Görünürde dini ve kültürel, gerçekte ise son derece karmaşık bir siyasi manevrayı temsil eden Suriyeli Dürzi din adamlarının İsrail ziyareti, basit bir medya sunumuyla sınırlanamayacak veya salt törensel bir olaya indirgenemeyecek bir ziyarettir.
Suriye'ye Sünni İslam üstünlüğü ile güvensiz bir mezhepsel denge arasında gidip gelen bir anayasa vadeden yeni Şam rejimi altında gerçekleşen ziyaret, Dürzi topluluğunun tarihini, varlığını ve kimliğini belirleyen tehlikeli siyasal dönüşümlerin uzun tarihi bağlamında yer alıyor.
Dürziler, Fatımi el-Hâkim Biemrillah (996-1021) döneminden günümüze kadar uzanan uzun tarihleri boyunca, güç dengelerindeki çalkantıların ne anlama geldiğini deneyimlediler.
Suriye'deki genişleyen varlıklarının, Haçlılar, Osmanlılar, Hristiyanlar ve Fransızlar gibi diğerleriyle girdikleri savaşlarda veya örneğin, topluluğun iki kolu el-Kaysiler ve el-Yemaniler arasındaki en şiddetli iç ihtilaflardan kaynaklanan Ayn Dara Muharebesi (1711) gibi kanlı savaşlarda çokça dökülen kandan ayrı olmadığını hatırlıyorlar.
fazla oku
Bu bölüm, konuyla ilgili referans noktalarını içerir. (Related Nodes field)
Suriye'deki Dürzi nüfusunun sayı olarak küçük olmasına rağmen büyüklüğü, Lübnan Dağı'nda yeni toplumsal ve siyasal sınırlar çizen Ayn Dara'daki yerel Lübnan trajedisinden beslenmiştir.
Söz konusu trajedi, Ma'n hanedanlığının yıkılmasının ardından yönetimi Kaysilerden olan Canbolat ailesinin kontrolüne verdi.
Dürzilerin Yemani kolundan olan mağlup olanlar Cebel Havran ve Suriye sınırına sürüldüler.
O ovalarda ve tepelerde, dinsel, toplumsal ve siyasal yapısıyla, varoluşsal hesaplarıyla ayrıcalıklı bir Suriye Dürzi kimliği oluşturdular.
Tarihi Dürzi lider Sultan Paşa el-Atraş liderliğindeki Büyük Suriye Devrimi (1925-1927), çok geçmeden Dürzi siyasi kimliğinin katmanlarına yeni bir katman ekledi.
Devrim, başlangıçta bir iç isyan olarak ortaya çıkmış olsa da kısa sürede Cebel Havran sınırlarını aşarak daha geniş bir Suriye milliyetçiliğine ev sahipliği yaptı.
Suriye, Lübnan ve bölge tarihinin çalkantılı dönemlerinde, Dürzilerin omuzuna mezhepsel kimliklerinin kapalı yapısı ile geniş Suriye ulusal sahnesindeki liderliklerini sürekli olarak uzlaştırma yükünü yükledi.
O tarihten beri Dürzi kimliği, göreceli iç saflığın sınırları ile yerel bir topluluğun kaderini tüm Suriye'nin kaderiyle iç içe geçiren ulusal boyut arasında gidip geliyor.
Şam ve onu yöneten merkezlerle karmaşık ve her zaman gergin ilişkilerin hesaplarının yükü altında eziliyor.
Böylelikle Dürzi topluluğunun tarihine, Dürzilerin dağdaki konumları ile daha geniş Suriye anavatanındaki konumları arasındaki sürekli ve bazen gergin müzakereler damga vurdu.
Hermon Dağı'ndan Dürzi din adamlarının İsrail'e yaptıkları ziyaret aracılığıyla yapılan örtülü açıklama, kaygılarla dolu bu uzun tarihe ve Dürzi toplumunun ve kimliğinin kanlı oluşumuna bağlı.
Suriye'de ortaya çıkan yapılarda kendi çıkarlarına ve haklarına aykırı olabilecek hususlar olduğunu hissettiğinde, radikal seçeneklere hazır olduğunu gösteriyor.
Gerçek şu ki bu ziyaret, Şam'daki yeni rejim açısından rahatsız edici bir sembolizm taşımasına rağmen, Dürziler arasında bilinen bir siyasi mantığı akla getiriyor.
Bu mantık, topluluğun varlığı söz konusu olduğunda "harici bir garantör" ile iletişime geçmekte bir sakınca görmüyor.
