David Lynch'e ilişkin bir filmin senaryosunu kaleme alacaksak ilk sahnenin Lynch'in kurgusal kasabasında, Twin Peaks'teki bir kafede başlaması gerekir.
Yıllardan 1973.
Karmaşık saçlı sürrealist bir ressam her gün aynı saatte aynı masaya oturup bir kahve söyledikten sonra saatlerce boşluğu izliyor ve ismi "Eraserhead" (Silgi Kafa) olan filmini nasıl tamamlayacağını düşünüyor.
Lynch karakterleri, bir masada karşı karşıya konumlanırken birbirlerini sadece izlemezler; Paul Auster'ın romanlarında kullandığı ifadeyle "birbirlerinin yüzünü çalışırlar."
Bu noktada kullanılan sözcükler, sorulan sorular önemsizdir.
Lynch filmleri için olağan olsa da gündelik yaşamda iki kişinin hiç cümle kurmadan saatlerce birbirine bakması garip bulunacağından özünde ilgilenmedikleri konuları açarlar.
Ancak karşılarındaki kişinin ne söylediğini önemsemezler.
Burada iki karakterin bilinçaltı arasında gerçekleşen "kusursuz bir iletişim" söz konusudur.
Bu nedenledir ki Lynch sinemasında senaryo dikkat dağıtıcı bir araçtır sadece.
Lynch'in mesajını vermesi için sözcüklere ihtiyacı yoktur: Mesaj filmdir!
Lynch, neden bu kadar karanlık filmler çektiği yönündeki sorulara "çünkü burası karanlık bir yer" şeklinde cevap verir.
Lynch sinemasında "yabancılaşma", bireysel ve toplumsal boyutta çift katmanlı olarak işlenir.
Lynch, perdeye insan doğasının en karanlık unsurlarını taşırken aynı zamanda ileri endüstriyel toplumun güçlü bir eleştirisini de gerçekleştirir.
Lynch karakterleri, Kafka'nın Samsa'sı gibi bir kapana kısılmışlardır.
Bedensel ve ruhsal formları mutasyona uğrayan bu karakterlere toplum-sistem tarafından başka bir seçenek sunulmaz.
Hayatta kalmak için gerçekleştirdikleri karanlık eylemler, bu karakterlerin ruhlarını gitgide parçalayarak onları yok oluşa sürükler.
Lynch, karakterlerin eylemlerini aktarırken eleştirel-etik anlayışından hareketle nihilist bir konum alır.
İyi ve kötü hakkında yargıya vararak seyirciyi yönlendirip öğütler vermeye kalkışmaz.
Çünkü milyonları ölüme sürükleyen bir felaket yaşandığında veya bir tsunami şehirleri yok ettiğinde gerçekleşen şey Tin'in ilerleyişidir.
Tekil olarak nitelenen bütün olaylar ve karakterler kozmik bir puzzle'ın parçalarıdır.
Geçmiş-şimdi-gelecekte bütün olasılıklar aynı anda yaşanırlar.
Bu, bazı tutucu felsefe çevrelerinin yok saydığı Nietzsche'nin "Güç İstenci" kitabında ortaya koyduğu döngüsel zaman kavrayışıdır ve Lynch sinemasının temel itici gücüdür.
Lynch'in filmleri aşamalı olarak daha anlaşılmaz hale evrilen bir seyir izler.
Lost Highway, Blue Velvet'ten daha karmaşıktır; Mulholland Drive Lost Highway'den; Inland Empire ise hepsinden…
Lynch'in karmaşık tarzı, kolaya kaçan bazı eleştirmenlerin onun filmlerini "sürrealist bir bulamaç ya da anlamsız bir saçmalık" olarak tanımlamalarına neden oluyor.
Bu analizciler, Lynch'in birbiriyle ilgisiz video kliplerini birleştirip araya saçma replikler ekleyerek absürt eserler meydana getirdiğini, bu nedenle filmlerinin gizemini çözmeye yönelik çabaların boşuna bir uğraş olduğunu iddia ediyorlar.
