Donald Trump'ın başkanlığının başlangıcında ABD Hıristiyan tarihçi David Montaigne, başkan seçilmesinin gerçekte Tanrı'nın bir işareti, Kıyamet'in başlangıcını haber veren "sur'un" (İngilizcede "last trump" - çn.) insanda cisimleşmiş hali olup olmadığını sordu. Eğer Gerçek İman Sahiplerinin Kendinden Geçmesine dair günlük işaretler arayan ABD'li Dispansasyonalistlerden biri değilsek, bu derece yobazca bir budalalığa neden olan absürt gerçeğe uygunluğu güvenle bir kenara bırakabiliriz.
Bu evvela, "nominatif determinizm'in" bu sıra dışı örneğinin Korintliler'deki ilgili pasajın sadece Kral James versiyonunda yer bulduğu gerçeğini göz ardı ediyor: Örneğin Yeni Ahit'in İtalyancasında sur kelimesinin karşılığı "tromba", Norveççedeyse "basun"!
fazla oku
Bu bölüm, konuyla ilgili referans noktalarını içerir. (Related Nodes field)
Yine de, son histeriokrasiden gelen orkestraya uyarlanmış tiz çığlıklar korosu duyularımıza saldırmayı artık bıraktığına göre, bu yakında Trump'tan yoksun kalacak bir dünyada neye bakacağımızı düşünmek için iyi bir an olabilir. Gelecekteki siyasi analistler, Trump'ın ABD demokrasisinin evrimi üzerindeki etkisini nasıl değerlendirecek? Medya ilgisinin spot ışıklarının nihayet dışına çıktığında bu durum ABD'de sosyal adalet, sürekli eşitlik ve (engellemek için elinden geleni yaptığı) ekolojik sürdürülebilirliğin nihayet egemen olduğu yeni bir çağın şafağını müjdeleyecek mi?
Yoksa Trump, William Butler Yeats'in sadece bir asır kadar önce I. Dünya Savaşı sonrasında söylediği bir diğer kehanetin zekasını mı açığa çıkarmış olacak? Yeats'in İkinci Geliş (The Second Coming) adlı şiiri, "en iyinin inançtan tümüyle yoksun, en kötününse tutkulu güçlerle dolu olduğu"; "kaba canavarların" kısır bir siyasi doğuşa doğru yalpalayarak yol aldığı; mutabakata dayalı siyasi ve ahlaki düzenin çark ve perçinlerinin popülist baskılar ve bölücü güçler altında eğilip parçalanarak çete yönetiminin grotesk dönemlerine ve devlet iktidarının Neron tarzı yozlaşmasına yol açtığı farklı, daha seküler türden apokaliptik "son zamanlar" öngörüyordu.
Trump'ın mirasının nasıl görünebileceğine dair bir gösterge, adının liberal uzmanlar, köşe yazarları ve siyaset bilimciler arasında kolayca yeni bir -izm yaratması. Halihazırda bu, Trump'ın ulusun tarihine tweet attığı utanç verici sayfanın ilerideki görünümünün, kişisel isimleri genel bir siyasi terimde yaşayan elit politikacılar grubunun diğer üyelerinden anlaşılabilmesi sonucu zaten kötü durumda. (Napolyon) Bonapart, Lenin, Stalin, Troçki, Mao, Thatcher, Powell, Perón, Nasır, Franco, de Gaulle, Castro, Putin. İster teknik olarak demokratik çevrede kalmış olsun, ister liberal olmayan demokrasilere başkanlık etsin veya kişisel, sosyalist ya da sağcı bir diktatörlük kurmuş olsunlar, çeşitli politikacılardan oluşan bu haydutlar galerisinin tek bir ortak paydası var: Popülist ve karizmatik güçler yaratabilmeleri, iktidarı keyfi şekilde kullanmalarına ve suiistimallerine meşruiyet kazandırmak ve rakiplerinin meşruiyetini yok etmek için bu durumu takipçileri ve kamunun geniş kesimleriyle beraber sürdürmeleri.
Büyük liberal ve özgür basın kurumlarında yazan uzmanların, sahte başkanın Trumpizm'in Trump'tan uzun yaşayacağı uyarısında bulunmakta çabuk davranmasını bu kadar hor görmesi boşuna değil. Bu sebeple, Marx'ın Komünist Manifesto'nun açılış satırlarında tasavvur ettiği komünizm hayaletine benzer biçimde, Trump'ın muhteşem, teatral, kimi zaman vodvile benzeyen rejiminin tuhaf düşmanlığının da başkanlığının kemikleri içine gömülmeyi reddeden bir hayalet gibi bize musallat olacağını tespit etmek önem taşıyor. Soruyu Aristocu terimlerle ifade etmek gerekirse: Trump'ın yetkinliği nedir?
