Son haftalarda, Türkiye'nin gündemine, Güney Kıbrıs Rum Kesimi havaalanlarına ve limanlarına Amerikan gemi ve uçaklarının konuşlanmasıyla birlikte, Amerika'nın askeri yığınak yapması konusu geldi. Hatta bu konu artık iyice yerleşti.
Bu hususun altını çizerek, belki konuyu daha anlaşılabilir hâle getirmekte fayda var
Birincisi, Amerika Birleşik Devletleri, Güney Kıbrıs Rum Kesimi'ne, 1974 yılından bu yana silah ambargosu uygulamaktaydı.
Bu ambargo geçen yıllarda kaldırıldı. Bu, aslında çok önemli bir başlangı ve tatsız bir gelişmeydi.
Şöyle ki, bu ambargonun kaldırılması, ilk anda aslında Kıbrıs içindeki ve Kıbrıs'ın etrafındaki askeri dengeyi Türkiye'nin aleyhine değiştirebilecek bir nitelikte değildi.
Hatta bazı açılardan belki Türkiye'nin lehine olabilecek unsurlara da dönüştürülebilirdi.
Örneğin, Amerika bu ambargoyu kaldırırken, Rum Kesimi'ne ölümcül olmayan silahlar vereceğini söylüyordu.
Buna karşılık, Rum Kesimi'nin Rusya ile yapmış olduğu askeri işbirliği anlaşmalarına son vermesi, bu anlaşmanın uygulanmasının gerekçelerinden birini oluşturuyordu.
Dolayısıyla, Rum Kesimi ve Yunanistan'ın Rusya ile ilişkilerinin tamamen bozulması, Türkiye açısından daha iyi bir gelişmeydi.
Çünkü belki kısa vadede, belki orta vadede Rusya'nın düşman ülkeler listesinde yerini almış bulunan Güney Kıbrıs Rum Kesimi ve Yunanistan'ın yaptıkları, Rusya ile Türkiye arasındaki yakınlaşmayı artırabilir ve bu durum, Moskova'nın Kuzey Kıbrıs Türk Cumhuriyeti'ni tanımasına kadar gidebilecek bir dizi gelişmeyi beraberinde getirebilirdi.
Bu işin bir tarafı, diğer tarafına bakacak olursak, Amerika'nın silah ambargosunu kaldırması ve geçen aylarda yeni bir askeri anlaşma imzalayarak, Kıbrıs Rum Kesimi'nin silahlı kuvvetlerinin eğitimini üstlenmesi gibi ilave tatsız gelişmeler de söz konusu oldu.
Buna Kıbrıs Rum Kesimi'ndeki havaalanlarına Amerikan askeri uçaklarının inmiş olduğunu gösteren görüntüler de eklendi.
Burada şöyle bir durum var: Bu gelişmeler aslında Kıbrıs Cumhuriyeti'ni oluşturan 1960 yılına ait ortaklık cumhuriyeti anlaşmalarına aykırı.
Yani ABD'nin, Rumlar tarafından teşvik edilerek, izin verilerek ve desteklenerek adaya gelmesi, 1960 anlaşmalarının ihlaline yol açıyor.
Bu durum, Türkiye'nin Kuzey Kıbrıs Türk Cumhuriyeti'nde deniz ve hava üsleri kurmasını gerektirebilir.
Kimse de buna karşı çıkamaz.
fazla oku
Bu bölüm, konuyla ilgili referans noktalarını içerir. (Related Nodes field)
Meselenin bir de başka bir yönü var:
Şimdi, bu gelişmeleri Amerika'ya sorsak, neden böyle bir politika izliyorlar desek, muhtemelen şu şekilde cevap vereceklerdir:
Tıpkı Yunanistan'da İrit Adası'ndan, bütün Yunanistan ana kıtası ve Türkiye sınırlarında bulunan Aleksandropoli, yani bizim Dedeağaç dediğimiz bölgeye yoğun bir yığınak yapmalarını açıklarken, Ukrayna savaşıyla izah ettikleri gibi.
Diyorlar ki;
Montreux Sözleşmesi'nden dolayı Karadeniz'i ve boğazları kullanamıyoruz. Bu nedenle, bu yığınakları yapıyoruz. Yunanistan'ın topraklarını kullanıyoruz. Buradan Bulgaristan'a, cephe ülkesi durumundaki Romanya'ya ve Polonya'ya kadar yığınak yapıyoruz. Bu, size karşı bir tehdit oluşturmaz.
Evet, bunu şimdilik kabul edebiliriz, diyelim ama buna rağmen bu durumun rahatsız edici unsurları olduğu da kesin.
