Seçim sonuçları ve gelecek…

Celalettin Can Independent Türkçe için yazdı

Millet İttifakı'nın kazanabileceği 14-28 genel seçimleri ve cumhurbaşkanlığı seçimlerini Cumhur İttifakı kazanmıştı.  

Aradan fazla bir süre değil, şunun şurasında 10 ay geçmişti...

Peki, ne oldu da 31 Mart 2024 yerel seçimlerini Cumhur İttifakı kaybetti?

Birçok şey söylenebilir, söyleniyor da…

Kanaatime göre Cumhur İttifakı'nın kaybetmesinde, işçiler- emekçiler, daha kapsayıcı bir kavramla halkta artan ölçüde yoksulluğun derinleşmesi, asgari maddi ölçüler içerisinde dahi yaşamın sürdürülemez noktalara gelip dayanmasının rolü büyük oldu. 

Bu bağlamda şu sorulabilir; 14-28 Mayıs seçimlerinde ekonomik durum farklı mıydı ki Cumhur İttifakı seçimleri kazandı?

Yoksulluk bağlamında temelde farklıydı denemez. Aş-iş sorunu vardı.

Sadece muhalif seçmenler içinde değil, AK Partili seçmenler içinde dahi yoksullaşma belirginleşiyordu. 

Ancak başka bir şey vardı...

AK Partili seçmenlerin önemli bir kesimi için, ekonomik ve sosyal krizin yoksulluğu derinleştirici sonuçlarından AK Parti'yi sorumlu tutma düşüncesi kabul edilmezdi.  

Erdoğan'ın öncülüğünde geliştirilen İslamcılık sürecini bertaraf etmek için yabancı güçlerin, "gizli" mali ve iktisadi yöntemlerle ekonomik sabotajlar düzenlediğine, doların değerini yükselterek, Türk lirasının değerini düşürdüğüne, enflasyonu azdırdığına inanma oranı yüksekti.

Bırakalım ekonomik ve sosyal krizden ve derin yoksulluktan iktidarı sorumlu tutmayı, tam aksine iktidarı savunma, İslamcı programını korumanın merkezine konuyordu. 

Halkın en yoksul sınıf katmanları üzerindeki İslamcı ideolojik etkiler, eğitim sisteminden, kamu kaynaklarından nemalanan siyasal İslamcı sermayeye, medyaya, cemaat-tarikat yapılanmalarına ve AK Parti'nin 22 yıllık mali, iktisadi ve siyasi birikimine kadar tüm bunların toplamı AK Parti iktidarını rahatlatıyor, derin yoksulluğun müsebbibi olmaktan sıyrılmasını kolaylaştırıyordu.

Ayrıca, 14-28 Mayıs seçimleri öncesinde devlet kasasında en azından kendi seçmen potansiyelini geçici de olsa nispi rahatlatacak para derlenmişti vardı. Bu para dağıtıldı.

Depremin yarattığı konut yıkımının yerine, yeni konutların ancak Erdoğan tarafından inşa edilebileceği inancı güçlüydü.

Kılıçdaroğlu'nun rakamsal olarak Erdoğan'ı aşan sözler verse de aynı güveni verememesi, yanı sıra Akşener'in yarattığı git-gel oyununun yarattığı parçalı görüntü ve güvensizlik, CHP ve Millet ittifakı'nın seçimleri kaybetmesinin başta gelen nedenleri arasındaydı diyebiliriz.

Derinleşen yoksullukla ilgili olsun, depremin faciaya dönüşmesi ile ilgili olsun, AK Parti iktidarının sorumluluğu halk arafından doğru anlaması sağlanmadığı gibi konut inşası ile ilgili halkta var olan "Yaparsa yine Erdoğan yapar" düşüncesinin de karşılığı olmadığı halka anlatılamaması da muhalefetin seçimleri kaybetmesinde etkili oldu.

AK Parti yoksulluğun farkındaydı. Asıl boyutuyla değilse de aslında yoksulluğu inkâr da etmedi, "Dinimizi makarnaya mı değişeceğiz" gibi mezhebi-dini aidiyeti algıya yedirilmiş manipülatif dinsel beka endişeleri üzerinden sınıfsal bakış açısını ve sınıfsal dayanışmayı gölgelerken, "çökme" kapitalizmin temsilcisi partisi olarak kazanmış oldu.


Yerel seçimlerinde olan neydi? 31 Mart 2024

AK Parti, bu yönlü kavramsal çerçeve ile yürüttüğü algı yönetimi sonucu sağladığı toplumsal rızayı 31 Mart'ta sağlayamadı.

