İsrail saldırıları Suriye, Türkiye ve Kürtleri nasıl etkiler?

Faik Bulut Independent Türkçe için yazdı

Kolaj: Independent Türkçe

ABD'nin Irak'tan çekilmesi, İran'ın Irak ve çevresindeki nüfuz alanını genişletmesine yaradı.

İran Devrim Muhafızları ve emrindeki Afganistanlı Fatımıyun Tugayları ile Pakistanlı Zeynebiyun Tugayları diye adlandırılan Şii milisleri Suriye'deki iç savaş nedeniyle ülkenin dört bir yanında mevzilenme fırsatını buldular. 

Neredeyse 70 bin silahlı milise sahip olan Lübnanlı Şii Hizbullah örgütü, Suriye ordusu ve milislerinin yanında aktif olarak iç çatışmalara katıldı.

Cihatçı örgütlere (IŞİD ve El Nusra Cephesi) ve Türkiye destekli Suriye Milli Ordusu çatısı altında toplanmış 11 farklı silahlı harekete karşı silah kullandı.

İran milisleri ile Hizbullah böylelikle Suriye'nin toplumsal dokusuna da el atmış oldular.

Örneğin Hz. Hüseyin'in bacısı Hz. Zeyneb'in Şam Yermuk yöresindeki kutsal türbesini kullanarak Ehlibeyt inançlı diğer Suriyelileri (Arap Alevisi, Dürzi, İsmaili gibi) Şiileştirmeye yönelik faaliyetlerde bulundular.

Benzer çabalarını Rakka ve Deyrizor mıntıkalarında da sürdürdüler.
 


Lübnan Hizbullah örgütü iç savaştan önce bilhassa devlet eski başkanı Hafız Esad döneminde izin almadan İran'dan askeri-lojistik destek alamıyordu.

İran da Suriye'nin onayı olmadan Lübnan'daki uzantısı sayılan Hizbullah'ın askeri-lojistik-örgütsel-finansal ihtiyaçlarına karşılayamıyordu.

İç savaşta (2011) çok sayıda militanını kaybeden Hizbullah ile İran, Suriye'yi kendine minnettar kılacak bir taktik değişikliğine gittiler.

Söz konusu ikilinin ilişkisi Devlet Başkanı Beşşar Esad'ın onayına gerek kalmadan devam etti.

Öyle ki bizzat Suriye yönetimi İran'a ulaşıp taleplerini sunmak ve ihtiyaçlarını temin etmek için bazen Hizbullah'ı arabulucu olarak kullanmaya mecbur kaldı.

İç savaştan son derece yorgun ve bitkin çıkan Suriye, iki aktif müttefiki İran ile Hizbullah'ın hemen her isteğini yerine getirdi.

2023 yılı itibarıyla İran'ın Suriye'deki mevcudiyeti şöyleydi:

55'i askeri üs ve 515'i kontrol noktası olmak üzere toplam 570 askeri varlık.

Buna karşılık Türkiye'nin bölgede 125 askeri mevzi ve üssü bulunuyordu.

Ekim 2023'den bugüne Gazze'de soykırım politikasını sürdüren İsrail, Eylül 2024'ten itibaren Hizbullah'a yönelik hava operasyonlarını yoğun bir şekilde sürdürüyor.

Gazze ve Beyrut operasyonlarını ortaklaşa yürüten ABD ile İsrail, İran ile bölgedeki uzantıları sayılan Hizbullah, Haşdi Şaabi ve Husi gibi hareketleri hedef tahtasına koyuyor.

Özellikle Hizbullah lideri ve kurmay kademesindeki 52 siyasi-askeri yetkilinin katledilmesinin ardından Başbakan Binyamin Netanyahu, "yılanın başı" diye tanımladığı İran'ı baş hedef olarak belirledi.

Netanyahu, 7 Ekim 2023 tarihli Hamas'ın baskın eylemini "değişim sürecinin başlangıcı" olarak tanımlıyor.

Hizbullah karargâhına atılan bombalar sonucu Nasrallah ile komutanlarının öldürülmesinin ardından Netanyahu zaten, "Yeni bir merhaleye girdik, hedefte İran var!" demişti. 

Gelişmelere bakılırsa, İsrail'in amacı sadece Hamas'ın yok edilip Gazze'nin kontrolü ve Hizbullah'ın bitirilmesiyle sınırlı değil.

