İslam coğrafyasının en sancılı bölgelerinden biri de Cezayir’dir.
Cezayir halkının 1830 yılından, 1962 yılına kadar süren Fransız işgali döneminde yaşadıkları ayrı bir musibet, 1962 yılında Fransız işgalinden kurtularak sözde bağımsızlığını elde ettiği tarihten günümüze kadar yaşadıkları ise ayrı bir musibettir.
Bütün İslam ülkeleri ile Afrika, Latin Amerika ve Asya’daki üçüncü dünya ülkelerinin başına gelenler ne yazık ki aynısıyla Cezayir’in de başına geldiğinden; halk 1962’den bu yana da ‘kurtarıcılarından’ kurtulmaya çalışmaktadır.
‘Kurtarıcılarından’ kurtulmak insanlık tarihinin en acılı ve dramatik sürecidir.
‘Dramatik’ olması ise sürekli kendini tekrarlaması, bir önceki ‘kurtarıcıdan’ kurtulmak için, yeni bir ‘kurtarıcının kucağına’ düşülmesindendir.
Cezayir’in esas yerlileri Berberilerdir. 7'nci yüzyılda İslam ordularının Kuzey Afrika’ya gelişleri ile halkın büyük bir bölümü Müslüman oldu ve bu tarihten itibaren bölge yerel Müslüman hanedanlar tarafından yönetilmeye başladı.
800 yıldan uzun bir süre devam eden Beni İfrenler, Rüstemiler, İdrisiler, Ağlebiler, Fatimiler, Hammadiler, Murabıtlar, Muvahhidler, Abdul Vadiler ve Hafsiler gibi bu farklı hanedanlar döneminde Cezayir, Kuzey Afrika’nın en gelişmiş bölgelerinden biri oldu.
İspanya’daki Endülüs Emevi Devleti’nin yıkılmasından sonra İspanyollar, tüm ülkedeki Müslüman ve Yahudileri, Hıristiyan olmaya zorladılar, kabul etmeyenleri öldürdüler.
Fırsatını bulabilenler ülke dışına kaçtı. İspanyol Yahudileri ise 1492’de Osmanlı topraklarına göç ettiler.
Endülüs’te hakimiyetlerini kuran ve tam anlamıyla bir etnik-dini arındırma yapan İspanyollar, Kuzey Afrika’yı da egemenlikleri altına almak istediler ve 1505-1513 arasında Akdeniz sahilindeki önemli merkezleri ellerine geçirdiler.
1505'te Mersalkebîr, 1509'da Vehran (Oran), 1510'da Bicâye ve kısa bir süre sonra da Tilimsân, İspanyollar tatarından işgal edildi.
Bu sıralarda Akdeniz’de korsanlık yapan Türk gemicilerden Oruç, İshak, İlyas ve Hızır (Barbaros Hayreddin Paşa) reis kardeşler Cerbe Adası’na yerleşerek Osmanlı Padişah’ı Yavuz Sultan Selim’in himayesine girmiş bulunuyorlardı.
İspanyol işgaline karşı koymak isteyen Cezayirlilerden bir heyetin Cerbe Adası’na giderek Barbaros Kardeşlerden yardım istemesi üzerine, Barbaros kardeşler, Cezayir şehrini ve onun batısındaki Şerşel'i (Césarée) 1516’da ele geçirdiler. Kısa bir müddet sonra da Tenes ve Tilimsan’ı aldılar.
Şerşel ve Cezayir Sultanı ilan edilen Oruç Reis, 1518'de Tilimsan'ı geri almak isteyen İspanyollarla yapılan savaşta şehit oldu.
Yerine geçen kardeşi Hızır Reis, yakın adamlarından Hacı Hüseyin'i, kendi ve Cezayirli Müslümanlar adına Ekim 1519’da yardım istemek için İstanbul’a, Yavuz Sultan Selim'e gönderdi.
Padişah kendisine ‘Dinin hayırlısı’ anlamına gelen ‘Hayreddin’ ünvanını vererek gerekli silah ve cephaneyle birlikte iki bin asker gönderdi.
Bu tarihten itibaren hutbelerin padişah adına okunması ile Cezayir fiilen Osmanlı egemenliği altına girdi.