Ancak Lynch sinemasının çok katmanlı yapısına nüfuz etmeye başladığımızda, filmlerindeki en küçük detayların dahi puzzle parçaları gibi iç içe geçerek "bütüncül bir resim" meydana getirdiğini görüyoruz.
Lynch filmlerindeki neredeyse hiçbir nesne, set görevlisi tarafından gelişigüzel yerleştirilmiyor; hiçbir şarkı, filmin bağlamından bağımsız olarak çalmıyor.
Lynch'in bu karmaşık anlatısı sinemanın edebi gücüyle sınırlı kalmıyor.
Hegel, Dostoyevski, Nietzsche, Kafka-, Jung, Fromm, Lacan gibi kuramcıların ve yazarların işledikleri temaları kendi özgün yorumuyla filmlerine entegre ediyor.
Sinemanın var olduğu alternatif gerçeklik alanında bu düşünceleri canlandırarak seyirciyle karakter arasındaki duvarı yıkmaya çalışıyor.
Lynch; Hegel'in "Geist"ını, Nietzsche'nin "bengi dönüş" anlayışını, Kafka karakterlerinin yabancılaşmasını, Jung'un arketiplerini, Lacan'ın "objet petit a" yaklaşımını, Fromm'un şiddetin kökenlerine ilişkin derin analizlerini filmlerine taşırken kendi lensinden bu yaklaşımlara yeni görsel biçimler veriyor.
Felsefenin müzikle, resim sanatının edebiyatla bütünleştiği bu multidisipliner sinema anlayışı, Lynch sinemasını çok yoğun bir üretim formuna dönüştürüyor.
David Lynch sinemasında "Arayış"
— Independent Turkish (@TurkishIndy) September 29, 2024
"Bir Lynch filmini izleyen 100 farklı kişi varsa 100 ayrı yorum söz konusudur. Filmlerinden sadece biri üzerine dahi bir döneme yayılan bir ders işleyebilirsiniz"https://t.co/zFBjWSACnm pic.twitter.com/MIWGNhBHEq
Eraserhead (Silgi Kafa), 1977
Lynch, Eraserhead'i en spiritüel filmi olarak tanımlar.
İçinde otobiyografik unsurlar da barındıran bu filmde ana karakterin iç dünyası üzerinden Kafkacı gerçeklik yorumu işlenirken, dış dünyasında parçası olduğu endüstriyel toplumun birey üzerindeki yıkıcı sonuçları yansıtılır.
Kapana kısılan karakter için "gerçek"le "imajiner" arasındaki perdeyi kaldırarak düşlerine sığınmaktan başka çıkış kapısı artık kalmaz.
Maddi zorluklarla ve depresyonla boğuşan Lynch bir dönem bu filmi asla bitiremeyeceğini düşünür.
Filmin belirsizliği özel hayatına da yansır ve eşiyle boşanırlar.
Filmin çekim süreci gitgide Kafka'nın Dava'sına daha çok benzemeye başlar.
Lynch bütün hayatının elinden kayıp gittiğini ve bu filmi bitiremezse yok olacağını hisseder.
Ancak meditasyonu hayatının parçası haline getirip zihninde barışı sağladıktan sonra filmi tamamlamayı başarır.
Stanley Kubrick, bir gün yakın arkadaşlarıyla birlikte bir evde kendi aralarında gerçekleştirdikleri bir sinema gecesinde favori filmini yanında getirdiğini söyler. Bu filmin adı Eraserhead'dir.
Sonrasında bu olayı Kubrick'in arkadaşlarından duymak Lynch için fazlasıyla cesaret verici olur.
Kubrick, The Shining'in (Cinnet) yapım aşamasında ekibinden Eraserhead'dekine benzer bir ortam yaratmalarını istemiş ve bu filmin kendine özgü tekinsizliğini sevdiğini ima etmiştir.
Lynch-Kubrick etkileşimi tek taraflı değildir. Benzer biçimde Lynch'in de The Shining'in çekim açılarından ve atmosferinden etkilendiği sonraki filmlerinde belirgin biçimde gözlenmektedir.
The Elephant Man (Fil Adam), 1980
Fil Adam, Lynch'in sinema çizgisinden bağımsız bir noktada durur.