Tıpkı İkinci Fahreddin'in, kendi toplumuna yönelik varoluşsal bir tehdit hissettiğinde İtalya'nın Toskana Dükalığı ile ittifak yapması gibi!
Dürzi ayrılıkçılık söylemleri ise Emir Ma'noğlu Fahreddin deneyiminin de işaret ettiği üzere dün olduğu gibi bugün de abartılı.
Onun deneyimi, Dürzileri, başkalarıyla birlikte, hiçbir zaman tek renk ve tek dini gruptan oluşmayan bir dağda toplayan, çoğulcu bir Lübnan toplumunun savunulmasıydı.
Gerçek şu ki, bugün doğmaya hazır ve Suriye ile İsrail'deki Dürzileri bir araya getirecek bir Dürzi oluşumu hayali içinde büyük bir aldatma taşıyor.
Çünkü bu iki kanat, derinliği 100 kilometreyi aşan ve Güney Suriye'deki yaklaşık 2 milyon Sünni nüfusa ev sahipliği yapan bir coğrafi alanın iki yakasında yer alıyor.
Bu da bizzat Süveyda dışında olduğu iddia edilen saf Dürzi varlığı yanılsamasını paramparça ediyor.
Ne coğrafi olarak aralarında iddia edilen Dürzi oluşumunun otomatik olarak yaratılmasına olanak tanıyan net bir bağlantı var, ne de iddia edilebilecek saf bir Dürzi nüfus var.
Ancak bugün Suriye Dürzileri, Cebel-i Lübnan'daki mezhepsel çoğulculuk için kırılgan bir istikrar sağlama amacıyla, Dürzilere eksen ve garantör rolünü yükleyen Fahreddin örneğini izleyerek, güneydeki Sünni komşularıyla temaslarını yoğunlaştırarak, yeni rejime ilişkin ortak siyasi ve müzakere pozisyonları oluşturmaya çalışıyorlar.
Öte yandan Dürzilerin ve genel olarak azınlıkların keskin pragmatik tercihleri ve dış koruma mekanizmaları ile sürekli temasları, bazen ağır kanlı sonuçlar doğurdu.
Bunun belki de en belirgin örneği, 1860 yılında Şam'da Hristiyanlara yönelik katliamdır; o sırada Fransa, Hristiyanları koruma bahanesiyle Suriye'nin iç işlerine müdahale etmiş ve iç çatışmayı açık bir uluslararası soruna dönüştürmüştü.
Buradaki en büyük ironisi ise katliam nedeniyle akan kanın, Osmanlı'nın Müslümanlar ile Hristiyanlar arasında medeni haklarda eşitlik tesis etmek amacıyla yayınladığı "Tanzimat" tarafından üretilmiş olmasıdır.
Zira bunun yerine Tanzimat, bugün İsrail'in yaptığı gibi Avrupa'nın, istismar etmeye hazır olduğu kanlı çatışmaların ve kolektif ayrışmaların derinleşmesine neden oldu.
Böylece Dürzilerin, birbiri ardına ağır ve çelişkili bedeller ödedikleri açığa çıkıyor.
Ya 19'uncu yüzyılın ikinci yarısında Osmanlı'nın onlara adalet sağlama çabalarının bedelini ya da daha önceki dönemlerde Osmanlı ile çatışmalarının bedelini ödediler.
En ironik olanı ise özünde Osmanlı İmparatorluğu ile Batı arasındaki daha geniş çatışmanın yerel bir yüzü olan, Osmanlı İmparatorluğu'nun Hristiyanlara karşı mücadelesinde bazı Osmanlılar tarafından kullanılmaları nedeniyle ödedikleri bedeldi.
Dolayısıyla Suriyeli Dürzi din adamlarının İsrail ziyareti koruma talep eden görünümüne rağmen, içinde miras alınmış, içsel bir korkuyu, Dürzileri çoğu zaman sert ve zor tercihler yapmaya itmiş ağır bir tarihi tecrübeyi de barındırıyor.
Bu anlamı ile yeni Şam'a, Dürzilerin genel Suriye dengesinde hakları olduğunu hatırlatmakla yetinmiyor.
Aynı zamanda geçmişine dönüp bakan, vaatleri tekelci bir iktidar ile tedirgin edici mezhepsel denge arasında gidip gelen bir rejimle ilgili endişelerini, müzakerelerle veya manevralarla dile getiren taraf olarak, azınlıkları bir kez daha büyük çatışmaların merkezine yerleştiriyor.
*Bu makalede yer alan fikirler yazara aittir ve Independent Türkçe'nin editöryal politikasını yansıtmayabilir.