“Daha Mehmet Altan'ın ‘İkinci Cumhuriyet’i bile menzile varmamışken, bu ‘Üçüncü Cumhuriyet’ lafı da nereden çıktı?”
“Üstelik başta Mehmet Altan olmak üzere, İkinci Cumhuriyetçilerin başlarına bunca iş de gelmişken, sen neyin peşindesin?” diyorsanız, anlatayım;
Biliyorsunuz Türkiye, yaklaşık üç asırdır çok büyük sorunlar yaşıyor. Bir türlü başı beladan kurtulmuyor ve içinde debelenmekte olduğu patinajdan çıkamıyor.
Tam bir ‘Demokratik Hukuk Devleti’ olamıyor, bilim ve teknolojide gelişmiş ülkeleri yakalayamıyor, refah seviyesini istenilen düzeye çıkaramıyor.
Sürekli bir 'geriden takip' yaşanıyor.
Birçok kez “Hah! İşte bu sefer tamam, kurtulduk! Her şey düzelecek” derken, Namık Kemal’in;
“Ne efsunkar imişsin ah ey didar-ı Hürriyet;
Esiri aşkın olduk, gerçi kurtulduk esaretten” misali tekrar başa dönülüyor.
“Bundan üç asır önce de Türkiye’nin sorunları yok muydu, neden üç asırla sınırlandırıyorsun?” diye soracak olursanız;
Tabii ki Türkiye'nin 300 sene önce de 500 sene önce de sorunları vardı. Ancak dünyanın geneli de o yıllarda üç aşağı, beş yukarı aynı durumda ve benzer sorunlarla boğuştuğu için; bu sorunlar başlı başına 'bir sorun' yaratmıyordu!
Herkes nasılsa, Türkiye de öyleydi ve bir şekilde vaziyeti idare ediyordu!
Hatta konumu ve gücü itibarı ile Osmanlı İmparatorluğu birçoğundan çok daha iyi bir durumdaydı.
Ancak bir müddet sonra dünyanın devranı tersine döndü ve eski düzeni değişti.
İtalya, Fransa, Hollanda, İspanya, İngiltere gibi bazı ülkeler okyanuslara açılarak bilimde, sanatta, teknolojide, ekonomide... atağa kalkınca bu ülkelerle aradaki makas açıldı ve bugüne kadar da bu mesafe bir türlü kapanmadı/kapatılamadı.
Osmanlı’da bu durumu gözlemleyen bazı aydınlar, sorunlar üzerine kafa yormaya ve ülkenin düzenini değiştirecek çözüm önerilerinde bulunmaya başladılar.
Osmanlı tarihinde 4. Murat döneminde (1623-1640), asıl adı Mustafa olan Koçi Bey tarafından hazırlanan, 'Koçi Bey Risalesi' ve ondan birkaç yıl sonra Katip Çelebi'nin (1609-1658) 1652'de hazırladığı 'Düstur ul- Amel li-İslah il- Halef Risalesi Osmanlı’daki ilk ve en ünlü reform önerileridir.
Osmanlı tarihçilerinin önemli bir kısmı, Batı dünyası ile Osmanlı arasındaki mesafenin hızla artarak, kapatılamaz hale gelmesinin kırılma noktası olarak; başarısızlıkla sonuçlanan 1683 Viyana Kuşatması'nı gösterirler.
