Ben Profesör Doktor Uğur Batı. Karar Bilimi Uzmanı ve After Parti En Genel Başkanıyım.
Daha sorulurken cevaplanamayan soruların köşesine hoş geldiniz.
Bilginizdedir, Global TV platformu Disney+ anlı şanlı reklamlarla Atatürk dizisi çekmeye başladı malumunuz.
Sonra da ABD'deki Ermenilerin "Atatürk" dizisiyle ilgili tehditlerinden dolayı kararın alındığı iddia edilse de platform diziyi yayımlayacağını ilan etmişti.
Sonra da dizinin platformda yayımlanmasının "Ermeni lobilerinin baskısı sonucu" iptal edildiğini anlıyoruz.
Anlıyoruz, diyorum çünkü kanalın Türkiye ofisinden; sinemalarda, ulusal kanalda yayımlanacağı bilgileri verildi.
Ayrıca Disney'in yurt dışındaki ekibinin tepkileri incelediğini belirten yetkililer de olduğu duyumlarını alıyoruz.
Dizinin 29 Ekim'de Disney'in kardeş kuruluşu FOX TV'de ücretsiz ve "Tüm Türkiye'ye armağan" sloganıyla yayımlanacağı ifade ediliyor.
Dizinin yapım şirketi Lanistar Medya adına Yapımcı Saner Ayar'ın açıklaması ise ikna edicilikten uzak olmak öte dursun, oldukça zorlama.
Sanki susmak daha iyi bir tercih olurmuş gibi duruyor:
Cumhuriyetimizin 100. yılı kutlamaları kapsamında 'Atatürk'ü ekim ayından itibaren FOX'ta TV özel versiyonuyla yayımlayarak, çok daha geniş bir seyirci kitlesine ulaştıracak olmaktan gurur duyuyoruz. Bu çok özel yapımı iki ayrı film halinde sunacağız ve TV'nin yanı sıra, sinemalarda da yayınlayarak izleyicilerimize büyük ekranda film izleme keyfi yaşatacağız.
Bu ne demek?
Atatürk dizisi tüm dünyanın izleyebileceği bir platformda değil de sadece Türkiye'den izlenebilecek bir kanalda yayımlayacak.
Kanalın bu durumu "bir ödül" gibi sunmaya çalıştığını görüyoruz ki bunu yer yutar mıyız?
Yemeyiz diyeyim kısa yoldan, hele hiç yutmayız!
Neyse, biz durumu anladık. Nitekim Aziz Türk milleti olarak üzüntü verici, bilinen her türlü özgürlük tanımından uzak, 2023 yılı "modern sansür" diyebileceğimiz bu harekete tepkimizi vermeye başladık ki, Türkiye'deki Disney Plus üyeleri memnuniyetsizliğini ya da "yemediğini" ya da "yutmadığını" gösterdi ki peş peşe iptaller başladı.
Şimdi asıl trajediyi söylüyorum. Disney Plus diziyi çekmeye başladığında "kadrosunda kim olacak"tan tutun, pek entelektüel camiaya herkes pek heyecanlı açıklamalar yapıyor, magazin programları konuyu işliyor, herkesin bir fikri ve heyecanı vardı.
Gel gör ki, bu dizi iptali vakası duyulduğundaki bir ayı geçiyor, dizinin başrol oyuncuları başta olmak üzere, diğer oyuncular dünyası, pek ünlü kişiler, entelektüel dünyada bir "ölü taklidi" durumu oldu.
Her konuda çok "değerli" fikirleri olan bu insanlar hiçbir şey olmamış gibi davranıp, başta sus pus olup, sonradan "konu kapanır gider" diye düşündüklerini tahmin ettikler,m artık açıklama baskısı altında kaldıklarında;
"Benim rengim bellidir."
"Görüşümü söylememe gerek yok."
"Atatürk'ün buna ihtiyacı mı var?"
"O dünyanın en büyük lideri…" minvalinde açıklamalar yaptılar.
Bu arada henüz hiç açıklama yapmayanlar da var.
Doğrusu bu hayret verici bir sessizlik ama konuşanların konuşmaması ise daha iyi olur gibi düşünüyorum, o da ayrı.
Temmuz itibarıyla Disney Plus'ın kaldırılan yerli orijinal yapımları arasında, Recep İvedik 7, Kral Şakir: Geri Dönüşüm, Ben Gri, Kaçış, Dünyayla Benim Aramda, Yılbaşı Gecesi, Bursa Bülbülü ve Özür Dilerim gibi yapımlar da var.
