Ukrayna savaşında ikinci yılı geride bırakırken 2024'ün düşündürdükleri

Prof. Dr. Yıldız Deveci Bozkuş Independent Türkçe için yazdı

Fotoğraf: Reuters

Ukrayna savaşının ikinci yılını geride bıraktığımız bu günlerde bir kez daha "savaşın kazananı olmaz" ilkesinin geçerliliği görülmekte.

İkinci yılında Rusya ve Ukrayna'nın yanı sıra bölgesel ve küresel ölçekte pek çok alanda savaşın önemli etkileri görüldü.

Dünya biraz daha kutuplaşmaya başladı. Ukrayna savaşının ardından, bu kez Güney Kafkasya ve Ortadoğu'da önemli gelişmeler yaşandı ve bu gelişmelerin irili ufaklı pek çok alanda yansımaları görüldü.

Tüm açılardan ikinci yılında ortaya çıkan bilançoya bakıldığında "kim kaybetti, kim kazandı" bunu kestirmek gerçekten zor, ama en azından savaşın kimin işine yaradığını düşünürsek, Batı dünyasının günün sonunda bu süreçten kazançlı çıktığını söylemek mümkün.


Beyin ölümü sonrası yeniden doğan NATO

Fransa'nın "beyin ölümü" gerçekleşti dediği NATO bu süreçten güçlenerek ve yeni adaylara kapılarını açarak krizi fırsata çevirenler arasında ilk sırada yer aldı.

Bir diğer uluslararası kurum da Avrupa Birliği (AB) oldu. Fikir ayrılıklarının ve çatlak seslerin yoğun bir biçimde hissedildiği, hatta İngiltere'nin Brexit'inin ardından sıra kimde sorularının sorulduğu bir dönemde Ukrayna savaşı AB içinde büyük oranda fikir birliğini sağladı.

Bu nedenle Ukrayna savaşında kazananlar ve kaybedenler olduğu aşikâr ancak kimin ne kadar kaybettiği ve kimin ne kadar kârlı çıktığını biraz da uzun vadede zaman gösterecek gibi. NATO bu süreçte genişlemeyi tamamladı ancak tehditler tamamen ortadan kalkmadı.

Belki de tehditlerin sayısı ya da düşmanların sayısı arttı dahi diyebiliriz. Bu açıdan bakıldığında bu savaşta NATO'nun kârlı çıktığı alanlar olsa da dünya küresel ölçekte yeniden bir kutuplaşma sürecine girdi.  

Öte yandan bu savaş bir yandan Rusya'yı bölgede yalnızlaştırmaya çalışırken diğer yandan Çin'le yakınlaşmasına da vesile oldu.

Buna karşın NATO hem askeri ve güvenlik konularında hem de birlik içindeki konumu ve üye sayısı bakımından bu süreçten kârlı çıktı.

Zira İsveç ve Finlandiya'nın yanı sıra başka ülkelerde de NATO'ya üyelik konuları konuşulmaya başlandı. Beyin ölümü gerçekleşti denen NATO adeta küllerinden yeniden doğdu.

Öte yandan AB de bu süreçten kârlı çıkanlar arasında yer aldı zira AB'ye üyelik konuları da pek çok ülkede gündeme gelmeye başladı.

Bu ülkeler arasında Ermenistan dahi yer aldı. Daha bu hafta Paşinyan ülkesini AB'ye yakınlaştırmak istediğini söyledi.

Ayrıca NATO'yla ilişkiler konusunda savunma alanında yönelimlerini çeşitlendirmeyi düşündüğünü belirtti.

Hatta Eagle Partner 2023 tatbikatı sırasında Ermenistan'ı NATO'ya dahil etme çağrıları dahi duyuldu.

Ermenistan'da gerekirse Kolektif Güvenlik Anlaşması Örgütü (KGAÖ)'den çıkılabileceği iddiaları da gündemde yer aldı.

Bu açılardan bakıldığında NATO'nun kazanımları kadar AB'nin de bu süreçte önemli kazanımları olduğunu belirtmek gerek. 


Çatlak seslerden bütünleşme adımlarına doğru AB

Ukrayna savaşı konusunda başlangıçta AB içinde fikir ayrılıkları olsa da gelinen noktada bu çatlak sesler büyük oranda ortadan kalktı.

Bu anlamda AB Komisyonu Başkanı Ursula von der Leyen'in son olarak Avrupa Parlamentosu (AP) Genel Kurulu'nda yaptığı açıklamada, AB'nin savaşın ikinci yılında da Ukrayna'yı desteklemeye devam edeceğini açıklaması savaşın gidişatı açısından önemli bir açıklama oldu.