Barbaros Hayreddin (Hızır) Paşa, Endülüs Müslümanlarından 70 bin kişiyi kurtararak Cezayir’e yerleştirdi.
Padişah, Barbaros Hayreddin Paşa’yı Cezayir Beylerbeyi atadı.
Cezayir’de, 1830’daki Fransız işgaline kadar süren Osmanlı Dönemi 4 ana döneme ayrıır:
- 1518-1587 Beylerbeyiler Dönemi
- 1587-1659 Paşalar Dönemi
- 1659-1671 Ağalar Devri
- 1671-1830 Dayılar Dönemi
Cezayir’deki Osmanlı yönetiminin ana unsurunu İstanbul’dan gönderilen Yeniçeriler teşkil ediyordu.
Her Yeniçeri Ocağı’nın bir ağası bulunurdu.
Ayrıca ‘Mehazin’ adı verilen yerli kabilelerden ve yerleşik Türklerden oluşan süvari birlikleri vardı.
Mehszin sınıfı, bir nevi inzibat ve jandarma görevi görür, kervan koruyuculuğu ve vergi tahsilatı gibi işlerde kullanılırdı.
Ege Bölgesi ve adalardan gelen köylülerin önemli bir bölümü sahilde gemicilik ve korsanlıkla uğraşmaya başladılar.
Bir müddet sonra yeniçerilerden ayrı olarak kendilerine ‘Denizciler’ denilen biraskeri sınıf oluşturdular.
Yıllar geçtikçe bu sınıfın yerli kadınlarla evlenmeleri sonucu nüfusları arttı ve sadece Cezayir’de değil, Tunus ve Libya’da ‘Kuloğlu’, ‘Kuloğulları’ denilen bir zümre ortaya çıktı.
1587'den itibaren Beylerbeyliği sistemi yerine 3 yıllığına İstanbul’dan tayin edilen ‘Paşalar Dönemi’ne geçildi.
Her ne kadar paşalar, resmiyette padişahın temsilcisi olarak kabul edilseler de fiili iktidar yeniçeri ağalarının elindeydi.
Yeniçerileri kontrol altına almak isteyen bir çok girişim sonuçsuz kaldı ve 1659 tarihindeki bir isyandan sonra fiilen Yeniçeri ağalarının iktidar dönemi başladı.
Yeniçeri ağalarının keyfi uygulamaları büyük rahatsızlıklara neden oldu ve sonuncusu Ali Ağa (1664-1671) olmak üzere son dört yeniçeri ağası öldürüldü.
Yönetime Ege Bölgesi ve Adalardan gelen ‘Denizciler Sınıfı’ hakim oldu ve kendi aralarından seçtikleri ve adına ‘Dayı’ dedikleri bir kişinin başkanlığında ‘Dayılar Dönemi’ başladı.
İlk dört ‘Dayı’ denizciler tarafından seçildi; ancak daha sonra Yeniçeri Ocağı ağırlığını koyarak seçimleri kendi yapmaya başladı.
Dayılar, adına Divan-ı Guzat adı verilen 5 kişilik bir meclis ile ülkeyi yönetmeye başladılar.
1671'den sonra başa geçen 30 dayının 16’sı halk ve asker tarafından öldürüldü.
Osmanlı yönetiminin ilk yıllarında Cezayir büyük gelişmeler kaydederek, Akdeniz ticaretinin önemli merkezlerinden biri oldu.
Ancak ilerleyen yıllarda sahil şehirlerine yerleşmiş yönetici kesimin halktan kopması ve keyfi uygulamaları yerli halk arasında ciddi rahatsızlıklara ve isyanlara neden oldu.
İlerleyen yıllarda başta İspanyollar ve Portekizliler olmak üzere İngiliz, Fransız ve Hollandalıların açık denizlerde üstünlük sağlayarak çok güçlü deniz filoları oluşturmaları, Akdeniz’deki dengeleri de değişirdi ve Cezayirli denizciler korsanlık ve deniz ticaretinde geriledi.