Arayış ve Aktris dizileri ise yeni yayınlanmış olacak ki, orada duruyorlar. Lakin yakın zamanda onlar da kütüphaneden alınırlar gibi.
Daha çekilen yapımlar da var ki, onların akıbeti ise belirsizliğini koruyor. Bunlara dair durum bile başlı başına olay.
Emekle yapılan bu işler de artık platformda yok. Dizinin emekçileri, emekleri sergilensin istemez mi? Ya platforma üye olan kişiler, "İzleyecektik oysaki, parasını vermiştik, ne oldu ki?" demezler mi?
Bir şey diyeyim mi; bir akademisyen, bir yazar, bir fikir insanı olarak bu son yazdığım paragraf umurumda değil. Ben bu olayın içeriğine bakıyorum.
Ne olmuş oldu? "ABD özgürlük retoriği" mi çöktü?
Zaten iyi değiller de bir dizinin lobi aracılığıyla yayımlanmama kararı ne ya?
Durum ne peki?
"Dizinin yayımlanmaması önemsizmiş", "Mustafa Kemal Atatürk'ün diziye ihtiyacı yokmuş" bahsindeki açıklamalar zekasını nerede kaybetti?
Tabi ki önemli. Bu olay kaç bin mecrada haber oldu; haberleri var mı acaba?
Bu bir propaganda, bir lobicilik, hatta bir kamu diplomasisi olayı. Amerika Ermeni Ulusal Komitesi (ANCA), Atatürk dizisinin Disney Plus'ta olmaması için yürüttükleri kampanyaya destek verenlere teşekkür edip, dizinin yayınlamayacak olmasını bir zafer olarak niteledi.
Yunanistan'ın yanı sıra, Kıbrıs Rum Kesimi de "sözde soykırım" iddialarıyla bu dizi üzerinden Atatürk karşıtı propagandalar yaptılar.
Siz ne diyorsunuz?
"Atatürk'ün buna ihtiyacı mı var?"
"O dünyanın en büyük lideri…"
Var! Net var. Bunu anlatmak bir "yumuşak güç" unsuru.
Siyasi bir yönelim. İtibar yönetimi unsuru. Tabii ki var.
Peki, "Benim rengim bellidir", "Görüşümü söylememe gerek yok" diyenlere ne demeli?
Var gerçekten biliyor musunuz? Var! Sizin platformun bu kararı hakkında, platformun kararı konusundaki görüşlerine ihtiyacımız var!
Farah Zeynep Abdullah, "Disney Plus bu ülkede neden bu kadar saçmaladın ya!" demiş. Bakın ne kadar açık ve net fikir!
Disney Plus'ın yerli içerikleri kaldırmasının ardından Recep İvedik 7'si orada olan Şahan Gökbakar, sosyal medya hesabından bir açıklama paylaştı.
Milyonlarca seyircinin kendi filmi için üye olduğunu ve bu yüzden mahcup olduğunu ifade eden Gökbakar, "Hepinizden özür diliyorum. Böyle bir kararı çok yanlış buluyorum" demiş. Bu da gayet açık.
Böylesi açık olanlara seslenmek isterim: Sizlerin de değerli fikirlerinize ihtiyacımız var.
Öneri olsun, şu tip şeyler sizi bize anlatırdı:
Disney Plus dizi/film platformunun bir lobinin baskısına boyun eğerek 'Atatürk' dizisini yayımlamadan yayından kaldırması diye bir duruma inanmıyoruz.
Söz konusu platformun bu tutumu, Türkiye Cumhuriyeti'nin değerlerine ve milletimize böyle bir saygısızlık yapmayacağını düşünüyoruz.
Bakın ne güzel açıklama! Böylesi bir açık tavır, derinliğinizi artırır, sizi fikir insanı yapar, hayata karşı bir tutumunuz olduğunu gösterir, oyuncu "personanıza" değer katar.
Eğer anlaşmalarınız, "bir daha platformdan bize iş vermezler, ne olacak, aramızı bozmayalım neme lazım" filan diyorsanız, Aziz Türk milletinin ilginç bir feraseti var, bunu görür ve onlar size iş vermez zaten.
İdrak yolları enfeksiyonu mu geçiriyoruz?
Fena bir soru sormak isterim. "İdrak", derin anlama… Bu özelliğimizi ne zaman kaybettik?
Nasıl bu kadar yanlış yapabiliyoruz? Görünmeyeceğimizi mi düşünüyoruz?
Vakti zamanı geldiğinde "Mustafa Kemal Atatürk'ü en çok biz severiz, durum uygun olmazsa tatilde oluruz" insanların anlamamasının mümkün olmadığı bir durum.