Leyen'in özellikle savunma alanında Ukrayna'yı AB'ye yaklaştırmaya çalışacaklarını belirtmesi AB'nin savaşın devamından yana kartlarını kullanmaya devam edeceğinin sinyali olarak yorumlandı.

Öte yandan İsveç ve Finlandiya'nın NATO'ya üyeliği konusunda gelinen aşamalara bakıldığında AB'nin büyük oranda Rusya'yı Baltık ülkeleri için de bir tehdit olarak görmeye başladığını gösterdi.

Dolayısıyla bu açıdan bakıldığında AB'nin Ukrayna'ya desteğinin devam edeceğinin belirtilmesi bu konuda AB'de ortak kaygıların halen bulunduğunu gösterdi.

Bu kaygı AB ülkelerini savaşın başında birleştirmiş olsa da fikir ayrılıklarını da halen tamamen ortadan kaldırmış değil.

Zira Ukrayna'yı AB'ye yaklaştırmanın ekonomik bedelini herkes ödedi ve ödemeye devam ediyor.

Bu açıdan İsveç ve Finlandiya'nın NATO'ya üyeliğinden farklı olarak Ukrayna'nın AB'ye yakınlaştırılması önümüzdeki günlerde çatlak sesleri daha da arttırabilir.

AB içinde halen çatlak sesler var ama bu sesler süreci etkileyecek noktada değil henüz. AB içinde Ukrayna ve Moldova'ya yönelik üyelik müzakerelerinin başlatılmasını sembolik olarak değerlendirenler de bulunmakta.


Ukrayna savaşında kaybedenler kulübü: Kimler kaybetti?

Kaybedenler kulübünde Rusya başı çekse de en az Rusya kadar eski Sovyet coğrafyası da bu süreçten zararlı çıktı diyebiliriz.

Örneğin Orta Asya ve Kafkasya'daki devletlere bakıldığında başta ticari ve siyasi alanda olmak üzere pek çok alanda Rusya'ya yönelik yaptırımlardan bazen doğrudan bazen dolaylı da olsa etkilendiler ve etkilenmeye de devam edecekler.

Bu anlamda ulaşım rotalarının yaptırımlardan etkilendiği biliniyor.

Kaybedenler kulübünde yer alanlar arasında tabi ki Ukrayna da yer alıyor. Gerek toprak kaybı gerekse de askeri, ticari ve siyasi alandaki kayıpları oldukça fazla.

Bu saatten sonra yeni saldırı veya taarruzların kimin işine yarayacağı ise tartışmalı bir husus. Ayrıca askeri alanda yaşanan sıkıntılar ve paralı askerler sorunu da işin cabası.

Ukrayna son olarak paralı asker konusunda Kolombiya'dan dahi paralı asker almaya başladı ve yüzünü Latin Amerika'ya da çevirdi.

Bu da savaşın sürdürülebilir olmadığının en önemli kanıtı. Bu nedenle savaşın devam etmesi en çok da Ukrayna'nın zararına olacak.

Son olarak Ukrayna halkının da yaşananlardan artık bıktığını unutmamak gerekiyor. Ukrayna aslında bu sürece çok bile dayandı ama maalesef barış masası kurulmadığı sürece bu sorun devam edecek gibi görünüyor.

Kaldı ki Ukrayna'nın dayanma gücü şu anda bile zayıflamış olmasına rağmen Batı dünyası ve ABD'nin vaatleriyle süreci devam ettiriyor.

Bu sürdürülebilir bir politika değil zira yapılan yardımların devamlılığı savaşı kızıştırmaktan yana, yani savaşın bitmesini istemeyen bir Batı var karşımızda.

Ukrayna burada istese de artık savaşı sonlandıramaz. Zira bu savaşa tabiri caizse "yatırım yapan devletler" var, enerji rotaları değişti, ulaşım güzergahları el değiştirdi, gıda sektörü değişti, askeri, güvenlik ve savunma alanları etkilendi, yeni ülkeler NATO'ya dahil edildi, deyim yerindeyse yeni bir güvenlik mimarisi inşa edildi. 

Savaşı başlatmak kolaydır zor olan sonlandırmaktır. Bu nedenle de bu işin çözümü artık çok bilinmeyenli bir denkleme dönüşmüş durumda. Herkes kendi menfaatleri açısından konuya yaklaşmakta.

Şu an savaşın küresel ölçekte olumsuz etkileri kadar silah ve savunma alanında bu süreçten faydalanan ülkeler de yok değil.

Bu nedenle Ukrayna halkında bir tepki oluşmuş olsa da onlar da süreci geri döndürmenin pek de mümkün olmadığının fakında.

