Murat Kurum'un "aşk" hayatı

Hakan Gülseven Independent Türkçe için yazdı

Siyasetçilere genel olarak gülüyorum.

AKP'nin İstanbul Büyükşehir Belediye Başkan Adayı Murat Kurum'a daha fazla gülüyorum.

Sürekli "göze girmek için çok gayretli bir insan" havasında.

Tipi de enteresan. Allah için, hakkını yemeyelim, oyuncak bebek gibi muntazam bir suratı var, da... O bıyıklar o surata olmuyor işte!

Yani bütün AKP'liler fırça gibi bıyık bırakmak zorunda değil. Hatta hiç kimse değil.

Bu bıyık sünnet olamaz. Bana kalırsa biri konuyu yanlış aktarmış, o bıyık bugüne dek sünnet zannedilmiş.

Neyse, ben Murat Kurum'a bu fiziksel tezat halinden dolayı gülüyor değilim.

Esas mesele kampanyasının içeriğinde.
 


Artık bu arkadaşa kim metin yazarlığı, kampanya danışmanlığı falan yapıyorsa onların da katkısıyla çok ama çok komik bir durum ortaya çıkıyor.

Kurum'a bakılırsa, İstanbul'la arasında bir aşk, bir sevda ilişkisi var.

Ayrıca hizmetkarlık için yola çıkmış.

"Hizmet etmek istiyorum" diyor.

"Sevdamız İstanbul" diye klipler yapılmış...

Vallahi bak, aşk şarkısı yapmışlar ciddi ciddi.

Ne laflar, ne laflar; neredeyse müstehcen!..

Şimdi, tabii ki Türkiye'de hiç kimse siyaseti, hele iktidar partisindeyse, "aşk için", babasının hayrı için falan yapmaz. Bunu bir yol geçelim.

Dünyanın coğrafi bakımdan en özel yerlerinden birine kurulmuş ve çok özel bir tarihi olan İstanbul'u özellikle mahveden kadroların partisinden bir aday İstanbul'a neyin sevdasından bahsediyor olabilir, bu da ayrı bir tartışma konusudur.

Konumuz o yüzden ve elbette menfaat dünyası...

Tansu Çiller bile doğal sit alanı bölgesindeki dönümlerce arazisinde imar değişikliği için meydana fırlayıp AKP ve Murat Kurum için amigoluk yapıyor.

Yahu neredeyse 80 yaşına gelmişsin, ABD'den İstanbul Boğazı'na kadar her yerde mal-mülk yapmışsın, bu daha neyin ihtirası? Ayıp değil mi?

Bakın, Çiller'in ABD'deki milyonlarca dolarlık mal varlığını bakanlık ve başbakanlık dönemlerinde yaptığını biliyoruz.

Zamanında hakkında soruşturma açılması için önergeler verilmiş, Türkiye Büyük Millet Meclisi, tabii ki Çiller çoğunluğu ile önergeleri reddetmişti.

Peki sonra ne oldu?

1995 seçimleri öncesinde Çiller ABD'deki mal varlığının tamamını Zübeyde Hanım Şehit Anaları Vakfı'na bağışlayacağını açıkladı.

Sonra tabii ki 3 kuruş bile bağışlamadı!

Aslında bu "vakıf" da Çiller'in kurduğu bir vakıftır da, ben nasıl bir vakıf olduğunu tam olarak anlayamadım.

Meral Akşener işin içine girdi, sonra Süleyman Soylu bile vakfın içinin boşaltıldığını öne sürdü.

"Süleyman Soylu bile" diyorum, dikkatinizi çekerim, artık gerisini siz düşünün!..

Neyse efendim, yine nereden daldık bu Çiller mevzuuna, bilemiyorum.

Bilinçaltımda yer etmiş. Bir yandan da insan yaşlandığını böyle böyle anlıyor işte.

Hakikaten, Çiller başka nasıl gelir ki bir insanın gündemine.

Korku filmi gibi, tam bitti derken topraktan bir el çıkar ya filmin sonunda. Bizimkisi de o hesap...

Evet, aslında Murat Kurum'dan söz ediyorduk biz.

İstanbul sevdalısı, belediye divanesi!..

Vallahi bu tuhaf siyaset anlayışı insanları divane ediyor hakikaten.

Baksanıza, Murat Kurum boynuna poşu takmış halde Kürtlere kürsüden Kürtçe konuşmaya, hatta türkü söylemeye çalışıyor, halay da çekmeye çalışıyor; sonra başka bir yerde gidiyor, "İstanbul bize 'Başbuğ' Alparslan Türkeş'in emanetidir" diyor.

Hızını alamıyor, "Muhsin Yazıcıoğlu'nun emanetidir, Erbakan Hocamız'ın emanetidir" de diyor.

Hepsini de tabii en sonunda getirip Tayyip Erdoğan'a bağlıyor.

Yahu Alparslan Türkeş'in, Muhsin Yazıcıoğlu'nun falan İstanbul'la ne alakası var?

Olsa bile İstanbul'u sana niye emanet etsinler?

