Türkiye, Rusya, İsrail, AB, İngiltere, Ukrayna… Herkes gardını, Kamala Harris başkanlığındaki bir ABD'ye odaklanarak alıyor

Doç. Dr. İkbal Durre Independent Türkçe için yazdı

Fotoğraf: X

Son günlerde Devlet Bahçeli'nin hamlesiyle gündeme oturan tartışma, hiç kuşkusuz iç dinamikler ve siyasi hesapların yanında, bölgesel ve küresel çaplı birtakım beklentilerden bağımsız ele alınamaz.

Ortadoğu'daki gelişmelere ve diğer bazı detaylara girmeden, işin özü şu:

Türkiye, Rusya, İsrail, AB, İngiltere, Ukrayna… Herkes gardını, Kamala Harris başkanlığındaki bir ABD'ye odaklanarak almaya başladı. Sadece Türkiye'de değil, diğer ülkelerde de iç ve dış siyasetteki sıra dışı hamleler büyük oranda bununla bağlantılı.

Bu durumun Kürt sorununun çözümü anlamında bir fırsat yaratması "ihtimali bile sevildi", heyecan ve tartışma ortamı doğurdu.

Ben şahsen MHP liderinin attığı adımı, neden ve niçinine bakmaksızın, önemli buluyorum.

Kürt siyasetinden gelen temkinli ama yapıcı yaklaşımı da olumlu buluyorum; bunu peşinen söyleyeyim.

Amma velakin…

İktidar, hangi motivasyonla olursa olsun (çünkü bunun reel politik açısından bir önemi yok), eğer gerçekten bu anlamda Türkiye'nin uzun vadeli önünü açacak ve bölgedeki rolünü güçlendirecek bir hamle yapmak istiyorsa, ki dediğim gibi bunu yaparken kendi siyasi ikbalini de düşünmesi kaçınılmaz, bu iş artık konjonktürel, "günü geçirme" maksatlı göz boyayıcı birtakım çıkışlarla olmaz.

Sadece AKP ve MHP'nin istemesiyle de olmaz.

Peki, nasıl olur?

Devletin Kürtlere ve genelde bölgede Kürt faktörüne yeni bir bakış açısıyla yaklaşmak istediğine Türkleri, Kürtleri, bütün Türkiye'yi ikna etmesiyle olur.

Bu yapılamadığı sürece, değil el sıkışmak, yarın adı geçen siyasiler birbirine sarılsalar bile kimse ikna edilemez.

Çünkü hem Kürtlerde hem Türklerde bu konuda "siyaset ve siyasetçilere güvensizlik" oluştu.

Meselenin, biz "bir etle tırnağız", "benim de eniştem Kürt" gibi söylemlerle bir yere vardırılamayacağını artık anlayanlar anladı.

Biz "etle tırnağız" benzetmesini kullananların çoğu aslında "tırnağı da et olarak" görmek istiyor, öyle de görüyor.

"Peki, ne yapılmalı" sorusunun cevabı elbette bu yazının çerçevesini çok aşar; yeni oluşan şartları göz önüne alan uzun ve detaylı bir çalışma gerektirir.

Ama yine de somut bir örnek üzerinden yürüyelim. Bilindiği üzere, Kürt tarafından öne çıkan taleplerin başında ana dilde eğitim hakkı var.

Kuşkusuz bu çok önemli. Ama en az o kadar önemli bir başka husus, Türkiye'de bütün okullarda Türkçe olarak Kürtlerin tarihinin öğretilmesidir.

Çünkü Türk halkı Kürtleri tanımıyor. Dolayısıyla Kürt sorununu da anlamıyor.

Böylece Kürtler sadece potansiyel terör riski olarak algılanıyor.

Bu değişmeden gerçek anlamda bir ilerleme sağlamak çok zor.

Düne kadar Kürt yoktu, sonra Kürt var ama Kürt sorunu yok oldu, sonra sorun belki vardır ama "bunda sorun edilecek" bir şey yok, "vay şunları yok, vay bunları yok" vb. yani Kürtlerle ilgili her zaman bir şeyler yok olarak işlendi toplumda.

Oysa Kürtlerle ilgili yok denilen her şey var.

Örneğin, ülkenin en önemli tarihçileri bile bölge tarihini anlatırken, olay Kürt gerçekliğine gelince "kem, küm" edip geçiştiriyorlar.

Ne yapsın halk da bilmediği, tanımadığı, "olmayan" bir şeyin neyinin çözülmesinin istendiğini anlamıyor, anlamak istemiyor.

Maalesef "Kürt = potansiyel terör" algısı, kabul etsek de etmesek de toplumun büyük bir kısmının bilinç altına yerleşmiş durumda. Bu kırılmadan kökten bir değişim beklemek zor.

Bunları söylerken, diğer taraftan Kürt siyasetinin yapacağı en büyük yanlış da şu olur:

"Vay, bizi kandırmak istiyorlar, vay zor durumdalar o yüzden bize yaklaşıyorlar" vb. gibi tartışmaları reel siyasete yansıtmak.

Bunu siyaset yorumcuları yapabilir ama siyasetçiler varsa bir fırsat değerlendirmek için bu tür hiçbir getirisi olmayan yorumlardan uzak durmalı ve ayrıca karşı tarafı kendi kitleleri önünde zor durumda bırakacak eylem ve söylemlerden kaçınmalıdır.

Çünkü kimse aptal değil; kabul edelim ki Türkiye ekonomik, bölge siyaseti vb. açısından ne kadar zor durumda olursa olsun, bölgesel riskler açısından Kürtlerden daha zor ve riskli durumda değil ve olamaz.

O yüzden "havaya girmenin" bir anlamı yok.

Diğer taraftan iktidarın da Kürt siyaset aklını aptal yerine koyması ciddi bir hata olur.

Kürtler genel itibarıyla 100 yıl evvelki Kürtler olmadığı gibi, 10 yıl evvelki de değil.

Kürt faktörü, potansiyel olarak siyasetçilerinin yaptıkları ve yapabilecekleri hataları her zaman kompanse edebilecek boyutta, güçte oldu ve olacak.

O yüzden "bir kez daha kandırmakla" bu iş bitmez; en fazla ertelenir.

Ona da değmez, varsa öyle bir niyet "en iyisi hiç oynamayalım".

Tabii ki şöyle düşünenler de olabilir:

Çözülmezse bu sorun ne olur?

Hiçbir şey olmaz.

Türkiye, devlet olarak varlığına devam eder; Kürtler de böyle yaşamaya devam eder…

Lakin bu noktada bir anımı paylaşmak isterim.

Bir gün oğlum daha 4-5 yaşlarındayken Moskova'da bir deniz ürünleri restoranına gitmiştik.

Girişte buz üzerinde sergilenen deniz mahsulleri vardı; içlerinde kocaman kıskaçları bağlı Kamçatka yengeci hareket ediyordu.

"Oğlum bak, dev yengeç, hala yaşıyor" dedim, yüzüme donuk bir ifadeyle bakıp, "Baba, buna yaşamak mı diyorsun?" demişti.

Bu düşündürücü cevabı hep hatırlarım.

Yaşamaktan yaşamaya fark var.

Yani herkes her şeyi biliyor aslında.

Türkiye'de bu sorun çözülmese de yaşayıp gideriz tabii.

Ama hep beraber daha iyi yaşamak istiyoruz.

Mesele bundan ibaret.

 

 

*Bu makalede yer alan fikirler yazara aittir ve Independent Türkçe'nin editöryal politikasını yansıtmayabilir. 

© The Independentturkish

DAHA FAZLA HABER OKU