Geçen yıl 16 Ocak'ta yine Türkiye-ABD ilişkileri ve Türkiye'ye verilmesi öngörülen F-16'lar hakkında "Kritik dönemde kritik ziyaret: Türkiye ABD ilişkileri" başlıklı bir yazı kaleme almıştım.
Söz konusu yazı; eski Dışişleri Bakanı Mevlüt Çavuşoğlu'nun Vaşington'a gerçekleştireceği ilk resmi ziyaret öncesinde, karşılıklı güven eksikliğinin hakim olduğu ve ilişkilerin en dibe vurduğu, F-16 satışının iki ülke gündeminin üst sıralarında bulunduğu bir döneme denk gelmişti.
Son bir yılda Türkiye-ABD ilişkilerinde olumluya yönelik pek bir gelişme olmazken, Gazze savaşı ve iki ülkenin İsrail-Filistin ihtilafına bakışındaki farklılıklar taraflar arasındaki sorunlu konulara yenilerini ekledi.
F-16 meselesi
Geçen yıl kaleme aldığım yazıda yer verdiğim bazı hususlar ışığında sürecin bir yıl içerisinde nasıl geliştiğine bakacak olursak:
Biden yönetimi geçen yıl bu sıralarda Türkiye'ye 40 yeni F-16 ve 80 modernizasyon kiti ile Yunanistan'a 40 adet F-35 satılmasına ve bunların birlikte ABD Kongre'sine sunulmasına yönelik Kongre üyeleriyle gayrı resmi danışmalarda bulunmaya başladı.
Böylelikle, Biden yönetimi, Türkiye'ye F-16 satışına itiraz edecek olan Kongre üyelerine "Türkiye'ye F-16 satacağız ama buna karşılık Yunanistan'a da çok daha üstün bir uçak olan F-35 tedarik edeceğiz" diyerek, olabilecek itirazları bertaraf etmeye yönelik adımlar attı.
fazla oku
Bu bölüm, konuyla ilgili referans noktalarını içerir. (Related Nodes field)
Aynı zamanda ABD böyle bir hamle yaparak Yunanistan'dan gelebilecek olumsuz bir tepkiyi de önlemiş oldu.
Fakat bu durum İkinci Dünya Savaşı sonrasında ABD'nin Yunanistan ile Türkiye arasında güttüğü 10-7 dengesinin Atina lehine bariz bir şekilde bozulduğu gerçeğini bir kez daha bize hatırlatmış oldu.
ABD uzun bir süre ısrarla Türkiye'nin İsveç'in NATO'ya üyeliğine ilişkin Katılım Protokolü'nün onaylaması ile F-16 satışının birbirinden bağımsız konular olduğunu vurguladı, ancak geçen hafta Ankara onay sürecini tekemmül ettirdikten sonra F-16 satışı için adım atmaya başladı.
Hatta basında, prosedür gereği depozitör ülke olan ABD'ye teslim edilmesi gereken, Katılım Protokolü'nün cuma günü Vaşington'a uçak olmaması nedeniyle alelacele New York'a iletildiği ve Amerikan yetkililerince New York'tan alınarak Kongre üyelerine gösterilmek üzere ivedi bir şekilde Vaşington'a ulaştırıldığı yönünde bazı iddialar da yer aldı.
Neticede, 26 Ocak Cuma günü, ABD Dışişleri Bakanlığı Kongre'ye hem F-16'ların satışı hem de F-35'lerin satışı konusunda resmi bildirimde bulundu.
Görevde kaldığı sürece Türkiye'ye F-16 satışına izin vermeyeceğini dile getiren, Rum-Yunan lobisine yakınlığıyla bilinen ve bir Ermeni'yle evli olan Senato Dış İlişkiler Komitesi Başkanı Cumhuriyetçi Parti'nin New Jersey'den Senatörü Bob Menendez, kendisine ve eşine yönelik yolsuzluk suçlamaları nedeniyle görevini bırakmak zorunda kaldı.
Yerine gelen Ben Cardin ise Türkiye'ye F-16 satışını destekleyeceğini söyledi. Aynı şekilde Temsilciler Meclisi'nden olumlu sinyaller geldi.
Böylelikle ABD Silah İhracat Kontrol Yasası'nın 36'ncı bölümünde NATO üyelerine yönelik olarak yapılacak silah satışları için 15 günlük yasal bildirim süresinin sorunsuz bir şekilde atlatılmasının önü açılmış oldu.
Gelinen noktada, bir süredir Türk-Amerikan ilişkilerini meşgul eden ve ortak gündemdeki diğer sorunlu konuların ele alınmasına da belirli ölçüde engel olan İsveç/F-16 meselesi büyük bir sürpriz olmaz ise çözülecek gibi duruyor.
CAATSA yaptırımları, S-400'ler ve F-35 programı
F-16 tedarikinin Türk Hava Kuvvetleri için önemli olduğu aşikar, ancak Türkiye'nin S-400 alımı sonrasında ABD'nin Düşmanlarına Yaptırımlarla Karşı Koyma Yasası (CAATSA) çerçevesinde yaptırımlara maruz kalması ve F-35 programından çıkartılması, ayrıca satın aldığı F35'lerin geri ödemesinin yapılmaması iki ülke arasındaki sorunlu konular arasında yer almaya devam ediyor.