Türkçede bir deyim vardır "alkış tek elle çalınmaz" diye, bu noktaya gelmeyi tabi ki Ukrayna seçmedi, bu nedenle buradan çıkmak da sadece Ukrayna'nın alacağı bir kararla gerçekleşmeyecek.  

Putin geçen haftaki röportajında bu hususa özellikle işaret etti ve kendilerinin müzakerelerden yana tavır sergilerken Batı'nın bunu bilinçli bir şekilde engellediğini ima etti. 


Rusya'da durum nedir?   

Önümüzdeki günlerde Rusya gerekli veya zaruri görmediği sürece yeni bir saldırıda bulunmayacaktır zaten sürecin en başına dönecek olursak adeta Batının kışkırtmasıyla bu aşamaya gelindi denebilir.

Bu açıdan bakıldığında yeni bir saldırı ihtimali olmasa da süreç biraz da Batının izleyeceği tutuma bağlı olarak şekillenecektir.

Şu an için Rusya'nın savaşı nükleer bir çatışmaya çevirme ihtimali yok ancak Batı sürekli olarak Rusya üzerinden bir nükleer tehdidi gündeme getirerek Avrupa'da korku yaratmaya çalışıyor. 

Rusya'ya Ukrayna savaşıyla iki yıl içinde Batı tarafından tahmin edilen oranda zararlar verildi ve artık Rusya'da halkın da savaşa bakışı konusunda ülkede farklı sesler yükselmeye başladı.

Bu da sürecin Rusya'ya zarar verdiğini ama istenen oranda olmadığını ortaya koyuyor. Moskova'da insanlar savaşın bir an önce sona ermesini bekliyor artık ama bu öyle çok da kolay değil.

Rus halkının bir kısmı Rusya'nın Ukrayna'da Nazizm'le mücadele ettiğini de düşünüyor ve Batılıların kasıtlı olarak Rusya'yı bir tehdit olarak dünyaya sunduğunun da farkında.

Zira Putin'in geçen hafta Batılı bir gazeteciyle yaptığı mülakatta "dimdik ayaktayım" mesajı verdiğini de unutmamak gerekiyor.

Bu da Rusya'nın süreçten zarar görse de istenilen oranda yıpratılmadığını da gösteriyor.

Gelinen noktada Rusya içinde de ciddi anlamda en başından beri bu savaşa karşı çıkan gruplar vardı ve bunların sayısı giderek artıyor, zaten ülkede devam eden sansür de bu karşıtlığı dindirme çabalarının en önemli göstergesi.

Tüm bu gelişmelere rağmen Putin'in geçen haftaki açıklamalarıyla ilgili dünyada çok ciddi izlenme oranları kaydedildi.

Bu açıklamalarda en dikkat çekici husus Putin'in "müzakereleri yasaklayanların kendileriydi" ifadelerini kullanması oldu.

Yani Rusya'nın müzakereyi isteyen taraf olduğunu ama ABD ve NATO'nun bu müzakereleri ortadan kaldırdığını bir kez daha açıklamış oldu. 

Putin bu açıklama ile aslında burada bir kez daha savaşın başlaması ve bu noktaya gelmesinde Batı dünyasının sorumlu olduğuna işaret etmeye çalıştı.

Ayrıca Putin'in Batılı bir gazeteciye verdiği röportajın satır aralarına da bu sitemler damgasını vurdu.

Putin bu röportajla Batı dünyasına "Rusya'yı yenmenin imkânsız" olduğu yönündeki açıklamaları ile "yıkılmadım ayaktayım" mesajının yanı sıra savaşı sonlandırma beklentisini de ortaya koydu.

Buna karşın ABD ise Ukrayna'ya savunma alanındaki desteğini sürdürmekten yana. Ancak ABD'de bu konuda bazı engeller çıkaranlar da yok değil.

Benzer bir durum AB'de de mevcut. AB içinde de Ukrayna'ya ekonomik desteğe karşı çıkan bazı üyeler ve var. ABD ve AB içerisindeki bu mevcut fikir ayrılıkları ise Rusya tarafından yakından izleniyor.


ABD'de yaklaşan seçimler Ukrayna savaşına Batı dünyasının bakışını nasıl etkiler?    

ABD'de Rusya'ya Batı dünyasının vermek istediği zararın verildiğini düşünenler ile bu zararı yeterli görmeyenler olmak üzere iki grup var.

ABD şimdilik bu nedenle savaşı sürdürmekten yana bir tavır izliyor. Seçimler burada kritik bir öneme sahip zira ABD'de savaşın maliyetiyle ilgili tartışmalar da giderek büyüyor.