Erbakan desen, onun Tayyip Erdoğan'a ettiği lafları şimdi ben burada tekrar etsem muhtemelen dava açılır.

O sebeple dileyen arşivlere baksın, Murat Kurum'a anlatsın.

Seçim kazanacağım diye ne kadar sağcı şey varsa bir torbanın içine tıkıştırıp meydanlarda arka arkaya saçan, saçmakla kalmayıp saçma sapan hareketler yapan Kurum belediye seçimini kazanırsa ne olacak peki?

Şimdi ciddileşiyorum biraz...

"İstanbul sevdası"yla yanıp tutuşuyor ya! Çevre ve Şehircilik Bakanı iken depreme dair tek önlem almadığını, tersine, tabiri caiz ise depremin "işini kolaylaştıracak" her türlü saçma uygulamayı imza ettiğini hatırlayacak olursak, vay İstanbul'un haline diyebiliriz.

Biliyorum, kiminiz bana sinirleniyorsunuz, felaket tellallığı yaptığımı söylüyorsunuz ama ben bunları anlatıyorum diye olmuyor bütün musibetler. Zaten olacağı var.

Peki, İstanbul'u bekleyen yeni musibet ne?

Hemen söyleyeyim: Kentin merkezi bölgelerine el koyma operasyonları.

Evet. İstanbul kentinin merkezi bölgelerindeki yapılar genel olarak çok yaşlı.

Bu binalarda oturanların ya da daire sahiplerinin çok önemli bir kısmı emeklilerden oluşuyor.

Biraz araştırdığınız vakit, bu daire sahiplerinin AKP iktidarı tarafından tasarlanan "kentsel dönüşüm" maliyetini karşılayamayacağını da göreceksiniz.

O halde ne olacak?

İktidar pek çok eve "kentsel dönüşüm" diye el koyacak. O olacak!

Bakın, kamu arazilerini sattılar, bitti. Merkezi yerlerdeki kamu kuruluşlarını, üniversiteleri boşalttılar, mesela Beşiktaş'taki Diş Hekimliği ve İletişim fakültelerini taşıdılar ve bunların bulunduğu değerli araziyi Dap Yapı'ya peşkeş çektiler.

Aynı şirkete Validebağ Korusu karşısındaki askeri lojmanların arazisini de vermişlerdi. Rezil bir site yapıldı orada.

Şimdi bu türden araziler bitti ya da çok azaldı işte.

Artık vatandaşın evine çökme zamanı geldi.

Yasayı çıkardılar. İstanbul'da "rezerv alan" diye ilan edecekleri merkezi semtlere el koyacaklar.

Büyük tepkiler oluşmasın diye bunu parça parça yapacaklarını sanıyorum.

Murat Kurum'un "İstanbul sevdası" işte tam olarak budur.

Evet, iddia ediyorum, sadece İstanbul'un acilen dönüştürülmesi gereken semtleri, mesela Zeytinburnu, Avcılar gibi yerleri değil, Beyoğlu, Beşiktaş, Şişli, Bakırköy, Üsküdar, Kadıköy gibi en merkezi semtleri parça parça gasp edecekler.

Yaşayıp göreceğiz.

Bakın, Kanal İstanbul güzergahındaki istimlak gaspı hepinize örnek olsun.

Evet, şimdi dillendirilmeyen Kanal İstanbul saçmalığı ile ne kadar vurgun yapılacağını da hesaplıyorlar mutlaka.

Vurgunlardan elde edilen gelir, bir servet transferi olarak, yine halktan gasp edilip hiyerarşik bir şekilde Saray sermayesine ve tarikatlara aktarılacak.

Hiyerarşik diyorum, zira bunların kendi tabanlarına kadar oluşturdukları ve tepeye milyar dolarlar, tabana sadaka biçiminde yansıyan bir besin zinciri var. Orada eriyecek... 

Murat Kurum bu tür işler için çok kullanışlı bir isim. Kendi şahsiyet sahası son derece sınırlı. Saray'dan gelen emirleri harfiyen uyguluyor.

Ve hiç yüzü kızarmadan gerçek olmayan şeyler söyleyebiliyor.

Malum, kendisinin çevre ve şehircilik bakanlığı döneminde palazlandırılan ve kapasite artırımına hukuksuzca onay verilen İliç'teki siyanürcü maden hakkında, "135 defa denetimden geçti" diye palavra atıyor.

Ya, palavra çıktı bu denetim işi de...

Ne diyeyim...

Bunlar bizim bu dünyada çekmemiz gereken azap imiş.

Dünyanın en güzel coğrafi bölgelerinden birinde, hem doğa, hem de biz, cahillerin ve doymak bilmez zalimlerin elinde oyuncak olduk.

Daha ne kadar çekeceğiz, orasını da kestiremiyoruz.

 

 

*Bu makalede yer alan fikirler yazara aittir ve Independent Türkçe'nin editöryal politikasını yansıtmayabilir. 

© The Independentturkish

DAHA FAZLA HABER OKU