Türkiye’nin NATO kozları: Turpun büyüğü heybede

Prof. Dr. Hasan Ünal Independent Türkçe için yazdı

Fotoğraf: Reuters

Geçtiğimiz günlerde Reuters haber ajansı, Türkiye’nin Doğu Avrupa ve Baltık ülkelerine NATO’nun yerleştirmek istediği birtakım silah sistemleri ve kuvvetler konusunda olumsuz/muhalif bir tavır sergilemekte olduğunu haber vermekteydi.

Doğu Avrupa ve özellikle de Baltık Ülkeleri Türkiye’nin bu tavrına anlam veremedikleri için Ankara’yı eleştiriyorlarmış; çünkü Türkiye, NATO üyelerinden PYD/YPG konusunda ortak tavır beklemekteymiş. 

Haberi ilk okuduğumda ‘nihayet’ sözcüğünü adeta haykırmak ister gibi oldum; çünkü onlarca yıldır Türkiye NATO içerisinde önemli kozları olduğunu adeta bilmiyor gibi hareket etmekteydi.

Bilmemesi söz konusu olamazdı; ancak kendi dış politika ve güvenlik sorunlarını NATO’nun içerisine taşımaya hiç bir zaman istekli görünmemişti. Bu da NATO içindeki ortaklarımızın çoğu zaman pek hoşuna gidiyordu. 

Türkiye’nin hep güvenilir ve ağır başlı müttefik olarak hareket etmiş ve NATO içerisinde sorun çıkarmamıştı. Oysa yapabilirdi. Örneğin Yunanistan’ın Avrupa Birliği (AB) içinde yaptıklarının bir kısmını biz de NATO içerisinde yapsak ne olurdu?

Hatırlayalım, AB, Sovyetler Birliği’nin dağılmasının ardından dikkatini komünizmden yeni çıkmış olan eski Doğu Avrupa ülkelerine çevirdiğinde Atina gayet kaba bir tavırla şantaja başlamıştı: Ya bizim Güney Kıbrıs Rum Yönetimi dediğimiz yapıyı Kıbrıs Cumhuriyeti adıyla ve bütün adayı temsilen AB’ye alırsınız ya da AB’nin bütün genişleme sürecini veto ederim diyerek...

NATO’da kaçırılan fırsatlar

O yıllarda AB bunun faturasını Türkiye üzerinden kolaylıkla çıkarmıştı. Türkiye’ye güya jest olarak Gümrük Birliği verilirken bu şantaj gündeme getirilmiş ve ardından Ankara’nın bitip tükenmek bilmeyen AB aşkını gayet güzel kullanarak... Nasıl mı?

Çok kolay olmuştu. Türkiye’ye ‘Ne yapalım Yunanistan AB içerisinde şantaj yapıyor ve AB’nin tarihi nitelikteki genişleme dalgasını veto edeceğini söylüyor. Dolayısıyla Atina’ya karşı gücümüz yok; Kıbrıs Rum Kesimi’ni Kıbrıs Cumhuriyeti adıyla ve tüm adayı temsilen AB’ye almak zorundayız; eğer siz bu konularda zorluk çıkarırsanız bu, sizin AB sürecinizi olumsuz etkiler’ demişlerdi. 

Oysa o yıllarda Türkiye gerçekçi bir AB politikası ve yine gerçekçi bir Yunanistan ve Kıbrıs politikasıyla NATO içindeki pek çok kozunu masaya sürebilirdi.

Mesela, NATO’ya alınması istenilen komünizmden yeni çıkmış ve şimdi bizi eleştirmeye kalkışan eski Doğu Avrupa ülkelerinin NATO’ya girişlerini KKTC’yi tanıma şartına bağlayabilirdi.

‘Nasıl olur ama’ diyecek olanlara da AB ve NATO genişlemelerinin birbirini tamamlayan iki süreç olduğunu, Yunanistan’ın bu sürecin AB tarafında böyle bir şantaja başvurduğunu ve AB’nin de bunu ciddiye aldığını belirterek kendisinin de NATO içindeki kozlarını ortaya koymasının gayet doğal olduğunu söyleyebilirdi.

Sonuç ne mi olurdu? Muhtemelen kaos... AB ülkeleri birbirlerine düşebilirler, AB’nin önde gelen ülkeleri Yunanistan’ı boğazlamaya kalkabilirlerdi.

Biz ise NATO’nun gayet kıdemli, güvenilir ve sadık bir müttefiki olarak ‘Gidin önce Yunanistan’ı ikna edin’ demekle yetinebilirdik.

Ya Kıbrıs meselesinin iki devlet temelinde çözümüne giden yol açılır ya da AB ülkeleri Yunanistan’a giden fonları vetolayarak bu ülkeyi şantajından vazgeçirmeye çalışırlardı. 

Ama maalesef yapılmadı. Şimdilerde Türkiye’nin NATO’daki kozlarını hatırlaması ve bu kozları alakasız gibi görünen başka konularda müttefiklerinden taviz almak için kullanması hala mümkün ve muhtemel.

Üstelik bu tavizler sadece PYD/YPG ile sınırlı da olmayabilir. Bunun çok daha ötesine götürülebilir.

NATO’yu gece kulübünde tesadüfen bir araya gelmiş ve birlikte dans etmiş arkadaşlar topluluğu veya Münih Bira Festivali gibi bir şey zannedenlerin kafasına bunun bir askeri ittifak olduğunu sokmamız gerekir ve bu işte veto hakkımızı ara sıra göstermek ve her defasında bir karşılık almak veya almaya çalışmak hiç de fena olmayabilir.

