İslam ülkelerinde bugün yaşanmakta olan siyasi krizlerin en önemli nedenlerinden biri de etnik sorunlardır.
Kuzey Afrika'da Berberiler; Türkiye, İran, Suriye ve Irak'ta Kürtler; Suriye, Irak ve İran'da Azeriler; Sudan Darfur'da siyahiler; İran, Pakistan ve Afganistan'da Beluciler... etnik kimlikleri ile ilgili ciddi sorunlar yaşamaktadır.
Ayrıca İslam ülkelerinde yaşamakta olan Ermeni, Süryani, Nasturi, Rum, Kıpti... gibi Hıristiyan halkların da dini sorunlarının yanında etnik kimlikleri ile ilgili sıkıntıları vardır.
Ortadoğu'nun en kronik etnik sorunu Kürt sorunudur.
Kürtlerin, Birinci Dünya Savaşı sonrası Türkiye, İran, Suriye ve Irak sınırları içinde bırakılarak 4 parçaya bölünmeleri ve her biri birer ulus devlet olarak yapılandırılan bu devletler içinde 'yok' sayılmaları yüz yıldır sürmekte olan çatışmalı sürecin nedeni olmuştur.
Kürt sorunu çözüme kavuşturulmadan bu ülkelerin huzur ve istikrara kavuşması mümkün değildir.
20'nci yüzyılın başlarında Ortadoğu'yu dizayn eden ve sorunun kangrenleşmesinin en büyük sorumlusu olan Batılılar, hiçbir zaman adil ve gerçek bir çözüm istemediler.
Politikalarının ana ekseni çıkarları oldu. Bugün de durum aynı.
Ortadoğu siyasetinde Kürtler, başta ABD, Rusya ve İsrail olmak üzere dünya egemenlerince kendi çıkarlarının 'aparatı' olarak kullanılmaktalar.
"İslam ülkelerindeki tüm etnik sorunların nedeni ve tek sorumlusu Batılılar ve Batı destekli laik-seküler rejimlerdir, İslam'ın ve Müslümanların suçu yok" diyerek işin içinden sıyrılamayız.
İslam ülkelerinde sadece laik-seküler rejimler değil; başta İran, Türkiye, Mısır, Tunus olmak üzere birçok ülkede İslami dünya görüşüne sahip iktidarlar da iş başına geldiler. İran ve Sudan'da neredeyse 40 yıldır iktidardalar.
fazla oku
Bu bölüm, konuyla ilgili referans noktalarını içerir. (Related Nodes field)
Maalesef İslam ülkelerindeki İslami grup, örgüt, parti ve cemaatlerin etnik sorunlara yaklaşımları sorunlu.
Etnik çatışmaların bu kadar uzun sürmesi ve tahripkar olmasının en önemli sebeplerinden biri İslami düşünce de olanların önemli bir kısmının sorunu ya görmezden gelmeleri veya çarpık İslami anlayışları nedeniyle milliyetçi refleksler göstermeleridir.
Türk milliyetçilerine göre Türkler, “Allah'ın kılıcı” ve “Seçilmiş Millet”tirler.
“İslam, Türkler vasıtasıyla Viyana kapılarına kadar gidebilmiş, Selçuklulardan itibaren Ortadoğu'yu yüz yıllarca Türkler yönetmiştir.
Türkiye tarihten gelen bu misyonu nedeniyle lider ülkedir ve Ortadoğu'yu Türkler yönetmelidir.
Türkiye ayrıca tüm İslam ülkelerinin de ağabeyi durumundadır. İran, Şii olması ve tarih boyunca Osmanlı ile çatışması nedeniyle bu görevi üstlenemez.
Eğer bir İslam Birliği olacaksa bunun lideri de Türkler olmalıdır.”
Arap milliyetçileri de Türk milliyetçileri ile benzer bir söylem içindedirler.
Kuran'ın Arapça indirildiğini, Hz. Muhammed'in Arapça konuştuğunu söylemekte; İslam'ın ilk yayıcılarının Endülüs'ten, Orta Asya'ya; Sicilya'dan, Afrika içlerine kadar Araplar olduğunun altını çizmektedirler.
Onlara göre, “Persler(Farslar), ateşperest Zerdüşt Kisra’nın torunları, Türkler ise Harun Reşid döneminde Orta Asya'dan getirilen eski köleleridir.
Türklerin Müslüman olmaları peygamberden birkaç yüzyıl sonradır ve Müslümanlıktan önce hiçbir medeniyetleri yoktur.
Ne öğrenmişlerse Müslüman Araplardan öğrenmişlerdir. Dünün kölelerini bugün efendi olarak kabul etmeleri mümkün değildir.”
Pers (Fars) milliyetçilerine göre ise, “Türkler eski Turani bozkır göçebeleri, Araplar da çölde çekirge yiyen, savaştan ve devlet idaresinden anlamayan, deve çobanı, kaba, sert ve cahil bedevilerdir.
Perslerin 2 bin 500 yıllık bir devlet gelenekleri vardır. Şiir, musiki ve sanatta hiç bir toplum Perslerle boy ölçüşemez.”
Türk, Arap ve Pers milliyetçilerinin bu yaklaşımları oldukça sorunlu ve hastalıklıdır aynı zamanda da Ortadoğu'daki barış ve entegrasyonun da önündeki en büyük engeldir.
