Erdoğan-Putin buluşmasının şifreleri ve Ankara’daki üçlü zirve

Dr. Mehmet Perinçek Independent Türkçe için yazdı

Fotoğraf: Reuters

Recep Tayyip Erdoğan ve Vladimir Putin, 27 Ağustos günü Moskova’da MAKS 2019 Havacılık ve Uzay Fuarında bir araya geldiler.

Aynı gün Fransa Cumhurbaşkanı Emmanuel Macron, ülkesinin büyükelçilerine “Batı’nın dünya üzerindeki hegemonyasının sonunu görüyoruz. Koşullar değişiyor” şeklinde seslendi. Bugün dünya arenasında “yeni ülkelerin” güçlendiğini dile getiren Fransız lider, “Çin ilk sıralara yerleşti, Rusya da stratejisinde büyük başarılar elde ediyor” diye kaydetti.

Moskova’daki Türk-Rus zirvesi de adeta Atlantik’in bağrından çıkmış olan Macron’un bu itirafının kanıtı niteliğindeydi. Moskova’daki buluşma, yeni bir dünyanın kurulduğunu, Atlantik çağının bitip Avrasya yüzyılının başladığını tekrar teyit etmekteydi. En önemlisi de o fotoğrafta Türkiye, bu yeni dünya düzeninde yerini almaktaydı.

Zorunluluklar stratejik ittifakı dayatıyor

Aslında Türkiye ve Rusya’nın kurulan bu yeni dünyadaki konumunu zorunluluklar belirliyor. İki ülke de karşı karşıya kaldıkları tehditleri ve içinde bulundukları ekonomik sorunları ancak bir işbirliği içinde aşabilirler. Başka bir ifadeyle bu iki ülkenin milli güvenlikleri ve halklarının huzur ve refahı birbiriyle kurdukları ilişkinin şekline bağlı. Zorunluluklar şekli belirliyor, stratejik müttefikliği dayatıyor.

Aynı şekilde zorunluluklar, kurulan ilişkinin içeriğini de belirliyor, stratejik müttefikliğin altını dolduruyor. Moskova’daki buluşmanın bu açıdan da önem taşıdığını söyleyebiliriz. Yani stratejik ittifakın biraz daha ete kemiğe büründüğünü, somut ihtiyaçlara cevap olabilecek adımların atıldığını ya da bunun işaretlerini görüyoruz.

Birlikte üretim eşittir askeri müttefiklik

İhtiyaçların başında, Türkiye’nin içinde bulunduğu koşullara uygun savunma ve silah sistemlerine sahip olması geliyor. Daha açık ifadeyle Batı’dan gelen tehdidin fiili bir çatışmaya dönüşmesi durumunda saldırıyı püskürtmek ya da çatışmaya dönüşmesini engelleyecek caydırıcılığı göstermek adına ABD’den bağımsız silah ve savunma sistemlerini edinmek gereği. Meselenin en basit anlatıldığı şeklini hepimiz biliyoruz: Atlantik’in ötesinden tek bir tuşla ABD menşeili sistemler, uçaklar vs. kullanılmaz hale geliyor. 

Bunun çözümüne yönelik ilk adım S-400’lerle atıldı. Moskova buluşmasından sonra artık şimdi de SU-35 ve 57’lerin alınması söz konusu. Silah ve savunma sistemlerindeki ortaklık, stratejik müttefiklerinizi de belirliyor. Ama bu teknolojilerin basit bir şekilde alım-satımının yapılmasından öte birlikte üretilmesi de iki ülkenin gündemine girmiş durumda. Bir silah teknolojisini birlikte üretmek demek askeri müttefiklik anlamına geliyor. Bu yönde irade belirtilmiş olması bile önemli. Zorunluluklar iki ülkeye askeri müttefikliği de dayatıyor.

