Papa Francis, Papa İkinci John Paul'un Lübnan'a yönelik "ülke-mesaj" vizyonunu hatırlatıyor.
Tekrar tekrar "Lübnan bir barış projesidir ve öyle kalmalıdır" diyor.
Ama ülke ne anayasasında belirtildiği gibi yalnızca "tüm vatandaşlarının nihai vatanı" ne de özü siyasi anlamda "birlikte yaşamak" olan mesaj, ülkeyi kalıcı barış içinde yönetecek sosyal demokrat bir devlet olmadan tamamlanarak "dünyaya bir model" olamaz.
Ama bugün Lübnan sanki bir anıya dönüşmüş ya da sanal bir dünyaya aitmiş gibi görünüyor.
Bir "barış projesi" olan ülke, bağımsızlığından bu yana yalnızca savaşlar arasında birkaç istisnai barışçıl yıl yaşadı. İç savaşlar ve dış savaşlar eksik olmadı.
fazla oku
Bu bölüm, konuyla ilgili referans noktalarını içerir. (Related Nodes field)
Filistin silahlı mücadelesi günlerinde, Filistin Kurtuluş Örgütü ve İsrail güçlerinin oynadığı "Lübnan arenası" olarak anılıyordu.
Suriye vesayeti döneminde lakabı "Suriye'nin arka bahçesi" oldu.
Batı'ya karşı Beyrut'ta sert, Şam'da ise yumuşak bir oyun oynanıyordu.
İran'ın açıklanmamış vesayeti döneminde ise yeniden sadece bir "arena" değil, "arenalar birliği" stratejisinin bir parçası oldu.
Gazze savaşında Hamas'a destek arenası ve İran İslam Cumhuriyeti ve bölgesel projesinin savunma alanına dönüştü.
Filistin'in kurtuluşu için direniş ekseninin arenalarından biri, Tahran'ın "Batı Asya" olarak adlandırdığı Ortadoğu bölgesinden Batı nüfuzunu uzaklaştırmak için ABD ve Avrupalı Batı ile mücadele alanı oldu.
Dahası, değişim sosyal dokuyu da etkiledi. Bir dini grup lehine diğer dini grupları etkileyen demografik bir değişim yaşandı.
Dar Lübnan'da 2 milyondan fazla yerinden edilmiş Suriyelinin varlığı nedeniyle toplumsal değişim artık geçici değil.
Partiler ve akımlar arasındaki bölünmenin yoğunluğunun ve derinliğinin artması anlamında siyasi değişim, siyasi krizi ulusal bir kriz haline getiriyor.
Ülkenin neredeyse iki yıldır cumhurbaşkanının olmaması, Hizbullah'ın "direniş ekseni" içinde tek başına Gazze için İsrail'e karşı bir savaş yürütmesi artık ironik değil.
Anayasayı perde arkasında ya da özel meclislerde fısıltılarla gizlice askıya alan "Şii İkilisi"nin hakimiyetindeki "başka bir Lübnan"dan söz etmek artık ironik değil.
Başka bir Lübnan ne bir ülke ne de bir mesaj, daha ziyade İran'ın bölgesel projesi içerisinde kalıcı bir savaşın alanı.
Bugünlerde duyduklarımız arasında en hafifi, Lübnan'ın geçmişini, dengelerini, politikalarını, uzlaşılarını, Mişel Şiha'nın "yanlış anlama üzerinde anlaşmaya varma" hilesini unutma çağrısıdır.
Lübnan'daki oyunda, uzlaşıları ve dengeleri "dizayn etme"yi bilenler değil, aşırı güce sahip olanlar öne çıkıyor.
Bölgedeki oyunu ise İranlı, Türk ve İsrailli bölgesel oyuncular yönetiyor.
Netanyahu ne yaparsa yapsın, ABD ne yaparsa yapsın ve Arap liderlerin hareketlerinin temeli ne olursa olsun Gazze savaşı iki şey gösteriyor:
Birincisi İran, Devrim Muhafızları'na bağlı örgütler aracılığıyla vekaleten İsrail'e karşı savaşta tek güç haline geldi.
