‘Kahrolsun Dünya’

Altan Tan Independent Türkçe için yazdı

2014’te Şanlıurfa’nın Suruç sınırında Türkiye’ye girmek için bekleyen Suriyeli Kürtler… Fotoğraf: Bülent Kılıç/ AFP

“Batsın Bu Dünya” Orhan Gencebay'ın 1973'te çıkardığı, ortalığı kasıp kavuran albümünün adı.

Aynı zamanda da albüme adını veren en ünlü şarkısının adı. 

Bizim ilk gençlik yıllarımızda bütün minibüslerin, “Delikanlı kahvelerinin” hit şarkısı.

Umutsuzların, çaresizlerin, göğsüne jilet vuranların şarkısı.

Hayata en dipten başlamış, gün yüzü görmemiş, feleğin bin türlü sillesini yemiş; üstüne üstlük bir de hiç olmayacak bir işe kalkışarak mahallenin en güzel kızına sevdalanmış, en son ve öldürücü silleyi de ondan yemişlerin şarkısı.
 

Yazıklar olsun, yazıklar olsun
Kaderin böylesine, yazıklar olsun.
Her şey karanlık, nerde insanlık
Kula kulluk edene yazıklar olsun.

Batsın bu dünya, bitsin bu rüya
Ağlatıp da gülene yazıklar olsun
Dolmamış çileler, yaşanmamış dertler
Hasret çeken gönül benim mi olsun.

Ben ne yaptım kader sana,
Mahkum etti, beni bana.
Her nefeste bin sitem var
Şikayetim Yaradana.

Çıkmaz bir sokaktayım, yolumu bulamadım...
Batsın bu dünya...

Off, oooofff, oooofffffff...


Bir zamanlar bütün mitinglerin yapıldığı Diyarbekir Dağkapı Meydanı neler gördü neler!

Dile gelse de anlatsa!

29 Haziran 1925'te sabaha karşı 46 arkadaşı ile birlikte idam edilen Şeyh Said ve arkadaşlarını mı,

Haziran 1975'te Alpaslan Türkeş'in miting meydanına sokulmayışını mı,

1977 seçimlerinde Karaoğlan Ecevit'in mitinginde inşaat iskelesinin çökmesiyle ölenleri mi, 

Meydanı dolduran on binlerin hep bir ağızdan “Halklara özgürlük” sloganlarına, Ecevit'in sert bir ses tonuyla “Halklar yok, halk var” cevabını mı?

Ve daha neler, neler...

Tarih 14 Nisan 1991, Yer yine Dağkapı Meydanı. 

11 yıl cezaevinde binbir türlü işkenceye rağmen “Öldürmeyen Allah'ın öldürmediği” Diyarbekir Belediye Başkanı Mehdi Zana'nın tutuklu olduğu Eskişehir Cezaevi'nden çıkarak Diyarbekir'e geldiği ve aynı zamanda daha Halepçe Katliamı'nın acıları taptazeyken, Saddam Hüseyin'in Erbil'e hücum ederek, yeni katliamları başlattığı gün.

İktidardaki Anavatan Partisi hariç, Diyarbekir'deki tüm siyasi partilerin ortaklaşa düzenlediği muhteşem Saddam'ı protesto mitinginin yapıldığı gün.

Meydan hınca hınç  dolu, halk müthiş öfkeli, çılgıncasına, ara vermeden sürekli slogan atıyor.

“Vur gerilla vur, Kürdistan'ı kur” yeri göğü inletiyor.

Daha bir kaç yıl önce Fransa ve Almanya'dan alınan zehirli gazlarla Halepçe'de öldürülen binlerce masum Kürdün, yürek paralayan görüntüleri pankartlarda.

Dünyadan, Saddam'a karşı hiç bir ciddi tepki yok.

Almanya, Fransa, İngiltere, ABD, Çin... Ne şiş yansın ne kebap tavrında.

İslam Birliği, Arap ülkeleri Saddam'ın yanında.

Ama en önemlisi Marksist Kürt okumuşlarının yıllarca bel bağladığı Rusya'nın; Saddam'ı destekleyen açıklamalar yapması, Solcu Kürtleri çıldırtmış durumda.