Nitekim Eylül 2024'te Birleşmiş Milletler kürsüsünde konuşan Netanyahu farklı 2 harita sundu:

  • Melekleri temsil eden yeşil renge boyanmış "dost" ülkeler.
  • Şeytanı simgeleyen siyah renkli "düşman" ülkeler.

Siyah boyalı ülkeler arasında İran, Suriye ve Irak da yer alıyor. 

Görünen o ki İsrail, Filistin-Lübnan-Suriye'ye ilişkin savaş planlarında aceleci davranmıyor.

Hizbullah'ın savunma stratejinin omurgasını kara operasyonları yoluyla çökertme planını uygulamaktan şimdilik kaçınıyor.

Tersine, öncelikle bu örgütün güçlü olduğu bölge ve mevzileri havadan ve füzeler yoluyla vurup askeri deyimle "hedefi yumuşatma" yoluna gidiyor.

Bu arada İsrail Lübnan'ın güney sınırı ile Bekaa mıntıkasındaki yeraltı tünellerini devre dışı bırakmak istiyor.

Keza örgütün çok güvendiği yeraltındaki devasa cephaneliklerini (50 bin kadar roket, füze vs. ile) tahrip etmek suretiyle Hizbullah'ın caydırıcı gücünü işlevsiz kılmayı amaçlıyor. 

Bir yandan da Gazze operasyonlarına paralel olarak hem Hamas hem de Hizbullah'ın Güney Lübnan, Beyrut ve Şam'da bulunan kurmay-komuta kademesini tek tek yahut topluca imha etme planını uyguluyor.

Aynı şekilde Lübnan ile Suriye'deki İran Devrim Muhafızları ile bağlantılı Şii milislerin subaylarını bir şekilde katlediyor. 

Yukarıdaki verilere dayanarak şöyle bir tespit yapmak mümkün:

ABD ile İsrail askerinin ve istihbaratının ortak yürüttüğü operasyonlar çerçevesinde çok iyi hesaplanmış, kapsamlı bir askeri plan uyarınca Güney Lübnan, Golan Tepeleri, Şam ve Halep, hatta Suriye'nin kuzey kesimleri önümüzdeki savaş alanları olabilir.

Hâl böyle olunca da Gazze ve Beyrut'ta yürütülen amansız savaş, bilhassa Suriye ve Irak topraklarında mevcut olan silahlı odakları/birimleri etkileyip şimdiki dengeleri altüst etme potansiyeline sahiptir.

İdlib merkezli HTŞ çatısı altındaki cihatçı unsurlar, Türkiye'nin askeri denetimindeki Afrin, Tel Abyad, Ayn'ul Arap, Cisr'ul Şuğur, Halep ve Fırat nehrinin doğusunda faaliyet gösteren Suriye Demokratik Güçleri-SDG, İran-Suriye yanlısı Arap aşiret milisleri ve İran bağlantılı silahlı milislerle aşiretlerin konumları bu çerçevede değerlendirilmelidir. 

Suriye yönetimi ile Türkiye destekli sivil ve askeri muhalefetin ilişkileri de gidişata bağlı olarak değişkenlik gösterebilir. 1

Somut bir örnek verelim: Ekim ayı ortalarından itibaren İsrail'in Halep ve çevresini uçaklarla vurmasına eş zamanlı olarak Lazkiye yöresini bombalamasını izleyen HTŞ cihatçılar ile Türkiye destekli bazı silahlı milisler, savunmasının zayıfladığı düşünüldüğü Halep dolaylarındaki Suriye mevzilerine saldırı hamlesinde bulundular.

Rus uçakları havadan, Suriye birlikleri ise karadan muhalifleri yoğun bir şekilde bombaladılar.

Bölgedeki bazı Türk karakolları ve mevzileri de bu bombalardan nasibini aldı.

Böylece Türk birlikleri de harekete geçmiş oldu. 


Suriye, İran ile Hizbullah örgütüyle arasına niçin mesafe koydu?

İsrail'in Gazze ve Beyrut ile Golan-Şam-Lazkiye-Halep hattına yönelik saldırıları Şam yönetimini çok rahatsız etmemiş görünüyor.

Hizbullah ile İran'ın bütün gayret, ısrar ve baskısına rağmen savaş yorgunu Suriye ordusu İsrail'e karşı bir türlü misilleme yapmıyor.