Türkiye defaatle S-400'lerin tek başına kullanılacağını ifade etmiş olsa da ABD, yaptırımların kaldırılması için S-400'lerin Türk topraklarından çıkartılmasını istiyor.
Bu bağlamda bir dönem S-400'lerin Ukrayna'ya verilmesi önerisi gündeme geldi.
ABD'nin diğer NATO müttefiklerine F-35'leri cömertçe dağıttığı bir dönemde Türkiye'nin F-16'lara mahkûm edilmeye çalışılması kabul edilebilir bir tutum değildir.
S-400/F-35 meselelerinin çözülmesi için yaratıcı bazı adımların atılması, ABD'nin de mevcut tutumunu biraz esnetmesi gerekiyor.
Bu vesileyle, ABD'nin geçmişten bu yana Türkiye'ye yaptırım uyguladığı dönemlerde Türkiye'nin savunma sanayiinin geliştiğini de vurgulamakta fayda var.
Bu bağlamda, geçmişten bu yana var olan altyapıyı baz alarak son yıllarda atılan adımlarla Türkiye'nin savunma sanayiindeki yerlilik oranı yüzde 80'e ulaşmış vaziyette.
İlişkileri zehirleyen ABD'nin PYD/YPG desteği
Peki, İsveç/F-16 meselesinin çözüm sürecine girmiş olması Ankara-Vaşington ilişkilerindeki derin güven bunalımına neden olan ABD'nin PYD/YPG desteğine tesir eder mi?
Gazze savaşı ve ABD'nin İsrail'e yönelik koşulsuz desteği ABD'nin Suriye ve Irak'taki varlığına yönelik saldırıların artmasına neden oldu.
Öyle ki, ekim ortasından bu yana ABD ve koalisyon üslerine yönelik 150'ye yakın saldırı gerçekleştirildi.
ABD'nin bu saldırılara mukabele etmesi ve Irak'ta bazı kişiler ve hedeflere yönelik operasyonlar düzenlemesi neticesinde Irak Başbakanı Muhammed Şiya es-Sudani ABD askerlerinin ülkesinden çekilmesi çağrısında bulundu.
Bu doğrultuda, geçen hafta içerisinde taraflar arasında uluslararası koalisyon güçlerinin Irak'ta bulunma süresini sonlandırmak amacıyla bir yüksek askeri komitenin kurulduğu açıklandı.
27 Ocak'ta ise, koalisyon güçlerinin Irak'tan çekilmesine yönelik takvimin belirlenmesi için Başbakan Sudani'nin başkanlığında iki ülke askeri yetkilileri ilk kez Bağdat'ta bir araya geldi.
Aynı zamanda aralarında Foreign Policy'nin de bulunduğu bazı basın kuruluşları Amerikalı yetkililere dayandırdıkları haberlerinde ,ABD'nin Suriye'den de çekilmesinin gündemde olduğu, Biden yönetiminin bu konuyu ele aldığı iddialarına yer verdi.
Anadolu Ajansı'na verdiği mülakatta ABD Savunma Bakanlığı (Pentagon) Sözcüsü Tuğgeneral Patrick Ryder, her ne kadar Suriye'den çekilmelerinin şu anda söz konusu olmadığını kesin ifadelerle söylese de bahse konu haberlerin zamanlaması birçok açıdan önemli.
Birincisi, ABD Başkanlık seçimlerinin başladığı bir dönemde ABD üslerine yönelik saldırılarda bir askerin dahi hayatını kaybetmesi anketlerde zaten Donald Trump'ın gerisinde kalan Biden için felaket olur.
İkincisi, özellikle Cumhuriyetçiler ekonomideki kötü gidişatın düzeltilmesi ve göçmen krizine acil çözüm bulunması gereken bir dönemde Biden yönetiminin üçüncü ülkelere yönelik savunma harcamalarına karşı çıkıyor.
Nitekim, Biden Yönetimi'nin Kongre'ye sunduğu Ukrayna, İsrail ve Tayvan'a askeri yardımı içeren 111 milyar dolarlık paket Cumhuriyetçilerin itirazları nedeniyle kabul edilmedi.
Yapılan anketlerde Amerikan toplumunun da ABD'den binlerce kilometre uzakta yaşanan savaş ve çatışmaların kendi vergileriyle finanse edilmesinden rahatsız olduğu görülüyor.
Üçüncüsü, ABD'nin Suriye ve Irak'tan çekileceği yönündeki haberlerin, İsrail'in Gazze'ye yönelik tutumunu sürdürmesi halinde bölgede yalnız kalabileceğine ilişkin bir baskı unsuru olarak servis edilmiş olabileceğini akıllara getiriyor.
Zira, ABD'nin çağrılarına rağmen İsrail Başbakanı Binyamin Netanyahu Gazze'ye yönelik katliamı dur durak demeden sürdürüyor.