8 dalda Oscar'a aday gösterilse de hiçbirini kazanamaz.
Bununla birlikte bu filmin ardından Lynch elit bir yönetmen olarak Hollywood'da tanınır ve Blue Velvet'le ilk önemli örneğini ortaya koyduğu kendi özgün sinema dilini biçimlendirir.
Lynch, filmin son sahnesinde çalan "Adagio for Strings" yorumunu tesadüfen radyoda duyar ve filmin yapımcısından bu kaydı bulmasını ister.
Yapımcı, bu kaydın farklı yorumlarının yer aldığı birçok plak getirse de Lynch radyoda dinlediği yorum dışındaki kayıtlardan tatmin olmaz.
Nihayetinde aradığı kayda ulaştığında filmin finalini bu kayıtla bütünleşecek biçimde çekerek oldukça dramatik bir formda filmi sonlandırır.
Eraserhead'de olduğu gibi Fil Adam'da da Kafka etkisi çok belirgindir.
Lynch, Kafka'nın Dönüşüm'de Samsa'nın mutasyonu üzerinden işlediği yabancılaşma olgusunu Fil Adam'da toplumsal bir arka plan üzerinden yeniden ele alır.
Fil Adam, Lynch'in egemen toplumsal yapının normlarını topa tuttuğu en politik filmi olarak değerlendirilebilir.
Dune, 1984
1980'lerin başlarında George Lucas, Star Wars: Return of the Jedi'ı (Yıldız Savaşları: Jedi'ın Dönüşü) çekmesi için Lynch'e teklifte bulunsa da Lynch öykü anlatım tarzı ve kişisel yaklaşımıyla uyuşmaması nedeniyle bu öneriyi reddeder.
Yıldız Savaşları kendi alanında bir kült statüsüne ulaşsa da Lynch'in psikolojik temalara yoğunlaşan karanlık yorumuyla çekilseydi nasıl olacağı günümüzde büyük merak konusu.
Sonrasında bilimkurgu temalı klasiklerin başında gelen Frank Herbert'ın Dune serisinin filmini çekme fırsatı geldiğinde, bu sefer teklifi geri çevirmez.
Ancak prodüksiyon ve montaj sürecinde nihai kararları Lynch'in almasına izin verilmez ve film gişede büyük bir başarısızlık yaşar.
Filme aktarılan öykünün süre sıkıntısı nedeniyle derinleştirilememesi ve filmin kullanılan görsel efektler açısından Yıldız Savaşları'nın gölgesinde kalması Dune'un ağırlıklı olarak olumsuz karşılanmasına yol açar.
Lynch, Dune'u "sonucundan en mutsuz olduğu filmi" olarak tanımlar.
Blue Velvet (Mavi Kadife), 1986
Blue Velvet (Mavi Kadife), Lynch sinemasının karakteristik özelliklerinin biçimlenmeye başladığı erken dönem filmlerdendir.
Dört farklı senaryo taslağı hazırlayan Lynch'in bu filmin senaryosunu yazma süreci oldukça sıkıntılı geçer.
Lynch'in senaryoyu tamamlamasında, gördüğü bir düşü hatırlayarak yaşadığı bilinç sıçraması etkili olur.
Filmdeki "Frank" karakterini oynaması için Dennis Hopper ilk seçenek olarak düşünülse de bu süreçte Hopper'ın alkolizmle ve psikolojik problemlerle boğuşması filmin yapım ekibinde yer alan diğer kişiler nezdinde kafa karışıklığı yaratır.
Hopper'ın bizzat Lynch'i arayarak "Frank karakterini ben oynamalıyım, çünkü Frank benim" demesi üzerine rol kendisine verilir.
Sonuç olarak sinema tarihinde bir karakterin bu kadar canlı perdeye taşındığı çok az örnek vardır.
Blue Velvet, Lynch'in müziği filmin tamamına nüfuz eden bir bilinçaltı unsuru olarak kullandığı filmlerin başında gelir.
Çekim aşamasında Lynch sıklıkla kulaklıkla müzik dinleyerek sahnelerin ve repliklerin arka plandaki müzikle uyuşup uyuşmadığını yakalamaya çalışır.
