Muzaffer İlhan Erdost'un ardından...

Zeki Sarıhan Independent Türkçe için yazdı

Fotoğraf: Twitter

Bazı insanlar ölünce dünya biraz ıssızlaşır.

Önünüzü görmeye yarayan bir ışık sönmüştür.

Muzaffer İlhan Erdost’un böyle özgün bir şahsiyetti.

Ölümünü duyunca içim cızz etti! 

Yıllarca yayıncılık ve kitapçılık yaptığı Ankara’da onunla karşılaşmamış aydın herhalde pek azdır.

Ülkemizde Muzaffer Erdost’la karşılaşmamış bile olsalar, ona minnet borcu olan yüz binlerce aydın vardır.

Şimdi bir kısmı aramızdan ayrılmış veya yaşını başını almış olanlardan onun elinin değdiği kitaplardan en az birkaçını okumamış olanlar bulmak zordur.

12 Eylül 1980 darbesinden sonra suçlu düşmemek için pencerelerden sokağa atılan veya sobalarda yakılan kitapların çoğunu Sol ve Onur Yayınlarından o yayımlamıştı.

Muzaffer Erdost, aydınların zihinlerinde büyük değişimler yapan ve emperyalizmden, sömürü ve baskıdan halkın ebediyen kurtulması yolunu gösteren temel metinleri yayımladı. 

Bazılarını hatırlayalım:

Karl Marks’tan: Felsefenin Sefaleti, Kapital

Engels’te: Ailenin Özel Mülkiyetin ve Devletin Kökeni, Tarihte Zorun Rolü, Ütopik Sosyalizm Bilimsel Sosyalizm.   

Marks ve Engels’in ortak yapıtı: Din Üzerine, Doğu Sorunu.

Sınıf Mücadelesinin geçen yüzyılın damgasını taşıyan Lenin’in eserleri: Ne Yapmalı, Nisan Tezleri ve Ekim Devrimi, Sol Komünizm Bir Çocukluk Hastalığı, Sosyalizm ve Savaş, Ulusların Kendi Kaderlerini Tayin Hakkı, Bir Adım İleri İki Adım Geri, Burjuva Demokrasisi ve Proletarya Diktatörlüğü, İki Taktik, Emperyalizm Kapitalizmin En Yüksek Aşaması…

Politzer’in Felsefenin Başlangıç İlkeleri ve Felsefenin Temel İlkeleri kitaplarını okumayan kişiler 1980’lerde dünyadan habersiz sayılırdı. 

Erdost, Darvin’in İnsanın Türeyişi, Türlerin Kökeni, İbni Haldun’un Mukaddime’si, Mao’nun Teori ve Pratik gibi Temel Metinleri de Türk okuruna sunduğu için büyük bir hizmet yaptı.

Bunun bedelini yalnız mahkeme kapılarında değil, feci bir şekilde işkence görerek ve dahası kardeşini 7 Kasım 1980’de İlhan’ı Mamak yollarında işkenceden kaybederek de ödedi!

Onun adını da kendi adına ekleyerek yalnız kardeşine vefayı göstermekle kalmadı, zulmün acımasız hışmına uğrayarak can veren bir devrimcinin adını da yaşattı. 

Kızılay’daki Sol Yayınlarında, bir kitabının basımevinden gelen dizgisini düzeltiyordu. Bu kaçıncı düzeltme idi kim bilir?

Tek bir yanlış buldu ve onun da düzeltilip metnin yeniden getirilmesini istedi. Bir kitabını dokuz kez düzelttiği söyleniyordu.

İşinde o kadar titizdi ki Türkiye’de en hatasız basılan kitapların yayıncısı olarak tanındı. 

Muzaffer Erdost, Mektebi Mülkiye’yi veya Galatasaray’ı bitirince babası tarafından elinden tutulup Babıâli’de işe yerleştirilen seçkin bir sınıftan gelmedi.

Taşralı dar gelirli bir ailenin çocuğuydu. Gazetecilik ve yayıncılık hayatında dişiyle tırnağıyla mücadele ederek tutundu.

Ezilenlerin davasına hayatının sonuna kadar hizmet etmesinin altyapısı bu olsa gerek.  

1970'de Gazi Eğitim'den mezun olup Milas'ın Selimiye bucağında göreve başladığımda öğretmenler ve gençlerle bir kitap edinme ve okuma grubu kumuştuk.

Sol Yayınlarından kitaplar getirtiyor, parasını daha sonra gönderiyorduk.

1971'de gözaltına alındığımda polis evdeki henüz bedeli ödenmemiş Sol Yayınlarının kitaplarına da el koymuş. Bu ödemeyi yapmak bana düşüyordu.