Müslüman kadroların iktidara geldikleri ülkelerde ciddi etnik sorunlar yaşanmaktadır.
Sudan'da İhvan-ı Müslimin yanlısı iktidar son 30 yılda ülkedeki etnik sorunları çözememiş, Güney Sudan'daki çoğunluğu Hıristiyan olan siyahiler yıllar süren bir savaştan sonra ayrı bir devlet kurmuşlardır.
Esas büyük olaylar Batı Sudan'da, “Furların ülkesi” olan Darfur'da yaşanmış, sorun merkezi yönetim yanlısı Müslüman Araplarla, yine Müslüman olan siyahi Darfurlular arasında bir iç savaşa dönüşmüştür.
İhvan yanlısı rejimin İslamileştirme siyaseti, siyahi Müslümanlarca eski Arap-siyahi husumetine dönüş olarak algılanmış, kendisi de bir İhvan mensubu olan Davut Bolad 1991 yılında merkezi Arap yönetimine karşı Darfur siyahi hareketini başlatmış, 1992'de öldürülmüştür.
Merkezi yönetim, çoğunluğu Araplardan oluşan “Cancavitler” adı verilen bir milis ordusu oluşturmuş, bu “Müslüman” Cancavitler korkunç eylemler gerçekleştirmiş, bu savaş döneminde 300 bin insan öldürülmüş, 60 bin kadına tecavüz edilmiştir.
Cezayir’de de kısa süreli FİS (İslami Selamet Cephesi) iktidarında da Araplaştırma siyaseti ülkenin kadim yerlileri olan Berberiler tarafından asimilasyon olarak görülmüş, Berberice ile ilgili talepleri görmezden gelinmiştir.
Malezya'daki İslamcılık ise birçokları tarafından, Müslüman Malay etnik grubunun Çinlilere karşı tepkilerinin dışa vurumu olarak değerlendirilmektedir.
Afganistan'da çoğunluğu oluşturan Peştunların; ülkedeki Tacik, Özbek, Hazara, Beluci...halklarıyla ciddi sorunları vardır.
Hak, hukuk, adalet, demokrasi talepleriyle zalim Baas rejimine baş kaldıran Suriye İslamcıları İstanbul'da düzenlenen toplantılarda tüm ısrarlara rağmen “Suriye Cumhuriyeti” ibaresini kabul etmemiş ve eski “Suriye Arap Cumhuriyeti” isminde direnmişlerdir.
İslam ülkelerinde İslami milliyetçilik, Pan-İslamcılığa ağır basmakta; çoğu kez İslamcılık, milliyetçiliğin “örtüsü-şalı” haline gelmektedir.
Hangi gerekçelerle olursa olsun İslamcı kadrolar “Ulus Devlet” kapanından çıkamamaktadırlar.
Birçok ülkede hakim ulusun resmi dili dışında diğer halkların ana dille eğitim hakları yoktur, farklı etnik kimlikler ya yasaklı veya kısıtlıdır.
Yer isimlerinin (köy, kasaba, şehir, dağ, ova, vadi, göl, ırmak...) değiştirilmesi en yaygın uygulamalardandır.
İslam inancına göre Müslüman olan Arap, Pers, Türk, Kürt, Boşnak, İngiliz, Rus, Alman... hiçbirinin bir diğerine etnik olarak bir üstünlüğü yoktur.
Üstünlük takvadadır, Allah'tan korkan ve sakınan bir Müslüman olmakladır.
Müslümanlar “Bir tarağın dişleri” gibi eşittirler.
Dillerin ve renklerin farklılığı Allah'ın iradesidir.
Müslümanlar arasında İslam hukuku açısından “azınlık”, “çoğunluk” da söz konusu değildir.
Farklı etnik kimliğe sahip tek bir Müslüman'ın bile diğer Müslümanlar ile hakları aynıdır.
Müslüman, Müslüman'ın zimmisi olamaz.
Sadece Müslümanların değil, gayrimüslimlerin de dilleri ve kültürleri yasaklanamaz.
Hz. Ali'nin ifadesi ile Müslümanlar din kardeşi, diğer insanlar ise Hz. Adem'den nesil kardeşidirler.
Hz. Osman döneminde Emeviler ile başlayan akraba kayırırcılığı İslam tarihinde etnik sorunların başlangıcı olarak kabul edilebilir.
Muaviye döneminden itibaren Emevilerin, Arap olmayan Müslümanları ikinci sınıf Müslüman olarak gören ve “Mevali” adı verilen politikaları; Ebu Müslim-i Horasani liderliğinde gerçekleşen Ehli-Beyt- Abbasi isyanının en önemli nedenlerinden biri olmuştur.
Günümüzde İslami referanslarla siyaset yapan kadrolar ne Batılı anlamda bir liberal-demokrat siyaset ortaya koyabilmekte; ne de gerçek anlamda ümmetçi bir Müslüman olabilmektedirler.
Bu ucube duruma mutlaka bir son verilmelidir.
* Bu makalede yer alan fikirler yazara aittir ve Independent Türkçe’nin editöryal politikasını yansıtmayabilir.
© The Independentturkish