Tarih, sosyoloji ve ekonomi bilmeden siyaset yapmak mümkün değil.
Siyaseti, tarih, sosyoloji ve ekonomi bilmeden Bektaşi'nin abdestsiz namaz kılma hikayesi gibi 'Ben kıldım oldu' diyerek yaparsanız sonunuz mevcut hükümetinki gibi olur.
Hele hele binlerce yıldır, dünya siyasetinin arenası olan Ortadoğu'yu en kılcal damarlarına kadar öğrenmeden, bilmeden yol yürümeye kalkarsanız feleğiniz şaşar.
Mısır'dan Kürdistan'a, Suriye'den Yemen'e kadar Ortadoğu’yu; 1516 Mercidabık ve 1517 Rıdaniye Savaşı'ndan, son Osmanlı askerinin Halep'ten çekildiği 1918'in Ekim ayına kadar 402 yıl boyunca Osmanlılar yönetti.
402 yıl boyunca her şey güllük gülistanlıktı, hiç bir olumsuzluk yaşanmadı demek mümkün değil. Ancak her ne şekilde olursa olsun kurulan bir düzenin 402 yıl devam etmesini göz ardı etmek de mümkün değil.
Hiçbir siyasi düzen salt olumsuzluklarla bu kadar uzun bir süre ayakta kalamaz. İyi kötü mutlaka bir sistem kurması ve sürdürmesi gerekir.
Osmanlı 1514 Çaldıran Savaşı'na kadar özünde bir 'Avrupa devleti' sayılır.
1514 yılında Adana'da Ramazanoğulları, Maraş'ta Dülkadiroğulları, Suriye'de Memluklular ve Kürdistan'da da sayıları 25'i bulan Kürdistan Beyleri egemendi.
Safaviler bölgede kısa süreli ve kısmi bir hakimiyet sağladılar.
Osmanlı'nın sınırları Mersin ve Adana'nın batısında, hakim olduğu toprakların yarısından fazlası ise Balkanlar'daydı.
Ortadoğu'ya yayılması, tarihi Kürt-Türk ittifakından sonra oldu.
Şii Şah İsmail ile kavgalı Kürdistan Beyleri, Çaldıran Savaşı'nda, Bitlisli ünlü alim ve tarihçi İdris'-i Bitlisi'nin ara buluculuğuyla Yavuz Sultan Selim'i desteklediler.
Savaştan sonra 1515 yılında ise Amasya'da, Osmanlı ile statülerini resmileştirerek; sultanla özerklik anlaşması imzaladılar.
Bu özerklik anlaşmasına göre Kürdistan'ın yönetimi 3 ayrı statüde belirlendi.
- Osmanlı sancakları: Yöneticilerinin İstanbul'dan atandığı, direkt saraya bağlı idareler.
- Ekrad sancakları: Yöneticileri babadan oğula geçen ancak mahkemeler gibi bazı kurumlarının yöneticileri padişah tarafından atanan idareler.
- Kürt hükümetleri: Yöneticileri babadan oğula geçen, iç işlerinde tamamen bağımsız, padişaha sadece yıllık vergi ve savaşlarda asker veren özerk Kürt beylikleri.
Bu konuyla ilgili oldukça ayrıntılı bilgiler Kürt Sorunu kitabımda var.
Bugüne kadar hiç bir Kürt siyasetçi Kürtler adına, bu kadar kapsamlı ve uzun süreli bir anlaşmayı gerçekleştiremedi.
İdris-i Bitlisi ile Yavuz Sultan Selim arasındaki bir mektupta belirtildiği gibi ‘Kürdistan Beyleri ile ittifak sonucu Osmanlı’ya Haleb’in, Şam’ın; Bağdat’ın ve Hicaz’ın kapıları açıldı, 3 yıl zarfında Mısır ve Yemen’e kadar bölge İstanbul’a bağlandı.
Kürdistan beyleri ile anlaşan Yavuz Sultan Selim aynı anlaşmaları Arap emirleri ile de yaptı. Kürt-Türk anlaşması bir anlamda yeni kurulan Ortadoğu düzenine örnek oldu.
Mısır'a hakim Memluklularla yapılan Ridaniye Savaşı'ndan sonra 11 yaşındaki oğlu Ebu Numey'i Kahire'ye gönderen Hicaz Emiri Berekat'la da aynı şartlarda anlaşma sağlandı.