Fransa, Cezayir’i işgal için fırsat kollamaya başladı. Bacri ve Busnak adlı iki Cezayirli yahudi tüccardan Direktuvar Dönemi’de 5 milyon frank para ve miktar hububat almış olan Fransız hükümeti Fransa krallık idaresine geçince bu borcu tanımakla beraber ödemeyi durdurunca Cezayir Dayısı Hüseyin Paşa, bazı Fransız gemilerine el koydu.
29 Nisan 1827 günü Dayı Hüseyin Paşa’nın, borçları tartıştığı Fransız konsolosu Pierre Deval'in yüzüne elindeki yelpaze ile vurması Fransa ile Cezayir arasındaki ilişkilerin kopma noktası oldu.
Bu olayı bahane eden Fransa, 16 Haziran 1827'de Cezayir'e savaş ilan etti.
20 Ekim 1827'de İngiliz, Fransız ve Rus ortak donanması Navarin'de Osmanlı donanmasını yaktı, Fransa Mora'ya asker çıkardı. Ertesi yıl Osmanlı-Rus Savaşı başladı.
5 Temmuz 1830’de Fransızlar, Cezayir şehrini işgal ettiler.
Dayı Hüseyin Paşa’nın tesliminden sonra da Müslüman halkın direnişi devam etti.
Ülkenin doğusundaki kabileler Konstantin Emiri Ahmed Bey’in etrafında toplanırken, batısındaki Berberi ve Arap kabileleri ünlü bir Kadiri Şeyhi olan vesoyu Hz. Hasan’a dayanan Şeyh Muhyiddin’i sultan ilan etmek istediler.
Şeyh Muhyiddin yaşlılığını öne sürerek yerine 22 yaşındaki oğlu Abdülkadir’i önerince direnişin ve cihadın lideri oğlu Seyyid Abdülkadir oldu.
Seyyid Abdülkadir, 1808 yılında Batı Cezayir’in Muasker şehri yakınlarındaki bir zaviyede doğdu, ciddi bir dini eğitim aldı ve 1827’de babası ile birlikte Hac’ca gitti.
Fas sultanının hükümdarlık hakkını tanıyarak, 22 Kasım 1832’de “emîrü’l-mü’minîn” unvanını aldı.
Kısa bir sürede egemenliğini Orta Cezayir’den, Büyük Sahra’ya kadar genişletti.
30 Mayıs 1837’de Fransızlarla imzaladığı Tafna Antlaşması ile egemenliği ülkenin üçte ikisine genişledi, idare merkezini Muasker’den, Tagdempt’e nakletti.
Fas yoluyla İngiltere’den sağladığı top ve tüfeklerle düzenli bir ordu ve idare sistemi kurdu.
Bu arada Fransızlar, doğuda 1837’ye kadar direnişini sürdüren Ahmet Bey’i yenerek Konstantin şehrini işgal ettiler.
1840 yılından itibaren Emir Abdülkadir ile yaptıkları anlaşmaları bozarak Fransa’dan getirdikleri daha büyük kuvvetlerle saldırmaya başladılar.
16 Mayıs 1843’te Emir’in seyyar ordugâhını ele geçirdiler.
Emir Abdülkadir Fas’a sığınmak zorunda kaldı.
Fransızlar, 1844 Ağustos'unda Emir Abdülkadir’i koruyan Fas ordusunu yenerek, savaş sonrası imzalanan Tanca Antlaşması’yla; Fas Sultanı Abdurrahman b. Hişâm’ın, Emir Abdülkādir’i desteklemesini engellediler.
Bunun üzerine Cezayir topraklarına dönen Emir, cihata devam etti. 1845 Ekim'inde Şîdî-Brâhîm’de bir Fransız birliğini bozguna uğrattı.
Ancak şartların zorlaşması üzerine çaresizlikten 1846 yazında tekrar Fas’a sığındı.
Fas Sultanı kuvvetlerinin yenilmesi üzerine, 23 Aralık 1847’de Fransızlara teslim olmak zorunda kaldı.
İskenderiye veya Filistin’de Akkâ’ya götürüleceğine dair verilen söze rağmen Fransa’ya götürülerek beş yıl esir olarak tutuldu.