O kadar ki Rusya'nın verdiği gelişkin hava savunma (S-300) füzelerini de kullanamıyor. Zira Rusya, buna izin vermiyor. 

Diğer yandan Gazze'de ölümüne direnen Hamas'ın dışarıdaki yetkilileri, birkaç yıl önce başkent Şam'ı ziyaret edip hükümetten aktif destek istemişlerdi.

Malum, iç savaş başlangıcında başta Müslüman Kardeşleri (İhvan) örgütü olmak üzere silahlı İslamcı muhaliflere el altından yardım eden Hamas rejimin devrilmesi için çalışmıştı.

Bu yüzden de ülkedeki büroları kapatılan örgüt temsilcileri, kendilerine arka çıkan Katar, Ürdün ve Türkiye'ye taşınmışlardı.

İç savaşta üstünlük Suriye ordusuna geçip de silahlı muhalefet başarısız olunca, Hamas bir şekilde özeleştiri yapıp İran ile tekrar ittifak kurdu ve onun vasıtasıyla Suriye rejimiyle barışma yoluna gitti.

Bu çerçevede Şam'ı ziyaret eden Hamas heyeti, hoş karşılanmasına rağmen Suriye yönetiminden istediği aktif askeri desteği alamadı. 

Suriye yönetiminin bu mesafeli tutumunu ülke medyasından izlemek mümkün.

Örneğin Suriye resmi yayın organları Gazze halkına yönelik imha operasyonlarını görmezlikten geliyor.

Özellikle Hamas direnişine dair haberleri es geçiyor. Sanki o bölgede çatışmalar yokmuş gibi davranılıyor. 

Suriyeli üst düzey yetkililerinin İsrail saldırganlığına ilişkin eleştirel sözleri de "dostlar alışverişte görsün" veya baş müttefiki İran yönetiminin gönlünü almaktan ibaret kalıyor. 

Suriye yönetimini ürkütüp son derece canını sıkan gelişmelerden biri de ekim ayının ortasında yaşandı:

İran destekli milisler (bilhassa Lübnan Hizbullah'ının Irak'taki radikal bir kolu) "cephede birlik" şiarıyla sahneye çıkarak Suriye-İsrail sınırını oluşturan Golan tepelerinde mevzilenip İsrail birlikleriyle (roket-füze atışı, taciz ateşi ve fiili vuruşma) çatışmaya başladılar. Tahminimce toplam eylem sayısı 175 civarındaydı. 

Roket-füze atışlarına ek olarak İsrail denetimindeki topraklara sızıp eylem yapma girişimleri de artınca İsrail birlikleri Suriye topraklarına birkaç defa girerek Hizbullah ile İran yanlısı (Devrim Muhafızları askerleri dâhil) milislerin mevzilerini yerle bir etti.

Ardından da havadan dağıttığı bildiriler yoluyla bölgede büro açıp karargâh kurmama hususunda bu tür oluşumları uyardı. 

Bu eylemler, Beyrut merkezli Hizbullah'ın güneyden İsrail'e yönelik roket-füze-top atışlarını andırıyordu.

Bundan rahatsız olan Batı Avrupa ülkeleriyle önde gelen bazı Arap ülkeleri (Suudi Arabistan, Birleşik Arap Emirlikleri, Katar, Mısır, Ürdün vs) el altından Devlet Başkanı Bişar Esad'a ciddi uyarı mesajları ilettiler:

İran'ın İsrail'e karşı hazırlayıp planladığı vuruşma projesine sakın katılmayın, ateş çemberi tuzağına düşmeyin!


21 Ekim'de Suriye Devlet Başkanı Esad ile Şam'da görüşen Ürdün Dışişleri Bakanı Eymen El Safadi de Kralı II. Abdullah'ın şu mesajını iletti:

Ülkenizdeki İran milislerini, Ürdün-Suriye sınırında konuşlanmış İranlı milisleri bölgeden çekin!


Kısa zaman içinde bu uyarılar fiili tehdide dönüştü. Mesela İsrail Genelkurmay Başkanı, "Eğer Suriye bu işe bulaşırsa Devlet Başkanı Esad'ın sarayını bombalarız!" dedi.

Dikkat edilirse, Esad ülkesini ve ordusunu İsrail'le vuruşmaktan alıkoyuyor.