Said'i Nursi "Ben Sultan Selim'e biat etmişim. Onun ittihad-ı İslamdaki (İslam birliği) fikrini kabul ettim. Zira o Kürd'leri ikaz etti. Onlar da ona biat ettiler.
Şimdiki Kürdler o zamanki Kürdlerdir" derken bu anlaşmayı kast ediyordu.
Yavuz Sultan Selim ve oğlu Kanuni Sultan Süleyman'ın ‘Bu anlaşmalar kıyamete kadar ilelebed-devran daim olsun; Allah'ın ve meleklerin laneti bu anlaşmayı bozanların üzerine olsun' dedikleri bu anlaşma yaklaşık dört yüz yıl devam etti; Tanzimat'tan sonraki yöneticiler tarafından bozuldu.
Batılı anlamda merkezi yönetim oluşturma siyaseti ile Kürt ve Arap emirlikleri birer birer tasfiye edildi, son Kürt Hükümeti olan Botan Emirliği 1847'de sona erdirildi, taşradaki yetkiler ve yürütme tamamen merkezileştirildi.
1517'den itibaren Ebu Numey bin Berekat'ın neslinden 'Zevi Avn', Zevi Zeyd' ve 'Zevi Berakat' adlı 3 aile tarafından yönetilen Hicaz Emirliği ise yetkileri kısıtlanmasına rağmen imparatorluğun son yıllarına, 1918’e kadar devam etti.
Resmi olarak sondan bir önceki, fiilen ise son Hicaz Emiri 'Zevi Avn' ailesinden olan Şerif Hüseyin (1853-1931) İstanbul'da, Çerkes bir anneden doğdu.
1892'de Hicaz Emiri amcası Avnürrefik ile çatışınca Sultan Abdülhamid tarafından Mekke’den İstanbul'a getirildi, Şurayı Devlet üyesi yapıldı ve 1908 yılına kadar 16 yıl zorunlu olarak İstanbul’da ikamet etti.
Kendisine, İstinye'deki İran Büyükelçisi Hacı Muhsin Han'ın Posta Telgraf Nazırı Billuri Mehmet Efendi'ye sattığı yalı; kardeşi Nasır'a ise Emirgan'da 'Şerifler Yalısı' olarak bilinen yalı tahsis edildi.
Şerif Hüseyin, amcası Abdullah’ın kızı ilk eşinin ölümü üzerine, Tanzimat Fermanı’nı ilan eden Mustafa Reşit Paşa’nın torunu; Adile Hanım’la evlendi.
Adile Hanım’dan doğan oğlu Zeid, Halikarnas Balıkçısı olarak tanınan Cevat Şakir Kabaağaç’ın kız kardeşi ünlü ressam Fahrünnisa Zeyd ile evlendi.
Bu evliliğin tek çocuğu olan Prens Raad, İsveçli eşi ve 4 oğlu ile birlikte halen Ürdün’de yaşıyor. Kendisi ve çocukları Ürdün’de çok önemli görevlerdeler.
Şerif Hüseyin 1908’den 1916 yılına kadar 8 yıl Mekke’de Hicaz Emiri olarak görev yaptı.
2. Meşrutiyet’ten sonra kurulan Osmanlı Meclisi Mebusanı’nda iki oğlu (Sonradan Ürdün Kralı olan Abdullah ve Irak Kralı olan Faysal) milletvekili oldu.
Şerif Hüseyin, kısa bir süre sonra yönetimi elinde bulunduran İttihat ve Terakki ile sorunlar yaşamaya başladı.
Meşhur Üç Tarzı Siyaset’ten Osmanlıcık ve İslamcılık’ı terk eden İttihat ve Terakki’nin var gücüyle Türkçülüğe sarılması,
Şam, Beyrut ve Kudüs mahkemelerinde bile, mahkeme kararlarını Türkçe almaya başlaması; Araplar arasında ciddi tepkilere neden oldu.
Birbiri ardına Arap haklarını savunan örgütler kurulmaya, önceleri Hristiyan Araplar arasında yaygın olan Arap milliyetçiliği fikri Müslüman Araplar arasında da artmaya başladı.