1852 Ekim'inde serbest bırakıldıktan sonra bir müddet Bursa’da ikamet ettikten sonra 1855’te Şam’a gitti;
1860’taki Lübnan isyanında Dürzilerle Hıristiyanlar arasındaki çatışmalarda arabulucu olarak binlerce Hıristiyan’ın hayatını kurtardı.
Bundan sonraki hayatında olabildiğince siyasi olaylardan uzak durarak zikir ve ibadetle uğraştı.
26 Mayıs 1883’te Şam’da vefat eden Emir Abdülkadir, cesur, akıllı ve dindar bir idareci olmasının yanında iyi bir şair ve tasavvufta Muhyiddin-i Arabi’nin etkisinde değerli bir fikir adamıydı.
Şiirleri, Nüzhetü’l-hâtır fî karîzi’l-emîrA bdülkādir adı ile Kahire’de, felsefî mahiyette Zikrü’l-âkil ve tenbîhü’l-gafil adlı kitabının Arapça aslı Beyrut’ta, Fransızca tercümesi ise 1858’de Paris’te yayımlandı.
Cezayir’in bağımsızlığından sonra kemikleri Cezayir’e nakledilerek Şehidler Mezarlığı’na gömüldü.
Öndersiz kalan halkın, Seyyid Emir Abdülkadir’den sonra da Fransızlara karşı direnişi devam etti.
Fransızlar halkın direnişini kırmak için askerî, siyasî, dinî, kültürel, ekonomik her baskıyı denediler.
Öncelikle kendilerine direnen kabilelerin topraklarına ve İslami Vakıfların mülklerine el koyarak Fransa’dan getirdikleri yurttaşlarına bedava dağıttılar.
Cezayir'in İslam-Arap kimliğini ortadan kaldırma hedefiyle;
Hıristiyanlığı yayan misyonerlik çalışmalarına hız vererek Arapça'ya karşı Fransızca'yı yerleştirmeye çalıştılar.
Kolonileştirme siyaseti doğrultusunda;
1847'de ülkedeki Avrupalıların sayısı 104 bine, 1872'de 245 bine, 1911 yılında bine, 1950’ler de ise 1 milyon 100 bine yükseldi.
Aynı şekilde Fransızların ellerindeki arazinin miktarı da 1860'ta 365 bin; 1930'da ise 2 milyon 345 bin hektarı buldu.
Fransızlar, Cezayir’i; 1830-1870 yılları arasında 3 bölgeye bölerek, "Arap Büroları" adını verdikleri bir teşkilat ve tayin ettikleri bir genel vali ile yönettiler.
1870 yılında Cezayir doğrudan Paris’teki İçişleri Bakanlığı’na bağlandı.
1871’de Muhammed el-Mukrânî'nin liderliğinde, çoğunluğu Rahmaniyye Tarikatı’na mensup 200’e yakın kabile, ülkenin geneline yayılan bir ayaklanma başlattı.
1881'de de Sîdî (Seyyid) Şeyh liderliğindeki kabileler ayaklandılar. Fransızlar on binlerce insanı katlederek, ancak 1884'te isyanları kontrol altına alabildiler.
Fransız sömürge yönetiminin uygulamaları sonucu yoksul ve çaresiz kalan Cezayirlilerden resmi kayıtlara göre, 212 bin 64 kişi çalışmak üzere Fransa’ya gitmek zorunda kaldı.
Paris Metrosu’nun inşaatında çalıştırılan Cezayirli ve Afrikalıların büyük bir kısmı olumsuz çalışma şartlarından dolayı hayatını kaybetti.
Birinci Dünya Savaşı’ndan sonra 1920’de, Emîr Abdülkādir'in torunu Emîr Hâlid’in önderliğinde; "ülkenin İslamî kimliğinin korunması, hak ve özgürlüklerin genişletilmesi, Cezayirli Müslümanlara seçimlere katılma ve Fransız parlamentosuna temsilci gönderme hakkının tanınması" gibi taleplerle Jeune Afrique adlı bir teşkilat kuruldu.
Emir Halid, 1923’te yurt dışına sürgün edildi ve teşkilat dağıtıldı. Emir Halid, birkaç yıl Fransa’da sürgünde kaldıktan sonra Mısır’a gitti.