NATO içindeki tavrımız tamamen ‘ne kadar ekmek o kadar köfte’ şekline dönüşmelidir. Böyle olmadığı takdirde, hakkımızda sık sık tekrarladıkları güvenilir NATO müttefiki lafları onların aldatmacasının parçası olarak devam eder, bizim için de hamakat anlamına gelir.

Ne yapılabilir?

NATO’da vaktiyle fırsatların kaçırılmış olması bugün yapılabilecek hiçbir şey olmadığı anlamına gelmez. Tıpkı şimdiki örnekte olduğu gibi, NATO’nun Doğu Avrupa’da yapmak istediklerine muhalif bir tavır sergilemek ve karşılığında PYD/YPG konusunda ortak tavır beklemek örneğinde olduğu gibi...

NATO toplantılarından çıktıktan sonra her üye ülkenin Türkiye’nin PYD/YPG’ye yönelik harekatını eleştirmesinin, Türkiye’nin ‘Kürtleri katlettiğini’ söylemesinin müttefiklik ile bağdaşan ne tarafı olabilir?

Türkiye’nin ulusal bütünlüğüne ve milli güvenliğine yönelik açık bir tehdit oluşturan PKK/PYD ve türevleri konusunda NATO müttefikleri tam anlamıyla yanımızda olmazsa ittifak ilişkisinin orta vadede sorunsuz devam edeceğini beklemenin fazla iyimserlik olacağını göstermek gerekir.

Dolayısıyla bu tavır yerindedir ve başka konularda da gösterilmelidir.

Örneğin Türkiye ve KKTC’nin Doğu Akdeniz’de tamamen uluslararası hukuka uygun bir şekilde başlatıp devam ettirdikleri hidrokarbon arama ve sondaj faaliyetleri konusunda AB ülkeleri fütursuzca Türkiye aleyhtarı bir tavır sergileyeceklerse veya sergilemeye devam edeceklerse, bilmelidirler ki, o zaman da NATO’nun Balkanlar’da genişlemesini istediklerinde Türkiye’nin muhalefetiyle karşılaşabilirler.

Veya Türkiye NATO’ya üye olmak isteyen her ülkenin önce KKTC’yi tanımak zorunda olduğu şartını getirebilir.

Bu konuların birbiriyle doğrudan bağlantılı olması gerekmez; zira bir ülke için dış politika bir bütün olduğu gibi müttefiklik ilişkisi de bir bütündür.

AB’nin önde gelen ülkelerinin Yunanistan ve Kıbrıs Rum Kesimi’nin üye olmaları dolayısıyla yapabilecekleri bir şey olmadığı bahanesine sarılmaları tümüyle ikna edici olamaz; zira AB’nin güçlü ülkeleri isterlerse bu iki marjinal devletin bileğini AB içerisinde bükebilirler. 

Türkiye’nin NATO içerisinde takınacağı böyle bir tavır ABD’ye de pek çok mesaj iletmiş olacaktır. Şöyle ki, ABD Kongresi, Türkiye’ye yaptırım kararları alacak olursa, bilmedirler ki, Türkiye bu yaptırımlara hem ikili ilişkileri çerçevesinde hem de NATO içinden karşılıklar verme yolunu seçebilir.

Örneğin Kürecik radarından en fazla istifade eden ülkenin ABD ve dolayısıyla İsrail olduğu dikkate alınacak olunursa Türkiye bu radarın faaliyetlerine son verme yoluna giderek ABD’ye pekala karşılık verebilir.

Öte yandan NATO müttefikliğinin sadece lafta değil işinde ruhunda da olması sağlanamadığı takdirde, Türkiye Rusya aleyhine getirilen her karar tasarısını veto etme yönüne gidebilir; zira son yıllardaki gidişat göstermektedir ki, Türkiye’nin Rusya’ya bakışı ile ABD ve Avrupalıların pek çoğunun bakış açısı arasında ciddi farklılıklar vardır.

Ayrıca Türkiye NATO içindeki veto kartını kullanarak Rusya’dan Kıbrıs meselesi başta olmak üzere pek çok konuda istediklerini alabilir de...

Örneğin NATO içinde Rusya karşıtı tasarıları vetoyla başlayan bir sürecin THY’nin Kırım’a doğrudan seferler düzenlemesi, buna karşılık Rusya’nın KKTC Ercan havaalanına direk uçuşlara izin vermesi gibi jestlerle desteklenmesinin ardından Türkiye’nin Kırım’ı Rusya’nın toprak bütünlüğü içerisinde tanıması ve Rusya’nın da KKTC’yi tanıması süreci neden söz konusu olmasın?

Kısacası bugüne kadar NATO ortakları Türkiye’yi ittifak içinde karar alma sürecinde biraz ucuza kapatmışlardı. Üstelik bunu yaparken NATO müttefikliğinin lafzına ve ruhuna uygun davrandıkları da söylenemez.

Hem PKK ve türevleri konusunda hem de Türkiye’nin haklı olduğu Kıbrıs gibi sorunlarda sürekli olarak Ankara’dan taviz beklediler.

Öte yandan dünya son yıllarda hızla çok kutuplu hale geliyor ve Türkiye’nin NATO’dan beklentileri ile diğerlerinin ittifaktan beklentileri arasında bazen ciddi farklılıklar oluştuğu da ortada.

Dolayısıyla Türkiye’nin NATO içerisindeki kozlarını masaya sürmesi kadar tabii bir gelişme olamaz.

Hatta beklentilerimizin çok geniş ve kapsamlı olduğunu göstermek için şu anda PYD/YPG konusundaki tavrımızı aşırı bularak eleştirenlere turpun büyüğünün heybede olduğunu hatırlatmak da gerekebilir.

 

 

* Bu makalede yer alan fikirler yazara aittir ve Independent Türkçe’nin editöryal politikasını yansıtmayabilir.

© The Independentturkish

DAHA FAZLA HABER OKU