Viyana Kuşatması'ndan sonra Osmanlı, bir daha toparlanamamış ve imparatorluk sürekli yenilgilerle büyük topraklar kaybederek gerilemeye başlamış ve bu 3 asırlık dönemde her biri toplumda büyük etkiler bırakan birçok olay meydana gelmiştir;
Debdebeli Lale Devri'ne bir tepki olarak ortaya çıkan 1730'daki Patrona Halil Ayaklanması,
3. Selim'in Islahat çalışmalarına karşı saraydaki reform karşıtı paşalarca örgütlenen 1807'deki Kabakçı Mustafa İsyanı,
Yenilikçi padişah 3. Selim'in öldürülmesi,
Halk arasında getirdiği yeniliklerden dolayı adı ‘Gavur Padişah’a çıkan 2. Mahmut’un tahta çıkması;
1215'te İngiliz soylularının İngiltere kralı ile imzaladıkları Magna Carta Fermanı’na benzetilen ve birçoklarınca Osmanlı'daki ilk anayasa olarak kabul edilen; 2. Mahmud'un, 1808’de Ayanlarla imzaladığı Sened-i İttifak,
1826'da, ancak kışlalarının topa tutulması ve binlercesinin öldürülmesi sonucu kapatılabilen Yeniçeri Ocaklarının tenkili 'Vaka-i Hayriye';
Sultan Abdülmecid’in tahta çıkar çıkmaz Mustafa Reşit Paşa eliyle ilan ettiği 1839 Tanzimat Fermanı,
1856'da ilan edilen Islahat Fermanı,
1876’da Sultan Abdülhamid’in tahta çıkması ile 1. Meşrutiyet’in ilanı ve Osmanlı’da ilk parlamento olan Meclisi Mebusan’ın açılması;
1908'de 2. Meşrutiyet’in ilanı ve milletvekili seçimlerinin yapılması, İttihat ve Terakki Partisi'nin iktidara gelmesi,
31 Mart 1909’da Sultan Abdülhamid’in tahttan indirilmesi ve 33 yıllık saltanatının sona ermesi.
23 Nisan 1920'de Ankara’da TBMM’nin açılması,
1 Kasım 1922'de Saltanatın kaldırılması,
29 Ekim 1923'te Cumhuriyet'in ilanı ve
3 Mart 1924'te Hilafet'in İlgası;
Yakın tarihimizin en önemli siyasi olaylarıdır.
Bu olayların her biri, bir dönemin sonu ve aynı zamanda da yeni bir dönemin başlangıcıdır.
Onun içindir ki bu dönemlerden bahsedilirken kısaca;
'Tanzimat Dönemi',
'İstibdat Dönemi',
'Meşrutiyet Dönemi',
'Milli Mücadele Dönemi'
'Tek Parti Dönemi',
'Milli Şef Dönemi',
'Çok Partili Dönem'... gibi isimlendirmeler yapılır.
Edebiyat tarihimizde de;
'Divan Edebiyatı'
'Türk Halk Edebiyatı'
'Tanzimat Dönemi Edebiyatı'
'Edebiyat-ı Cedide' (Servet-i Funun)
'Fecri Ati'
'Milli Edebiyat'... gibi her biri; farklı bir anlayış, tarz ve üslubu ifade eden dönemsel adlandırmalar vardır.
Fransızlar ise ülkelerindeki önemli siyasi değişim ve gelişmeleri dönemlere ayırarak; Birinci Cumhuriyet, İkinci Cumhuriyet, Üçüncü Cumhuriyet, Dördüncü Cumhuriyet ve Beşinci Cumhuriyet adıyla sınıflandırmışlardır.
1.Cumhuriyet (1792-1804), 1789'daki Fransız İhtilali sonrasında yaşanılan 3 yıllık bir ara dönemden sonra, son Fransa Kralı 16. Louis'in, Prusya’ya kaçarken yakalanarak öldürülmesi ile 21 Eylül 1792'de kuruldu ve 1804 yılında, Napolyon Bonapart'ın kendini imparator ilan etmesine kadar devam etti.
1804 yılında başlayan ve ‘Birinci İmparatorluk’ olarak adlandırılan bu yeni dönem, 1814 yılına kadar sürdü.
Napolyon’un, 1815 yılında yapılan Waterloo Savaşı'nda yenilmesinden sonra, yetkilerine sınırlandırma getirilerek Fransa’da; İmparatorluk'tan krallık yönetimine geri dönüldü.
1830 yılında Temmuz Devrimi adı verilen sivil ayaklanma sonucu, Bourbon Hanedanı tümüyle kaldırılarak, anayasal krallığa dayanan Temmuz Monarşisi getirildi.
Bu yönetim biçimi de 1848 yılına dek sürdü.
2. Cumhuriyet (1848-1852), 1848 yılında kuruldu ve çok kısa ömürlü oldu.
1852 yılında 2. Cumhuriyet'e son verilerek 3. Napolyon imparator ilan edildi ve ‘İkinci İmparatorluk Dönemi’ başladı.
