Prenses Salme, anılarında uğruna hayatını değiştirdiği adam ve ona olan aşkına değinmeyerek Batılı okurları şaşırtmıştır.
Bunun yerine, Zanzibar'da geçirdiği günlere, saraydaki yaşantıya, dönemin eğitim anlayışına, İslam geleneklerine, Avrupa ve Doğu kıyaslamalarına ve kadının İslam'daki konumuna kadar çok daha eğitici konulara değinmeyi tercih etmiştir.
Batı dünyasının Arap ve İslam dünyası hakkında sahip olduğu önyargıları korkusuzca kırarken belki ekonomik bir dar boğazda olduğu belki de hatırlamaktan imtina ettiği için eserin romantizm ve trajediden uzak kaldığını görmek mümkündür.
Bir prensesin anıları: Döneme ışık tutan canlı tasvirler
Salme'nin (Emily Ruete) anıları yedi yaşına kadar kaldığı Beyt il Mtoni sarayının fiziksel yapısı ve saray halkının yaşantısının tasviri ile başlar.
Saraydaki ritüelleri, sofra adabını, yemekleri, çocukların binicilik derslerini, giyim kuşamı, babasının hazineleri anlatır.
fazla oku
Bu bölüm, konuyla ilgili referans noktalarını içerir. (Related Nodes field)
Salme, sarayın mutfağında Arap yemekleriyle birlikte Türk ve İran mutfağından yemekler olduğunu özellikle belirtir.
Sarayda Zanzibar'da bir benzeri dahi olmayan Türk hamamı (Fars hamamı diye bilinse de Türk hamamı olduğunu yazar) vardır.
O dönemde sarayda konuşulan diller arasında Arapça ve Svahili'nin yanı sıra, Farsça, Türkçe, Çerkesce, Nubi (Sudan Arapçası) ve Amhar (Habeş dili) dilleri bulunur.
(Bir araştırmaya göre Seyyid Said'in çocuklarının tamamını cariyeler dünyaya getirmiştir. Araştırmada çocukların anneleri hakkında edinilen bilgilerde Çerkes, Gürcü, Habeş ve Suriyeli cariyelerden bahsedilir.)
Çerkes cariyenin kızı
Prenses Salme, henüz 12 yaşında kaybettiği babasına duyduğu hayranlığı ve sevgiyi uzun uzun anlatır:
Seyyid Said'in en küçük çocuklarından biri olarak onu saygıdeğer beyaz sakalı olmadan hiç tanımadım. Boyu ortalamadan daha uzun olan Seyyid Said'in yüzü olağanüstü bir nezaket ve sevecenlik ifade ediyordu; ancak aynı zamanda görünüşü hemen saygı uyandırıyordu. Savaş ve fetihten zevk almasına rağmen ister ebeveyn ister yönetici olsun, hepimiz için bir modeldi. En büyük ideali adaletti ve bir suç söz konusu olduğunda kendi oğullarından biri ile sıradan bir köle arasında hiçbir ayrım yapmazdı.
Salme, Çerkes olan annesi Jilfidan'ın kardeşleriyle birlikte babasının çiftliğinde huzur içinde yaşadığını ancak sonrasında ülkede savaşın patlak verdiğini yazar.
Ailece yer altında bir mahzene sığınsalar da Jilfidan'in anne ve babası zorbalar tarafından öldürülür, kardeşleri ve kendisi ise aynı zorbalar tarafından at üstünde kaçırılır.
Salme'nin çok küçük yaşta Seyyid Said'in himayesine giren annesi Jilfidan, ömrü boyunca kardeşlerinden haber alamaz.
Prenses Salme, hatıratında Jilfidan'ın Zanzibar'a nasıl getirildiğine dair bir bilgiden bahsetmez.
Türkiye Kafkas Vakfı kurucusu araştırmacı yazar Mehdi Nüzhet Çetinbaş, Çerkes cariyenin kökenine dair şu bilgileri aktarıyor:
O dönemde Osmanlı ve Umman Krallığının arası iyi olduğundan Çerkes cariye Osmanlı sarayından Umman'a hediye edilmiş olabilir. Cariyeye Osmanlı sarayında iken Gülfidan ismi verilmişken Zanzibar'da muhtemelen Jilfidan (Cilfidan) olarak telaffuz edilmiş olabilir çünkü Türkçe fonetiğinde 'j' harfi yoktur.