Bu yönüyle ABD'de Ukrayna savaşına iki farklı açıdan bakıldığını söylemek mümkün.

Son seçim öncesinde Trump'a yakınlığıyla bilinen bir gazetecinin Putin ile yapmış olduğu röportajın aslında Cumhuriyetçilere yönelik bir mesaj içerdiği de söyleniyor.

Yani ABD'de Ukrayna'ya askeri desteğin artık sınırlandırılmasını isteyen Cumhuriyetçilere Trump'ın bu röportajla bir mesaj iletmek istediğini düşünenler de var.

Cumhuriyetçilerin bu tavrı seçim sürecinde belirleyici olacak yani çoğunluğun Ukrayna savaşıyla ilgili ne düşündüğü önemli oranda seçime damgasını vuracak.

Çünkü içeride Cumhuriyetçilerden farklı sesler çıkmaya başladı. 


ABD Merkezi İstihbarat Teşkilatı (CIA) Direktörü William Burns'ün açıklamaları ne anlama geliyor?

"ABD için geri adım atmak kendi kalemize gol atmak" anlamına gelir diyen ABD Merkezi İstihbarat Teşkilatı (CIA) Direktörü William Burns'ün açıklamaları ABD'nin Ukrayna savaşı konusunda nasıl bir yol izleyeceğinin ipuçlarını içeriyor.

"Şu kritik aşamada ABD için geri adım atmak ve Ukrayna'ya desteği kesmek tarihi anlamda kendi kalemize gol atmak olur" ifadeleri "bu işin dönüşü yok" anlamına da geliyor.

Ancak açıklamanın devamında Burns "En yakın meydan okuma Rusya'dan geliyor olabilir, ancak Çin uzun vadede daha büyük bir tehdittir" ifadeleriyle uzun vadede ABD'nin nasıl bir tehditle karşı karşıya olduğunun da farkında olduklarını belirtiyor.

Dolayısıyla bu saatten sonra geri adım atmak da kolay olmayacağı için ABD Ukrayna'ya desteğini devam ettirecek ancak savaşın seyri eskisi kadar yıpratıcı olmayacak gibi görünüyor.

Ayrıca yeni dönemde ABD'nin ve Batı dünyasının ilgilendiği başka meseleler de ortaya çıkmış durumda.

Bu noktada gerek Güney Kafkasya ve İsrail -Filistin çatışmalarının gerekse de İran'daki gelişmelerin Batıda önemli yansımaları var.

Ama burada bir barış sağlanacaksa AB'den ziyade ABD kendisinin öncülüğünde gerçekleştirilmesini de isteyecektir.

Zira bu süreçte ABD bir rol kapılacaksa en büyük rolün kendisine ait olduğunu düşünüyor özellikle de NATO üzerinden.


Rusya'nın Ukrayna'daki tavrı ve Baltık ülkelerinin durumu

Avrupa Birliği ve NATO üyeliğiyle Batılı sisteme entegre olan Baltık devletleri Litvanya, Letonya, Estonya açısından Sovyet sonrası dönemde Rusya daima bir tehdit olarak algılanmıştır.

Hatta 2022 yılında Baltık ülkeleri olan Litvanya, Letonya, Estonya Rusya'yı "öngörülemez ve saldırgan bir devlet" olarak nitelemiş ve Ukrayna savaşı nedeniyle sınırlarını Rus vatandaşlarına kapatmıştı.

Baltık devletlerinin Avrupalılık kimliği halen tartışmalı olsa da bu devletler kendilerini Avrupalılık şemsiyesi altında görmektedirler.

Bu nedenle Rusya'nın Avrupa Birliği'nin güvenliği dolayısıyla kendi güvenlikleri açısından da bir tehdit oluşturduğunu zaman zaman dile getirmekteler.

Polonya açısından da bu tehdidin olduğu ileri sürülmekte ve adeta Baltık ülkeleri ile Polonya'ya yönelik tehdidin AB'ni birleştirdiği dahi dillendirilmektedir.

Putin'e göre NATO Rusya'yı her tarafa saldırabilecek bir güç olarak göstermeye çalışıyor ama Putin Polonya'da bir tehdit durumunun şu an olmadığını, böyle bir tehdidin olması halinde burada adım atılabileceklerini söyledi.

Bu açıklamayla Putin aslında Rusya'nın Batının iddia ettiği gibi saldırgan bir politikasının olmadığını göstermeye çalıştı.

Dolayısıyla Baltık ülkeleri veya Polonya'ya yönelik bir planının olmadığını da açıklamış oldu.