3 yıl İskenderiye’de gözetim altında tutuldu. Daha sonra Şam’a gitti ve 1936’da Şam’da vefat etti.
1926'da Fransa’daki Cezayirli işçilerin Mesâlî Hâc başkanlığında kurdukları Necmetüşimâliİfrîkıyye de (Etoile Nord Africaine) 1929 yılında kapatıldı.
Aynı yıl onun yerine El-İttihâdü'l-vatanî li-Müslimîşimâliİ frîkıyye (l'Union Nationaledes Musulmanes Nord - Africaines) adıyla başka bir teşkilât kuruldu.
Bu teşkilât 1937'de, hedefi Cezayir’in bağımsızlığı olan Hizbü'ş-şa'bi'l-Cezâirî'ye (Parti populaire Algérien) dönüştü.
Mesali Hac (1898-1974), Tlemsen şehrinde doğdu. El Durkava Zaviyesi’nde dini eğitim aldıktan sonra 1918’de Fransız ordusuna yazıldı.
Savaştan sonra Paris’e gitti ve Renault fabrikasında işçi olarak çalışmaya başladı.
Çinli ve Vietnamlı iki komünist arkadaşının etkisi ile Fransız komünistleri ile tanıştı.
1927’de Brüksel’deki ‘Antiemperyalist’ toplantısında Vietnamlı Hoşi Minh ve Hindistanlı Nehru ile tanıştı ve yaptığı konuşmada Cezayir’in bağımsızlığını dile getirdi.
1930’da Moskova’da 3. Enternasyonel’e katıldı.
1931’de Abdülhamîd bin Bâdîs(1889-1940) önderliğinde, Cezayirli Müslümanların İslami kimlikleri ile ülkedeki Avrupalılarla eşit haklara sahip vatandaşlar olmalarını sağlama amacıyla Cem'iyyetü'l-Ulemâi'l-Müslimîn (Müslüman Alimler Cemiyeti) kuruldu.
Konstantinli bir Berberi aileye mensup olan Bin Badis Tunus’taki Zeytunie Medreselerinde okudu.
Cezayir’in taşra şehirlerini ve kırsal kesimini dolaşarak İslami öğretilerini yaydı. Eş-Şihab gazetesini çıkardı. İbni Badis’in 1940’ta ölümüyle bu hareket de etkisini kaybetti.
Mesali Hac, Cezayir’e dönerek çalışmalarını yerinden yönetmeye başladı.
Fransa’da iktidarda olan sol hükümet 26 Ocak 1937’de Mesali Hac’ın Kuzey Yıldızı adlı örgütünü yasaklayınca komünistlerle yollarını ayırdı.
11 Mart 1937’de Cezayir Halk Partisi’ni kurdu.
1943’te Ferhad Abbas (1899-1984), 28 arkadaşıyla birlikte bir manifesto yayınlayarak eşit vatandaşlık talebinde bulundu.
Ferhad Abbas, tam anlamıyla bir Fransız eğitimi aldı ve ilk dönemlerde Fransa içinde bütünleşmeyi savunan laik fikirleriyle tanındı.
Hitler’in Paris’i işgal etmesi üzerine 3 Haziran 1943'te kurulan Fransız Millî Kurtuluş Komitesi (Comité de la Libératione Nationale Française) Cezayir Şehri’ne yerleşti ve 1944 yılı sonuna, Paris kurtarılıncaya kadar Cezayir, Fransa'nın başkenti oldu.
İkinci Dünya Savaşı’nın sona ermesi ile Cezayir’de bağımsızlık yanlısı hareketler tekrar canlanmaya başladı.
8 Mayıs 1945'te, Cezayir’in doğusundaki Setif ve Cuelma şehirlerinde, İkinci Dünya Savaşı’nın bitiminin kutlandığı törenlere halkın özgür Cezayir bayrakları ile katılması üzerine Fransız ordusunun karadan ve havadan şehirleri bombalaması sonucu 45 bin kişi hayatını kaybetti.
Aralarında Mesali Hac gibi önderlerinde bulunduğu binlerce kişi kitleler halinde tutuklandı, Cezayirlilerin kurmuş oldukları örgütlerin tamamı kapatıldı.