Büyüyen enflasyonun, artan ölçüde işsizliğin, pahalılığın, yoksulluğun çaresizleştirici etkileri altında, yaşamın asgari maddi ölçüler içerisinde sürdürülemez noktalara dayanmasını getirdi.

Bütün bunlar toplamda mezhep-din aidiyeti ve algıya yedirilmiş ulusal-dinsel beka ideolojik yanılsamasını zayıflatılırken Erdoğan ve AK Parti'nin kaybetmesini sağladı. 

Olan buydu!


Seçim sonuçları üzerine... 2024

24 Mart Seçim sonuçları Erdoğan dönemi için bir dönüm noktası olabilir (mi?)

Olabilir.

Birincisi, siyasette ve ekonomide iktidarın hareket alanı ziyadesiyle daraldı.

AK Parti bir seçim yenilgisi yaşadı.

Yenilgi ortamında kitleler çoğu kez başka türlü düşünür.

Erdoğan'ın önümüzdeki genel seçimlerde yeniden cumhurbaşkanı adayı olma düşüncesi varsa şayet, meclis bileşimi de dahil, güç ilişkileri bu düşüncesinin hayata geçirilmesini mümkün kılabilecek bir anayasa değişikliği için gerekli siyasal güç ve siyasal ortam yok gibi...


IMF'ci "acı reçete" ekonomi siyaseti

İkincisi, Maliye Bakanı Mehmet Şimşek'in uyguladığı ekonomik reçete ise adı konmamış bir IMF programı.       

Bütün IMF programlarının ABC'si enflasyona ekonomiyi küçülterek son vermek olduğundan Mehmet Şimşek de bunu öngörüyor.

Mehmet Şimşek ekonomi yönetimini devraldığı günden itibaren "gelirler politikasını" ısrarla vurguluyor;

Buna göre ücretler-enflasyon dengesinde, işçinin, memurun, emeklinin vs. gelirleri, enflasyonun gerisinde kalacak; parasal daralma ve eşitsizlikleri artıran bir malî disiplin uygulanarak, iç talebi çökertme üzerinden ekonomi küçültülecektir.

Özetle: Türkiye halkları, gelirlerinin enflasyonun gerisinde kalmasından parasal daralmaya, eşitsizliklerin artırılmasından iç talebin çökertilmesine, emek payının gerilemesinden istihdam kayıplarının yaratacağı yoksullaşmaya kadar ekonomiyi küçülten tipik bir IMF programı ile karşı karşıyadır.

Anlaşılacağı üzere, emek payının daha bir kısıtlanması tasarlanıyor, bunun yaratacağı istihdam kayıpları yoksulluğu aşağıya çekmeyecek, tam aksine derinleşen bir yoksullaşma olacaktır.

Bu ekonomik program, siyasette var olan otokratik rejimin şu veya bu biçimde sertleşerek devamına tekabül eder.

Mehmet Şimşek öngördüğü program çerçevesinde bu süreçte bir şekilde enflasyonu sınırlasa, hatta bir biçimde son verse bile, sonrasında iktidarı gönderme potansiyeli olan milli kriz sürecek gibidir. 

Böylesi bir durumda, AK Parti sonrasında nasıl bir hükümet, nasıl bir ekonomi politikası olacaktır?

Birincisi, erken seçim ya da zamanında seçimle, yani 2028 genel seçimleri sonrasında AK Parti'nin içinde olmadığı iktidar değişimi gündeme gelirse, hiç şüphesiz yeni iktidar ekonomiyi ve ekonomik süreçleri baştan aşağı gözden geçirme zorunluluğu duyacaktır.

2028 sonrasında da Türkiye'nin IMF ile ilişkileri devam edecek gibi görünüyor.

IMF'nin "acı reçete" politikaları yanı sıra özellikle "ılımlı" iktidar modellerine tercih edildiğinde buna uygun önermeleri de var. 

Sert ekonomik politikalardan cayıldığında bir şekilde nispi ılımlılık ve istikrar içeren ekonomi politika uygulanabilir. 

Bu yolla 2024-2028 yılları arasında Mehmet Şimşek'in öngördüğü halkı ezen acı reçete, yüzde 3-4 büyüme hızı eşliğinde, işsizlik, cari işlem açıkları, enflasyon oranları, dış kaynak girişleri eşliğinde -nispi- dengelenebilir, bu sağlanırsa, "ılımlı" siyasal toplumsal ortamın sürdürülmesinin koşullarının önü açılması olanağı doğabilir.  

