkelerinden farklı bir "gerekli gerçekler" kümesine sahip olabilir, ancak yapısal ve epistemolojik olarak sömürgeciliğin grameri sömürge geçmişine sahip diğer ülkelerde de üretilmiş oluyor.

Sömürgeciliğin mirası, bu nedenle, kendini örtbas etmesine derinlemesine yatırım yapıyor. İnsanların yeni bir hakikat olduğunu düşünmesini istiyorsunuz, ancak yeni hakikatin dayatılma yolları aynıdır. 

Şunu söyleyebilirim, "buyruk" bir hükmetme "aracıdır", bir amaç değil kesinlikle. Buyruk, postkolonide iktidar tarafından sömürge iktidarından öğrenilen bir süreçtir.

Burada, Judith Butler'ın Mbembe'nin "buyruk" kavramına getirdiği yoruma bakmakta yarar vardır:

Mbembe postkolonyal öznelerin buyruğun emirlerini taklit etmenin nasıl bir şey olduğunu düşünmemizi ister, ancak buyruğun kendi kendini yüceltmesinin ve üretmesinin sömürgeci iktidarın dayatmaları tarafından buyruk altına alınan ırksallaşmış cinsiyetin similasyonlarını nasıl yeniden çalıştırdığına, yeniden kaydettiğine, ele geçirdiğine dair kelime hazinesini öğrenmiyoruz.

Çünkü, kendi kozmogonik iddialarının tersine, buyruğun iktidar olarak ifade edeceği şey, kendisinden kaynaklanmayacaktır; gerçekte, buyruğu kendi anlamlarını üreten iktidara isnat etmek, Mbembe'ye göre, buyruğa tebaasından çıkarmaya çalıştığı türden bir yetki gücü vermektir.


"Postkoloni"

Mbembe, postkoloni kavramsallaşmasında Batının evrensel diline alternatif olarak yeni bir Afrika dili yaratır.

Postkoloninin ruhunun (Zeitgeist) bir dizi maddi pratikler, göstergeler, figürler, batıl inançlar, imgeler ve kurgulardan oluşan bir "yaşam dili" olduğunu söyler Mbembe.

Mbembe sosyal teorinin ve Batı felsefi paradigmasının Afrika'yı insansız, durağan bir nesne olarak yansıtmasının Aimé Césaire'ın dediği "insanlıktan çıkartma" mekanizmasının nasıl bir icat ürünü olduğunu da kanıtlar. 

Mbembe bu yaklaşım tarzını "yer değiştirme" ve "dolaşıklık" kavramlarıyla açımlar. Afrika söz konusu olunca zamanın, mekânın yerinden edilmesinin yanı sıra Afrika kimliği ve öznelliğinin de yer değiştirmesi "postkolonin" temellerini oluşturan değişken, oynak, otoriter iktidar yapısını anlamamızı sağlar. 

Mbembe postkolonide bir "çağ" algısından ziyade birbirine kenetlenmiş geçmiş, bugün ve geleceklerden söz edilebilirliğinden bahseder.

Çünkü tarihin doğal akışı yerinden edilmiştir. Farklı tarihler, dönemler, karşıtlıklar eşzamanlı olarak, içi içe ve sürekli dönüşen biçimde karşımıza çıkar.

"Postkoloni" düşüncesinin eşzamanlı olarak bir çarpışmayı doğuran "oluşma" ve çözülme" süreci olan "zamanmekan"a tekabül ettiğini söyleyen Mbembe, amacının "çağdaşlığın" gücünü ve içkin değerlerini ciddiye alırken, bir yandan mevcut olanın, bugünün çok sayıda zamansallıkları kapsadığını göstermek olduğunu söyler. 

Mbembe Batı egemen epistemolojisinin ikili karşıtlıklar üreten modeline karşı çıkarak, tıpkı Derrida gibi şiddetin anatomisini Afrika bağlamında hem içerden hem dışardan çözümler.  

Çünkü postkolonide yöneten ve yönetilen arasındaki ilişkinin "tanıklıkla" anlaşılabileceğini iddia eden Mbembe, yönetici ile yönetilenin aynı yaşamsal alanı paylaştığını ifade eder.

Mbembe kendisine yönelen eleştirilere cevap verdiği bir yazısında şunu belirtir:

Afrika üzerine herhangi bir söylem bir arkeyazının [arche-writing] mevcudiyetini dikkate almak zorundadır.


Mbembe'ye göre, esas ve kurucu şiddet olarak arkeyazının görevi "Afrika'yı bir farklılaşma ve sınıflandırma sistemine" dahil etmek olduğu sürece, zaten kendi başına bir gasptır. 

 

 

*Bu makalede yer alan fikirler yazara aittir ve Independent Türkçe'nin editöryal politikasını yansıtmayabilir.

© The Independentturkish

DAHA FAZLA HABER OKU