Sonraki yıllarda Fransız yönetimi öldürülenlerin sayısını 20 bin olarak açıkladı.
1946’da Ferhad Abbas, İttihâdü Ensâri'l-Beyâni'l-Cezâirî'yi (Union Pour la Défensedu Manifeste Algérien) kurdu.
Bu dönemde Cezayir’de yerli Müslümanlar ve Cezayir’de yaşayan çoğunluğu Fransız Avrupalılar için iki ayrı meclis kuruldu; ancak göstermelik olmaktan öteye geçemedi.
Kasım 1946'da çıkarılan genel afla hapisten çıkan Mesâlî el-Hâc'ın önderliğinde Hareketü'l-İntisârli'l-Hürriyyâti'd-Dimukrâtıyye (Mouvement Pour le Triomphedes Libertés Démocratiques: MTLD) örgütü kuruldu.
Müslüman Alimler Cemiyeti’nin devamı olan Hizbü'ş-şa'bi'l-Cezâirî'nin devamı niteliğindeki bu örgütün içinde ayrıca ilerde silahlı eylemlere girecek olan Munazzamatü'l-Hâssa (OrganisationSpéciale) adlı gizli bir birim oluşturuldu.
Bu örgütte yer alan Hüseyin Âyt Ahmed, Ahmed bin Bellâ ve Muhammed Haydar gibi kişiler sonraki yıllarda çok önemli roller üstlendiler.
20 Eylül 1947 tarihinde Cezayirlilere Fransa vatandaşı olma hakkı tanıyan yasa kabul edildi; ancak bu yasa da Cezayirlilerin daha basit gerekçelerle tutuklanabilmelerinden başka bir işe yaramadı.
1948-1952 yılları Fransa’ya karşı demokratik hakların elde edilmesi ve ayaklanmaya hazırlık dönemi oldu.
Fransa’nın hiçbir şekilde demokratik çözüme yanaşmayacağının net bir şekilde ortaya çıkması üzerine tüm örgütler toplanarak birlikte hareket etme kararı aldılar ve örgütlerini feshederek
Munazzamatü'l-Lecneti's-Sevriyyetili'l-Vahdeve'l-Amel (Comité Revolution naired' Unité et d'Action: CRUA) adıyla yeni bir gizli teşkilat kurdular.
Ülkeyi 6 bölgeye ayırarak her bölgeye bir lider atadılar. 1954’de Mesali Hac’ın tutumunu pasif gören çoğunluğu gençlerden oluşan bir grup silahlı eylemlere başlamak üzere ayrıldı.
Kurtuluş savaşı veren silahlı güçlerin tamamı Ceyşütahrîri'l-vatanî (L'Armée de Libération Nationale: ALN) adı altında birleştirildi ve Munazzamatü'l-lecneti's-sevriyyetili'l-vahdeve'l-amel de mücadelenin siyasî örgütü haline geldi.
Kısa bir süre sonra da, Cezayir'deki bütün vatanseverlerin yer aldığı Cebhetü't-Tahrîri'l-Vatanî'de (Front de Libération Nationale: FLN) birleşildi.
1952’de Mısır’da bir darbe ile iktidara gelen Cemal Abdünnasır ve arkadaşlarının verdikleri destekle Cezayirli örgütler 10-24 Ekim 1954 tarihleri arasında Kahire’de toplanarak FLN’nin kuruluşunu ilan ettiler.
Mesali Hac bu birlikteliğin dışında kaldı.
1 Kasım 1954 tarihinde silahlı mücadele başlatıldı.
Avres, Betna ve Kabîliye'deaynı anda şok etkisi yaratan 30 ayrı noktada sabotaj eyleminde bulunuldu ve eylemler kısa bir sürede tüm ülkeye yayıldı.
Ayaklanmayı bastırmak için Fransız donanması, hava ve kara kuvvetleri büyük bir şiddet uygulamaya başladı.
Bu operasyonlarda bir NATO Birliği de yer aldı. Direnişçilere denizden bir yardım gelmemesi için Akdeniz sahili ablukaya alındı.