Bu durumda bugünkü kriz ortamını yaratan ve sürekli kılan neoliberal/acı reçeteye karşı iktidar adaylığı üstlenmiş olan CHP'nin, yerel yönetimlerin yanı sıra tüm ülke için önereceği "karşı program" bugünden yarına artan ölçüde önem kazanıyor.

Ancak anlaşıldığı kadarıyla, Özgür Özel'in ifadesiyle CHP erken seçim veya benzeri bir siyasi tutuma pek niyetli görünmüyor. Erdoğan ve AK Parti ile ilişkileri yumuşatma eğilimi gösteriyor.

Bu tutum aşılamazsa şayet, 2028 genel Seçimlerine kadar iç politikada Mehmet Şimşek'in AKP'ci IMF'ci neoliberal modeline, dışa politikada da Amerika'ya teslimiyet daha bir güçlenebilir, görüşünü hafifsememek gerekir.  

Aşılırsa da 2028 seçimleri ve sonrası için umut var demektir…

 
Yerel seçimlerde DEM Parti siyaseti

Kürt demokrat ve devrimcilerinin bu seçimlerde alacağı tutum gerek muhalefet açısından gerekse DEM Parti'nin kendi uzun vadeli çıkarları açısından çok önemliydi. 

DEM Parti ile ilgili bir görüş şuydu: iktidarla böyle kıyasıya bir yarışın yapıldığı seçimlerde DEM Parti'nin seçimlere girmeyerek CHP'yi desteklemesi idi.

AKP-MHP iktidarına önce yerel yönetimlerde, sonra iktidarlarına son vermek için bu hayati önemdeydi.

DEM Parti, denebilir ki ülke ölçeğinde yerel seçimlerin yoğunlaşmış ifadesi haline gelen İstanbul'da oylarının CHP adayına yöneltmiş, İstanbul'u CHP'ye kazandırırken güçlü olduğu bölgenin tüm ilçe ve kent merkezlerinde aday çıkararak Belediye başkanlıklarından önemli bir kısmını kazandı.  

DEM Parti'nin, Kürtlerin yoğun olarak yaşadığı bölgelerde belediyeleri yeniden kazanması, Cumhur İttifakı'nın seçim sonuçlarına rağmen HDP'li belediye başkanlarını görevden alarak yerlerine kayyum ataması politikası büyük bir darbe yedi.

İktidar mücadelesi, ülkenin ekonomik kaynaklarını ele geçirme ve bu kaynakları istediği gibi kullanma mücadelesidir de.  

Genel bütçe iktidarın elindedir fakat büyük kentlerin belediyelerinde de (özellikle üç büyük kentte) muhalefetin elinde önemli maddi kaynaklar olacaktır.

Muhalefet belediyelerinin yöneticileri, karşılarına çıkan bu fırsatı iyi kullanır ve halkçı bir belediyecilik yaparlarsa, AKP'nin buna paralel küçülüp ve giderek ANAP ve DYP'nin uğradığı sonuçla karşılaşabilir.  

Türkiye'nin kırsalına siyasi rengini veren muhafazakâr kitlelerin bir kısmının CHP'ye yönelmiş olması da bu seçimlerin dikkat çeken seçim sonuçlarından biridir.

Bunda Kemal Kılıçdaroğlu'nun izlediği politikaların mirasını akılda tutmalı.

Bazı hataları nedeniyle partisi içinde başkanlık yarışını kaybetti ama bıraktığı politika mirasıyla CHP'nin seçimi kazanmasında önemli bir rol oynadı.

CHP'den diğer bütün partilere kadar Türk siyasetinin ve kamuoyunun hala Kürt sorununu çözecek bir anlayıştan uzak olduğu görülüyor.

İktidar ve muhalefet çevrelerinde Kürt sorununa çözüm aramak ve sonuçta çözmek değil, Kürtlere iyi davranarak onların desteğini almak anlayışının geçerli olduğu bir gerçektir.

Yüzyılların biriktirdiği Kürt sorununun çözümü için daha uzun bir süre ve mücadele gerektiği anlaşılıyor.

Fakat, Türk nüfusu içinde Kürtlere karşı önyargıların giderek aşındığı da bir gerçek(mi) ama şu veya biçimde aşındığı da bir gerçek gibi…

 

 

*14-28 Mayıs 2023 Genel ve cumhurbaşkanlığı seçimleri, 31. Mart. 2024 yerel seçimleri

*Bu makalede yer alan fikirler yazara aittir ve Independent Türkçe'nin editöryal politikasını yansıtmayabilir.

© The Independentturkish

DAHA FAZLA HABER OKU