Uzun boyu ve dizlerine kadar uzanan siyah lepiska saçlarıyla hatırladığı annesinin sarayda okuma öğrendiğini, çok okuduğunu, güzel iğne oyaları yaptığını, mütedeyyin olduğunu, saraydaki hastalara sevgi ve ilgiyle baktığını anlatır.
Prenses Salme, hatıralarında Çerkes geleneklerine dair hiçbir ipucu vermez. Bunda Jilfidan'ın saraya bebeklik çağında getirilmiş ve Çerkes geleneklerine maruz kalmadan yetişmiş olmasının etkisi büyüktür.
Saraydaki eğitim ve Avrupa'daki eğitim
Salme, sarayın tüm çocuklarının 6-7 yaşlarından itibaren eğitim öğretime başladığını anlatır.
Kız çocuklarına yalnızca okuma (Arap dilinde) öğretilirken, erkek çocukları hem okuma hem yazmayı öğrenmek zorundaydı. Salme ise yazmayı kendi başına gizlice öğrenmiştir.
Eğitim için sarayda özel bir odalarının olmadığını ve eve gelen hocaların bazen verandada bazen sarayın başka bölümlerinde ders verdiğini yazan Salme, Avrupa'da çocukların soğuk okul binalarında saatlerce aynı kötü havayı yüzlerce çocukla birlikte soluduğu ortamı ve çocuklara yüklenen fazla bilgileri eleştirir:
Bana havadar verandamızı verin, en yüksek eğitimin ne faydası var ki, ona sahip olma mücadelesinde beden mahvolsun?
Avrupa'nın Doğu'ya ve İslam'a bakışına dair görüşleri
Prenses Salme, Zanzibar saraylarında geçen anılarının uzunca bir bölümünde, İslam dininin pratiklerini ve İslam'ın sarayda nasıl yaşandığını detaylıca anlatır.
Salme (Emily) din değiştirmiş ve Avrupa'da yaşamayı tercih etmiş olsa da Avrupalıların İslam'a ve doğuya bakış açısını hararetle eleştirir:
Avrupa kültürü bir Müslümanın dinî görüşlerini sayısız şekilde kınar. Türklerin yarı eğitimiyle sık sık alay ederler; ancak Türkler yüzeysel de olsa uygarlaşmak için ellerinden gelenin fazlasını yapmışlardır. Türkler bu çabalarıyla kendilerini zayıflattıkları için medeniyetsiz kaldılar; çünkü Avrupa medeniyeti onların tüm temel ilkeleriyle çelişiyor ve onlara karşı çıkıyor. Uygarlığı zorla üretemezsiniz ve diğer uluslara kendi fikirlerini ve geleneklerini -ki bunlar olgun deneyim ve pratik bilgeliğin sonucu olarak gelişmiş olmalıdır- kendi tarzlarına göre aydınlanma arayışında takip etme hakkı tanımalısınız.
Salme'nin Arap kadını olmaktan duyduğu gururun yanı sıra, Doğu kadınının hiç de Batılılar tarafından tasvir edildiği gibi ezilen ve haksızlığa uğrayan bir kadın olmadığını belirten son derece kuvvetli ifadeleri vardır.
Salme kendi ailesinden güçlü ve öncü kadınları örnek gösterirken büyük halasının kurnazlık, cesaret ve verimliliğin bir simgesi olduğunu övünerek söyler.
Halası düşmanın bile hayranlığını kazanmış cengâver bir Doğu kadınıdır. O, geceleri karakolları teftiş etmek için erkek kıyafetleriyle yola çıkar ve bazen sadece atının çevikliği sayesinde yakalanmaktan kurtulurdu.
Prenses Salme, Doğulu kadınların bir eş olarak da Batılı kadınlar kadar hatta daha fazla değer gördüğünü izah eder:
Babamın, Umman kraliyet hanedanından olan başlıca eşi Azze bint Sef, evinde mutlak bir hakimiyete sahipti. Ufak tefek ve önemsiz görünümlü olmasına rağmen, kocası üzerinde eşsiz bir güce sahipti ve kocası da onun tüm fikirlerini kolayca benimsiyordu.
Salme, Almanya'da geçirdiği ilk yıllarında bir an evvel dil öğrenme isteğinin nedenini açıklarken toplum tarafından "Arap kadının küçümsenmesine izin vermeme" gibi bir motivasyonunun olduğunu vurgular.
