Karşıdevrim eşiği...

Hakan Gülseven Independent Türkçe için yazdı

İllüstrasyon: Advocates

Türkiye'nin geleceği çok karanlık. Çürümenin sonuna geldik, çöküş dönemindeyiz.

Evet, geçtiğimiz süreç ülkemiz kaderinin belirleneceği bir seçim süreciydi.

İktidar el koyduğu medya gücüyle inanılmaz bir yalan makinesi yarattı. Her gün utanmadan yeni iftiralar, montajlar icat ederek muhalefeti yıprattılar.

Tüm devlet kurumları iktidara çalıştı. İktidardaki ittifak kamuya ait bütün kaynakları pervasızca kullandı.

Seçmen niyetine nüfusa eklenen her cinsten cihatçıyı, üstüne seçim sistemine yapılan türlü müdahaleleri arkasına alan gerici ittifak kendini bir kez daha mutlak iktidar olarak tüm topluma dayattı.

Ve nihayet, seçim gecesi toplumun en az yarısına balkonlardan parmak sallandı.

Ne yazık ki, durumumuz vahimdir.
 


İki büyük tehditle karşı karşıyayız:

Birincisi, zaten en az yarı yarıya yoksullaşmış olan halkımız hızla daha büyük yoksullaşmayla, mutlak bir yıkımla yüzleşecektir. Daha önceki tüm uyarılarımız gerçekleşti, üzülerek söylüyorum, bu büyük yıkıma da hep beraber tanık olacağız.

İkincisi, Cumhuriyet'in 100. yılında Türkiye tam olarak bir karşıdevrimle yüz yüzedir.

Bugün üzerinde durmak istediğim esas konu da budur.

Müsaadenizle, bundan yaklaşık beş buçuk yıl önce, YÖN Dergisi'nin Eylül 2017 tarihli sayısında yazdığım bir yazıdan alıntılarla ilerlemek istiyorum...

***

Evet, bir karşıdevrimden söz ediyoruz.

Osmanlı'da 1906-1908 vergi ayaklanmalarıyla başlayan, 1908 Devrimi'yle hanedana darbe vuran, nihayet cumhuriyetin ilanıyla yeni bir aşamaya yükselen devrimimiz, tüm sonuçlarıyla birlikte ortadan kaldırılıyor.

AKP'nin üst düzey yöneticisi Ayhan Oğan, 2017'de, "Şimdi biz yeni bir devlet kuruyoruz, beğenin beğenmeyin bu yeni devletin kurucu lideri Tayyip Erdoğan'dır" dediğinde, aslında hiç de şaşırtıcı olmayan bir laf etmiş oldu.

Oğan, "Yeni bir devlet kuruyoruz" derken bizim bildiğimiz cumhuriyetin farklı bir versiyonunu değil, o cumhuriyetin karşıdevrimle yıkılması üzerine inşa edilecek başka türlü bir 'devlet'i kastediyordu.

Elbette, burada söz konusu olan politik bir karşıdevrimdir.

Tarihin çarkını tersine çevirmek ve burjuva devrimini feodaliteye geri iteklemek bizim cühela takımının bile becerebileceği bir iş değil.

Bu durumda, Osmanlı hanedanının basiretsiz torunları ancak iade-i itibar ve tarla tapusu peşinde koşabilir. Onların saltanatı geri gelmez.

Yani politik karşıdevrim esas olarak bir paradigmayı sonlandırıyor:

1950'lerle birlikte emperyalizmin kucağında zaten içi boş bir kabuk haline gelmiş 'müstakil cumhuriyet' paradigması ve esas olarak vatandaşlık hukuku ortadan kalkıyor.

Koca ülke, 'müstakil cumhuriyet' yerine 'kat karşılığı ülke satışı' gibi bir sistemle uluslararası sermayeye pazarlanan bir tarlaya dönüşüyor.

Vatandaşlık yerine ise yeni bir tür kulluk geçiyor.

Ve elbette bu da sınıfsal bir anlam içeriyor.

Tayyip Erdoğan, kendi icadı 'başkanlık' rejimiyle emekçiye, fukaraya kulluğu reva görüyor; burjuva devleti aslına rücu ediyor, vatandaşlık sadece sermaye sahipleri için geçerli hale geliyor.

Hatta milyon liralık daire alan yabancılara, yanında bir de vatandaşlık veriliyor.

Başka deyişle, vatandaşlık, ancak zenginlerin bir ayrıcalığı haline geliyor.

Emekçiler ise vatandaşlık hukuku içinde tanımlanan çalışma hakkı, sendikalaşma, grev, iş güvencesi, tazminat gibi hakları birer birer yitirip kullaşıyor…

***

Yoksulları saran cehalet, işçi mahallelerine hakim olan yozlaşma, fukaralık, geniş yığınları insanlıktan çıkarıyor.

Zaten karşıdevrim de bu geniş yoksul yığınları bilinçte teslim almaya, olmuyorsa insanlıktan çıkarmaya göre kodlanmış bir stratejik hat izliyor.

Şöyle de izah edilebilir: Mevcut sömürü düzenine karşı isyanı örgütleme kabiliyetine sahip işçi sınıfı ve geniş yoksul yığınlar, iktidarın muazzam avantajı kullanılarak dinci örgütlenmelere devşiriliyor ve bilinçte teslim alınıyor; olmadı, yoksul mahallelere yığılan kamyonlarca uyuşturucuyla, bir lümpen kütlesi haline getirilen yoksulların beyni uçuruluyor…

Kullaştırılacak, bütün haklarından mahrum bırakılacak, iş cinayetlerinde giderek artan sayılarla katledilecek, çocukları imam hatipler ya da tarikat yurtları üzerinden cehalete mahkum bırakılacak, kadınlarının şahsiyeti çalınacak olan sınıf işçi sınıfıdır.