Mitingi bütün partiler ortak düzenlemesine karşılık halk, Halkın Emek Partisi (HEP) konuşmacılarından başka hiç kimseyi dinlemek istemiyor ve konuşturmuyor.

Nefis bir Botan şivesiyle Kürtçe konuşan yılların Sosyalisti SHP il Başkanı Dağıstan Toprak konuşturulmuyor, taşlar, ayakkabılar, postallar, kol saatleri, bozuk paralar, ele geçen her şey atılıyor, havada uçuşuyor.

Doğru Yol Partisi adına konuşan kişi şaşırıyor, bir kaç kem kümden sonra korkuyla yarı Türkçe, yarı Kürtçe; "Ben de Kürdüm, ben de ji Kürdistan" diyerek sahneden iniyor, aslında kaçıyor.

Bir kaç ay sonra 5 Temmuz 1991'de gece yarısı kontrgerilla tarafından evinden alınarak öldürülen, cenazesi 2 gün sonra Maden'de bir köprü altında bulunan Vedat Aydın, konuşmacılara siper oluyor, kitleye sakin olmalarını dinlemelerini söylüyor, hiç kimse dinlemiyor.

HEP İl Başkanı Avukat Mustafa Özer, konuşmuyor! Avazı çıktığı kadar feryat ediyor!
 

Batı demokrasileri, emperyalistler, ABD, Almanya, İngiltere, Fransa hepsi bize ihanet etti,

Müslümanız, kardeşiz dediğimiz Araplar bize ihanet etti,

Yıllarca peşinden koştuğumuz, Sovyetler Birliği-Rusya, Çin bize ihanet etti,

Bütün dünya sessiz, bütün dünya suskun.


Kahrolsun Amerika, Kahrolsun İngiltere, Kahrolsun Fransa...

Kahrolsun Rusya, Kahrolsun Sosyalizm...

Bütün dünya bize düşman, 

Hawar, hawaaar, hawaaaar!

Kahrolsun dünyaaaa!


O gün Refah Partisi adına konuşmacı olarak ben görevlendirilmiştim.

Konuşmaya başlar başlamaz aynı tepkilerle ben de karşılaştım.

Ne yaptılarsa susmadım, önce ısrarla kendimi tanıttım ve konuşmaya devam ettim.

Babamın hatırına kitle birkaç dakika içinde sustu ve beni dinlemeye başladı.

Dilim döndüğünce,

Kürtlerin en büyük eksiklerinin makro bir siyaset ortaya koyamamak olduğunu, siyasetin salt duygularla değil, akılla ve ancak doğru bir stratejiyle yapılması gerektiğini anlatmaya çalıştım.

O şartlarda ne kadar anlatabildim, bilmiyorum.

Yalnız, o gün bu gündür Mustafa ağabeyin çığlıkları kulağımda.

O günü ve o çaresiz, perişan feryatları hiç bir zaman unutmadım.

Türkiye’nin, Suriye’nin Kürt bölgesine başlattığı harekatı hem Türkiye, hem de yurt dışından yayın yapan Kürt kanallarından izliyorum.

Kürt kanallarından birine çıkan orta yaşlı, köylü bir Kürt kadını Mustafa Özer gibi, “Dewleten Ewropaye be namus” “Namussuz Avrupa devletleri” diye haykırıyor.

“Anlı, şanlı Kürt siyasetçileri” Amerika bizi sattı diyor, bir kısmı hala ümidini kaybetmeden “Yok canım, bekleyin daha neler olacak” diyor.

Trump'ın her tweetinden olmadık anlamlar çıkarılarak, umut pompalanmaya çalışılıyor. Çoğu kendi söylediğine kendi de inanmıyor.

Daeş, Kobani'ye saldırdığında ABD uçakları Daeş'i bombalayınca “Bijî Obama” diye nara atanlar ise ortalıkta gözükmüyor.

Aynı kabus filmi yıllardır tekrarlanıyor!

Onlar oynatmaktan biz seyretmekten bıkmadık!

Aklıma Ocak 1946'da İran Kürdistanı'nda Rusya'nın desteği ile Mahabad Kürt Cumhuriyeti'ni kuran ve daha yıl bitmeden aynı yıl Aralık ayında Rusya'nın İngiltere ile anlaşarak İran'dan geri çekilmesiyle kaderiyle baş başa bırakılan ve Çar Çıra Meydanı'nda idam edilen Cumhurbaşkanı; son nefesine kadar dik ve şerefli Kadı Muhammed'in dramı geliyor.