Gelgelelim kendi ordusu ve milisleri onun verdiği talimatlara uymasına karşılık aynı konudaki emirleri İran destekli milisler nezdinde hiç de geçerli değil. 

Esad yönetiminin korkusunun kaynağı, İsrail'in hem Hizbullah hem de İran'a (Devrim Muhafızları ile Kudüs Gücü komutanlarına) yönelik trajik suikast ve ölümcül darbeleri değil.

Korkunun asıl kaynağı, Saray Muhafız Alayı komutanı Mulhim El Şıbıl'ın bacısı Luna Şıbıl'ın oluşturduğu casusluk şebekesinin Suriye'deki İran askerleri, milisleri ve Hizbullah komutanları hakkında İsrail istihbarat teşkilatı Mossad'a aktardığı bilgiler nedeniyle Tahran yönetimi tarafından töhmet altında bırakılmasıdır.

Nitekim Hizbullah, Şam'da suikast kurbanı olan kendi komutanları ile onlarca İranlı istihbarat ve ordu subayının ölümü yüzünden imalı bir şekilde Suriye rejimini itham etmişti.

Onlara göre; Esad yönetimi bu tür bilgi sızdırmalara göz yummakla şebekenin işini kolaylaştırmıştı.

Neticede şebekenin baş sorumlusu ajan Luna el-Şıbıl, biraz tertip/sabotaj kokan bir trafik kazasında hayatını kaybetti.

Ancak İran, bu kazanın "Suriye yönetiminin göstermelik oyunu olduğunu ve aslında İran istihbaratının olayın perde arkasını araştırmasını önlemek maksadıyla tertiplendiğini" varsaydı. 

Luna (1975-2024) sıradan bir kişi değildi.

Gazeteciliğe ülkesinde başlamıştı. Suriye televizyonunda çalıştı.

Lübnan kökenli Fransız vatandaşı Sami Kelib ile 2008 yılında evlendi.

Bu süre içinde Katar merkezli El Cezire kanalında spikerlik yaptı.

Ardından Suriye yanlısı El Meyadin kanalına geçti.

2011'de bu kanaldan ayrılıp Suriye Vatansever Talebe Birliği'nin eski başkanı ve Suriye milletvekili Mühendis Ammar Saati ile evlendi.

14 Kasım 2020 yılından beri de Suriye Başkanlık Sarayında müsteşardı.

Suriyeli muhalif basına göre; el-Şıbıl'ın Rusya ve Kremlin'deki karar odaklarıyla yakın ilişkisi vardı. 

Suriye resmi haber ajansı SANA, 2 Temmuz 2024 tarihli bülteninde Luna'nın bir trafik kazasında hayatını kaybettiğini duyurdu.

Devlet Başkanlığı makamından yapılan 5 Temmuz tarihli açıklamada, "Luna'nın naaşı 6 Temmuz'da resmi bir törenle defnedilmiştir" ibaresi yer aldı. 2

Şam yönetiminin ve bizzat Başkan Esad'ın önemli bir endişe kaynağı ise şudur:

Gazze'den sonra Lübnan ve Beyrut'a sıçrayan İsrail savaşının alevlerinin Suriye topraklarına da yayılabileceği ihtimali. 

Nitekim gerek Batı Avrupalı yetkililer gerekse Körfez'deki Arap ülkeleriyle Ürdün ve Mısır, son yıllarda ilişkilerini normalleştirdikleri Şam yönetimine öneri ve nasihat arasında şu uyarıyı yapıyorlar:

İran, Hizbullah ve Hamas ile arana ne kadar mesafe koyarsan o kadar iyi olur. Mümkünse onlardan kurtulmaya bakmalısın. Hatta İran ile Hizbullah ikilisinin Suriye toplumunu sosyokültürel ve siyasi temelde Şii mecrasına yönlendirme faaliyetlerinin önüne geçmelisin. İran tehlikesini İsrail'den uzak tutmalısın.


Belirtmek gerekir ki, Batılılarla bazı Arap yetkililerinin öneri ve nasihatleri gerçek anlamda İsrail'in yapılmasını şart koştuğu taleplerdir. 

Farklı muhalif kaynaklardan sızan spekülatif haber veya söylentilere inanılırsa, İran'ın Suriye'deki Şiileştirme projesi Başkan Esad'ın kardeşi General Mahir Esad komutasındaki Dördüncü Ordu saflarında yoğun biçimde hayata geçirilmektedir. 