Sonuç olarak filme adını veren "Blue Velvet" isimli şarkı, filmin en vurucu sahnelerinde tekrar ve tekrar karşımıza çıkar.
Lynch, bu filmde vermek istediği mesajı tek bir şarkıya gizleyerek izleyicinin bilinçaltında kalıcı bir iz bırakmayı başarmıştır.
Wild at Heart (Vahşi Duygular), 1990
Vahşi Duygular'ı Lynch'in en Hollywoodvarı filmi olarak değerlendirebiliriz.
Lynch, bu yapımında karanlık ve travmatik temaları mizahi bir dille aktararak izleyicide algı karmaşası yaratır.
Quentin Tarantino'nun senaristleri arasında yer aldığı Natural Born Killers'ın (Katil Doğanlar) bu filmden ciddi biçimde etkilendiği söylenebilir.
Teknik olarak Katil Doğanlar, Vahşi Duygular'dan daha başarılı filmdir. Ancak Vahşi Duygular'ın aksiyon görünümlü sahnelerinin ardında Lacancı psikanalizden ve Fromm'un "şiddetin kökenleri"ne ilişkin yaklaşımından izlerin yer alması, filmin çok katmanlı bir yapıya sahip olmasının nedenidir.
Blue Velvet düzeyinde olmasa da bu açıdan Vahşi Duygular da izleyici açısından içinde rahatsız edici unsurlar barındıran bir filmdir.
Twin Peaks: Fire Walk with Me (İkiz Tepeler: Ateşte Benimle Yürü), 1992
Bu film, 1990-1991 döneminde yayımlanan Twin Peaks serisini bütünleyici niteliktedir.
ABD'nin en büyük televizyon kanallarından olan ABC'de yayımlanmasının etkisiyle Twin Peaks serisi zaman içinde kültleşerek kültürel bir fenomene dönüşür; Alan Wake ve Silent Hill gibi oyunlara ve sayısız diziye ilham kaynağı olur.
Twin Peaks, Lynch'i çok geniş kitlelere tanıtarak başyapıtlarının (Lost Highway, Mulholland Drive, Inland Empire) çekimi için gerekli kaynaklara erişimini sağlar.
Twin Peaks'te Kyle MacLachlan'ın canlandırdığı FBI özel ajanı Dale Cooper, aslında David Lynch'in alter egosunun bir karakter üzerinden cisimlenişi gibidir.
Lynch'in 1970'li yıllarda kahve dükkanlarında masaya bir kahve söyleyip saatlerce boşluğu izleyerek kesintisiz bir zihin akışına kendini bıraktığı anlardaki deneyimler, Twin Peaks'te yeniden canlandırılır.
Dolayısıyla Lynch'in o mekanda karşılaştığı karakterlere ilişkin aldığı notların Twin Peaks serisinde kullanılmış olma ihtimali çok yüksektir.
Lost Highway (Kayıp Otoban), 1997
Başından sonuna boğucu bir atmosferde geçen Lost Highway (Kayıp Otoban), sinema tarihinin en travmatik filmlerindendir.
Filme adını veren "yol" teması, normaliteyle şizofreni arasındaki çok ince çizgiye karşılık gelir.
Film, başından sonuna bu çizgi üzerinde ilerleyerek gerçekliği ikiye böler.
Filmin ikinci yarısında işlenen ikinci gerçeklik, özünde ilk modelin gölgelenmiş yansımasıdır.
Başlangıçta ne kadar parlak görünse de kaçınılmaz biçimde aynı karanlık sona savrularak birinci gerçeklikle üst üste gelir.
Filmin hayranları arasında çok popüler olan Gizemli Adam (Mystery Man) karakterinin neyi temsil ettiği konusunda bir uzlaşı olmasa da bu karakterin bir metafor olması güçlü bir olasılıktır.
Karakterin fiziksel görünüşü, insan algısını olumsuz düzeyde tetikleyen bazı viral internet içeriklerini andıracak ölçüde rahatsız edicidir.
