Herkes Başkan Trump'ı azletmenin doğru karar olduğunu onaylamakta gerçekten istekli görünüyor, ama kimse şu soruyu sormuyor: Sırada ne var?
Uzağa değil, Boris Johnson'ın Birleşik Krallık'ta (BK) neler elde ettiği bakın ve ABD'nin başına gelebilecekleri anlayacaksınız. Azil, Trump'a 2020 başkanlık seçimlerini kazandıracak.
fazla oku
Bu bölüm, konuyla ilgili referans noktalarını içerir. (Related Nodes field)
ABD'nin farklı olduğunu söylediğinizi duyar gibiyim. Seçim sistemi, halkın öncelikleri, iki partili sistem ve hepsinden öte siyasi kültür. Tamamen doğru. Ama bu, sonucun kesinlikle farklı olacağı anlamına geliyor mu? Bundan epey şüpheliyim.
Gücün kötüye kullanılması, Kongre'nin engellenmesi ve benzeri birçok olaya dair böyle ikna edici ve esaslı kanıtlar varken Başkan Trump'ı azletmek yapılacak doğru şey olabilir.
Akıl sağlığı yerinde ve gerçeklerin farkında olan çoğu insan, Trump'ın Beyaz Saray'daki görevinden çoktan alınması gerektiğini bilmesi bir yana, ona başından beri orada olma şansı vermezdi. Ancak şimdi Trump'ı azletmek, aynı Brexit'teki gibi, Batı dünyasının liberal demokratik sistemi için eşi benzeri görülmemiş bir tehdit oluşturan aşırı sağ milliyetçilikte eşit derecede önemli bir yükselişe neden olacak.
Buradaki ironi her şeyin BK'da başlaması. Şubat 2016'da Britanya'da çoğunluk, beklenmedik bir şekilde Avrupa Birliği'nden (AB) ayrılmak için oy kullanmıştı. Bu olayı, aynı yılın kasım ayında yapılan seçimlerde Trump'ın ağızları açık bırakan zaferi takip etmişti. Şimdi büyük olasılıkla Brexit, 2020 başlarında resmi olarak gerçekleştirilecek. Yıl sonunda Trump da (bu sefer şaşırtmayarak) seçimleri kazanabilir.
2016'da görülen siyasi şok ve dehşet bu sefer görülmeyecek çünkü azil davası büyük ihtimalle Demokratlara zarar verecek ve Trump'ın mirasını güçlendirecek.
Hilary Clinton ve şimdi Nancy Pelosi gerçekten ne olduğunu ya da seçmenlerin, partinin sözüm ona temsil ettiği liberalizmi algılarken nasıl bölündüğünü anlamaya henüz hazır değildi. Daha da önemlisi, (merkez ve aşırı) sağın liberal gelenekten gelen seçmenin kalbini ve zihnini nasıl bu kadar hızlı kazandığını anlamaya da hazır değildi.
Bunlar oluyor çünkü ne yazık ki sağcı aşırıcılık, tarihin haklı tarafındaymış gibi görünüyor.
Nancy Pelosi, Trump'ın azil davasını Temsilciler Meclisi'ne sunarak doğru olanı yaptı, AB'den ayrılma anlaşmasının son haline karar vermeleri için Britanyalı seçmenlere referandum yapılacağı sözünü veren Jeremy Corbyn gibi. Ama ahlaki yanı bir yana, bazen siyasette doğru olanı yapmak sizi hiçbir yere götürmüyor.
Pelosi, azlin Senato'da kabul edilmeyeceğini ya da Trump'ın seçim kampanyasına hiçbir zarar vermeyeceğini biliyor. Demokrat Parti'yi bir arada tutmak için böyle tarihi bir gösterinin gerekliliğine inanıyor olabilir. Britanyalı seçmenler bu gösteriyi yakın zamanda izledi ve iyi sonlanmayacağını biliyor.