Oysaki anlamak önemli. En temel insan bilişi. Üst beyin fonksiyonu. Kültür olarak bir şeyi "olduğu" gibi anlamak konusunda sorunlar yaşadığımızı düşünüyorum.
Tamam kabul. Dünya da zorlanıyor. İnsanın sosyolojisi bugün son derece dinamik sistemler üzerinde hareket ediyor.
Bu sistemler, birbirine bağlı değişkenler üzerinde. İletişim teknolojilerindeki muazzam gelişmelerle birlikte bir toplumsal olay diğerini, bir karar ötekini çok rahatlıkla etkileyebiliyor.
Bunun illa kelebek etkisi olması gerekmiyor ama kesin olan bir şey var: "Ateş olsan cirmin kadar yer yakarsın" artık gerçek bir önerme değil.
Ama "şeytanın ayrıntılarda gizli olduğunu" iddia etmek de son derece gerçekçi. Ölü ve diri arasındaki farkın fiziksel varoluş durumunda puslu olduğu bir zamanda yaşıyoruz.
İyi ve kötü arasındaki ayrımı bile çok net ortaya koyamıyoruz. Bir kere gerçeklerin kendisi "puslu" yani "fuzzy". Öngörüler puslu. En önemlisi de günümüz insanının mantığı puslu.
Mantık da puslu olunca:
İnsanların beyni de birer kibrit oluyor, anlamak da çok zorlanıyor ve bu durumda insanlar ya kendini yakıyor ya da ısıtıyor!
Böyle olunca metabolizma zorlanıyor ve idrak sistemi çöküyor!
İdrak yolları enfeksiyonu diyeceğiz. Nedir bu? Anlatmaya çalışalım.
Anlama kapasitesini yiyip bitiren korkunç enfeksiyon mu?
Jetonun köşeli olma sorunu mu?
Beyine giden idrak yollarının tıkanmasına ve kişide anlayış bozukluklarına yol açan bir rahatsızlık mı?
İdrak yolları enfeksiyonu istem dışı zihin akışıdır. Algının açık, anlamanın kapalı olduğu beyin süblimleşmesi hali. Anlamama ve anlamama da ısrar sendromu da diyebiliriz.
Kronikleşmiş "düşünememe" sendromundan söz ediyoruz. Çok fazla fanatizmle ya da önyargı ile başlar, irrasyonel saçmalıklarla devam eder.
En kötüsü de enfeksiyonun kolektif bir hal alması. Toplum olan versiyonu; ıstırap çeke çeke, kafayı duvara vura hizaya gelir
Oysaki idrak, insanın en temel yeteneği bu. Ve dünyanın bu lekeli haline baktığımızda en önemli problemlerden ne yazık ki biri: İdrak edemememiz.
İnsanlık adeta bir idrak yolları enfeksiyonu geçiriyor bugün. Ülkemiz de bu vakadan payını alıyor doğrusu.
Anne kızını, baba oğlunu, devlet vatandaşını, farklı etnik kimlikler birbirini, sermaye işçisini, zengin fakiri anlamıyor.
Evet bildiğiniz "idrak yolları enfeksiyonu" geçiriyoruz! Anlamıyoruz. Anlayamıyoruz. Sorun burada başlıyor!
Aşinadan Atatürk paylaşımları, sonsuzluk işareti güzel de sanki insanın bir tavrı olması gerekiyor, değil mi?
"Yarın bir gün Disney'le bir işimiz olur",
"Anlaşmam var, bir şey diyemem!",
"İşlerim bozulur bir şey diyemem.",
"Dur bir anlayayım, bir şey diyemem."
Bu tip çekinceler olabilir. Ama olmamalı. Mustafa Kemal Atatürk konusu her çekincenin ötesindedir.
Önce şunu söyleyeyim. Oyuncular, sanat insanları, kültür insanları, fikir insanları bu tür her olayda konuşmalı mıdır?
Hangisinde konuşmalı, hangisinde konuşmamalıdır? Bunun kararını ben vermeyeceğim doğrusu.
Sanırım size de vermeyeceksiniz. Kişinin kendisi verecek ne zaman ve nasıl konuşup konuşmayacağını!
Ama ben de algılayacağım. Yargım oluşacak. İzlenim ötesi bir değerlendirme. O kişilere ait. Benim nasıl algıladığım da çok önemli açıkçası. Toplumum ben. Sosyoloji buradan hareketleniyor.
Göz bakar, beyin görür çünkü görme işi gerçekte beyinde gerçekleşir. Bunun içindir ki, göz bakar, beyin görür. Algı (Osm. idrak, şuur, teferrüs; İng. perception), "nesnel dünyayı duyular yoluyla öznel bilince aktarma" şeklinde tanımlanıyor.