Jung'un "gölge arketipi" düşüncesi ve Lacancı psikanaliz Gizemli Adam'ın analizinde yorum gücünü artıran başlıca yaklaşımlar arasındadır.
The Straight Story (Straight'in Hikayesi), 1999
Straight'in Hikayesi, Lynch sinemasının en iddiasız halkası olarak değerlendirilebilir.
Filmin senaryosu Lynch'e ait değildir ve sinematografik açıdan "Lynchian" kategorisinin dışında bir yapımdır.
Yalın bir yol öyküsünün işlendiği bu filmde Lynch, basit ve önemsiz görünen şeylerin büyük tutkuları harekete geçirebildiğini göstermek ister gibidir.
Transandantal Meditasyon ve Zen pratiklerinin Lynch'in zihninde sağladığı barışın yansımaları doğrudan bu filmde gözlenir.
Mulholland Drive (Mulholland Çıkmazı), 2001
Mulholland Drive, sinema eleştirmenleri tarafından Lynch'in en çok tutulan filmidir ve BBC gibi platformların tüm zamanların en iyi filmleri listesinde sıklıkla en üst sıralarda kendine yer bulur.
Bu yapımın ilk etapta bir televizyon dizisi olarak planlanması nedeniyle ucu açık bir son yazılır.
Ancak yapımı değerlendiren kanal yöneticisinin filme odaklanamaması ve "olumsuz" rapor vermesi nedeniyle zorunlu olarak filme dönüştürülür.
Ne var ki bu zorunluluk, Lynch'in 147 dakikalık bir filme birkaç sezonluk dizi malzemesini sıkıştırmasına engel olmaz.
Lynch, Mulholland Drive'da Lost Highway'de işlediği temayı farklı karakterler üzerinden derinleştirerek yeniden merkeze koyar.
Bu nedenle Lynch filmlerini izlemek için en ideal sıra, kronolojik sıradır.
Lost Highway anlaşılmadan, Mulholland Drive'a nüfuz etmek zordur.
Çünkü Lynch'in filmleri tek tek bir araya getirildiğinde, tematik olarak bir "bütün"ü oluştururlar.
Lynch'in sanat hayatına damgasını vuran "bütün"ü bulma arayışının beslendiği iki kaynak vardır: Erken dönem Hint felsefesi ve Hegel'de Geist düşüncesi.
Mulholland Drive'ın, üç katmanlı (sosyopolitik-psikolojik-felsefi) bir yapıya sahip olması nedeniyle bütüncül bir analizini gerçekleştirmek zordur.
Sosyopolitik katmanda Hollywood'un acımasız sinema endüstrisinin eleştirisi üzerinden Lynch, post-endüstriyel toplumda öznenin parçalanmasını tartışır.
Birbiriyle iç içe geçen ikinci ve üçüncü katmanlara ise analizcinin dikkatini dağıtan çok fazla imge serpiştirilmiştir.
Bu nedenle filmin nihai kırılma noktasını yakalamak zordur.
Lynch obsesif biçimde her filminde farklı karakterler üzerinden yeniden canlandırdığı "gerçek-hayali" ayrımını Mulholland Drive'da en üst formuna taşır.
Ve filmin izleyicide bıraktığı sarsıcı derecede umutsuzluk hissi Mulholland Drive'ı "bir modern zaman trajedisi" haline getirir.
Lynch, Mulholland Drive ile tıpkı antik çağlardaki tragedyaların etkisini uyandırarak izleyiciyi kendi doğasını sorgulamaya ve yeni bir yola çağırır.
Bu yol şüphesiz ki kategorik imperatifi benimseyen Kantçı'nın yolu değil tutkularının peşinden giden Nietzscheci nihilist-maceraperest-cesur insanın yoludur.
Inland Empire, 2006
Lynch, sinema alanında Eraserhead ile başlayan yolculuğunun Inland Empire ile en zirvede tamamlandığını düşünmüş olmalı ki bu filmin ardından süresiz olarak uzun metrajlı film çekmeye ara verir.
Inland Empire, ne sinema endüstrisi ne de sinemaseverler tarafından tam olarak anlaşılır. Filmin IMDB notu bunun göstergesidir (6.8).