Buna tek kelimeyle cevap verecek uzman bulmak hiç zor değil: faşizm. Trump'ın açık yabancı düşmanlığı, İslamofobisi, Latin fobisi, aşırı yurtseverliği, kadın düşmanlığı, yoksul fobisi ("kaybedenlerin" aşağılanması); demokratik prosedürleri hiçe sayması, güçler ayrılığını, basın özgürlüğünü ve bilimi hor görmesi; görünüşe göre saflarında aşırılık karşıtı göstericiler kadar çok sayıda "çok iyi insan" bulunan alternatif sağa müsamaha göstermesi göz önüne alındığında, neden sadece militan Marksistlerin, blog yazarlarının ve siyasi karikatüristlerin değil aynı zamanda eski Dışişleri Bakanı Madeleine Albright gibi liberal eğitim almış siyasetçilerin de Trumpizm'i "faşizmin yükselişinin" bir belirtisi olarak algıladığını görmek kolay. Joe Biden'la ilk münazarasında eleştirilerin hedefindeki Trump, Gururlu Çocuklar'a "geri çekilip hazır olmaları" çağrısında bulundu. Şaşırtıcı olmayan bir şekilde, maske kaydığında birçoklarının gözüne faşist bir surat ekşitmesi ilişti.
Ancak bu, kesinlikle Trumpizm'in yarattığı tehdidin yanlış yorumudur. Tüm yaygarası boyunca başkanlığı hiçbir zaman bir hükümet darbesinin veya ABD anayasacılığının içeriden yıkılmasının başlangıcı olarak görmedi. Sessizce gitmiyor ama gidecek. Zaferi Biden'ın ağzından kapmak için orduya veya alternatif sağa değil, avukatlara yöneldi. Trumpizm ABD devletini faşistleştirme çabasını değil liberalizmden kopartılmasını, iki terimli "liberal demokrasiyi" parçalara ayırarak Macaristan Başbakanı Viktor Orbán'ın gururla "liberalizm karşıtı demokrasi" olarak nitelendirdiği şeye dönüştürülmesini temsil ediyor. Trump'ın kafasında, liberal demokrasinin kuralları ve değerlerinin hor görülmesi, kitlesel mitinglerde elde ettiği ritüelleşmiş popülerlik gösterileriyle meşrulaştırılmıştı. Bunlar, anayasal ve temsili olmaktan ziyade sadece seçimlerdeki onaya dayanan ve keyfi bir yönetim tarzına sebebiyet verdi. Üstelik bu üslup, haberlerde görüldüğünde Mussolini ve Hitler'i çağrıştıracak biçimde tasvir edilse de ifade ettiği temel siyasi vizyon Putin, Erdoğan ve sağ kanat popülist hareketlere çok daha yakın.
Biden yönetiminin büyük ölçüde marjinalleşmiş de olsa faşizmle mücadeleye devam etmesi gerektiği açık, ancak liberalizm karşıtı demokrasinin, sağcı popülizmin ve kimlik siyasetinin yükselişinin getirdiği sinsi tehlikelerle yüzleşmek daha acil bir ihtiyaç arz ediyor. Neticede bunlar mevcut kritik haliyle gezegene faşizmden çok daha büyük bir tehdit. Ancak Trump'ın yapmakta ısrar ettiği gibi parçalayıp ayırmak yerine iki-terimli "liberal demokrasiyi" yeniden canlandırmakta başarılı olduğu takdirde ABD'nin muazzam demokrasi açığını daraltmaya başlayabilir.
Daha sonra Nobel Ödülü kazanacak Bob Dylan'ın 1965'te, demokrasiye ve insancıl değerlere ihanetin çok daha derinlemesine normalleştiği bir çağda, Vietnam Savaşı'nın ve İnsan Hakları Hareketinin arka planında yatan iğrençliğe karşı yazdığı It’s Alright, Ma, I’m only Bleeding şarkısı şu dizeleri içeriyor:
Biri yanan diliyle şarkı söylerken / Koşuşturmanın hırıltıları koro oluyor/ Toplumun kıskaçlarında yamulmuş / Daha yükseğe çıkmayı umursamıyor / Bunun yerine seni de kendi deliğine çekiyor
Trump dişsiz bir kaplana dönüşmüş olabilir. Öte yandan kendini golf sahasına sürgün ettikten uzun zaman sonra Trumpizm hayaletinin hâlâ milyonlarca kişiyi onun içinde bulunduğu deliğe çekmeyi başarabileceği her türlü tehlike söz konusu. Bununla beraber, adil bir toplum kurmak ve yurtdışında sürdürülebilir insan uygarlığı için net bir katkı sağlayıcı olmak yönünde ABD'nin fazlasıyla ihtiyaç duyduğu ilerleme doğrudan tehdit altında kalmaya devam edecek.
* Roger Griffin, Oxford Brookes Üniversitesi Modern Tarih Bölümü'nde Fahri Profesördür
Independent Türkçe için çeviren: Kerim Çelik
© The Independent