Arap Kongresi 18 Haziran 1913’te Hama milletvekili Abdulhamid Zehravi’nin başkanlığında; on biri Müslüman, on biri Hıristiyan ve biri Yahudi olmak üzere 23 aydının katılımıyla Paris’te toplandı.
Toplantıdan sonra yayımlanan bildiride Osmanlı Devleti içinde kalmak koşuluyla Arapların reform talepleri, İstanbul’daki Sultan Mehmed Reşad’a iletildi.
Hükümet, önce bu talepleri kabul etti, ancak Birinci Dünya Savaşı’nın başlaması üzerine reformları askıya aldı.
Suriye Valiliği’ne atanan ünlü İttihatçı Cemal Paşa, kongreye katılan ve onları destekleyen yüzlerce aydını tutukladı.
Tutuklananlardan 10’u Müslüman, biri Hristiyan 11 kişi 20 Ağustos 1915’te Beyrtut’ta, 17’si Müslüman 4’ü Hristiyan 21 kişi ise 6 Mayıs 1916’da Şam’da idam edildi.
Abdulhamid Zehravi ve Şükrü Aseli gibi milletvekili olanların bile idam kararları, hükümet tarafından onanmadan Cemal Paşa’nın şahsi insiyatifi ile gerçekleştirildi.
Milletvekillerini bile idam ettiren Cemal Paşa, terör estirerek Lübnan ve Suriye’nin en ünlü 2 bin ailesini Anadolu’ya sürgün etti.
İttihatçıların bu uygulamaları Araplar arasında büyük tepkilere neden oldu.
Cemal Paşa ve arkadaşları, Türklerle Arapları çatıştırarak, Arapları Osmanlı’dan ayırmak isteyen İngiltere ve Fransa’ya; arayıp da bulamadıkları fırsatları verdi.
İttihatçıların Türkçü, kavmiyetçi ve İslam karşıtı fikirlerle dinden çıktıkları, kafir oldukları; onun için de artık devlete itaat mecburiyeti kalmadığı ve isyanın farz olduğu yönünde fetvalar yayınlandı.
Britanya İmparatorluğu’nun Mısır Yüksek Komiseri Kitchener, Şerif Hüseyin ile ikinci oğlu Abdullah aracılığı ile temaslara başladı, daha sonra ünlü İngiliz casusu Lawrence etkili oldu ve süreci o yönetti.
İngilizler, Peygamber torunu Hicaz Emiri Şerif Hüseyin’i, tüm Arapların kralı ve halife yapacakları vaadiyle kandırarak 10 Haziran 1916’da Osmanlı’ya isyan ettirdiler.
1 Ekim 1918’de Şerif Hüseyin’in üçüncü oğlu Faysal, Şam’a girdi ve bir müddet Suriye’yi fiilen yönettikten sonra 8 Mart 1920’de Suriye Kralı oldu.
Buna rağmen Arap aydın ve siyasetçilerinin büyük bir çoğunluğu devletin yanında yer aldılar,
Ancak İngilizlerin büyük maddi ve askeri güçleri ile İttihatçıların yanlış politikalarını ısrarla devam ettirmeleri ile baş edemediler.
‘Şerif Hüseyin’i kandırarak…’ dememin sebebi ise şu,
Şerif Hüseyin’i 10 Haziran 1916’da isyan ettiren İngilizler; isyandan 25 gün önce, 16 Mayıs 1916’da İngiltere adına Sir Mark Sykes (1879-1919) ile Fransa adına François Georgis Picot’un (1870-1951) imzaladıkları anlaşma ile tüm Ortadoğu’yu aralarında paylaştılar.
Suriye ve Lübnan Fransa’ya, Filistin de dahil diğer bölgeler ise İngiltere’ye verildi. Fransa, Urfa, Antep ve Maraş’ı; Ruslar Bitlis ve Bingöl’e kadar Doğu Anadolu’yu, İngilizler İstanbul’u, Yunanlılar ise Ege’yi işgal etti.
Lenin, Rusya’da Ekim 1917 devrimini yapana kadar, Şerif Hüseyin’in bu olup bitenlerin hiç birinden haberi olmadı.
Rusya’da iktidarı ele geçiren Komünistler, Rus devlet arşivlerinde bulunan bu anlaşmayı 1918’de dünyaya duyurdular.