Erdost’la 1971 Eylül'ünde Mamak tutukevinde aynı koğuştaydık.

Borcumu ödemek istediğimi söyledim, fakat ne onda ne de bende bu hesabın kaydı yoktu. Buna ulaşmak da imkansızdı.

"Ne verirsen ver" dedi; ben de eğer borcum kaldıysa helal etmesini söyleyerek bir ödeme yaptım.

"Senden başka kimse bunu akıl etmedi" diyerek dert yandı... Kitapçılar üzerinde kim bilir ne kadar alacağı kaldı!


Erdost’un jesti 

1982’de ilk kitabım olan Kurtuluş Savaşı Günlüğü kitabıma yayıncı bulamayıp onu kendim bastırdığımda Ankara’daki kitapçılara da kendim götürdüm.

Kitapçıya birkaç kitap bırakır, daha sonra uğrayarak satılanların parasını alırdınız. Buna “Konsinye satış” derler.

İlhanİlhan Kitabevinin sahibi Erdost ise, kitaptan iki adet aldı ve parasını uzattı.

Buna hayret ettim ve henüz satılmamış kitabın parasını almak istemedim.

“Bu senin ilk kitabın” diyerek ısrar edince aldım. Kitaptan aldığım ilk para budur.

Bu, bende ilk kitabını yayımlamış arkadaşlar kitaplarını imzalayıp armağan etseler de bunun bedelini ödeme düşüncesini doğurdu.

Bakın insanlar birbirlerinden neler öğreniyor. 

Gene 1983’te 1402 ile meslekten atıldığımda elimde bir pazar çantasıyla kitap pazarlamacılığına başladığım günlerde Erdost’un bir jestini not etmişim.

Pazarlayacağım kitapları kendisinden yüzde kaç indirimli alabileceğimi sorduğumda “Bana geldikleri fiyatın yüzde beş eksiğine veririm!” demişti. 

29 Ocak 1996’da Edebiyatçılar Derneği’nin Yeni Sahne’de düzenlediği “Gazetecinin Bir Kuvvacı Olarak Yazar Kimliği” konulu oturumda birlikte idik.

En çok onun konuşmasını beğendiğimi not etmişim. 

Onu Öğretmen Dünyası’nın Cumartesi Konferanslarında 16 Kasım 1996 ve 2 Aralık 2006’da konuk etmiştik. 

2003’te Ulusal Eğitim Derneği’ni kurarken Ankara’nın tanınmış bazı aydınlarını derneğe üye olmalarını önerirken Erdost’un da kapısını çaldım.

Üye olamayacağını söyledi ve gerekçe olarak da “Ödenti ödeyemeyeceğim” dedi.

Üye olduğu başka dernekler de vardı. Türkiye İnsan Hakları Derneği’nin kurucularındandı ve başkanlığını yaptı.


Devrim rüzgarları dinince… 

Bir zamanlar Ankara’nın en ünlü yayıncısı olan Erdost’un, Karanfil Sokak’ın yukarılarında İlhanİlhan Kitabevini açtıktan sonra biraz kenarda kalmıştı.

Yıllardan beri ben buraya ancak birkaç kez gidebildim.

Birinde Server Tanilli’nin imza günü vardı, bir veya iki kez de kardeşinin ölüm günü olan 7 Kasım’da indirim gününde.

O gün kitaplarını yüzde elli indirimli veriyordu!

Türkiye’de devrim rüzgarları dinmiş, Marksist klasikleri okuma devri de sona ermişti.

Erdost, kendi kitaplarını yayımlıyordu. İnternette 23 kitabının adı var. 

Ona karşı bir mahcubiyetimi de burada yazmadan geçemeyeceğim.

Bir gün evrakını tasfiye etmekte olan emekli bir gazeteci bayan, dergiye bazı kitaplar getirdi.

Bunlar arsında Erdost’un 1963-1964’te Şemdinli’de yedek subayken Ulus gazetesine gönderdiği daktilo ile yazılmış bir röportaj çıktı.

Bölgedeki sosyal yapıya ışık tutan bu özgün metnin fotokopisini alarak kendisine verdim ve bunu dergide yayımlamak istediğimizi söyledim.

Metni yeniden yazacağını söyledi ve bize uzun bir metin gönderdi. Fakat yazı özgün olmaktan çıkmıştı.

Bunu yayımlamadık ve kendisine bunu söylemeye de utandım. Kendisi de sormadı. Öylece kaldı.

Mahcubiyetim bunu ona söyleyememekten kaynaklanıyor.

 

 

* Bu makalede yer alan fikirler yazara aittir ve Independent Türkçe’nin editöryal politikasını yansıtmayabilir.   

© The Independentturkish

DAHA FAZLA HABER OKU