En iyi elemanların devlete alınması doğru mu?

Prof. Dr. Ulvi Saran Independent Türkçe için yazdı

Fotoğraf: AA

Gençlerin, zekâ ve kavrayış derecesi en iyi olanlarının, 16 yıl düzenli ve sıkı bir eğitim döneminden geçirildikten sonra, yarışma sınavına tabi tutularak aralarından en iyi olanlarının memur statüsüne alınması ve kendilerine özel sektöre göre daha iyi ücret ve çalışma koşulları sağlanması doğru mudur?

Hayır! … Aksine, ülkenin aleyhinedir. Neden mi?

Çünkü devlet ve kamu kuruluşları, örgütlenme yapıları ve işleyiş düzenleri gereği toplumun gelişme ve kalkınma potansiyelini zayıflatan, çalıştırdıkları personelin bilgi ve becerilerini körelten ve içlerindeki ideali söndüren bir kıyım mekanizması olarak işlev görmektedir.

Bunun gerekçelerini sırasıyla açıklayalım:

1) Memurluk, daimî iş güvencesi sağlayan korumalı bir statüdür.

Memuriyete bir defa girenler, devletle Katolik nikahıyla evlenmiş olurlar ve zorunlu emeklilik yaşına kadar kendileri istemedikçe kimse onları işten atamaz.

Devlet memurları yasasında, çalışmayan ve görevini ihmal eden memurun işten çıkarılmasını düzenleyen ilkeler boş birer klişeden ibarettir. Verimsizliği nedeniyle veya çalışmadığı için işten atılan hiçbir devlet memuru yoktur.

Memura düşen, işin asgari gereğini yerine getirmek ve işten kaytarsa bile çalışıyor gibi gözükmektir.

2) Memurluk, kişiye kendini geliştirme fırsatı vermez.

Kişiyi geliştiren;

- Öncelikle, serbest çalışıyorsa kendi firmasının, başka bir şirkette çalışıyorsa kendisini istihdam eden firmanın rekabet piyasasında karşı karşıya kaldığı zorluklar ve iflas etme riskidir.

- Yine üstteki gereklilikle bağlantılı olarak, çalıştığı yerde performansına ve üretime katkısına göre değişen miktarda ücret alabilme imkanıdır.

Oysa bir devlet kurumu asla iflas etmez. Bu nedenle sıkı çalışma zorunluluğu duymayacak olan devlet memuru kendini geliştirmeyecektir. Ayrıca devlette usulünce işleyen “performansa göre ücret” sistemi asla kurulamayacağı ve az çalışanla çok çalışan hep aynı maaşı alacağı için memur kendini geliştirmeye ve daha çok çalışmaya hiç gerek duymayacaktır.

3) Devlet memuriyetinin sağladığı daimî güvence ve “konfor alanı” memurun başlangıçta taşıdığı ideal duyguları, ilerleme dinamizmini ve çalışma şevkini öldürür. Deyim yerindeyse memuru çürütür. Tıpkı doğal çevrelerinden koparılarak evcilleştirilen, rahat bir ortamda her türlü yiyecek ve bakım ihtiyaçları fazlasıyla karşılanan canlı türlerinin çevikliklerini ve avlanma yeteneklerini kaybetmeleri, hazır yemeye alışmaları ve giderek obezleşmeleri gibi…

4) Kamu personeli, yenilikleri ve güncel gelişmeleri izleme zorunluluğu duymaz.

Yeni ve güncel olana ilgi duymak ve kendini bu doğrultuda yenileyip geliştirmek, değişimin gereğidir. Değişim, biyolojik yapıların içinde bulundukları çevreye uyum sağlayabilmelerinin ve varlıklarını sürdürebilmelerinin zorunlu gereğidir. Sosyal ve ekonomik örgütler de tıpkı biyolojik organizmalar gibi içinde bulundukları ortama uyum sağlamak, değişim gereklerini karşılamak ve özellikle rakiplerinin gerisinde kalıp sistem dışına itilmemek için teknolojideki yenilikleri izlemek, güncel olanı yakalamak ve bünyelerine uyarlamak zorundadırlar.

Ancak, rekabet piyasasında kaçınılmaz olan değişime ayak uydurma gereği, bütçe ödenekleri her yıl devletçe düzenli olarak sağlanan, kuruluş gerekleri ortadan kalkıp bütünüyle işlevsiz hale gelseler bile çalışanları zorunlu emeklilik yaşına kadar iş garantisine sahip olan kamu örgütleri için geçerli değildir.

Üniversitelerin en iyi bölümlerinden, yüksek derecelerle mezun olan genç memurların sahip oldukları dinamizm, hedeflerden çok formaliteleri öne çıkaran ve performansı ödüllendirmeyen bürokratik işleyişin kısıtlayıcı ve standartlaştırıcı etkisiyle kısa sürede kayboluyor. Böylelikle başlangıçta ülkeye ve topluma faydalı olma yönünde saf idealler taşıyan ve bu doğrultuda kendini geliştirmek isteyen personel, kendisini kuşatan örgüt ikliminin bu negatif ve köreltici etkisiyle güncel ve geçerli olanı yakalama, yenilikleri ve teknolojik gelişmeleri izleme gereği duymadan görevini emekliliğine kadar sürdürebilmektedir.

5) Devlette her zaman istihdam fazlası vardır.