Emperyalistlerin esas varmak istedikleri hedef ortaya çıktıktan sonra Şerif Hüseyin ile İngiltere’nin arası bozuldu.
Aralarında 1924’e kadar, inişli çıkışlı bir süreç yaşandı.
8 Mart 1920’de Suriye Kralı ilan edilen Hüseyin’in oğlu Faysal’ı, Fransa kabul etmeyerek Şam’ı işgal edince; 4,5 ay sonra krallığı sona erdi.
Faysal, 1921’de İngiliz nüfuz bölgesi içinde bulanan Irak’a kral yapıldı. Ağabeyi Abdullah ise tarihte hiç olmayan ‘Ürdün’ diye bir ülke icat edilerek Ürdün Emiri yapıldı.
Hicaz’da İngiltere ile arası iyice bozulan Şerif Hüseyin, 1923’te Kıbrıs’a sürgün edildi, yerine ise en büyük oğlu Ali, Hicaz Kralı oldu.
Bir yıl sonra, 1924’te ise Mekke’den bin kilometre uzaktaki Riyad’tan getirilen Suudiler, Mekke’de Hicaz Kralı ilan edildi. Ali’de Irak’a kardeşinin yanına gönderildi, Şerifler’in Hicaz’daki egemenlikleri sona erdi.
Şerif Hüseyin, 1931’de hastalanınca Ürdün’e oğlu Abdullah’ın yanına geldi ve birkaç ay sonra öldü, Kudüs’e gömüldü.
Ölmeden önce, büyük bir pişmanlık içinde olduğu anlatılmaktadır.
Bir gün Ürdün Kraliyet Bandosu, İzmir Marşı’nı çalarken, oğlu Kral Abdullah babasının üzülmemesi için pencereyi kapatmak isteyince Şerif Hüseyin ‘Aç oğlum, aç dinleyeyim, vicdan azabım iyice artsın. Ta ki Cenab-ı Hak bu günahkar kulunu bu dünyada affetsin ve ahirette daha büyük cezadan korusun…’ dediği rivayet edilmektedir.
Irak, 1932’de İngiltere’den ‘bağımsızlığını’ aldı. Irak Kralı Faysal (1885-1933), bir yıl sonra 1933’te, İsviçre’de basit bir ameliyatta 48 yaşında öldü.
Kapsamlı bir otopsiye izin verilmedi, 21 yaşındaki tek oğlu Gazi Kral oldu.
İngilizlerin Ortadoğu’da uyguladıkları Arapları parçalayıcı ve aynı zamanda İsrail yanlısı politikaları, halk arasında tepkilere yol açtı.
Arap Birliği kurma ve Türkiye ile tekrar yakınlaşarak birlikte konfederasyon kurma yanlıları arttı.
Türkiye ile konfederasyon kurma yanlısı başbakan Hikmet Süleyman’ın Genel Kurmay Başkanı Bekir Sıtkı Paşa ve Hava Kuvvetleri Generali Muhammed Cevad, 11 Ağustos 1937’de; Ankara’ya gitmek üzere geldikleri Musul’da öldürüldüler.
11 Haziran 1913’te öldürülen Osmanlı Sadrazamı Mahmut Şevket Paşa’nın (1856-1913), 33 yaş küçük kardeşi olan Irak Başbakan’ı Hikmet Süleyman (1889-1965) da tutuklanarak, idama mahkum edildi, ancak idam infaz edilmedi.
Tiflis asıllı Gürcü Hacı Talip Beyzade Süleyman Faik Bey’in oğlu Hikmet Süleyman’ın kızı Ayser Hanım, Beyrut Amerikan Üniversite’sinde okurken tanıştığı Osmanlı Meclisi’nde Kerkük milletvekili Mehmet Ali Bey’in oğlu, Erbil Kalesi’nde konağı olan Emir-ül Ümera Ali Paşa’nın oğlu İhsan Doğramacı ile evlendi.
1939’da İkinci Dünya Savaşı başlayınca, Araplar arasındaki İngiliz karşıtlığı daha da yükseldi, Alman taraftarlığı artmaya başladı.
Genç kral, iki yıl sonra 1941’de Alman yanlısı bir darbe yapacak olan Seyyid Raşid Ali Geylani (1892-1965) ile yakınlaşmaya başladı.