1870 yılındaki Fransa-Prusya Savaşı'nda yenilen III. Napolyon tahttan indirildi ve 3. Cumhuriyet ilan edildi (1870-1940).
3. Cumhuriyet Dönemi, İkinci Dünya Savaşı'nda Hitler'in 1940’ta Fransa'yı işgaline kadar sürdü.
Almanlarla iş birliği içindeki VİCHY dönemi başladı.
4. Cumhuriyet (1946-1958), İkinci Dünya Savaşı sonrası 1946’da Genaral De Gaulle'ün Başbakanlığında kuruldu.
De Gaulle, isteklerinin yerine gelmemesi üzerine birkaç ay sonra istifa ederek köyüne döndü ve 1958 yılında şartları kabul edilinceye kadar da politikaya dönmedi.
fazla oku
Bu bölüm, konuyla ilgili referans noktalarını içerir. (Related Nodes field)
Cezayir Kurtuluş Savaşı süresince Fransa'da ciddi sorunlar ve yönetim krizi baş gösterince, politikayı bırakarak köyünde inzivaya çekilmiş bulunan Genaral De Gaulle; tekrar yönetime çağrıldı ve onun istekleri doğrultusunda yeni bir anayasa yapılarak 'Yarı Başkanlık Sistemine' geçildi.
5. Cumhuriyet ilan edildi.
De Gaulle, 1958’den, 1969 yılına kadar iktidarda kaldı.
Fransa'da 1958’de kurulan 5. Cumhuriyet Dönemi halen devam etmektedir.
Fransızların son dönem siyasi tarihleri kısaca böyle.
1789’dan 1958’e kadar olan dönemde cumhuriyetlerini 5 kez yenilediler ve her yeni döneme de ayrı bir numara verdiler.
Türkiye Cumhuriyeti de 29 Ekim 1923’te kuruldu.
Milli Mücadele dönemi boyunca halka sürekli olarak; "Cihadımız, Allah ve din içindir, amacımız vatanımızı düşman işgalinden, hilafet ve saltanat makamını ise esaretten kurtarmaktır" sözleri söylendi.
Sonradan bu söylenenlerin nasıl ters yüz edildiğini hepiniz biliyorsunuz.
23 Nisan 1920 ile 29 Ekim 1923 arasındaki dönemde nelerin yaşandığı, Lozan’da nelerin olduğu ve 29 Ekim 1923'e nasıl gelindiği başlı başına ayrı bir mevzudur.
Cumhuriyet ilan edildikten sonra tüm kurum ve kuruluşlar tamamen yeni bir paradigma ile inşa edilmeye başlandı.
Tek Parti diktatörlüğüne dayalı ‘laikçi-ulusalcı-pozitivist’ bir anlayışla kurulan rejim, ‘eskinin’ neredeyse tüm değerlerine savaş açtı.
Bu karşı çıkış öyle uç noktalara kadar geldi ki, ezan Türkçeleştirildi, medreseler, tekke ve zaviyeler kapatıldı; Arap, Fars etkisi taşıdığı gerekçesi ile radyolarda Türk musikisi bile yasaklandı.
İslamiyet’ten arındırılmış bir ‘Türk Milliyetçiliği’ anlayışı yeni rejimin düsturu oldu.
Sonraki yıllarda kısaca ‘Kemalizm’ olarak adlandırılan ve sosyalizm, kapitalizm, faşizm gibi bir ideoloji olarak kabul edilen bu tek parti diktatörlüğünün başlıca 3 kırmızı çizgisi oldu:
- İslam
- Komünizm
- Kürtlük
Ekonomide ise liberal ekonomi yerine Kamu İktisadi Teşebbüslerini önceleyen ‘Devletçi’ bir ekonomik anlayış benimsendi.
Bu dönemde, mütedeyyin Müslümanların, komünistlerin ve Kürtlerin başlarına gelenler halk tabiri ile pişmiş tavuğun başına gelmemiştir.
Bu yazıdaki amacımız tüm bu yaşananları uzun uzadıya anlatmak değildir.