Kamu istihdam alanında, her şeyden önce benim gözlemime göre, ortalamada “80’e 20 kuralı” geçerlidir. Memurlar çok düşük performansla çalıştıkları için, bir kamu kurumunda 20 kişinin yapacağı işi 100 kişi yapar. Bu, diğer bir ifade ile özel sektörde 20 kişi tarafından yapılabilecek bir işin kamuda 100 kişi tarafından yapıldığı anlamındadır. Yani kamuda kabaca yüzde 80 istihdam fazlası vardır

Devlette istihdam fazlalığının birinci nedeni, personel başına yapılması gereken asgari iş miktarını ve dolayısıyla iş verimliliğini ölçen ve buna göre yeni eleman alımı gereğini ortaya koyan bir sistemin olmamasıdır.

İkinci nedeni ise, siyasi iktidarların oy avcılığı ve politik popülizm gereği devlet kurumlarını bir istihdam kaynağı ve sosyal destek aracı olarak görmeleri ve objektif gereklere aykırı olarak kamu personeli sayısını sürekli artırmalarıdır.

2000-2024 arası, Türkiye nüfusu 67 milyondan 85 milyona çıkarak sadece yüzde 25 artmış iken, 2000 yılında 2 milyon olan devlet memuru sayısının 2024’e kadar 2,75 kat arttırılarak 5,5 milyona çıkarılması, bu gereksiz ve aşırı istihdamı kanıtlayan bir veridir.

6) Azgelişmiş ve gelişmekte olan ülkelerde, memurluk statüsünün ortalama ücret düzeyi ve çalışma koşulları özel sektöre göre her zaman daha iyidir. Dolayısıyla orta ve alt kademede görev yapan memurlar (memurların büyük kesimi), kamunun vergiler yoluyla bütçede toplanan artı değerinden özel sektördeki eşdeğerlerine göre çok daha iyi maaş alırlar.

Bunun önemli bir nedeni, ekonomi yüksek katma değer ve refah üretmediği ve gelişmiş ülkelere göre yüksek işsizlik oranları ve dolayısıyla yüksek işgücü arzı olduğu için özel sektörde orta ve alt kademe çalışanların ücretlerinin sefalet düzeyi civarında oluşmasıdır.

Buna karşılık kamuda alt ve orta kademe personelin ücretleri, ekonominin rekabet ve üretim gücünden bağımsız olarak ve iktidarların politik popülizm ve kitlelere sempatik görünme çabası gibi gerekçelerle özel sektöre göre daha yüksek düzeylerde belirlenir.

Özel sektörde çalışanların kamuya göre daha iyi maaş aldığı durumlar yüksek görev pozisyonlarıyla ilgilidir. Sayıca az olan üst yöneticilerin özel sektörde, devletteki eşdeğerlerine göre çok daha iyi ücret alması, esasında özel sektörün verimliliğini ve kârlılığını arttıran temel faktörlerden birisidir. Kamuda ise performans esaslı ve kârlılığa dayalı bir üretim ve istihdam yapısı olmadığı için, üst görev pozisyonlarında özel sektördekinin tersine ücret düzeyleri oldukça düşüktür ve kamunun genel ücret ortalamasına yakındır.

Özetle;

Türk özel sektörü, küresel rekabetten, dünyadaki yenilikçi teknolojilerden kopuk, verimsiz ve düşük katma değerli üretim yapısına uygun olarak, yüksek birikim ve teknik donanıma sahip eğitimli işgücüne itibar etmeyip vasıfsız işgücünü talep etmekte ve bunları özellikle inşaat sektöründe ve düşük teknolojili KOBİ’lerde yüksek sayısal hacimlerde istihdam etmektedir. Teknik birikim ve uzmanlık sahibi çalışanlarının ehliyet ve liyakatlerini yeterince takdir etmeyip onlara da yine vasıfsız çalışanlarınınki civarında ödeme yapmaktadır. 

Buna karşılık kamu kesimi, çok iyi yetişmiş, yüksek birikim ve uzmanlığa sahip üniversite mezunlarını yarışma sınavıyla seçerek ülkenin uluslararası rekabet gücüne, bilim ve teknolojide gelişmesine ve yenilikçi, yüksek katma değerli üretimine hiç katkı sağlamayan alanlarda, masa başı bürokratik işlerde çalıştırarak zaman içinde tüm birikim ve becerilerini köreltmekte ve içlerindeki gelişme ideallerini tamamen söndürmektedir.

Çözüm:

İyi yetişmiş nitelikli insan gücünün, bilgi ve becerilerini kullanabilecekleri ve uzmanlıklarının gereğini yerine getirebilecekleri kendi işlerini kurmaları ya da yenilikçi teknolojilere dayalı yüksek katma değerli ürün üretebilen ve uluslararası rekabette yer alabilecek şirketlerde istihdam edilmeleri, ülkemizin geleceği açısından stratejik önem taşımaktadır ve bu gereklilik temel bir kalkınma sorunudur.

Devlet, bu doğrultuda gerekli tedbirleri bir an önce almalı, yenilikçi teknolojilere katkı sağlama, değer üretme ve ülkemizin kalkınma dinamiklerini harekete geçirme potansiyeline sahip gençlerimizin birikimlerine en uygun alanlarda ve devletteki ücret düzeyi ve çalışma ortamına göre çok daha iyi koşullarda çalışmaları için gerekli  teşvik ve destek mekanizmalarını bir an önce harekete geçirmelidir.

 

*Bu makalede yer alan fikirler yazara aittir ve Independent Türkçe'nin editöryal politikasını yansıtmayabilir.

© The Independentturkish

DAHA FAZLA HABER OKU