Trump'ın "Avrupa ülkeleri masrafları üstlenirse NATO'ya destek veririz" ifadeleri nasıl yorumlanmalı?

Trump daha önce 2016 yılı seçim kampanyasında da benzer tehditlerde bulunmuştu. Bu açıklamayı aynı zamanda küresel istikrara yönelik bir darbe olarak yorumlayanlar da oldu.

Daha da önemlisi bu açıklamalar NATO'nun kuruluş ilkeleriyle de çelişiyor zira NATO'nun kuruluş amacında üyelerin güvenliğini politik ve askeri araçlarla garanti altına almak ilk sırada yer alır.

Finlandiya ile en son sayısı 31'e yükselen NATO'nun üyelerinin çoğunluğunu AB ülkeleri oluşturuyor ancak bu ülkeler arasında savunma harcamalarında yüzde 2 hedefine ulaşamayan çok fazla ülke var.

Bu nedenle Trump'un bu açıklaması hem NATO hem de AB tarafından sert bir biçimde eleştirildi ve gerçekçi olmadığı belirtildi.

Ayrıca Trump'ın bu açıklamasının seçim sürecinde yapılan bir açıklama olduğunu göz önünde bulundurarak hareket etmekte yarar var.

 Ama ne olursa olsun ciddi tepki alan bir açıklama olduğu aşikâr. Hem NATO hem de AB yetkilileri bu açıklamayı "5'inci maddeden hareketle NATO'nun bir ülke için her ülke" kuralını hatırlatarak sert bir biçimde eleştirdiler.

Trump'ın bu açıklaması aynı zamanda NATO ile AB arasındaki rekabeti de ortaya koyması açısından önemli.

AB ülkeleri bu açıklamayı Trump'ın NATO'nun güvenlik politikalarını ve ittifaklarını seçim uğruna zedeleyen bir tutumu olarak eleştirdi.

Ama ABD'de seçimi kim kazanırsa kazansın, NATO güçlü bir kurum olarak yoluna devam edecektir. Bu nedenle NATO bir güvenlik şemsiyesi olarak Batıda prestij kazanmaya devam edecektir.


Ukrayna-Rusya savaşında 2024 yılında olası gelişmeler

AB'nin 2024 yılında da Ukrayna'ya olan desteğinin devam edeceği resmi makamlar tarafından açıklanmıştır.

Bu destek özellikle askeri alanda belirgin bir şekilde ortaya çıkacak, zira AB Ukrayna'yı gelecekteki bir üye olarak görüyor.

Ukrayna için AB'ye katılım müzakerelerinin başlatılmış olması da önemlidir ve AB ülkeleri bu konuda oldukça isteklidir.

Bundan sonra savaşın kaderi veya seyri, Batı dünyası yani AB'ye üye ülkeler ve ABD tarafından belirlenecektir.

Öte yandan 2024 yılında savaşın seyri Orta Asya ülkelerini daha fazla etkileyecektir. Bu ülkeler, eski Sovyet coğrafyasında yer almalarının yanı sıra, Rusya ile ekonomik birlik içinde yer aldıkları için yaptırımlardan daha fazla etkileneceklerdir.

Orta Asya devletlerinin KGAÖ'nün yanı sıra uluslararası güvenlik, ticaret ve iş birliği alanlarında ortak bir platformda yer almaları, Orta Asya ülkelerini daha fazla etkileyebilir.

AB 2024 yılında Ukrayna'ya askeri alandaki desteğini sürdürürken aynı zamanda AB'ye üyelik sürecini de destekleyecektir. Ayrıca Rusya'yı zayıflatmaya ve ötekileştirmeye devam edecektir.

Bu nedenle, bu yıpratma savaşının devam edeceği söylenebilir. Bilindiği üzere 24 Şubat'ta Rusya'ya yönelik 13. yaptırım paketi devreye girecek.

Ancak, eğer Rusya-Ukrayna arasında savaşı sona erdirme konusunda bir uzlaşma sağlanırsa, AB, kendisinin söz sahibi olmasını veya kendisinin öncülüğünde bu uzlaşmanın gerçekleştirilmesini bekleyecektir.

ABD'nin de bu konuda önemli bir beklentisi olduğu için bu husus ABD ile AB arasında çekişmelere neden olabilir.

Bu nedenle, 2024'te taraflar arasında yıpratma savaşı devam etse de küresel ölçekte bir savaşa dönüşmeyecektir. 

 

 

*Bu makalede yer alan fikirler yazara aittir ve Independent Türkçe'nin editöryal politikasını yansıtmayabilir. 

© The Independentturkish

DAHA FAZLA HABER OKU