Bu, başlı başına ayrı bir inceleme konusudur ve bu konularla ilgili yüzlerce kitap, on binlerce makale vardır.
Sadece mağdur edilen aydın ve siyasetçilerin çok az bir kısmının isimlerini zikretmek bile bu dönemi anlatmaya yeter.
Mehmet Akif Ersoy, Said-i Nursi, Erbilli Şeyh Esad Efendi, Seyyid Abdülkadir, Hanili Salih Bey, Şeyh Said Palovi, İskilipli Atıf Hoca, Ali Şükrü Bey, Seyit Rıza, Nazım Hikmet, Sabiha ve Zekeriya Sertel, Dr. Hikmet Kıvılcımlı, Kemal Tahir, Sabahattin Ali, Orhan Kemal, Ekrem ve Kadri Cemilpaşalar, Necip Fazıl Kısakürek, Behice Boran, Mihri Belli, Musa Anter, İsmail Beşikçi,
Çetin Altan, Mehmet Ali Aybar, Mehdi Zana, Abdülmelik Fırat, Şerafettin Elçi, Ahmet Kaya, İlhan Erdost gibi nice kişilerin hayatları cehenneme çevrilerek heder edildi ve birçoğu idam sehpalarında ve işkencehanelerde can verdi.
Laikçi, ulusalcı, pozitivist Cumhuriyet’in dayandığı sosyal taban;
Asker+yargı+şehirli yeni eşraf+aydın ittifakıdır.
‘Merkez’ de bunlar vardır.
En geniş tanımlama ile ‘köylüler, kasabalılar, işçiler’ ile ‘komünistler, İslamcılar ve Kürtler’, ‘merkez’in ve merkezdeki bu ortaklığın dışındadırlar.
Alevilerin durumu ise daha farklıdır.
Osmanlı döneminde Yavuz Sultan Selim’den itibaren 400 yıl boyunca horlanan, toplumsal hayatın dışına itilen ve hayatta kalabilmek için yol geçmez, kervan geçmez dağlara sığınan Aleviler, ancak Cumhuriyet’ten sonra eşit yurttaş olabilmişler ve laik hayat tarzına büyük destek vermişlerdir.
Dersim Olayı, Dersim Kürt Alevileri ile sınırlı münferit bir hadisedir. Alevilerin geneline yönelik bir baskı ve katliam söz konusu değildir.
Aleviler, cumhuriyet döneminde ‘siyasal merkez’e alınmamış, ancak eski durumları ile kıyaslandığında, göreceli olarak büyük mesafe kat etmişlerdir.
Osman Bölükbaşı’nın tabiri ile ‘aslan görünüşlü, tavşan yürekli’ korkak ve kaypak sermaye de zenginliğini devletten veya devlet aracılığı ile kazandığından, sürekli olarak iktidarların yanında olmuştur ve halen de bu durum devam etmektedir.
Osmanlı'da olduğu gibi, Türkiye Cumhuriyeti'nde de bugüne kadar varlığı devlete muhtaç olmayan bağımsız bir burjuvazi sınıfı oluşamamıştır.
Birinci Cumhuriyet her dönem dikkatli ve tedbirlidir!
Yassıada’da idam edilen Demokrat Partili Dış İşleri Bakanı Fatin Rüştü Zorlu’nun ifadesi ile halkın büyük bir çoğunluğunu oluşturan ‘Çarıklıların (Köylülerin) ve Sarıklıların (Dindar halk kitlelerinin)’ oyları ile iktidara gelen DP’nin vitrininde Adnan Menderes;
Başında ise Mustafa Kemal’in son Başbakanı, katıksız bir İttihatçı olmakla övünen laikçi ve ulusalcı Celal Bayar vardır.
Rejim hiçbir zaman işini şansa bırakmamıştır!
Kemalist Cumhuriyet’in en büyük özelliği acımasız yargı sistemi ile perçinleşmiş, ağır bir ‘askeri vesayet’ rejimi olmasıdır.