İslamiyet'i terk eden prensesin Almanya'da geçirdiği süre boyunca Arap kimliğini her daim hatırladığını ve bu kimliğe sahip çıktığını anlamak mümkündür.
Prenses Salme'nin satırlarından, Almanya'da geçirdiği yıllar boyunca Afrika'daki dingin hayatını çok özlediği, durmaksızın Doğu ve Batı arasında bir kıyas yaptığı ve Batı'ya hayli eleştirel yaklaştığı görülür.
Salme'nin köleliğe dair görüşleri
Salme, İngiltere ile Seyyid Said arasında yapılan anlaşma (1873) gereğince, Zanzibar'da yaşayan köle sahibi İngiliz tebaasının kölelerini serbest bırakmak zorunda olduğu süre dolduğunda hâlâ çocuk olduğunu belirtir.
Ancak babası Seyyid Said'e göre durum sadece İngilizleri bağlardı; İngilizlerin kendi kanunlarını Zanzibar'a dikte etme hakları yoktu ve kölelik tüm Doğu ülkelerinde olduğu gibi devam edecekti.
Prenses her ne kadar köleliğin yanlış olduğunu, "Zulüm ister zavallı bir zenciye ister Sibirya'daki bir madende çalışan uygar bir beyaza uygulansın, kınanmalıdır" sözleriyle ifade etse de bir çırpıda yok edilmesinin mümkün ve akıllıca olmadığını söyler.
"Doğu'daki kölelik hakkındaki görüşlerinizi Kuzey Amerika ve Brezilya örneklerine göre şekillendirmemelisiniz, çünkü bir Müslümanın köleleri sonsuz derecede daha iyi durumdadır" der ve Hristiyan Batı'nın köleleri uzun süre hizmet etmelerinin ardından Arapların yaptığı gibi serbest bırakmak yerine yeniden sattıklarını da ekler.
Salme, sarayda geçen anılarında kölelerin aileleriyle birlikte sarayın içinde yaşadığını, belli yetenekler kazanmaları için eğitildiklerini, bayramlarda ve özel günlerde özellikle hediyelerle taltif edildiklerini ve onlara adaletle hükmedildiğini anlatır.
Bazen aristokrat bir hanımın bir başkasının kölesi ile çok yakın arkadaş olduğunu ancak bu kölenin genelde siyahi değil, Çerkes ya da Habeş olduğunu belirtmesi de döneme ait ırk algısıyla yakından ilgilidir. Saray içindeki ayrım ise çok daha derindir:
Güzel ve pahalı Çerkesler, üstün meziyetlerinin ve değerlerinin tamamen bilincinde olarak kahverengi Habeş kadınlarıyla masaya oturmayı reddettiler.
Prenses Salme Müzesi
Ömrü doğup büyüdüğü topraklara, kaybettiği itibarını geri kazanmış şekilde dönmek için çabalamakla geçen Prenses Salme, bir hayli çalkantılı hayatı boyunca derin gözlemler yapan, araştıran, analiz eden bir figür olarak tarih sayfalarında yerini aldı.
O, genç yaşta dul kalmış bir anne, ismini ve dinini değiştirse de kimliğinden uzaklaşmayı başaramamış çelişki ve kararsızlıklarla dolu bir kadındı.
Hiç de sıradan olmayan hayatı sonraki nesiller tarafından bilinsin isteyen, kalbi Afrika'da atan Çerkes kökenli bir Arap prensesi idi.
Hem Zanzibar'ın tarihî kenti Stone Town'da yer alan Prenses Salme Müzesinde, hem de Zanzibar Saray Müzesinde 1994 yılında oluşturulan "Prenses Salme Odası"nda, Salme'nin anıları ona ait eşyalar ve fotoğraflarla yaşatılıyor.
Kaynaklar:
https://digital.library.upenn.edu/women/ruete/arabian/arabian.html
https://www.jstor.org/stable/10.3366/j.ctv32vqh22.9?searchText=emily+ruete&searchUri=%2Faction%2FdoBasicSearch%3FQuery%3Demily%2Bruete&ab_segments=0%2Fbasic_search_gsv2%2Fcontrol&refreqid=fastly-default%3A8ac1990dc09736387294896e964f7935&seq=9
https://ch-gender.jp/wp/?page_id=13575
*Bu makalede yer alan fikirler yazara aittir ve Independent Türkçe'nin editöryal politikasını yansıtmayabilir.
© The Independentturkish