Güvenli Bölge: Moskova'nın Ankara'ya güveni

Tabii esas aciliyet taşıyan konu, Suriye ve İdlib. Buluşmada buna dair nelerin konuşulduğu, alındıysa ne tür karaların alındığı açıklamalara yansımadı. İki taraf da her zamanki gibi Suriye’nin toprak bütünlüğüne vurgu yaptı. Rusya, Güvenli Bölge konusunda Türkiye’yi destekledi.

Demek ki Moskova, ABD’yle varılan “anlaşma” konusunda Ankara’ya güveniyor. Ters taraftan okuyacak olursak da demek ki Ankara, Moskova’ya bu konuda ciddi güvenceler sundu. Putin’in rahatlığına bakılırsa ABD’yle varılan uzlaşmasının ömrü pek uzun gözükmüyor. Türk tarafının “Oyalamaya müsamaha göstermeyeceğiz” açıklamaları da bunu destekliyor.

Buluşma sonrası gelen sinyaller

Moskova’daki buluşmada yapılan açıklamalarda İdlib konusuna dair somut kararlar dile getirilmemekle birlikte sonrasında yaşanan gelişmeler, önemli ipuçları veriyor.

Bunların başında, görüşmenin hemen ertesinde ÖSO’ya bağlı grupların Türkiye karşıtı eylemlere girişmesi geliyor. Temel sloganı: “Hain Türkiye!”, “Türkiye bizi dondurmaya sattı!” Hedefte Erdoğan var. Bu eylemlerin durup dururken planlanmadığı açık. Türkiye’yle Rusya’nın en azından belirli konularda uzlaşmış olduğunun kokusunu ilk bu grupların almış olması ya da doğrudan bilgilendirilmiş olmaları gayet doğal.

Aynı gün Suriye Ordusu’nun da birçok yeni bölgeyi kontrolü altına aldığını not edelim. 31 Ağustos’ta başlayacak ateşkes öncesi bir “oldubitti” yaşandı, sanki Ankara bu “oldubitti”ye gözlerini kapattı.

Buna paralel ABD’nin İdlib bombardımanı da Washington’un bölgedeki gelişmelerden ciddi rahatsızlığını gösterdi. Rusya, ABD’nin bu girişimine sert çıktı. Moskova’da bombardıman Erdoğan-Putin buluşmasına bir tepki olarak da değerlendiriliyor.

Bir de bunların üzerine Erdoğan’dan “Fırat’ın doğusunda, 2-3 hafta içinde kendi belirlediğimiz şartlar dâhilinde, kendi askerlerimizle Güvenli Bölge'yi oluşturmazsak varsın gerisi karşımızdakiler düşünsün” açıklaması geldi. Açıklamanın yapıldığı günden 2-3 hafta sonrasını hesaplıyorsunuz Ankara’da 16 Eylül’de gerçekleşecek Astana Süreci’nin üçlü zirvesinin hemen sonrasına denk geliyor.

Çözüm üçlü zirvede

Kısaca söylemek gerekirse Moskova buluşmasında İdlib konusu ikinci planda değildi. Bazı prensip kararlar alındı, son nokta Ankara’da üçlü zirvede konacak.

Gelişmelerin iyi yönde olduğuna dair işaretler ve bilgiler var. En azından kriz aşıldı, ABD’nin Türkiye ve Rusya’yı karşı karşıya getirme planı yine hüsrana uğradı. İşler yeniden rayına girme yolunda, hatta ötesinde adımlar da gelebilir.

İdlib ve Fırat'ın doğusu formülü

16 Eylül Ankara zirvesi öncesinde yeniden vurgulamakta fayda var:

Herkes Suriye’nin toprak bütünlüğünde hemfikirse, vakit kaybetmeden somut adımlar atılmalı. Ülkenin toprak bütünlüğünü bozan bir İdlib bir de Fırat’ın doğusu kaldı. Ülkenin geri kalanını, yani yüzde 90’ını İdlib veya Fırat’ın doğusundaki iktidar odaklarına katıp toprak bütünlüğünü sağlayamayacağınıza göre görevin yerine getirilmesinin tek yolu var: ABD destekli bu iktidar odakları kaldırılacak ve ülke Şam iktidarının altında birleştirilecek. 