Liberallerin kavrayamadığı temel değişim, Atlantik çevresinde hüküm süren ve İkinci Dünya Savaşı'ndan sonra genişleyerek Batı'ya egemen olan liberal demokratik düzene şüphe duyuluyor olması. Şu anki yıpranmış haliyle demokrasi arızalı. Şili'den Hong Kong'a halklar, 21. yüzyıla ait isteklerini temsil edecek daha etkili alternatifler bulmak için mücadele ediyor. Bu, önümüzdeki 50 yıl boyunca kabarmaya devam etmesi muhtemel bir mücadele.
Anglosakson dünyada herkes sosyalistleri ve demokratları mevcut liberal demokrasinin bekçileri olarak görür. Çoğu kişi eski moda sosyalizme veya ücretsiz internete dair tiratlar duymak istemiyor. Boris Johnson'ın 50 bin hemşire işe alacağı ve 40 hastane inşa edeceğine dair asılsız iddialarına ya da ucube "Britanya'yı yeniden harika yap" sloganına kulak vermeyi tercih ediyorlar.
Sol görüşlü köşe yazarları ve Twitter'daki birtakım gürültücü sosyalist, Bernie Sanders'ın başkan adaylığını destekleyerek bunu ciddi bir eşzamanlı mesele haline getirmiş olabilir. Ama ABD'deki insanlar da "demokratik sosyalizm" ya da Bernie'nin "Yeni Düzen" siyasetine çok düşkün görünmüyor.
Nehrin liberal kıyısında duran çoğumuz, henüz Brexit'in BK'yı ne kadar derinden değiştirdiğini anlamadı ve hala Trump'ın azlinin akıntıyı onun lehine çevireceğini tahmin edemiyor. Atlantik'in her iki tarafında sürdürülen popülist "yalan siyaseti" o kadar etkili ve güçlüydü ki birçok kişiyi, "Son Karar" referandumu yapmanın ve Trump'ın azletmenin "halk iradesine" karşı "halk düşmanı" komplolarının bir parçası olduğuna ikna etti.
Seçim kampanyalarında saf ekonomiden kültüre yaşanan önemli değişim seçmenler üzerinde büyük yankı uyandırdı ve BK'da tüm siyasi haritanın yeniden çizilmesine neden oldu. İşçi Partisi'nin ve Liberal Demokratların liderleri, destekçilerini duymak istedikleri yalanlarla beslemek için gerçekleri yok etmekten çekinmeyen yeni, ahlaksız popülist lider türünün ayakları altında ezildi.
Kırmızı Duvar (Kuzey Galler'den İngiltere'nin kuzeydoğusuna uzanan İşçi Partisi'nin kazandığı seçim bölgeleri –çn.) yıkıldıktan sonra Amerika'nın Mavi Duvarı'nın (ABD'de Demokrat Parti'nin kazandığı eyaletler –çn.) da sallantıda olduğunu çok uzaktan görebiliyorum. Donald Trump 2016'da üç Mavi Duvar eyaleti Michigan, Pennsylvania ve Wisconsin'de zafer kazanmayı başarmıştı. 2020'de Demokratların kalelerinde hızla ilerleyebilir ve duvar tamamen yıkabilir.
Demokratlar, İşçi Partisi ve Liberal Demokratlarla aynı trene binip farklı yere ulaşmayı umuyor. Ne yazık ki onlar için tarih, çok daha tahmin edilebilir bir şekilde gelişiyor.
ABD ve Avrupa, son 5 yılda aşırı sağ bağnazlığın roket hızıyla yükselişine tanıklık etti. Bu sadece başlangıçtı. 2020'de varması muhtemel ikinci dalga bu bağnazlığın gerçek yükselişine şahit olacak. Ve liberal demokrasinin savaş sonrasında Avrupa'nın Anglosakson çaresi olduğunu düşünürsek, güvenilir bir direnişin ve liderliğin yokluğunda bu yükseliş yaygın bir Anglosakson hastalık halini alarak tüm kıtayı mahvedebilir.
*Bu makalede yer alan fikirler yazara aittir ve Independent Türkçe’nin editöryal politikasını yansıtmayabilir.
https://www.independent.co.uk/voices/
Independent Türkçe için çeviren: Ata Türkoğlu
© The Independent