Algı, dış dünyanın duyumlarla oluşan imgesinin bilinçte gerçekleşmesidir. Bir tasarımdır, bilince dair bir tasarım. Bilinç zaten tüm deneyimlerimizin temeli ve bağlamıdır.
Sıradan insan bilinci savunmadadır. Gerilim halindedir çoğunlukla.
Algı aynı zamanda tüm duyusal verilerin anlamlandırılması işlemine verilen addır.
Evet, doğrudur; göz bakar, beyin görür. Bir anlamda algılama yoluyla biliriz. Böylece biriktiririz ve bir sonraki algılarımızda bunları ham veri olarak kullanırız.
Burada karşılıklı bir süreç başlar. Bilgiyle algılayabiliriz; algıyla bilebiliriz.
Algılama ise bir eylem ve sürecin kendisidir. Her birimiz nesne, olay, olgu ve kişileri rastlantısal olarak değil de, belli bir sistem mantığında algılarız.
Kişi, duyu organları vasıtasıyla alınan duyusal bilgilerin analizi ve yorumunu kendiliğinden gerçekleştirir.
Bu doğal bir süreçtir. Buradaki süreçler; fiziksel, nörolojik, fizyolojik, bilişsel ve duygusal süreçlerin tamamıdır. Aslında, algı buysa, gerçek nedir?
Algılama ile gerçek arasında ayrım nasıl fark edilir? Çoğunlukla fark edilmez.
Aslında bu ilişkiyi ifade eden çarpıcı bir söylem de vardır: "Algılanan şey gerçektir." (İng. Perception is the reality.)
Bir anlamda senin bilincinin gerçeği ne ise algıladığı da odur. Nedeni basittir; bilincin başka bir "gerçek"ten haberdar değildir ki.
Gerçek zaten "bilinçten bağımsız olarak var olan"dır. Bu aynı zamanda değişmez olandır çünkü "bilinçten bağımsız olarak var olan gerçek" değiştirilemezdir.
Ama bilincin tek gerçeği olan algıları ise değiştirebilirsiniz. Bu yaşamak için önemlidir. Algıyı "olumlu"ya dönüştürmek, ayrıca gerçek bir kişisel dönüşümün başlangıcıdır.
Algılarımız sürekli filtrelenir...
Evet, kimi zaman menfaatlerimiz, kimi zaman yargısızlığımız, kimi zaman boş vermişliğimiz, kimi zaman kurnazlığımız yüzünden.
Algılarımız sürekli filtrelenir. Kişinin kendisine sunulan her şeyi algılaması imkân dahilinde değildir.
Burada algı filtreleri olarak adlandırılan mekanizma devreye girer. İnsan zihni duyularıyla aldığı olayları ve iletileri, algı filtreleri olarak adlandırılan bir süzgeçten geçirir.
Algı filtreleri, herkesin kendi yaşadıkları deneyimlerden, inanç ve değerlerinden, karakter özelliklerinden teşkildir.
Kişinin algı filtreleri, iletileri siler, bozar, geneller ya da kabul eder. Bilgilerimiz algılarımıza, algılarımız bilgilerimize bağlıdır.
Algı filtreleri; uyaranların seçimi, düzenlenmesi ve yorumunu içerir. Beyinde gerçekleşen zihinsel bir işlemdir bu.
Gerçekliği araştırırken algılamamız içeriden gelir. Gerçekliği algıladığımızı düşünebiliriz ama aslında yaptığımız şey, diğer insanlardan farklı olabilecek kendi kişisel gerçekliğimizi yaratmaktır.
Bilmeliyiz ki, olaylar, olgular, nesneler, kişiler, varlıklar göründüğü gibi olmayabilir...
Olayları, olguları, nesneleri, kişileri, aslında tüm dünyayı algılamakla tanırız, anlamlandırırız. Başka bir deyişle, dışımızdaki gerçekliğin bilgisini bize algılarımız verir.
Çocuklarımızı görür; yediğimiz simidin tadını alır; maçın bittiğine dair hakem düdüğünü duyarız.
Bunların her biri bize bir nesne ya da bir olayla ilgili bilgileri verir. Bu aşamada, duyumlar ve hafızanın ortak çalışması söz konusudur.
Algı, duyumsal girdileri anlamlandırarak, bilgileri hafızada depolanacak şekilde hazırlar.
Bu da söylediğimiz gibi olaylar, olgular, kişiler, nesneler ile ilgili depolanmış algıları oluşturur. Bunlar bazen de yanlış oluşur!