Bir kez daha tekrarlayayım ki amacım ayrıntılı bir ‘Cumhuriyet Tarihi’ yazmak değil, ‘3. Cumhuriyet’e doğru’ giderken meramımı anlatabilmek için sadece küçük ve kısa hatırlatmalarda bulunmaktır.
Türkiye Cumhuriyeti, yakın zamanlara kadar; İslamcılık, Komünistlik ve Kürtlük için baskı ve şiddetle cezalandırma (Kürtler için ilaveten inkar) politikalarını uyguladı.
Özal'lı yıllarda; Kürtler, Liberaller ve İslamcılar sistemi değiştirmek için üçlü bir ittifak kurdular.
Kürt+Liberal+İslamcı İttifakı, Özal’ın moderatörlüğünde paneller, toplantılar düzenleyerek, toplumdaki değişim taleplerinin lokomotifi olmaya çalıştı.
Özal’ın ani ölümünden sonra ise işler bir kez daha ters yüz oldu ve kazanılan mevziler kaybedildi.
Özellikle Kürtler ve İslamcılar için ‘cehennem yılları’ başladı.
Binlerce faili meçhul cinayet yaşandı, 28 Şubat İslami kadroların üzerinden bir silindir gibi geçti.
1989’da Reel Komünizm’in çökmesi sonucu Sovyetler Birliği’nin dağılması ile komünizm Türkiye Cumhuriyeti’nin ‘kırmızı kaplı’ defterinden çıkarıldı/çıktı.
Yıllarca sosyalistlere kan kusturan Türk Ceza Kanunu’ndaki 141 ve 142'nci maddeler kaldırıldı, Komünist Partisi kurulması serbest bırakıldı.
Bugün Tunceli’de Komünist Partili bir belediye başkanı var ve rejim için hiçbir tehlike oluşturmuyor!
AK Parti'nin 2002'de iktidara gelmesi ile şu ana kadar geçirdiğimiz 18 yıllık sürede, geçmişte gericilik ve irticanın hortlaması olarak görülen İslami hayat tarzına ait birçok uygulama da artık tehlike değil!
Başörtüsü, cübbe, sarık, şalvar, hac, umre ziyaretleri bir yana daha düne kadar başbakan olarak başörtülü eşi ile birlikte Gülhane Askeri Hastanesi’ne girişine izin verilmeyen Erdoğan’ın, taziye ziyaretlerinde ve camilerde, canlı yayınlarda Cumhurbaşkanı olarak bizzat Kuran okuması bile yadırganmıyor!
Daha fazla oku
-
Kürt sorununda asimilasyon bitti mi?Node ID: 164721
Kürtlükle ilgili olarak ise ‘Kürtlerin inkarı’ bitti. Ancak Türkiye Cumhuriyeti’nin ‘Türk Devleti’, ‘Türk Ulus Devleti’ olma özelliği ve ‘acısız asimilasyon’ ise bütün hızıyla devam ediyor.
Özetle rejimin; İslam, komünizm ve Kürtlükle ilgili ‘koyu kırmızı çizgileri’ komünizmde (Reel Komünizmin çökmesi ile) 'beyaza',
İslam’da (en azından sakallı ve takkeli eski İslamcıların iktidara gelmelerine tahammül anlamında) 'sarıya',
Kürtlükte ise (inkarın bitmesi hasebiyle) 'turuncuya' evirilmiş durumda.
Ben şahsen gelinen bu noktanın son durağı olarak 15 Temmuz 2015 tarihindeki darbe girişimini görüyorum.
Yine benim kanaatime göre 29 Ekim 1923’te başlayan Kemalist 1. Cumhuriyet, 15 Temmuz 2016 saat 24.00 itibarı ile sona erdi ve 16 Temmuz 2016 saat 00.01’de Kemalistler ile İslamcıların uzlaştığı,
Devlet Bahçeli’nin şahsında Türk milliyetçilerinin de açık çek vererek desteklediği ‘2. Cumhuriyet Dönemi’ başladı.
‘Başkanlık’ sistemine de bundan sonra geçildi.
Devam edeceğiz.
*Bu makalede yer alan fikirler yazara aittir ve Independent Türkçe’nin editöryal politikasını yansıtmayabilir.
© The Independentturkish