Söylentilere inanılırsa:

İran yönetimi belli bir süre sonra Batılı ülkelerle (ABD ve AB) gizli bir uzlaşma planı hazırlıyor. Mutabakata varıldığında İran'ın haczedilmiş milyarlarca doları serbest bırakılacak ve karşılığında Hamas ile Hizbullah'ı desteklemekten vazgeçecektir. Aynı kapsamda İran, şimdiye kadar desteğini sürdürdüğü Esad yönetimini yüzüstü bırakacaktır. 3


Bu söylentiyi Batılı ve İsrail istihbarat çevrelerinin "psikolojik savaş ve algı yönetimi" çerçevesinde ele almakta yarar var.

Yine de bölgedeki kaygan zeminde bütün denklemler her zaman sürpriz değişiklileri de içinde barındırabiliyor. 


Savaş rüzgârları Kürtleri nasıl etkiler?

İsrail'in başkent Beyrut'a yoğun saldırılarından etkilenen Kürtlerin başında hem bu şehre yerleşmiş eski göçmenler hem de Suriye'deki iç savaş nedeniyle geçici olarak buraya sığınmış olanlar geliyor. 

Yazar Şaban Aslan'ın gelişmelere ilişkin haber-analizini Rupela Nû internet gazetesinden okuyabiliriz: 

Rojava Özerk Yönetimine yakın medyanın verdiği haberlere göre; İsrail-Lübnan savaşından dolayı 18 bin 875 Kürt Beyrut'tan kaçarak bölgeye geldi. Lübnan'dan dönen bu kişiler ya daha önce terk ettikleri evlerine yerleşiyor ya da akrabalarının yanında kalıyorlar. Bölgede ailesi ve akrabaları olmayanlar içinse barınma merkezleri kuruluyor.

Kimi Kürtler hasta oldukları ve yürüyemedikleri halde anavatanlarından ayrılmak zorunda kaldılar. Bazılarının yurt dışına çıkma belgeleri bile yok. Papaz Nihat Hasan'ın anlattığına göre gidemeyenler okullara yerleştirildiler. İki bine yakın Kürt Beyrut'taki kilisede kalıyor. Suriye'ye ulaşan dünyanın yetim çocuklarına (Kürtlere) Kızılay ilaç yardımında bulunuyor.

Esad rejimi, Suriye'ye ulaşan bazı Kürt gençlerini zorunlu askerliği gerekçe göstererek tutuklamaya başladı. Sebepsiz yere ölmemek için, İsrail-Lübnan savaşından kaçan bazı Kürtler, Suriye'nin kuzeyindeki özerk Kürt yönetiminin yanına sığınıyorlar.

Savaşın yayılmasını önlemek için uluslararası bir çaba olmasına rağmen tüm işaretler İsrail ve düşmanları arasındaki savaşın sadece Filistin, Yemen ve Lübnan çerçevesinde sınırlı kalmayacağını, büyük olasılıkla Irak ve İran'ı da kapsayacağını gösteriyor.

Burada bahsetmek istediğim şey, bölgedeki bu karmaşa içinde Kürdistan Bölgesi'nin durumudur. Bölge şu anda siyasi, ekonomik ve hatta güvenlik açısından Bağdat'a çok bağımlı hale getirildiği için, Irak'taki olaylar ve gelişmeler hızla Kürdistan Bölgesi üzerinde etki yaratabilir.

Ayrıca İsrail savaşının olası sonuçları ve bölgedeki herhangi bir değişiklik durumunda Kürtlerin herhangi bir kazanım sağlamasını engellemek için, Türkiye'nin PKK'ye karşı Irak Kürdistan bölgesi ve Rojava'da daha geniş bir savaş cephesi açma tehlikesi de var. 

Bu durumda siyasi güçlerin her zamankinden daha çok kendilerini toparlamaları, ilişkilerini yeniden düzenlemeleri ve Kürdistan'ı güçlendirmeleri gerektiriyor. Ne yazık ki siyasi partiler bunları düşünmüyor ve tüm dikkatleri birbirlerini kırmak üzerine, onların yüzünden Kürdistan'ın kırılmak üzere olduğunun farkında değiller. 5


Suriye'nin kuzeyine yönelik tehdit sadece güvenlik ve askeri durumla veya muhalif gruplar arasındaki kaosla sınırlı değil.

Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan, 1 Ekim'de Gazze Şeridi, Batı Şeria ve Lübnan'ın güneyine yönelik İsrail saldırılarının buralarla sınırlı kalmayıp Suriye'nin kuzeyine doğru genişletmeyi planlandığına dair uyarıda bulundu.

Suriye'nin kuzeyindeki çatışmasızlık bölgesi, İdlib ve Halep kırsalında zeytin ağaçlarıyla bezeli yeşil bir alanken bir savaş meydanına döndü.

Silahlı muhalif grupların açtığı ateş yüzünden tükenmiş haldeki bölgede herhangi bir çözüm de görünmüyor.

Ankara ve Moskova ise Suriye'nin kuzeyine yeni düzenlemeler dayatmak ve yeni bir tablo çizmek için baskıya devam ediyorlar.


Türkiye'ye gelince, bazı sürpriz gelişmeler yaşanıyor Kürt meselesi çerçevesinde:

Milliyetçi Hareket Partisi (MHP) Genel Başkanı Devlet Bahçeli, 22 Ekim'de Meclis'teki grup konuşmasında Abdullah Öcalan için "Tecridi kaldırılırsa, gelsin TBMM'de DEM Partisinin grup toplantısında konuşsun" diyerek işaret fişeğini patlattı. 

Ardından bir gün sonrasında Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan AKP il başkanları toplantısında açıklamalar yaptı: 

Türkiye'nin geleceğinde teröre yer olmadığını herkesin idrak etmesini bekliyoruz. Açılan bu tarihi pencerenin hesaplara kurban edilmemesini istiyoruz. Hep beraber terörün olmadığı Türkiye'yi inşa edelim istiyoruz...


Türkiye kamuoyunun yüzde 80'inden fazlasının "İsrail, Türkiye'ye müdahale edebilir" yönündeki kanaatine ve bilhassa dini kesimlerin Yahudi kutsal metinlerine dayanarak "Arzı-Mevud (Rab tarafından Yahudi halkına vadedilmiş Nil'den Fırat'a kadar uzanan topraklar) çerçevesinde İsrail'in Türkiye topraklarına göz diktiği" yolundaki yaygın kanaate rağmen yakın bir tehdit söz konusu değil.

Kutsal metinlerde ve hatta bunların Arapça-İngilizce tefsirlerinin yorumlarında çizilen Arz-ı Mevud haritası Suriye'nin bazı sınırlarını kapsasa bile Türkiye'ye asla ulaşmıyor. Bir anlamda teğet geçiyor. 

Evet, İsrail devletinin kurucu başbakanı David Ben Gorion, "Hiçbir zaman kendimize sınır belirlemedik, nereyi ele geçirirsek orası sınırımızdır" mealinde görüş belirtmiştir.

Lakin Türkiye söz konusu edilmediği gibi Arap olmayan Müslüman ülkeler (çember ülke teorisi) kapsamında Türkiye ile her zaman gizli-saklı müttefiklik ilişkisi sürdürülmüştür.

Esasen İsrail'in Suriye'nin derinliklerine yayılma ve İran-Irak-Suriye-Lübnan hattındaki Tahran yönetiminin askeri-lojistik yollarını kapatma, bölgedeki uzantılarını imha ederek Ayetullah yönetimini zayıflatıp tecrit etme ve ona diz çöktürme planı vardır.

Bu durumu gören Erdoğan, ister istemez endişe duymaktadır.

Çünkü İsrail'in Suriye-Irak-İran hattındaki her müdahalesi denklem ve dengeleri bozacak niteliktedir.

Bundan etkilenecek bölgeler arasında Rojava, Irak Kürdistanı, Kandil de vardır.

Nitekim Erdoğan endişesini şöyle dillendirmektedir:

Güneyimizde (PYD denetimindeki Rojava-FB) ve güneydoğu bölgesinde (Türkiye'deki Kürt coğrafyası-FB) kaos ve kargaşa çıkabilir. İsrail, terör örgütüne (PKK) yardım edebilir.


Bu arada belirtmek gerek:

İsrail'in PYD ve PKK örgütleriyle işbirliğine dair geçmişte ve mevcutta hiçbir kanıt yoktur.