Cezayir'in Fas ve Tunus sınırına dikenli teller çekildi. Fransa Cezayir’e 500 bin asker gönderdi.
Kontra örgütler kurarak direnişi destekleyenlere karşı işkence, tecavüz ve açık infazlara başladı.
19 Eylül 1958'de Kahire'de toplanan FLN ileri gelenleri Bağımsız Cezayir Hükümeti’ni ilan ederek başkanlığa Ferhad Abbas’ı getirdiler.
Sürgünde kurulan bu hükümet 1962’deki bağımsızlığa kadar sürdü ve faaliyetlerini önce Kahire’den, sonrasında ise Tunus’tan yürüttü.
Geçici hükümeti Afrika, Asya ve Arap ülkelerinin büyük bir çoğunluğu tanırken Avrupa ülkelerinden hiçbiri tanımadı, Türkiye de onlarla birlikte Fransa’nın yanında yer aldı ve Birleşmiş Milletler’deki oylamalarda Fransa lehine oy kullandı.
Turgut Özal bu durumdan dolayı yıllar sonra bir Cezayir ziyaretinde Cezayir halkından özür diledi.
Savaşın yıkımının her geçen gün daha da artması Fransa’da da yoğun tartışmalara neden oldu.
Frantz Fanon, Jean Paul Sartre, André Breton, Simone de Beauvoir, Francis Jeanson gibi, dönemin en çok tanınan aydınlarının içinde olduğu 121 aydın Fransa'yı kendi değerlerine ters düşmek ve emperyalist olmakla suçlayarak bir bildiri yayımladılar.
Yayınladıkları bildiride;
Ordunun açık ve örtülü yollarla demokratik kurumlara direnmesine ve gücünü ırkçı bir egemenlik aracı olarak kullanmasına karşı çıkarak, şöyle dediler:
Böyle durumlarda bunu reddetmek ve 'ihanet' kutsal bir görevdir.
Bu aydınlar Cezayirlilerin yanında yer alırken, Fransız Komünist Partisi, Fransız devletinin yanında yer aldı.
Parlamentodaki tüm oylamalarında hükümetin yer alarak faşist uygulamalara destek verdiler.
Fransa’da 4. Cumhuriyet Dönemi bitti ve köyünde inzivaya çekilmiş bulunan General Charles de Gaulle tekrar iş başına getirildi.
Fransa, 5. Cumhuriyet Dönemi'ne geçti. Ulusalcı Fransız aydınlarının Sartre'nin tutuklanması istemlerine, De Gaulle; şu sözlerle karşı çıktı:
Sartre Fransa'dır, onun tutuklanması Fransa'nın tutuklanmasıdır.
14 Haziran 1960’ta Fransız hükümetinin FLN ile görüşeceği açılandı.
Temmuz ayındaki görüşmelerde tatmin edici bir ilerleme sağlanamayınca olaylar tekrar başladı.
20 Mayıs 1961’de hükümet görüşmelere yeniden başlamak zorunda kaldı.
Ağustos 1961’de Ferhad Abbas’ın yerine, geçici hükümetin başına sosyalist eğilimli Yûsuf bin Hadde getirildi.
Fransız Ordusu’ndaki bazı generaller De Gaulle’e karşı başarısız bir darbe teşebbüsünde bulundular, darbeciler yakalanarak tutuklandı.
Cezayirli liderlerle Fransa arasındaki görüşmeler 18 Mart 1962’de anlaşmayla sonuçlandı.
23 Mart 1962’de Cezayir’de yerleşik bulanan Avrupalıların bir kısmı ayaklanarak anlaşmaya karşı çıktı.
7 milyonluk Cezayir’de 1 milyon 100 bin civarındaki Avrupalıların yarıdan fazlası birkaç ay içinde Fransa ve İspanya’ya gitti.
1 Temmuz 1962’de yapılan referandumda halkın yüzde 91’i bağımsızlık lehinde oy kullandı. Cezayir bağımsızlığını ilan etti.
Devam edeceğiz.
*Bu makalede yer alan fikirler yazara aittir ve Independent Türkçe’nin editöryal politikasını yansıtmayabilir.
© The Independentturkish