Derin bir yozlaşma tarafından kuşatılmış olması da cabası…

Emekçiler, karşıdevrimin tamamlanmasıyla birlikte sadece ekonomik bakımdan değil sosyal bakımdan da, tüm bir sınıf olarak mutlak yıkımla yüzleşecektir.

Pek çok yoksul mahallede çember tamamlanmıştır, tamamlanmak üzeredir. Manzara ortadadır…

Türkiye'yi bekleyen akıbet çok daha büyük bir sefalettir.

İnsanlığın acınası bir duruma düştüğü sefil bir ülke olmaya doğru ilerliyoruz.

***

Devrimimiz, geçen yüzyılın başında, aydınlanmış bir azınlığın, cehalet içinde bırakılmış bir çoğunluğa rağmen, o cehaletin kaynağını ezmesi üzerinde yükselmişti.

Bugün karşıdevrim, cehaleti örgütleyerek ve onların siyasi merkezini oluşturarak aydınlanmış kesimleri ezmektedir. Aydınlanmış kesimler o yüzden kitleler halinde ülkeden kaçmaktadır.

Tarikatlar üzerinden tarif edilen 'din uleması' iktidar ortağı haline getirilmiştir…

İşçi sınıfı kullaştırılmaktadır.

Sermaye sultanlığı inşa edilmektedir…

Sermaye sultanlığının en önemli aktörleri, iktidarın kamu kaynaklarını, halkın vergilerini peşkeş çekerek yarattığı yeni 'çeteler kumpanyası'dır.

Halktan çalınanlarla büyük bir iktidar serveti yaratılmıştır.

Tayyip Erdoğan'ın sahnede çıkardığı gürültüden dolayı ortada bir 'tek kişilik gösteri' olduğunu düşünenler olsa da, sahne gerisindeki büyük fotoğraf budur.

***

Bakın, tarihte hiçbir devrim 'usul usul' olmadı. Büyük tarihsel sıçramalar, büyük bedeller ödenerek elde edildi.

Tersi de geçerlidir. Yani karşıdevrimler de 'usul usul' gerçekleşmez.

Mevcut iktidar önümüzdeki süreçte zora dayalı bir hesaplaşmaya doğru ilerliyor.

Sağıyla, soluyla, ılımlısı ya da radikaliyle toplumun tüm muhalif kesimleri artık karşıdevrimin ezeceği birer hedeftir.

***

Evet, buraya kadar anlattıklarımın neredeyse tamamı 2017'de yazılmış bir yazıdan alıntı.

Şimdi yıl 2023 ve biz cumhuriyetimiz açısından hayati bir yüzyıl dönemecindeyiz.

Artık karşıdevrimin eşiğindeyiz.

28 Mayıs'taki cumhurbaşkanlığı seçimi, bir seçim olmanın ötesinde bu eşiği ifade ediyordu.

İktidar balkonunda bütün karşıdevrimci kuvvetlerin toplaşmış olması, ırkçısından bilim ve kadın düşmanı şeriatçılarına kadar her türlü gerici kuvvetin cüretle halkın karşısına çıkması boşuna değil.

Geçtiğimiz seçimler nihai hesaplaşmanın ilk aşamasıydı. Türkiye hızla yeni tercihler yapmaya zorlanacak.

Türkiye, emekçileri kul seviyesine indirmeye çalışan keyfi bir sermaye diktatörlüğüyle, emeğin hakkını savunanlar arasında bir tercih yapacak.

Türkiye, en milliyetçi nutukları atıp sonra da TC vatandaşlığını işportada satışa çıkaranlarla; yurttaş olma onurunu savunanlar arasında bir tercih yapacak.

Türkiye, camilerde silahlarınızı doldurun çağrısı yapan imamlarla, laikliği savunanlar arasında bir tercih yapacak.

Türkiye, Saray'da ziyafet çekip emekçi halka kuru ekmeği reva görenlerle, bu kokuşmuş düzen son bulmalıdır diyenler arasında bir tercih yapacak.

Türkiye, kadınlara ya toplumsal yaşantıdan silinmeyi ya da domuz bağıyla ölümü reva görenlerle, kadının özgürce yaşadığı bir toplumu savunanlar arasında bir tercih yapacak.

Türkiye, çocuklarının kafasına hurafeleri yerleştirmeyi, tacizi, ufacık yaşta evlendirmeyi layık görenlerle, bilimi ve insan haysiyetini savunanlar arasında tercih yapacak.

Liste uzatılabilir...

Özcesi, Türkiye önümüzdeki süreçte demokratik bir cumhuriyet ile karşıdevrim arasında bir tercih yapacak.

Ve esas seçim sonucu bu mücadelelerle belirlenecek.

***

Evet, işimiz çok zor...

Ama kendi adıma, umudum var. Çünkü Türkiye'nin 1900'lerin başından beri süregelen devrimci birikimi, Cumhuriyet'in 100. yılına takvimlendirilmiş karşıdevrimci hamleyi alt edebilecek kadar köklüdür.

Hepimize kolay gelsin.

 

 

*Bu makalede yer alan fikirler yazara aittir ve Independent Türkçe'nin editöryal politikasını yansıtmayabilir. 

© The Independentturkish

DAHA FAZLA HABER OKU