Formül belli: İdlib’te Türkiye’nin kontrolündeki gruplar silah bırakır, Şam bu gruplar için af ilan eder. HTŞ gibi ABD güdümlü Vahhabi oluşumlar, İdlib’te tecrit edilmiş ve açığa çıkmış olur. Direndiği takdirde de ezilir. Silah bırakan gruplar da siyasete girer, seçimlerde Esad’la savaşır. Ankara da Suriyelilerin seçtiği hükümeti tanır. Suriye anayasasını da Suriyeliler yazar.

Ama Ankara, o zamana kadar ABD destekli PKK/PYD “devletine” karşı da Şam’la temas eder ve işbirliği yapar. Astana ittifakı ve Şam işbirliği, Fırat’ın doğusundaki bölücü girişime son verir. Hiç değilse PKK’nın çatı örgütü Suriye Demokratik Meclisi Eş Başkanı Emine Ömer’in Amerika’nın Sesi’ne verdiği demeçteki Suriye rejiminin Türkiye’nin Fırat’ın doğusuna yönelik olası bir harekâtını desteklediğine dair sözleri Ankara’nın gözünü açmalıdır.

Erdoğan'a sorular

Eğer Erdoğan iktidarı, Türkiye’nin açık çıkarlarına rağmen Esad inadından vazgeçmeyecekse o zaman şu sorulara cevap vermelidir:

  • Suriye’nin toprak bütünlüğünü tesis edebilecek, Rusya ve İran’ın da desteğini alabilecek başka bir iktidar formülü var mıdır?
  • Fırat’ın doğusundaki PKK/PYD oluşumuna Esad kadar karşı olan başka bir iktidar seçeneği var mıdır?
  • Şam’ın direnişi ve buna bağlı olarak başlayan Astana süreci ABD’nin BOP’unu yenilgiye uğrattı. Esad’ın yerine düşünülen iktidarın ABD planlarına mesafesi nedir ve bu planlara Esad kadar direnme potansiyeli var mıdır?
  • Esad’a alternatif olabilecek iktidar seçeneği, Suriye Ordusu ve devlet kurumları üzerinde otorite sağlayabilecek midir, ülkenin yeniden bir iç kargaşaya sürüklenmesini engelleyebilecek midir?

Dolayısıyla tek başına Esad gitsin demenin de bir anlamı yoktur. 

AKP iktidarının bu sorulara, gerçekçi ve somut cevapları yoksa yukarıdaki formül tek çıkış yoludur.

Mutlu son

Ve sonuç olarak Suriye’nin toprak bütünlüğünün sağlanmasıyla Türkiye’deki Suriyeli sığınmacılar da vatanlarına güvenli bir şekilde döner. Türkiye’nin başka bir sorunu da çözüme kavuşur.

Belki sizlere bu final, mutlu sonla biten bir Türk filmi senaryosu gibi gelebilir. Ama inanın hayal değil. Gerçekçi ve somut. Koşullar müsait.

ABD Savunma ve Dışişleri Bakanlıkları ile Kalkınma Ajansı (USAİD) Başmüfettişlerinin 2 Ağustos 2019 tarihli raporu dahi ABD’nin Suriye Misyonu’nun “bütünüyle çökme tehlikesi” ile karşı karşıya olduğunu, 'Kürt Özerk Bölge' yönetimlerinin başarısızlığını itiraf ediyor.

Artık mesele, Türkiye’yi düşünerek bir karar vermektir. Ankara üçlü zirvesi, bu mutlu son için iyi bir fırsat, en azami şekilde değerlendirilmelidir.

 

 

* Bu makalede yer alan fikirler yazara aittir ve Independent Türkçe’nin editöryal politikasını yansıtmayabilir.

© The Independentturkish

DAHA FAZLA HABER OKU