1939’da henüz 27 yaşında olan genç kral, Bağdat’ta yeni aldığı otomobilinin frenlerinin boşalması sonu trafik kazasında öldü, 4 yaşındaki oğlu 2. Faysal tahta çıkarıldı, dayısı Hicaz Kralı Ali’nin oğlu prens Abdülilah Kral naibi ilan edildi. Çocuk Kralın annesi ile babası amca çocuklarıydı.
Ardı ardına gelen bu şaibeli ölümler halk arasındaki gerilimi daha da arttırdı.
1941’de darbe yaparak iktidarı ele geçiren Alman yanlısı Raşid Ali Geylani tasfiye edildi, Irak yine 1958’e kadar İngiltere’nin kontrolünde kaldı.
14 Temmuz 1958 günü, son Halife Abdülmecid Efendi’nin kızı Hanzade Sultan ile Mısır Kavalalı Hanedanı’ndan Mehmet Ali İbrahim’in kızı, nişanlısı Prenses Fazile’yi görmek üzere İstanbul’a gitme hazırlığı yapan Kral 2. Faysal; General Abdülkerim Kasım tarafından gerçekleştirilen bir darbe sonucu tüm ailesi ile birlikte öldürüldü.
Annesi, teyzesi, anneannesi, kral naibi olan dayısı Abdülilah ve çarşafla kaçmaya çalışan başbakan Nuri Said Paşa param parça edilerek öldürülenler arasındaydı.
Şerif Hüseyin Hanedanı’nın, Hicaz’dan sonra; Irak’taki egemenlikleri de böylece sona erdi.
Ünlü casus Lawrence de (1888-1935) şaibeli bir trafik kazasında 47 yaşında öldü.
fazla oku
Bu bölüm, konuyla ilgili referans noktalarını içerir. (Related Nodes field)
Bahtsız Prenses Fazile, sonradan eski başbakanlardan Suat Hayri Ürgüplü’nün oğlu Hayri Ürgüplü ile evlendi.
Ürdün’de ise 20 Temmuz 1951 günü Cuma namazında birlikte olduğu dedesi Kral Abdullah’ın, Kudüs’te Mescid-i Aksa’da öldürülmesi ve yerine geçen babası Tallal’ın ise bir yıl sonra psikolojik sorunları nedeniyle tahttan indirilmesi üzerine 1953’de, 18 yaşında Kral olan Hüseyin, 47 yıl tahtta kaldı.
47 yıl boyunca İngilizlerin sözünden çıkmadı; ülkeyi veliaht olan kardeşi Hasan ile birlikte yönetti.
Lenf kanserine yakalandı, aylarca ABD’de tedavi gördü.
Ölümünden sadece 2 hafta önce, Batılıların isteği üzerine 25 Ocak 1999’da anayasayı değiştirerek, yıllardır kader birliği ettiği kardeşi Prens Hasan’ı azlederek, yerine İngiliz eşi Muna’dan olan oğlu 2. Abdullah’ı atadı, ABD’ye döndü ve birkaç gün sonra 7 Şubat 1999’da öldü.
‘50 yıllık kardeşlik’, 50 yıllık kader birliği son hafta bitti, İngiltere ve ABD’nin istediği oldu!
2. Abdullah, 20 yıldır babasının çizgisinde göreve devam ediyor. O da babası gibi Batılıların hoşlanmadıkları bütün kardeşlerini ve akrabalarını görevden uzaklaştırdı.
Bugünkü Ortadoğu’yu şekillendiren 16 Mayıs 1916’da imzalanan Sykes-Picot Antlaşması çatırdıyor, tüm coğrafya yeniden şekillendiriliyor.
Yüz yıldır kan kusan, Ortadoğu bugün yine maalesef kan ağlıyor.
Geçmişi bilmeden geleceği kurtarmak mümkün değil.
Türk, Kürt, Arap…Yeni İttihatçılar ile günümüzün Şerif Hüseyin’leri el ele vermiş, yine bize tuzaklar kuruyorlar.
Çok akıllı, çok donanımlı ve hepsinden de önemlisi çok namuslu kadrolara ihtiyaç var.
* Bu makalede yer alan fikirler yazara aittir ve Independent Türkçe’nin editöryal politikasını yansıtmayabilir.
© The Independentturkish