Bilgeden öğrendiklerim (1)

Prof. Dr. Mehmet Çelik Independent Türkçe için yazdı

Hüdhüd kuşlarını tasvir eden bir resim / Görsel: İÜ Ktp., Albüm, nr. 90847

O, benim babamdı ve üstadımdı. Onunla aslında rüzgârı konuşuyorduk; sonra nedense konuyu gerçeğe ve gerçeğin diline doğru değiştirdi.

Bunu sonra anlatırım. Şimdi kendi konuma döneyim, bana söylediklerinin bir kısmını paylaşayım sizinle.

Dedi ki Üstad:

Gülşen-i Râz'ı okudun mu? Orada şöyle diyor Şebusterî:

'Felsefenin iki gözü de şaşıdır. 
O yüzden tek göremez hakikati'


İşte akletmeden yapılan tefekkür, hakikati gözünüzün bebeğinden alır uzaklaştırır. Tefekkür, yani düşünce sebepten hikmete vardırırsa faaliyettir. 

Yani kesreti vahdete bağlarsa anlamlıdır. Yoksa öyle bir an gelir ki fikir zannettiğiniz şey, aslında lüzumsuz bir curuf gibi yer kaplamaktan başka bir işe yaramaz. 

Çünkü bütün harfler 'elif' ile anlamlıdır. Hiçbir harf  'elif'i aşamaz. 'Elif' hem başlangıç, hem bitiştir. O yüzden Yunus Emre, şöyle der: 

'Dört kitabın manası tamamdır bir elifte 
Ba dedirtmen siz bana ba diyince azarım'


İşte oğul, o rüzgar kafandaki bütün surları devirdiğinde, kalbinin çeperini kaplayan şüphe surundan kurtulduğunda, ortada tek başına bir 'elif'in kalacağını göreceksin.


"Bu, cehl değil mi?" dedim. 

Cehl değil evladım, buna sükut derler. Yani suskunluk. Ma'nanın söze, harfe, sese, melodiye ihtiyaç duymadığı sonsuz huzur vadisine...

Sükut, çoğu zaman sözden daha etkilidir. Mansûr, ilahi sırrın altında konuşmak yerine sükut edebilseydi, hem kendini hem de kendisinden sonra geleni kurtaracaktı.


"O zaman nasıl bilinecekti?" diye sordum, şöyle yanıtladı:

Bilinmek mi? Gaye bilinmek mi, yaşamak mı? Eğer aşkını içinde tutabilseydi Mansur, o zaman Hallaç olmayacaktı.

Hallaç, pamuğu didik didik eden adama derler, Mansur, Hallaç lakabını Cüneyd-i Bağdadi'den aldı. Aşkı galip geldiğinde Mansur, feryad u fıgâna başlamıştı.

Cüneyd, onun bu yolda ser vereceğini biliyordu. O yüzden onu çağırdı ve şöyle dedi: 

'Mansur! Sen esrar-ı ilahîyi; yani ilahi sırları pamuk gibi savuruyorsun. O yüzden ya öldürüleceksin ya da çıldıracaksın.'

O günden sonra Mansur, Hallaç diye anılmaya başladı. Hallaç aşkını söyleyip, onu kaybetti.


"Üstâdım!" dedim; "sükut ne zamana kadar?"

"Ya hakikatin müthiş yüzüyle karşılaşıldığında ya da câhilin şerrinden emin oluncaya kadar... "

Mesela tasavvuf ehli, susmanın başka bir yolunu bulmuşlardır; yani manayı olabildiğince örtmek suretiyle hakikatin sükuta yakın dilini oluşturmuşlardır.

Çünkü zahiri sözle itham edilemeyecek adam yoktur. Hakikatı mecaz elbisesi altında muhafaza gerekir. Bu meseleyi Meşhur Şühreverdi şöyle anlatır: 

'Hüdhüdün yolu bir gece ormana düşmüştü. Karanlık bir geceydi. Baykuşlara rastladı. Baykuşlar onu buyur ettiler. Birçok konuda ondan fikir sordular. Baykuşlar gece yaşadıklarından, geceyi gündüz gibi algılarlar. Bu sebeple içlerinden biri şöyle dedi:

'Ey Hüdhüd! Gecenin aydınlığı bitip güneşin karanlığı her yeri sardığında ne yapacaksın?'   

Hüdhüd şöyle dedi:

'Güneş karanlık değil, aydınlık kaynağıdır. Gördüğünüz ve göremediğiniz her ışığın kaynağı güneştir. Güneşin aydınlığı her tarafı sardığında yolculuğa çıkarım, gecenin karanlığı basınca da istirahata çekilirim.'

Baykuşlar hayretler içinde kalmışlardı. Hep bir ağızdan; 'Hüdhüd! senin gözüne perde inmiş, geceyi karanlık zannediyorsun' diye bağırdılar. İçlerinden birisi:

'Hüdhüd'ün gözünü ameliyat edelim' diye haykırdı.

Hüdhüd, gözünü kurtarmak için şöyle dedi:

'Şaka yaptım. Elbette ki güneşin karanlığı her yeri sardığında uyumak, gece her tarafı ışıl ışıl aydınlattığında yola çıkmak gerek…'

Bu hikayeyi naklettikten sonra Sühreverdî, anlatmak istediğini şu şekilde özetler:

'Defalarca anlatayım dedim
Zamanların içinde ne sır varsa
Ama kılıç ve arkadan gelecek 
Darbe korkusundan benim
Dilimin üstünde binlerce çivi var.'


"Üstâd", dedim "doğru söylüyorsun. Ben de Yunus Emre'nin buna benzer bir beytini hatırlıyorum":

Yunus bir söz söylemiş cümle söze benzemez,
Münafıklar yüzünden örtmüş ma' na yüzünü

Şimdilik şu cümlelerle dedim. Demek ki korku, bazen insanı sükut etmeye bazen de örtülü konuşmaya zorluyor.

Öyleyse konuyu özetleyelim:

Mecazın bir hakikati, hakikatin de bir mecazı vardır.

Bir ülkede fikir özgürlüğü yoksa eğer şairler, düşünürler ve yazarlar sembol perdelerinin altına gizlenirler.

Tahakküm ve güç ise anlamların perdelerini yırtarak niyet keşfine ve düşünce dekoderliğine soyunur.

Oysa Hz Ali ne güzel söylemiş : 

İnsan dilinin altında saklıdır.

 

 

*Bu makalede yer alan fikirler yazara aittir ve Independent Türkçe'nin editöryal politikasını yansıtmayabilir.

© The Independentturkish

DAHA FAZLA HABER OKU