İnsanın günlük toplumsal ilişkilerinde etkisinde hareket ettiği iki olgudan biri vicdan, diğeri de hukuktur.
Hukuk, bizim dışımızdaki mercilerin düzen ve adaleti sağlamak için oluşturdukları kurallar bütünü iken; vicdan, iç dünyamızın doğru ve yanlışa ilişkin değerlendirmelerini içerir.
Hukuki olan ile vicdani olanın örtüşmesi ideal bir durumu ifade eder.
Ancak her zaman bu böyle olmuyor.
Bazen öyle olur ki bir karar gerçekten hukuki olduğu halde toplumun iç dünyasında yer etmeyebiliyor.
Yani, bir karar hukuki olduğu halde vicdani olmayabiliyor.
Örneğin, bir futbol maçında 90 dakika boyunca neredeyse tek kale oynayan bir takım, 92'nci dakikada yani uzatmalarda karşı takımın geliştirdiği tek bir atak ile maçı kaybedebiliyor.
Bu durumda, golü atan takım hukuken maçı kazanmıştır.
Evet, hukuken galibiyet onun hakkıdır ancak vicdanen o galibiyeti hak etmemiştir.
Dolayısıyla makul olan şey, bir eylemin sonucunun hukuka uygun olduğu kadar vicdana da uygun olmasıdır.
Yıllar önce vicdan ile hukukun örtüşmediği bir gelişmeye Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan'ın siyasi yaşamında şahit olduk.
Dönemin İstanbul Büyükşehir Belediye Başkanı Recep Tayyip Erdoğan'ın Siirt'te okuduğu bir şiir yargıya taşınmıştı.
Erdoğan, okunan şiir ile "halkı kin ve düşmanlığa sevk ettiği" gerekçesi ile hapis cezası almış ve siyasi yasaklı hâle gelmişti.
Bu yargılamanın hukuki açıdan hakkaniyete uygun olup olmaması bir yana sonuçta Erdoğan'a yönelik siyasi yasak cezası toplumun vicdanında yer etmemişti.
Toplumun algısına göre amaç hukuku tesis ettirmek değil, Erdoğan'ın siyasi yaşamının önüne geçmekti.
Toplumun vicdanına göre Erdoğan'ın hukuki olarak siyasi yasaklı hale getirilmiş olmasının hiçbir önemi yoktu.
Çünkü onlara göre siyaseten o başarılı bir liderdi ve büyük bir kısmı onu devlet başkanı olarak görmek istiyordu.
Nitekim siyasi yasağı kalktığında insanlar "bu kişi daha önce suç işledi, siyasi yasaklıydı, biz ona oy vermeyiz" demediler.
Erdoğan, kendisine atfedilen suçtan bağımsız toplumun gönlünde yer etmişti.
Kendisine oy veren çoğunluk için Erdoğan'ın siyasetteki başarısı hukuki mülahazaların ötesinde ona bir meşruiyet kazandırıyordu.
Aynı şekilde cumhurbaşkanı adayı olmak için gerekli olan "yükseköğretim mezunu olmak" şartını yerine getirmediği yani diplomasının olmadığı ve dolayısıyla cumhurbaşkanı adayı olamayacağı yönündeki iddialar da toplumun vicdanında yer etmemişti.
Erdoğan'ın fakülte mezunu olup olmaması bir yana o okur yazar olmasaydı dahi yine değişen bir şey olmayacaktı; siyasette rüştünü ispatlamış ve toplumun vicdanında ülkeyi yönetmeyi hak etmiş olmak hukuki engeli anlamsız hâle getirecekti.
Aslında son günlerde İstanbul Büyükşehir Belediye Başkanı Ekrem İmamoğlu'nun lisans diploması etrafında yürütülen tartışmanın yukarıda anlattığımız olay ile büyük benzerlikleri var.
Kim ne derse desin İmamoğlu, cumhurbaşkanlığı seçimi yarışında Mansur Yavaş ile birlikte Erdoğan'ın en büyük rakibi.
Yani İmamoğlu, insanların cumhurbaşkanlığı seçiminde aday olarak görmek istedikleri siyasi figürlerden biri.
Doğrusu İmamoğlu'nun Kıbrıs'taki Girne Amerikan Üniversitesi'nden İstanbul Üniversitesi İşletme Fakültesi'ne yaptığı yatay geçişin hukuki yönünü bilmiyorum.
Zaten ona yargı karar verecek.
Biz burada soruşturmanın hukuki olup olmadığını tartışmıyoruz; söz konusu soruşturmanın toplumun duygu dünyasında ne anlam ifade ettiğini sorguluyoruz.
Aynen Erdoğan'ı siyasi yasaklı hale getirerek onu siyasetin dışına atmaya çalışmak ya da lisans diplomasının "olmadığı" iddiası ile cumhurbaşkanlığı adaylığının önüne geçmeye çalışmakta olduğu gibi diplomasının "geçersiz" olduğu hükmü üzerinden İmamoğlu'nun cumhurbaşkanlığı adaylığının önüne geçmek -karar hukuki de olsa- toplumun vicdanında yer etmeyecektir!
Çünkü toplumun kahir ekseriyetinin algısı, İmamoğlu'nun (35 yıl önceki bir işlem üzerinden) diploması ile uğraşılmasının amacının adaletin tesis edilmesi kaygısı olmadığı siyaseten önünü kesmeye yönelik bir çaba olduğu yönündedir.
Bundan dolayı, hukuki sonuç ne olursa olsun diplomanın "geçersiz" olduğu hükmü üzerinden İmamoğlu'nun cumhurbaşkanlığı adaylığının önünün kesilmesi AK Parti'ye oy kazandırmaktan ziyade, oy kaybettirir.
Eğer diplomadan dolayı İmamoğlu cumhurbaşkanlığı seçimlerine giremezse CHP -büyük bir ihtimalle- onun yerine Mansur Yavaş'ı aday gösterecektir.
Kamuoyu araştırmalarında İmamoğlu'ndan da daha fazla oy aldığı kabul edilen Mansur Yavaş'ın, İmamoğlu'nun mağduriyet yaşadığı algısının çok güçlü olacağı böyle bir konjonktürde aday gösterilmesi durumunda seçimi kazanma şansı çok daha fazla olacaktır.
Son tahlilde, hukuk ve vicdanın örtüşmediği durumlarda kitlenin (hele hele bizim gibi duygu toplumunda) vicdanı hukuka tercih ettiğini unutmamak gerekir!
*Bu makalede yer alan fikirler yazara aittir ve Independent Türkçe'nin editöryal politikasını yansıtmayabilir.
© The Independentturkish