SDG ile yapılan anlaşma doğru yönde atılmış bir adımdır

"Çöl uzmanları bunların tehlikelerini bilirler, amatörler ise görmeyen gözlerle yürürler"

Suriye Cumhurbaşkanı Ahmed eş-Şara, Şam'da tarihi anlaşmayı imzaladıktan sonra SDG Lideri Mazlum Abdi ile el sıkıştı / Fotoğraf: Reuters

Bölgedeki milis projesinin çatırdaması, ılımlılık ekseni ve barışseverler açısından çok büyük bir stratejik kazanımdır.

Bunun böyle olup olmadığını ülkeleri milisler tarafından hedef alınan, özlemini çektikleri barış yok edilen, istemedikleri bir savaş başlatılan ve hak ettikleri beklentileri yok edilenlere sorun.

Bu milisler, hamilerinin bölge üzerindeki nüfuzunu artırmak amacıyla kurulmuş, finanse edilmiş ve silahlandırılmıştı.

Bu amaçla çağdaş devlet anlayışıyla bağdaşmayan mezhepçi eğilimleri yeniden canlandırdılar.

40 yıldır birincisi İran halkı ve refahı pahasına, ikincisi de komşuları pahasına hedeflerine ulaşmayı başardılar.

Karşı proje ise tam tersini talep ediyordu; mezhepçiliği değil vatandaşlığı, iç barışla ve geleceğe yönelerek ülke halkının çıkarlarını ön planda tutmayı istiyordu.

Ama siyaset soruları sever, sınavlara bayılır ve "ya şöyle olursa?" sorusunu sormaktan zevk alır.

Peki, ya bir rejim milis projesini hezimete uğratmayı başarmışsa ama kendisi mükemmel değilse?

Ya tarihi ve söylemleri onun yönetim biçimiyle ilgili kaygıları artırıyorsa?

Ya madalyonun diğer yüzü görünür ve kısır bir döngüye girersek?

Ya şöyle olursa?

Ya böyle olursa?

fazla oku

Bu bölüm, konuyla ilgili referans noktalarını içerir. (Related Nodes field)

Burada önemli olan rahat bir konumda ve teorik düşünen birinin vereceği cevap değil, zira cevabı açık.

Onun için bunu reddetmek kolaydır. Sorun bu cevabın gerçekteki karşılığının şu olmasıdır; milislerin kalması.

O halde zorlu siyasi sorulardan henüz kurtulmuş değiliz.

Burada belirleyici olan, milis projesinin ateşiyle yanmış, kurtuluş gününün hayalini kurmuş ilgili tarafların vereceği cevaptır.

Onlar da "Ümidimizi koruyalım ve vaatlere güvenelim" dediler.

Görevi yerine getirmenin konuşmaktan daha zor olduğunun farkında olarak, Suriye geçici Cumhurbaşkanı Ahmed eş-Şara'nın verdiği güvenceleri kabul ettiler.

Sanırım hepsi psikolojik olarak sürprizlere hazırlandılar ve desteklenen rejimden kendisine duyulan bu güvenin büyüklüğünü fark etmesini, durumun ciddiyetini anlamasını bekliyorlar.


İran Devrimi’nin yıldönümü olan 1979 yılı ve Afganistan'daki savaş, ardından Mısır cumhurbaşkanına yönelik suikast ve iktidarı ele geçirme girişimi gibi, onu izleyen olaylar döneminden çıkış için ılımlı ülkeler tarafından büyük çaba sarf edildi.

Bu dönem, radikalliğin yaygınlaşmasına ve Müslüman toplumlar üzerinde kontrol sahibi olmasına, ülkelerin siyasal statülerine olumsuz etkide bulunmasına yol açtı.

ABD, Afganistan'daki mücahitleri "özgürlük savaşçıları" olarak adlandırarak destekledi.

Ancak 11 Eylül saldırılarından sonra bunu inkâr etti ve bölge ülkelerini suçladı.