1975'te Cezayir'de, İran Şahı Pehlevi'nin; petrol üreten ülkeler toplantısında, istediği her şeyi Saddam Hüseyin'den aldıktan sonra Kürtleri orta yerde bırakması üzerine perişan olan Molla Mustafa Barzani'nin çırpınışları, 

Hayatı boyunca onurlu duruşundan taviz vermeyen koca çınarın çaresizce ABD Başkanı Carter'a "Halkım yarım asırdan fazla bir zamandır ümitlerini bana bağladı, ben bu ümitleri şimdi size devrediyorum, yardım edin" yalvarışları;

Mesud Barzani'nin "Henry Kissenger'in asla elini sıkmam ve ölene kadar da affetmem. Babamın kahrolarak ölümüne o sebep öldü" sözleri; içimi eziyor.

Kürtlerin dramında herkesin suçu var. 

Özellikle de Müslüman kardeşleri Türkler, Araplar ve Perslerin.

Kürt kardeşlerine yıllarca sopadan başka bir şey göstermediler, hakkından hukukundan mahrum ettiler.

Kardeşleriyle eşit ve adil bir birliktelik kuracaklarına onu asimile etmeye çalıştılar ve bir 'Hamal' olarak gördüler.

Mücahit Bilici'nin tabiriyle her lazım olduğunda "Tonlarca yükü" of demeden sırtlayıp götüren, işi bitince ise bir kenara atılan ve unutulan “Hammal Kürt!”

Batılı, Doğulu, Kuzeyli, Güneyli devletler için ise tek önemli olan kendi çıkarları.

Gerisi laf ü güzaf!

Hak, hukuk, insanlık, adalet aramak nafile.

Bunu bilmek için filozof olmaya gerek yok!

Bugün dinleri, dilleri, coğrafyaları bir 22 Arap devleti hem birbirleriyle, hem de kendi içlerinde debeleniyorlar.

Filistinliler 100 yıldır bir serencam yaşıyorlar.

Petrol şeyhlerinin trilyon dolarları ise Yahudi bankalarında!

Siyaset zor zanaat.

Suçu kardeş Türklere, Araplara, Perslere; 

Batılı ABD, Rusya, Almanya, İngiltere'ye... 

İslam'a, Sosyalizme, Emperyalizme atarak işin içinden çıkmak en kolay yol!


Peki, Kürt siyasetçilerin hiç mi kabahatleri yok?

Yıllarca gariban Kürt halkını maceradan maceraya sürükleyen, 

Hiç bir zaman yaşadıkları dönemi ve güçler dengesini doğru değerlendiremeyen, 

Küresel güçlerin elinde oyuncak olan; 

Kerametleri kendilerinden menkul kişilerin hiç mi yanlışları yok?

80 milletvekili ile 102 belediye başkanlığını feda etmeyelim, silahların dönemi bitti diye feryat ettik. 

Onun içindir ki hendekler kazıldığında, 'Demokratik Özerklik' ilanları yapıldığında karşı çıktık. 

Abdullah Öcalan'ın, silahların ebediyen susturulması ve bundan sonra sadece demokratik mücadelenin yapılması gerektiğini söyleyen mektubunun okunduğu 2013 Newrozu'nu gerçek bir bayram olarak kutladık.

Demokratik mücadeleden başka yollar çıkmaz sokaktır dedik.


Çare;

Çözüm her şeye ve içerdeki tüm şöven olumsuzluklara rağmen yine de Türkiye'nin içinde.

Kürtçe bir atasözü var:

Herre dûr, were xweş

(Bildiğin uzun yoldan git, rahat dön)


En kestirme yol, ne kadar uzun ve zahmetli olursa olsun tam demokrat bir Türkiye için, demokratik mücadele.

“Kahrolsun Dünya” deyince dünya kahrolmuyor.

Türkü, Kürdü, Arabıyla... Kahrolan bizler oluyoruz. 

 

 

* Bu makalede yer alan fikirler yazara aittir ve Independent Türkçe’nin editöryal politikasını yansıtmayabilir.

© The Independentturkish

DAHA FAZLA HABER OKU