Bölgenin jeopolitik haritasında müzakere saati vurduğunda ABD ile müzakere masasında öne çıkacak birinci bölgesel güce, Çin ve Rusya'nın yanındaki güçlü oyuncuya dönüştü.
İkincisi ise, uluslararası toplumun Lübnan adına muhatap aldığı tarafın artık "Şii İkilisi" olduğudur. Lübnan Cumhuriyeti'nin bir cumhurbaşkanı yok, sadece Şii İkilisinin elinde bir araç olan geçici bir hükümet var.
Daha da tehlikelisi, Lübnan'ın stratejisiyle ilişkilendirildiği arenalar birliği, sadece Gazze savaşında Hamas'ı desteklemek için mevcut değil.
Bugün Gazze için yarın Yemen'deki Husi Ensarullah için yarından sonraki gün Iraklı Haşdi Şabi Güçleri, ondan sonraki gün de Suriye rejimi için var.
Ama dün, bugün, yarın ve her zaman İran rejimi, nüfuzu ve bölgesel projesi için var.
Batı, Gazze savaşı ve diğer savaşlardan sonra müzakere masasında Tahran'a istediğini sunmadan önce İran'ın Batı ile mücadelesi için mevcut.
Ancak karmaşık bir dünyanın kendisi için rekabet ettiği karmaşık bir Ortadoğu'da mesele bu kadar basit değil.
Basit soru şu:
Lübnan'da bir dini grup diğer dini gruplara üstün gelebilir mi?
Arap dünyası kendisini, rolünü ve geleceğini savunma yeteneğinden yoksun, yalnızca bölgesel nüfuz mücadelesinin sahnesi haline mi geldi?
Independent Arabia'nın aktardığı analize göre bunun en basit yanıtı,18 dini gruptan oluşan ülkede, bir dini grubun hakimiyetinin sonuçta başarısızlığa mahkûm bir proje olduğudur.
İran'ın bölgesel hakimiyeti de ne kadar füze, İHA ve silahlı ideolojik örgüt toplarsa toplasın, bir yanılsamaya yakın proje ve kabusa dönüşmesi muhtemel bir rüyadır.
Çağlar boyunca hiçbir güç Lübnan'ın kimliğini değiştirmeyi başaramadı.
Ortadoğu'yu tekeline alan, Arap dünyasına hâkim olabilen bölgesel veya uluslararası bir güç olmadı.
Ayrıca Gazze'deki Hamas hareketine arenalar birliği üzerinden verilen destek savaşı, tarafların birbirine zarar verebileceği bir yıpratma savaşıdır.
Ancak bu savaş, Tahran'ın bahse girdiği gibi hiçbir yere götürmez ya da jeopolitik haritada dramatik bir değişikliğe yol açmaz.
İsrail projesi, kendi askeri gücünün unsurları ne olursa olsun ve doğrudan Amerikan desteğine rağmen, silinmesi, topraklarından çıkarılması ve direnişinin engellenmesi mümkün olmayan bir Filistin halkıyla karşı karşıyadır.
Türk projesi, Mısır ve Tunus'ta Müslüman Kardeşler'in çöküşü ve Suriye'de Arap Baharı olarak adlandırılan dönemde başarısızlığa uğramasıyla çöktü.
Görünmezlik ile gücün birleşimi üzerine inşa edilen İran projesi, sonuçta bölgedeki ezici çoğunluğa ve büyüklerin çıkarlarına tosladı.
Büyük İngiliz tarihçi Arnold Toynbee'nin dediği gibi;
Zorluk ne kadar büyükse, teşvik de o kadar büyük olur.
*Bu makalede yer alan fikirler yazara aittir ve Independent Türkçe'nin editöryal politikasını yansıtmayabilir.
Bu makale Independent Türkçe için Independent Arabia gazetesinden çevrilmiştir.