Lynch'in en fanatik hayranları dahi konu Inland Empire'a geldiğinde olumsuz veya nötr bir pozisyon alma eğilimindedirler.
Lynch bu filminde çok fazla yeni tekniği sinemasına dahil ederek izleyiciyi afallatan bir deneyim sunar.
Birkaç kere izledikten sonra zihninizde bazı puzzle parçaları birleşmeye başladığı için filme bakışınız değişir.
Ancak filme gerçekten nüfuz edebilmek ve Lynch'in tam olarak yapmaya çalıştığı şeyi görebilmek için defalarca -tercihen birkaç aylık aralıklarla- izlemeniz gerekecektir.
Lynch'in tamamını dijital kamerayla çektiği bu filmin tamamlanması yıllara yayılır.
Üzerinde bitirme baskısı olmadığı için Lynch bu filminde deneyselliği son noktasına vardırma cesaretini bulur.
Zamana ilişkin Zen öğretilerinden ve Nietzscheci bengi dönüş düşüncesinden etkilenen Lynch'in bu filmi lineer bir zaman çizgisi üzerinde ilerlemez.
Lynch, Inland Empire'da "şimdi"nin salt "geçmiş"teki tekil olayların birikimi sonucunda biçimlenmediğini, gelecekteki yaşanmamış olguların da "şimdi"yi değiştirdiğini göstermeye çalışır.
Hatta bununla sınırlı kalmaz; zamanın iki uzanımının ("geçmiş" ve "gelecek") birbiri üzerinde dönüştürücü etkiye sahip olduğunu gösterir.
Örneğin bir Lynch karakterinin 2024 yılında Los Angeles'ta Hollywood Sign'ın önünde dikilmesinin nedeni; sadece 2014 yılında X ile bu tarihte görüşmek üzere yazışması değildir, 2034 yılında X ile karakter arasında yaşanan başka bir olay da 2024 yılında orada dikilmesinde etkilidir.
Lynch'in iç içe geçen bu karmaşık zaman algısında yolunu bulmaya çalışan Inland Empire'ın ana karakterinin çıldırmaması için geriye tek bir yol kalmıştır: Gerçeklikliğinden emin olduğu bir şeye tutunması ve onu kendi "sabit"i (Bu tema çok benzer biçimde Lost serisinde de işlenir.) haline getirmesi.
Kapanış
Bir Lynch filmini izleyen 100 farklı kişi varsa 100 ayrı yorum söz konusudur.
Lynch'i tek bir yazıya sıkıştırmak mümkün değil.
Filmlerinden sadece biri üzerine dahi bir döneme yayılan bir ders işleyebilirsiniz.
Örneğin Inland Empire'ı her biri üçer saatlik oturumlardan oluşan 12 derslik bir seminerde işleyebilir ve bu seminere sosyal bilimlerin 20'nci yüzyıldaki en önemli tartışmalarını sığdırabilirsiniz.
Ancak böyle bir seminer, bir kişinin üç saat süren monologlarıyla amacına ulaşamaz.
Farklı alanlara ilgi duyan katılımcıların aktif biçimde sürece dahil olması seminerin başarısını artıracaktır.
Bununla birlikte en özgün fikirleri öne süren ve Lynch'in filmlerini obsesif biçimde defalarca izlemiş katılımcılar bir araya getirilse dahi seminerin sonunda bir fikir birliğine ulaşılma ihtimali sıfıra yakındır.
Bu nedenle "Lynch sinemasında yaratıcılık" ve "Lynch sinemasının felsefi kaynakları" temalarını başka yazılarda daha detaylıca ele alacağım.
David Lynch sinemasına giriş niteliğindeki bu yazıyı Lynch'in kitabından bir alıntıyla noktalamak en doğrusu olacak:
Işık bir filmde, hatta bir karakterde bile büyük fark yaratabilir. İnsanların karanlıktan çıktığını görmeyi seviyorum.
*Bu makalede yer alan fikirler yazara aittir ve Independent Türkçe'nin editöryal politikasını yansıtmayabilir.
© The Independentturkish