Baştan söyleyelim, Ortadoğu’daki durum Amerika Birleşik Devletleri, İsrail ve İran açısından sürdürülebilir değildir.
Bu nedenle okuyacaklarınızı ilk cümle ışığında değerlendirin.
İsrail, İstanbul’un Beykoz ilçesi kadar bir alana sıkıştırdığı Hamas’ı 11 aydır bitiremedi, yenemedi.
Üstelik ABD ile Batı'nın askeri, ekonomik, istihbarat ve diplomasi desteğine rağmen bunu başaramadı.
Gözü dönen İsrail Başbakanı Netanyahu ise ABD’nin de onayıyla, tansiyonu daha da artıracak suikastların önünü açtı.
Hizbullah’ın önemli yöneticilerinden Fuat Şükür ardından da Hamas siyasi büro şefi İsmail Haniye öldürüldü.
Fuat Şükür, 1983 yılında, Beyrut’taki Amerikan karargahına bomba yüklü bir kamyonla düzenlenen ve 241 ABD askerinin öldüğü saldırıyı planlayanlardan biri.
Haniye ise Gazze’deki barış görüşmeleri için masadaki en önemli müzakereciydi.
İşte bu son gelişmeler nedeniyle, katıldığım her televizyon programında İsrail-İran savaşı çıkar mı? sorusuyla karşılaşıyorum.
Hatırlayın, Netanyahu, 7 Ekim saldırılarından sonra, “Hamas’ın yöneticilerinin soylarını kurutacağız” demişti.
İsmail Haniye’nin oğulları, gelinleri, torunları Gazze’de üçer beşer katledildiler.
Haniye’yi de hem de İran topraklarında öldüren İsrail’in büyük bir açmazı var.
Daha Gazze’de Hamas’ı yenememişken şimdi de kamuoyunu Hizbullah gibi daha etkili bir güçle savaşacağına inandırmaya çalışıyor.
Amerikan medyası, istihbarat raporlarına dayanarak yayınladığı yorumlarda, “İsrail’in, Hamas’ın direnişini kırdığı, büyük oranda etkisiz hale getirdiği iddiası doğru değil. Kassam taburları hala önemli oranda operasyonel” bilgisini paylaşıyor.
İsrailli üst düzey komutanlar ise “Ordu yıprandı, gücü tükendi. Yedek askerler de benzer durumda” şeklindeki uyarılarını açıkça yapamıyorlar.
Onların adına emekli generaller hemen hergün kamuoyuna bu uyarıları aktarıyor.
Ordudaki durum o kadar vahim bir noktaya geldi ki, İsrail Meclisi Knesset’in Savunma Komisyonu Başkanı Yuli Edelstein, bugüne kadar askerlikten muaf tutulan ultra Ortodoks Yahudi grubu Haredimlerden 2 bin 500 genci askere almak zorunda kaldıklarını duyurdu.
Haredimler ise ‘askere gitmektense ölmeyi tercih ederiz’ diyerek direniş başlattılar.
Ayrıca İsrail’in ekonomisi 1973’teki ağır krizden daha kötü bir durumda.
Ancak İsrail yönetimi biliyor ki her koşulda arkasında Amerika Birleşik Devletleri var.
Amerikan savaş gemileri Doğu Akdeniz, Kızıldeniz ve Hürmüz Boğazı civarına konuşlanmış, İsrail’e koruma kalkanı sağlıyorlar.
İsrail’in ihtiyacı olan para da ABD’den akıyor.
Tüm bunların verdiği rahatlıkla, İsrail’in Maliye Bakanı Bezalel Smotrich, “Rehinelerin serbest bırakılmasını sağlamak için Gazze’ye insani yardımların girişini engelleyerek 2 milyon sivili açlıktan öldürmek ahlaki olarak uygundur. Rehineler tünellerde çürüyor ve biz Gazze Şeridi'ni yardımla şımartıyoruz. Bu ahlak dışı ve adaletsizdir” diyebiliyor.
Şimdi İran’ın durumuna bakalım.
ABD ve İsrail tarafından birçok kez hedef alınan İran’ın itibarı ve inandırıcılığı aşındı.
Bu saldırılarda başta Kasım Süleymani olmak üzere önemli isimleri kaybetti.
İran tüm bu saldırıları, tehditler savurarak ve İsrail’in zarar görmediği misillemeler yaparak yanıtlayabildi.
İsmail Haniye suikastına vereceği yanıtın önemli bir İsrailli ismin ortadan kaldırılmasıyla anlam kazanacağını bilmesine rağmen bunu yapamayacağını da görüyor.
Çünkü İran, savaşa dönüşecek bu gerginliğin kendi çıkarına olmadığının farkında.
İşte bu nedenle, atabileceği en büyük adımın bölgedeki vekil güçleriyle birlikte roket, füze ve hava araçlarının kullanıldığı bir saldırı başlatmak olduğu öngörülüyor.
Hizbullah, Haşdi Sabi, Husiler, Hamas bunun için hazır bekliyor.
Unutmayalım ki İran, “öfkeden savaş çıkaran değil gerginliği tırmandırmakla yetinen” bir anlayışa sahip.
Hizbullah, İsrail ordusunun bölgede bugüne kadar mağlup edemediği tek güç.