Bu da son dönemde ABD Başkanı Joe Biden ile Netanyahu arasındaki iplerin gerilmesine neden olmuş durumda.
ABD'nin bölgede kalıcı olmadığı ve yakın zamanda olmasa da Hint-Pasifik bölgesine yoğunlaşmak üzere er ya da geç Ortadoğu'dan çekileceği bir gerçek.
28 Ocak Pazar akşamı üç ABD askerinin hayatını kaybetmesi ve Başkan Biden'ın saldırıların arkasında İran destekli radikal grupların olduğunu söylemesi ABD kamuoyundan gelecek tepkiye göre çekilme sürecinin hızlandırabileceği gibi uzamasına da neden olabilir.
Her hâl ve kârda, bu zaman zarfında Türkiye'nin ulusal çıkarlarını gözeterek güvenliğini garanti altına alacak hamlelerde bulunması elzem.
Bu çerçevede, Şam yönetimiyle doğrudan temasa geçilmesi ve PYD/YPG'yle ortak mücadele konusunda bir anlayışa varılması şarttır.
Zira sahadaki aktörlerden Rusya, ABD ve İran'ın Esad Yönetimi'yle görüştüğü ve kendi gündemlerini doğrudan ilerlettiği bir durumda Suriye'yle 911 kilometre sınırı olan Türkiye'nin Esad'la doğrudan diyaloğunun olmaması her türlü sürecin dışında kalmasına ve gelişmelerin aleyhine işlemesine neden olabilir.
Ayrıca, Esad yönetimiyle temas ve 1996 tarihli Adana Protokolü'nün revizyonu ABD ve PYD/YPG üzerinde bir baskı unsuru da oluşturabilir.
İdeal olan, Türkiye'nin, Esad yönetimiyle diyaloğu geliştirirken, ABD'yle DEAŞ'la küresel koalisyon çerçevesinde işbirliğini artırması ve PYD/YPG'nin boşa çıkartılarak köşeye sıkıştırılmasıdır.
Ancak 2014'ten bu yana Suriye'de bir terör örgütünü başka bir terör örgütüne kırdırma yolunda giderek yanlış bir strateji izleyen ve bunun da aslında farkında olan ABD'nin hatasından dönüp dönmeyeceği net değildir.
Trump'ın başkan olması halinde daha önce de yaptığı gibi bölgeden çekilmek amacıyla bir hamlede bulunması söz konusu olabilir.
Fakat ABD'deki müesses nizam ve PYD/YPG'yle adeta duygusal bağ kurmuş olan ABD Merkez Kuvvetler Komutanlığı (CENTCOM) buna 2019'daki gibi izin vermeyebilir.
Her hâl ve kârda, Kafkaslar, Kıbrıs, FETÖ gibi konular da dahil Türkiye ile ABD arasında çözülmesi gereken bir dizi mesele var.
Artık İsveç/F-16 sürecinin sonuna gelindiğine göre süratli bir şekilde bu konuların ele alınması için temaslara başlanması gerekir.
Bu bağlamda, ABD Dışişleri Bakanlığı Bakan Yardımcısı Vekili ve Siyasi İşler Müsteşarı Victoria Nuland'ın Stratejik Mekanizma Toplantısı'na katılmak üzere 28-29 Ocak 2024 tarihlerindeki Türkiye'yi ziyareti önemli bir başlangıç olabilir.
ABD Büyükelçisi Jeffrey Flake'in geçen günlerde verdiği bir mülakatta "İttifak artık Türkiye'nin güvenlik ihtiyaçlarını ve hepimizin bir terör örgütü olarak tanımladığı PKK terörü ile mücadelesini daha iyi anlıyor. Terörizme karşı savaş hedeflerimiz pek çok alanda birbiriyle kesişiyor. Bir görüş ayrılığı olduğunda bir koordinasyon halinde bunu gidermeyi amaçlıyoruz. Benim düşüncem bundan sonra bu süreçlerin daha da iyileştirileceği yönünde. Biz DAEŞ'e karşı kurulan koalisyonda Türkiye'nin rolüne çok önem veriyoruz. Aynı alanda aynı hedefe yönelik mücadele ederken fikir ayrılıklarımız olabilir, bu görüş ayrılıklarını gidermeye çalışıyoruz. Benim umudum gelecekte daha iyi iş birliği halinde çalışabileceğimiz yönünde" şeklindeki ifadeleri önümüzdeki dönemde Ankara-Vaşington hattında bazı hareketlenmelerin olacağına işaret etmektedir.
Ancak benzer açıklamalar geçmişte de yapıldığı için, söylemin eyleme dönüşmesini görmek gerekir.
Değişen dünya düzeninde ABD'nin Türkiye gibi güvenilir ortaklara ihtiyacı vardır.
Temennim ABD'nin bunun artık farkına varacak olmasıdır.
*Bu makalede yer alan fikirler yazara aittir ve Independent Türkçe'nin editöryal politikasını yansıtmayabilir.
© The Independentturkish