Güney Kıbrıs Rum Kesimi'ndeki askeri yığınağa sorsak, onlar da diyeceklerdir ki, "Efendim, İsrail ile İran arasında devam eden gerginlik ve yer yer patlak veren askeri çatışmalardan dolayı bunu yapmak zorundayız. Güney Kıbrıs Rum Kesimi'nin limanları ve havaalanları, bu açıdan güvenli. İsrail artık güvenli değil. Hezbollah, İsrail'in her tarafını vuruyor. İran'dan atılan hipersonik füzeler İsrail'i hedef alıyor ve Yemen'in, Ensarullah Husi'lerin attığı füzeler de İsrail'in her yerine isabet edebiliyor. Bu yüzden güvenli liman olarak bu bölgeleri seçtik" diyeceklerdir.
Tabii, bu tek başına inandırıcı olmaz. Buna karşı bir şeyler yapmak gerekir. Birincisi, Amerika'yı sürekli uyarmak, yapılanların 1960 anlaşmalarına aykırı olduğunu ve Türkiye'nin, bölgedeki askeri dengenin değişmesini engellemek için Kuzey Kıbrıs Türk Cumhuriyeti'ne deniz ve hava üsleri kuracağını bildirmek gerekir.
Eğer gerekirse, Amerika'ya bu durumu bildirebilir ve NATO içinde de gündeme getirebiliriz.
Ayrıca, Birleşmiş Milletler Güvenlik Konseyi'ne de taşınabilir.
Ancak öte yandan, Kıbrıs Rum Kesimi'nin yaptığı bu eylemleri kendi lehimize dönüştürmek de mümkün.
Nasıl mı?
Birincisi, Rum Kesimi'nin süreci askerileştirmesi yani Kıbrıs sorununu askeri hale getirmesi, kendi aleyhine işler.
Ancak bizim yapacaklarımızla bu durumu kendi aleyhimize çevirebiliriz.
Örneğin, 1997 yılında Rumlar Rusya'dan S-300 füzeleri almak için başvurduklarında, Türkiye derhal bir politika geliştirdi ve "Bu füzelerin herhangi bir parçası adaya getirildiği takdirde, askeri tedbirler dâhil her türlü önlemi almak zorundayız" dedi.
Avrupa Birliği, Amerika herkes "Askeri demesek olmaz mı?" dedi.
Ancak Türkiye bunda ısrarcı oldu. Rum tarafı ise, bu politikaları nedeniyle başarısız oldu ve S-300 füzeleri, Yunanistan'ın Girit Adası'na konuşlandırıldı.
Şimdi Türkiye, aynı şekilde karşı hamleler yapabilir. Eğer durum askerileşirse, burada güçlü olan tarafın Türkiye olacağı açıktır. Çünkü Amerika, gelip de Rumlar adına bir çatışmaya girmeyecektir.
Bir yandan Amerika ile ilişkileri iyi tutmak da önemli. Özellikle Trump döneminde olduğu gibi, İsrail ile çok sert bir ideolojik dil kullanırken, aynı zamanda Amerika ile ilişkileri dengede tutmak gerekir.
Ayrıca, Rumların bu davranışlarının doğru olmadığını sürekli göstermek lazım.
Bu konuda zaman zaman sert tutumlar sergilemek de gerekebilir. Ancak bu, savaşa gitmek anlamına gelmez, hatta katiyen gelmemelidir.
İkinci olarak, Rumların Amerika'yı ön plana çıkaran davranışları, kısa ve orta vadede ve çok kutuplu dünya düzeninde Türkiye'nin lehine sonuçlar verebilir.
Çok kutuplu dünyada Amerika bir yere fazla önem veriyorsa, denge kurmaya çalışan diğer ülkeler de o bölgeye daha fazla önem vermeye başlayacaktır.
Bu durumda, Amerika'nın rakibi olan ülkeler Kuzey Kıbrıs Türk Cumhuriyeti ile ilişki kurabilir ve hatta tanımaya kadar gidebilirler.
Bunları iyi yönlendirmek, Türk dış politikasının başarı grafiğini yükseltir. Ancak iyi çalışılmadığı takdirde, sonuç alınmaz.
Kavga edici bir üslupla bu konulardan sonuç almak mümkün değildir.
Eğer krizler ve durumlar iyi yönetilirse, sonuç almamamız için hiçbir sebep yoktur.
*Bu makalede yer alan fikirler yazara aittir ve Independent Türkçe'nin editöryal politikasını yansıtmayabilir.
© The Independentturkish