Hizbullah’ın yaklaşık 80 bin kişilik silahlı gücünün 1500 kişilik bölümü özel kuvvetlerden oluşuyor.
Bunlar, bir cephe savaşı halinde İsrail’in kentlerine sızabilecek şekilde Rus ve İranlılar tarafından eğitilmiş birliklerden oluşuyor.
Hizbullah lideri Nasrallah, 6 Ağustos’ta İsrail’i tehdit ettiği konuşmasında, Türkçe ’Yavaş yavaş’ demişti.
Bunun anlamını Lübnan Meclisinde görev yapmış eski bir Hizbullah milletvekiline sordum.
İki çocuğu Türkiye’deki üniversitelerde eğitim görmüş ve Hizbullah Şura üyeliği de yapmış bu eski vekil, “Nasrallah kullandığı Türkçe kelimelerle, Türkiye’nin Gazze konusunda izlediği politikaya duyulan saygıyı gösterdi. Türkiye’ye ayrıca merak etmeyin biz tek başımıza İsrail’e hak ettiği dersi zamana yayarak vereceğiz dedi” yorumunu yaptı.
Bölgedeki Arap ülkelerinden Suudi Arabistan, Birleşik Arap Emirlikleri, Katar, Bahreyn, Ürdün ve hatta Mısır için İsrail artık bir düşman değil.
Öyle ki, İran’ın Nisan ayında düzenlediği karşı saldırıda, İsrail hava sahasını ABD, İngiltere ve Fransa savundu.
Ama İsrail’e koruma kalkanı sağlayan diğer ülkelerin ise Suudi Arabistan, Birleşik Arap Emirlikleri, Katar, Bahreyn, Ürdün ve Mısır olduğunu unutmayalım.
Kim derdi ki geçmişte İsrail ile savaşmış bu ülkeler bugün İsrail’i savunacak.
İşin bir başka acı yanı ise yukarıda saydığım Arap ülkeleri için Gazzeliler ve Filistin davası artık sırtlarından atıp kurtulmaya çalıştıkları bir soruna dönüştü.
İsrail’i rahatsız edebilecek Arap ülkeleri ‘BOP’ ve ‘Arap Baharı’ ile dizayn edilmişti.
Bu kapsamda iç savaşlar çıkarılan Suriye, Libya, Irak, Mısır gibi ülkeler güçten düşürüldü, yöneticiler değiştirildi.
Arap Baharı ve Trump dönemindeki Abraham anlaşmalarıyla İsrail için başlatılan dikensiz gül bahçesi yaratma süreci devam ediyor.
Şimdi sıra son dikenler olan İran ve vekil güçlerini kesmekte.
ABD, Ortadoğu’da vekil güçler kullanıyor ve onlar yetersiz kalınca devreye giriyor.
ABD’nin bölgedeki en büyük vekil gücü bir bakıma İsrail’dir.
Washington’un bölgedeki ikinci vekil gücü ise Suriye Demokratik Güçleri adı arkasına sakladığı terör örgütü PKK/YPG’dir.
Uzun yıllardır eğitip, ağır silahlarla donattığı, her bir mensubuna 400 dolar maaş verdiği (220 doları doğrudan örgüte gider) bu terör örgütünü şimdi İsrail’in yanında Hizbullah’a karşı da sahaya sürmeye hazırlanıyor.
Denklem şu: ABD, ana vekil gücü İsrail’i, İran’a karşı sahaya sürüyor.
İran da vekil güçlerini İsrail ve ABD’ye karşı sahaya sürüyor.
Ama ABD, İsrail ve İran çok mecbur kalmadıkça kendi aralarında doğrudan çatışmaya girmiyor.
İsrail, ABD olmadan İran ile uzun süreli bir çatışmaya zaten giremez.
Çünkü İran’ın coğrafi derinlik ve insan kaynakları, nüfus derinliği açısından böyle bir çatışmayı hazmetme ve zamana yayma kapasitesi yüksek.
Oysa aynı durum İsrail için geçerli değil.
Ancak İsrail’de yayınlanan, ama doğruluğu onaylanmamış bir istihbarat var.
Buna göre, İran Cumhurbaşkanı Pezeşkiyan, ruhani lider Hamaney’e, İsrail’e doğrudan bir saldırıdan kaçınılması gerektiğini söyledi.
Pezeşkiyan, açılacak bir savaşın İsrail’in, İran’ın altyapısını ve enerji tesislerini vurmasına, ekonomiyi felç etmesine neden olacağını dile getirdi.
Pezeşkiyan ayrıca savaşın, halkın rejime güvensizliğine, İran’ın çöküşüne yol açabileceği uyarısında bulundu.
Özetlediğim gelişmeler kapsamında Türkiye’nin durumu da çok önemli.
Bu konudaki değerlendirmeyi sonraki yazılara bırakalım, ama yazının başlığındaki soruyu yanıtlayarak bitirelim.
Türkiye, Gazze savaşının öncesinden itibaren Ortadoğu’daki savaşın içinde.
Türkiye, İsrail ile PKK/YPG üzerinden ve bir Ortadoğu ülkesi olan Suriye’de zaten çatışıyor.
*Bu makalede yer alan fikirler yazara aittir ve Independent Türkçe'nin editöryal politikasını yansıtmayabilir.
© The Independentturkish