İnsanın bilinci, zaten insan ruhunun küçük bir bölümünü teşkil eder. Ünlü psikanalist Freud, bilincinde olduğumuz şeylerin, ancak buzdağının suyun üzerindeki kısmı gibi olduğunu söyler. Asıl olanın, su yüzeyinin altında yatan bilinçaltı olduğunu da ekler.
Bilincinde olduğumuz şeylerin de algı kırılmalarıyla sorgulanabilir durumda olduğunu bilmemiz gerekir.
Önemli olan hafızada depoladıklarımızdır. Demek ki hafızada depoladıklarımıza veya onları nasıl istiflediğimize dikkat etmemiz gerekiyor.
İşte durum böyle. Çok inandığım bir sözdür:
İnsanların öznel algı filtreleri, suyun ışığı kırması gibi olanı kırıyor!
Hele ki bu yüzyılda... Hele ki bizde. Hele ki şimdi…
Sonuç olarak;
Bakın bana kalırsa, dış sermaye ile cumhuriyet ve Atatürk hikâyeleri anlatmak fazlaca ütopik.
İdeolojik önceliklerin aşikâr olduğu dünyada biz bu işi çoktan yapmalıydık. O işin bir meselesi.
Ermeni meselesi de olayın bir boyutu bence. Hangi emperyalist güç, Atatürk-Türkiye hikayesinin kalıcı olarak hatırlanmasını ister ki?
Bu bir umut çünkü. Bir sembol. İşin bu kısmı ayrı, gel gör ki, Disney Plus'ın tutumu taraflı ve adil olmayan bir şekilde ülkemizin, insanımızın ve tarihimizin değerlerine saygısızlıkztır.
Sürekli olarak düşünce özgürlüğünden bahseden uluslararası medya kuruluşlarının, bu tür her durumda kör, sağır ve dilsiz olması, tarafgir davranması demokrasi, adalet ve özgürlük adına dünyanın geleceği için bahtsızlıktır.
Ben bu yazıda asıl Atatürk konusuna bizim yaklaşımımızdır. Bizim muğlak tavrımızdır. Beni asıl korkutan bu oldu doğrusu.
Bitiriyorum. Bitiyorum!
Ben Profesör Doktor Uğur Batı. Karar Bilimi Uzmanı ve üç boyutlu düşünce ahtapotuyum.
Ve hepinize şöyle sesleniyorum: Biz size düşünmeyin demiyoruz, hobi olarak yine düşünün. Ve büyük düşünün ki seneye de düşünürsünüz!
Yazımızda görselleriyle bize kim eşlik etti?
İranlı ressamlar Laia Moqadam ve Mohammad Alavi son yıllarda yaptıkları işlerle oldukça beğeni topluyorlar.
"Yalan sahnesinde sanat" vurgusu yapmak gibi bir dertleri var. Post-truth göndermeler yaptıkları resimlerde zamanı, mekanı, kişiyi, değerleri, ideolojiyi büküyorlar.
Sanat pazarı manipülasyonları, propaganda nedenli manipülasyonlar, sosyal ve politik manipülasyonları eleştirel bakış açısıyla farklı bir tarzları var.
Söyleyelim, normal dizilişte, yüksek sanatın gerçeği hakikatin peşindedir. Her ne kadar mutlak bir gerçeklikten söz etmek olanaksız, gerçek göreceliyken, sonsuz sayıda bakış açısında sonsuz gerçeğe açıkken gerçeğin algılanması zorlaşıyor.
Gel gör ki, zaman kayınca, mekan kayınca bugün posttruth sanat, uydurma, safsata, pejoratif ve kaynaksız bir duruşu ifade ediyor.
Doğruların, hakikatlerin, olguların önemini yitirdiği bir dönemde Moqadam ve Alavi, İnci Küpeli Kıza selfie çektiriyor, Van Gogh'un Yıldızlı Geceleri'nde roket uçuruyor, İlber Ortaylı ya da Osman Hamdi'nin Kaplumbağa Terbiyecisi'ni birlikte resmediyor, karikatürüze ediyor, ilginç de şeyler yapıyorlar.
Bir de bu "postiş", "karikatür", "bükülmüş" resimlerde Mohammad Alavi, kaligrafi, hat gibi katkılarla post truth'tan postmoderne kayan bir katkı yapıyor resimlere.
Gerçekten ilham verici genç sanatçılar, sosyal medyaya da pek çok gönderme yapıyorlar eserlerinde.
*Bu makalede yer alan fikirler yazara aittir ve Independent Türkçe'nin editöryal politikasını yansıtmayabilir.
© The Independentturkish