Tersine, İsrail 1990'lı ve 2000'li yılların başlarına kadar PKK hareketine karşı Türkiye'ye uydu istihbaratı ve savaş malzemesi veriyordu.

Bu noktayı bir yana bırakırsak, Bahçeli-Erdoğan ikilisinin son zamanlarda başlattıkları iç cepheyi tahkim etme politikasının iki ayağı var, bunlara bakalım. 

Bir: silahlı Kürt tehlikesini bertaraf etmek isteyen Cumhur ittifakı, Öcalan ve DEM vasıtasıyla bu işi kotarma hesabındadır. Bahçeli ve Erdoğan'ın DEM için "Geçmiş hatalarından (Kobani vesilesiyle Diyarbakır kitlesel kalkışma) arınıp terör ile arasına mesafe koysun. Milli birlik beraberlik için bu mesele halledilsin!" demeleri bundandır.

Yani bir yandan Kürtler arasında ayrım yaparak birbirine karşı kullanma taktiği, diğer yandan DEM gibi kitlesel bir gücü Cumhur İttifakı'nın arkasında takma siyaseti. Bir anlamda ufak tefek tavizlerle Kürt kesimini, Erdoğan'ın çok önem verdiği meşhur "Beka" yani ölüm kalım mücadelesine katma projesi.


İki: Hukukçulara danışan Erdoğan'a "iki defa daha başkan olma hakkın var" denilmiş. Dolayısıyla Cumhurbaşkanı, yeni anayasa değişikliği için iki önemli muhalif parti sayılan CHP ile DEM yetkililerini "dış tehlike, milli tehdit, beka, milli birlik iç cepheyi tahkim" laflarıyla yanına çekip yeterli destek oyunu elde etmek niyetindedir.
Bazı tavizler karşılığında DEM Partisi'nin yeni anayasanın değişimi için gerekli olan 360 milletvekili oyunu tamamlayacağı varsayılmaktadır.

TUŞAŞ'a (24 Ekim) yapılan silahlı saldırı bu tür meselelerin hallinin ve çözümünün çok da kolay olmayacağına delalettir.

Her durumda barış ve çözüm, savaştan iyidir. Yeter ki Erdoğan ve Bahçeli, "bu açılım-kardeşlik" girişimini dar menfaatlerine feda ederek aceleci ve hesapsız davranmasınlar. 

Ekim ortasında TBMM eski Başkanı Bülent Arınç'ın İrfan Aktan'la yaptığı söyleşinin satır aralarında AKP iktidarına yönelik "altını boş bırakmayın" kabilinden uyarısı ciddiye alınmalıdır.

Daha da önemlisi Erdoğan-Bahçeli ikilisinin samimiyetleri iyi analiz edilmeden işe başlanmamalıdır.

AKP'li Şamil Tayyar her ne kadar "Öcalan çıkışı devlet projesi değil, Devlet Bahçeli projesidir" dese de ben bu girişimi bölgedeki aktörlerden (özellikle ABD-İsrail, Irak Kürdistan Bölgesel Yönetimi, İran vs) ve günümüzdeki gelişmelerden bağımsız görmüyorum. 

Kaldı ki Bahçeli kendi adına değil, dolaylı olarak devlet/iktidar adına konuşmaktadır ve dikkatle izlenmelidir.


Son not: Kürt açılımı aşamasında Kürtler kanlı baldıran zehri içtiler. Umarım Kürtçe deyimle, "Xapxapok veya Xapinok (çoban aldatan kuşu) avlayayım" derken bir kez daha uçuruma düşmezler.

Barış elini sıkıp görüşsünler ama hayalci değil çok gerçekçi davranıp imkânsız görüneni istesinler. 

 

 

Kaynaklar:

1. https://npasyria.com/195189/, 14 Ekim Ahmed Rihhal.
2. https://ar.wikipedia.org/wiki?, Luna El Şıbıl maddesi. https://www.aljazeera.net/politics/2024/7/21/, 21 Temmuz 2024.
3. https://npasyria.com/195233/, Ahmed Rihhal, 15 Ekim 2024.
4. https://portal.netewe.com/dunyanin-yetim-cocuklari-kurtler-ii/, Şaban Aslan, 15 Ekim 2024.

*Bu makalede yer alan fikirler yazara aittir ve Independent Türkçe'nin editöryal politikasını yansıtmayabilir. 

© The Independentturkish

DAHA FAZLA HABER OKU