Batı medyası da bölge ülkelerinin daha ağır bedeller ödediğini, daha büyük fedakarlıklarda bulunduğunu görmezden geldi.

İslamcı radikalliğin siyasi, ekonomik ve sosyal yükünün hesaplanamaz bedelinden bahsetmiyoruz bile.

Afgan "kurtuluş" savaşı da "Sovyet destekli despotluğa" karşı bir kurtuluş davası olarak başladı.

Çoğunlukla Afganistan'daki yabancı bir orduya yönelikti. Bir motivasyonu vardı.

Yani, zayıfken destek alan ve güçlenince dişlerini gösteren İslamcı siyasal aşırılıkla ilgili acı bir tecrübemiz var.

Ancak Suriye'deki yeni rejimi destekleyen ülkeler, onun liderliğinin önceki deneyimlerden ders aldığına güvendiler.

Bu derslerin en öne çıkanı; radikallere yönelik hoşgörünün sadece dış dünya için değil, onlar için de bir sorun olduğudur.

Afganistan'da mücahitlerin liderleri zaferden sonra iktidarı kaybettiler ve yabancı savaşçıların desteklediği en aşırı görüşlüler iktidarı ele geçirdiler.

İlk iktidar deneyimlerinde Afganistan'ı en uç, en hayalci ve en gerçek dışı cihatçı fikirlerin laboratuvarı haline getirdiler.

Sonuç olarak savaş ve yıkım geri döndü.
 


Bu düşünceleri açıkça gündeme getirmenin amacı Suriye'de istikrara zarar vermek değil, tam tersine istikrarın sağlanmasıdır.

Eski rejimin kalıntılarına değil, Suriye'nin geleceğine hizmet etmektedir.

Esad rejiminin yaşattığı trajedilerin ardından ateşli ve kızgın duygulara rağmen, herkesi kapsayan ve radikalleri izole eden bir formülden başka alternatif yok.

Suriye hükümeti ile SDG arasındaki anlaşmaya yönelik yaygın destek de bunun kanıtı.

Çoğunluğun toplumun çeşitliliğini kucaklayan bir liderlik istediğini, çatışma ve askeri kararlılık çağrısı yapanların ise sorumluluktan uzak, radikal bir azınlık olduğunu ispat etti.

Suriye toplumunun unsurlarının yönetime katılımı ne kadar fazla olursa, silahla elde edilecek zaferden daha büyük kazanç elde edilecektir.

Her bir grup katıldıkça, katılmayanlar üzerindeki baskı artmakta, hükümet yanlısı veya muhalifi olsun, radikal grupların tehdidi azalmaktadır.


Kuruluş aşamaları kritiktir.

Devam etme isteği, işaretlerini görmezden gelmemize ve umuttan iyimserliğe sapmamıza yol açar.

Bu aşama, köklü çıkarlara hizmet eden temeller üzerine inşa etmenin tek fırsatıdır. Suriye için istikrarı garantilemekte ve destekçilerinin işini kolaylaştırıyor.

Bölgesel destek, başta mezhepçi çatışma olmak üzere kırmızı çizgiler dışındaki riskleri kaldırabilecek bir kredidir.

Beşşar Esad, ne yaparsa yapsın ayakta kalmasını garantileyecek bir temele sahip olduğuna inanıyordu.

Bu inanç ona zarar verdi ve gerekli reformu yapma riskini almamasına yol açtı.

Sevenlerinin sözlerinin kabuğuna basarak kaydı.

Siyasetin kum kadar yumuşak yolları vardır.

Çöl uzmanları bunların tehlikelerini bilirler, amatörler ise görmeyen gözlerle yürürler.

 

 

*Bu makalede yer alan fikirler yazara aittir ve Independent Türkçe'nin editöryal politikasını yansıtmayabilir. 

Şarku'l Avsat

DAHA FAZLA HABER OKU